Tırnovi Râşid Efendi ve Divançesi

Balkan topraklarında gelişen Türk edebiyatının bir temsilcisi olan ve klâsik şiir geleneği çerçevesinde eserler kaleme alan Râşid Efendi’nin, torunu tarafından yazılan biyografisi; bozgun zamanı yaşanan trajedinin boyutlarını da gözler önüne sermektedir.

 

 

 

Osmanlı Devleti’nin çöküşü, kaybedilen topraklardaki Türk nüfusun çilesinin de başlangıcı olmuştur. Asırlar süren fetihler ve büyük mücadelelerle elde edilen geniş mekânlar, bu asırdaki bozgunlar silsilesi ile birer birer kaybedilmiştir. Büyük yatırımlar ve emek sarfiyatı ile imar edilen memleketler, hüsran ve yıkıma maruz kalmıştır. Yaşanan telâşeden sanatkârlar ve edebî eserler de nasiplerini almıştır. Balkan topraklarında gelişen Türk edebiyatının bir temsilcisi olan ve klâsik şiir geleneği çerçevesinde eserler kaleme alan Râşid Efendi’nin, torunu tarafından yazılan biyografisi; bozgun zamanı yaşanan trajedinin boyutlarını da gözler önüne sermektedir. Torununun aktardığı bilgiye göre Râşid Efendi, Rusçuk vilayetine bağlı Tırnova’da, H.1214 (M.1799) yılında doğmuştur. Babası, Şeyhü’l-Kurâ Hacı Mustafa Hamza bin Muhammedü’-d-Debbâğ’dır. İlköğrenimini babasından gören Râşid Efendi, Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzeder, aklî ve naklî ilimlere vâkıf olur. Tasavvuf, şiir ve inşa ile de iştigal eden şair, bu konularda hatırı sayılır bir bilgi birikimine sahip olur. Bir süre Tırnova nüfus nezaretine görev yaptıktan sonra istifa edip inzivaya çekilir. Mekke’de “kutb-ı zaman” olan Kırımlı Şeyh Süleymanü’n-Nakş-bendî’ye intisap eder. Bir dönem, Burmalı Camii’nde öğle ikindi namazından sonra “Mesnevî” dersleri verir. Bu sayede bulunduğu yörede dikkat çeker ve rağbet görür. Sultan Abdülmecid H.1262 (M.1845) tarihinde Tırnova’yı ziyaret eder. Bu esnada Râşid Efendi, bir kaside ile bu teşrife tarih düşürerek şiirini Abdülmecîd Han’a takdim eder. Sultan’dan iltifat görür. Râşid Efendi H.1283 (M.1866) tarihinde, 67 yaşında vefat eder. Şairin, günümüze ulaşan şiirleri dışında 3 cilt tutarında Farsça bir Mesnevî Şerhi kaleme aldığı belirtilmekte ise de, bu eser günümüze ulaşamamıştır. Çünkü şair, bozgun sonrası yaşanan göç zamanında eserlerini Tantor’a kadar getirmiş; burada diğer kitaplarıyla birlikte hocası İsmail Efendi’ye emanet etmiştir. Daha sonra o eserleri geri istediğinde ise Hocasından: “Kâfirlerin elinden kurtaramadım. Hepsini paramparça ettiler.” cevabını almıştır. Şair, ayrıca “Gül-şen-i Râşid” adında bir mecmua ve Tefsîr-i Kâşifî’ye bir haşiye kaleme almıştır. Bunların yanında, hat sanatında maharet sahibi olan Râşid Efendi, el yazısı ile pek çok eser istinsah etmiş ve okuduğu Farsça kitapların açıklanması gereken yerlerine haşiyeler düşmüştür. Ancak bunların hiçbiri yaşanan kıyımdan kurtulamamıştır. Divançe mukaddimesinde bildirildiğine göre Râşid Efendi, eserlerinin akıbetini önceden dile getirmek suretiyle keramet göstermiştir. Nitekim o, derslerinden birinde: “Benden sonra çok geçmeden eserlerim, kâfirlerin ellerine geçer. O eserlerin yapraklarından mukavva ve külâh yapılır. Ben de berbat ve perişan olurum.” demiştir. H.1294 (M.1877) Ruslar, Tırnova’yı ele geçirir. Binlerce kitap bu esnada yok edilir. Civardaki bakkallar birkaç sene o kitapların yapraklarını külâh yapıp kullanırlar. Tırnova Kütüphanesi yağma edilir ve içindeki eserler Bulgar dükkânlarına bölüştürülüp dağıtılır. Şairin torunu Seyyid Hacı Ebû’l-‘Avn Ahmed Lutfullah bin Şeyh Mustafa Servet Tırnovî en-Nakşbendî, Râşid Efendi’nin şiirlerinden, ulaşabildiklerini bir divançe suretine getirerek kaydeder ve şairin tamamıyla unutulmasına engel olmaya çalışır. Ahmed Lutfullah Bey’in ifadelerinde değinilen trajedi, 93 harbi sonrasını işaret etmekte ve Râşid Efendi örneğinden hareketle bu coğrafyada yaşayan Türklerin nasıl sıkıntılara maruz kaldıklarını gözler önüne sermektedir.  Râşid’in Hacı Mustafa Sun’ullah adında bir oğlu bulunduğu, Divançe’deki 10. tarihten hareketle anlaşılmaktadır.

 

MERSİYAT BAŞLIĞI ALTINDAKİ ŞİİRLER

 

Bu manzume, Mustafa Sun’ullah’ın 1834’te doğumu üzerine yazılmıştır. Ayrıca Divançe’yi istinsah eden Ahmed Lutfullah’ın babası Mustafa Servet Efendi’nin de Râşid Efendi’nin oğlu olabileceği ihtimali bulunmaktadır. Mersiyât başlığı altında verilen şiirlerden birisinde ise Râşid Bey’in, Derviş isimli oğlu bulunduğunu ve bu şahıstan olan torunu Gevher’in 1847 yılında vefat ettiğini öğrenmekteyiz (bkz. Râşid Beğ-zâde Dervîş Beğ’in Kerîmesi Gevher Hanım’ın Fevtine Mersiyedir). Divançe’deki 18. gazel, şairin büyük oğlu Muhammed Fazlullah Efendi’nin vefatından sonra söylenmiştir. Derkenarda verilen bu bilgi, şairin en az iki erkek çocuğu bulunduğunu teyit etmektedir.

 

ŞAİRİN BİR GAZELİNİN İZAHI’NDAN

 

Aşağıdaki şiir, “kanarya” redifli bir gazeldir ve “mef'ûlü mefâ'îlü mefâ'îlü fe'ûlün” vezniyle kaleme alınmıştır. Klâsik şiirde, âşığın ruh haline tercüman olan kuş, aslında bülbüldür. Ancak bu şiirde Râşid, âşık ve dertli bir insanın -belki de kendisinin- ruh hali ile kanaryanın hareketlerini yorumlamakta, onda âşıklık alâmetleri bulmaktadır. Bu anlamda şiir, gelenekte mevcut bir mevzuun aynen aktarılmasından ziyade, ona kişisel bir yorum katılarak sunulması şeklinde algılanmalıdır. Şairin tasvirleri ve kurduğu bağdaşlıklar, gazelin bir kafes içindeki kanaryaya bakılarak kaleme alındığını düşündürmektedir.

 

1.

‘Âşıí geçinir kuşça o bî-çâre kanarya

Âşüfte vü şûrîdedir âvâre kanarya

 

O çaresiz kanarya, kuş haliyle âşık geçinir. Serseri kanarya, çıldırıp aşka meftun olmuştur.

 

kanarya: ispinozgillerden yeşilimsi veya sarı tüylü, koni biçiminde küçük gagalı, kafeslerde beslenen ötücü bir kuş türü. / bî-çâre: çaresiz, zavallı. / âşüfte: çıldırırcasına seven, bundan dolayı azgın ve baştan çıkmış deli gibi olan; iffetsiz. / şûrîde: karışık, perişan; âşık, tutkun, meftun. / âvâre: harap, viran, dağınık; serseri, boş gezen.

 

Şair, içinde bulunduğu ruh hali ile karşısında bulunan kanaryayı bir âşık timsali olarak gördüğünü söylemektedir. Klâsik şiirde âşıkların / şairlerin kendilerine hemhâl gördükleri kuş, genellikle bülbüldür (andelîb, hezâr). Bülbül, her seherde inler ve sevgilisi olan güle kavuşabilme arzusunu dile getirir. Onun güle olan aşkını konu alan binlerce hayale ve beyte rastlamak mümkündür. Râşid ise, âşık bir insan ile kanarya arasında münasebet kurmaktadır. Bir kafese mahkûm edilen bu narin varlık, gâh çırpınıp sağa sola uçarak gâh hazin hazin öterek şairi etkilemektedir. Âşüfte, şûrîde, bî-çâre ve âvâre sözcükleri, eski şiirde âşığın birer vasfı olarak anılır. Eski şiirde, aşkı yüzünden aklını yitiren ve yadırganacak hareketler sergileyen âşık, sevgilisinin mahallesinde başıboş bir hayat sürer.

 

CANLI İZLENİMLER ÜZERİNE KURULAN ŞİİR

 

Şiir, oldukça canlı izlenimler üzerine kurulmuştur ve muhtemelen şair, kafes içindeki bir kanaryaya bakarak bu şiirini kalame almıştır. Onun, kanaryayı bir âşığa benzetmesinde dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus, umutsuz aşk temasına, tutsaklığın da eklenmiş olmasıdır. Kafes içindeki bir kuş ile tabiî ortamında kendisine hüzün yakıştırılan bir kuşun durumları birbirinden farklıdır. İnsan muhayyilesi, tutsak bir kuşun ötüşünde hüznü daha kolay yakalar. Beyitteki kanaryanın ötüşleri de insanı daha şiddetli bir melankoli içine sürüklemektedir. Kanarya, klâsik şiirin serazat âşığı bülbül gibi bağ bahçede ya da çalı çimende değil, kafes içinde aşkının ıstırabını çekmekte; aşk acısına bir de esaret düşüncesi eklenmektedir. Bu anlamda Rumelili bir 19. yüzyıl Osmanlı şairinin, âşığı bülbül olarak değil, kanarya olarak nitelemesi kayda değer bir sapmadır. Râşid’in tercihi yalnızca kişisel bir duygulanma olarak algılanmamalı; 19. yüzyılda yaşanan yaprak dökümünün ve hüsranların da bir yansıması olarak değerlendirilmelidir.

 

2.

Sad-gûne terennümle o lerzişleri zımnen

Gûyâ çalışır hâlini iş‘âra kanarya

 

 

Kanarya, yüz çeşit şakımayla ve o çırpınmalarıyla sanki dolaylı bir şekilde halinden haber vermeye çalışır.

 

sad-gûne: yüz türlü, çeşitli. / terennüm: güzel ve alçak bir sesle şarkı söyleme; şakıma. / lerziş: titreyiş, titreme; çırpınma. / zımnen: üstü kapalı olarak, kapalıca, dolaylı olarak. / gûyâ: sanki; söyleyen, söyleyici. / hâl: içinde bulunulan durum, vaziyet. / iş’âr: haber verme, bildirme.

 

Şair, kanaryanın hazin ötüşünü güzel bir nedene bağlamaktadır (hüsn-i ta’lil). Kanaryanın ötüşü, şairin içinde bulunduğu ruh halinin bir yansıması olarak hüzünlü bir ses şeklinde sunulmaktadır. Oysa bu kuş, tabîatı gereğince farklı sesler çıkarır. Yani şairin ona yüklediği hüzün, itibarîdir. İnsan, çevresinde olup biteni kendi iç dünyasında, kendi hâleti ruhiyesinin elverdiği biçimde algılar. Bu nedenle şairin, kanarya sesinde hüznü yakalaması doğaldır. Çünkü o, ilk beyitte ifade ettiği gibi, kanaryada aşk acısı görme temayülündedir. İnsanların davranışları ve söyledikleri, onların iç dünyalarına ayna tutar. Sözgelimi “of” sesi, kedere ve iç sıkıntısına delâlet eder. Râşid, kanaryanın ötüşünde de bir keder tonu görmüş ve bunu söz konusu kuşun aşk acısı çekmesi ile izah etmiştir.

 

 

 



Râşid Efendi, Pend-i Attâr’ın istinsahını bitirişine düşürdüğü tarih manzumesinde künyesini “Hacı Hamza-zâde Râşid” olarak verir (bkz. Berây-ı Şerh-i Pend-i İsmâ‘îl Hakkî Güfte-est: 6. tarih manzumesi).

Ahmed Lutfullah, Râşid Efendi’nin anne tarafından mı yoksa baba tarafından mı dedesi olduğuna açıklık getirmemektedir.

 

 

Ahmet Akdağ - Özer ŞENÖDEYİCİ

 


Benzer Videolar