Tehdit
Vatandaşlar tarafından tam olarak neyin kastedildiği tam olarak bilinmese de genel olarak insanların kafasında şekillenmiş bir tanımı olan “İç tehdit” kavramını yıllardır duyardık. 28 Şubat sürecinde gündemdeki yerini daha da pekiştiren bu kavramla ne demek istendiğini daha biraz anladık. Birçok alt başlığı ihitiva etse de o dönemde kastedilenin esas olarak “bölücülük ve irtica” olduğu anlaşılmıştı. Soğuk savaş döneminde ise “komünizm” çok önemliydi. Birisini suçlarken önemli ve etkileyici bir sıfattı. Yasal anlamda sınırları çok belli olmayıp biraz muğlak ifadelerle tanımları yapılmış olsa da maksat anlaşılıyordu. Mevcut yasalara ve resmi dokümanlara göre yapılmış tanımlar, halkın bir kesimini tedirgin ediyor ama gerçek bölücünün veya irticacının kim olduğunu doğru bir biçimde ayıklamak her zaman mümkün olmuyordu. Bütün mesele sapla samanı karıştırmamaktan geçiyordu. Derken gün geldi her şey tersine dönüverdi. Dünün kahramanları, devlet için canını ortaya koymuş, ettikleri yemine sadakatle bağlı insanlar o gün doğru olarak belletilen bugün ise yanlış olduğu söylenen işleri yaptıkları iddiasıyla sanık durumuna düşüverdiler. Yasa, yönetmelik ve talimatlar gereğince yakın zaman öncesine kadar iç tehdit unsurlarına karşı büyük bir özveriyle hatta feragat ve fedakarlık göstererek kahramanlıkla yaptıkları görevler şimdi yasalar karşısında onları suçlu durumuna düşürmüştü. O halde doğru olan ne? Dün bu insanların sırtı sıvazlanıyor hizmetleri kutsanıyor ve ödüllendiriliyorken şimdi neden tam tersi bir durumla karşı karşıya kalıyorlar???
Biz bunları düşünürken bebek katili terörist başının cezaevinden çıkarılıp ev hapsine alınması konuşuluyor. Devlet teröristle pazarlık etmez derken uzun zamandır bu pazarlığın yapıldığı basında yer alıyor. Yasalar gereği hakkındaki kesinleşmiş hüküm nedeniyle milletvekili seçilemeyeceği bilinen BDP destekli bağımsız bir kişinin milletvekilliği iptal edilince o grupta yer alan ve seçim sürecinde bağımsız olup şimdi BDP’li olan milletvekilleri T.B.M.M’ni boykot kararı alıp meclise gitmediler. (Anayasa'nın milletvekilliğinin düşürülmesinin iptalini düzenleyen 85. maddesi; Milletvekilliği kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde düşen ve bu husustaki kesin mahkeme kararı Genel Kurula bildirilen üyenin iptal talebinde bulunmasına izin vermiyor. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi'ne başvurulması da anlamsız) Grup toplantılarını Diyarbakır’da yapacaklarını beyan ettiler.
ŞEY SAİT’E ANMA
Bu arada BDP milletvekillerinin de katıldığı törenle 1925 Kürt ayaklanmasının lideri Şeyh Sait ve 46 arkadaşı, Diyarbakır'da asıldıkları Orduevi'nin karşısındaki alanda anıldı. Dağkapı meydanında toplananlar çevredeki bazı binalara fotoğraflarını asarken, bazı gençler ise PKK bayrağı açtı. Şeyh Sait'in darağacına giderken söylediği "Bugün darağacına yürüyorum. Pişman değilim. Çünkü ulusum için kurban ediliyorum. Tek isteğim var. Torunlarımız bizi düşmana karşı mahçup etmesinler'' sözünün yer aldığı fotoğraflı bir pankart açıldı.
Diyarbakır bağımsız milletvekili Altan Tan, "Katiller bizi katillikle suçladı, biz de 86 yıl sonra yine aynı bu meydanda toplanıyoruz ve diyoruz ki ey şehitler müsterih olun torunlarınız sizleri mahcup etmedi” dedi.
Törende konuşan Hikmet Seyda, Şeyh Sait'in 1925 yılında Diyarbakır'da bir fidan diktiğini o fidanı kendi kanıyla ilk kez kendisinin suladığını ve bu fidanın daha sonra 1938 Dersim isyanının lideri Seyit Rıza, 1946 yılında İran'da Mahabat Kürt Cumhuriyetini kuran Gazi Muhammet'in kanlarıyla sulandığını söyledi. Bunları gördükten ve BDP’li milletvekillerinin konuşmalarında açıkça devleti tehdit eden ifadelerinden sonra bazı hassasiyetlerin neden ileri geldiği daha iyi anlaşılıyor.