Ülkemizde Müzik Çeşitliliği
Değerli okurlar bu yazımda san'at ve sanatçı kavramı üzerinde durma gereğini duydum. Siyasi konularda yazı yazmam çünkü benim ilgi alanım olmadığı gibi bu konuda da bilgi sahibi değilim. Yine inançlı bir insanım ama dini konularda yazı yazamam. Bir sanatçı olarak kültürümüz ve san'at konusunda bazı düşünce ve görüşlerimi aktarmak istiyorum.
Bendeniz müzisyenim, opera solist sanatçısıyım. Operanın elbette ne demek olduğunu bilmektesiniz. Bu sanat dalı 14. yüzyılda İtalya'da kendini göstermiş daha sonra diğer Avrupa ülkelerine de yayılmıştır. Ülkemizde ise, Osmanlı Dönemi’nde 19. yüzyılda Varna'da La Traviata Operası’nı yabancı sanatçılar icra etmiştir. Yani Osmanlı çok sesli müziğe sıcak bakmakta. Batılı bir müzisyen olan Donizetti Paşa’yı İstanbul'a davet edilmiştir. Daha sonra 1920’li yıllarda ise artık İstanbul'da operetler oynanmaya başlamıştır. Ülkemizde ise ilk opera Ankara'da 1936 yılında Ankara'da şimdiki Resim ve Heykel Müzesi’nin bulunduğu salonda oynamıştır. Bu salon o zamanki Halkevi adlı binadır. Büyük Önder Atatürk merhum Bestecimiz Ahmet Adnan Saygun'a bir opera bestelemesini ister. Saygun da ilk Türk operası olan Köroğlu Operası’nı besteler ve bu eser İran Şahı Rıza Pehlevi (1979 yılında devrilen İran Şahı Rıza Pehlevi'nin Babası) Türkiye'yi ziyateri sırasında 1936 yılında oynamış ve Atatürk konuğuyla birlikte bu temsili locasından izlemiştir. Daha sonra ise Atatürk'ün emriyle 1936 yılında Ankara'da konservatuar kurulmuş ve batılı anlamda ilk operamız 1942 yılında yine aynı sahnede sergilenmiştir. Bu eser Giacomo Puccini'nin Madame Butterfly adlı yapıtıdır. Benim opera eserlerinde en çok beğendiğim taraf bu san'atın mikrofonsuz icra edilmesi yanında konu çeşitliliğidir. Operalarda elbette beşeri aşk konuları işlenmiştir. Ancak bu konuların yanında evlât sevgisi, anne sevgisi gibi konulara da yer verilmiştir. Benim konserlerde seslendirdiğim MAMMA (Anne)adlı İtalyanca bir Napoliten Şarkıda " Evine taşradan dönen bir gencin annesine olan özlemi dile getirilmektedir. Anneciğim sana döndüğüm için ne kadar mutlu olduğumu bilemezsin, sen benim hayatımsın ve artık seni bırakmayacağım" sözlerinde elbette ki anne sevgisi vardır. Yine Rigoletto Operası’nda bir aşk konusu da işlenmekteyse de, esas tema bir babanın biricik kızına olan sevgi ve düşkünlüğüdür. Kızım benim için dünyada her şeydir, sözleri bu eserin en önemli bölümlerinden biridir. Ülkemizde ilk Opera Binası Ankara'da eski bir sergi evi olan ve daha sonra bir Alman mimar tarafından bugünkü şekline dönüştürülen ve 2 Nisan 1950 yılında açılan binadır. Bizler halen bu binada temsillerimizi oynamaktayız.
ATATÜRK VE FERDİNAND
Başkentimizin şiddetle modern bir opera binasına ihtiyacı vardır. Büyük Önderimiz Atatürk ilk kez operayı 1914 yılı başlarında bir kış günü Sofya'da seyretmiştir. O tarihte binbaşı rütbesiyle Bulgaristan'ın Başkentinde Askeri Ataşe olan Atatürk, Carmen Operası’nı izlemeye gider ve bu onun ilk kez Opera'ya gidişidir. Aynı temsili Bulgar Çarı Ferdinand da izlemektedir. Temsilin ikinci Perdesinin arasında Ferdinand Atatürk'ü locasına davet eder ve eseri nasıl buluyorsunuz der. Atatürk de fevkalâde diye cevap verir. Çarın bu soruyu kasıtlı olarak sormakta olduğunu ve bizde Opera var sizde ise henüz yok demek istediğini elbette Atatürk anlamıştır. Bu görüşmede Çar Atatürk'le Fransızca konuşmuştur. Bilindiği gibi Atatürk Fransızca dilini iyi derecede bilmekteydi. O gece kalmakta olduğu Otel odasının kapı aralığından bir ışık sızmaktadır, saat sabaha karşı 0.3’tür. Aynı katta kalan arkadaşı Şakir Zümre (ilk sanayicilerimizden biri ve birinci dönem Ankara Milletvekili) kapısını vurarak " Kemal neden uyumuyorsun diye sorar" Atatürk ise Ferdinand'ın bu sözlerine çok üzüldüğünü söyler ve "İnşallah bir gün ülkemizde bir operamız olur der". Ülkemizde opera ve bale sanatı seviyesi üst düzeydedir.
EN ZOR DEVRİM
Birçok solistimiz yabancı ülkelerde başroller oynamaktadırlar. Bu konunun ise medyamıza yansıması yeterli düzeyde değildir. Yine Atatürk "En zor devrim müzik devrimidir" sözlerini söylemiştir. Ülkemizde müzik çeşitliliği mevcuttur. Ancak şurası da muhakkak ki radyo ve televizyon kanallarında daha çok gençlerimizin tercih ettiği müzikler yayınlanmaktadır. Oysaki Türk Sanat Müziği ve Türkülerimizi biraz ihmal ettiğimizi düşünüyorum. Müziği bir kıyafete benzetecek olursak, bu kıyafetlerin tamamının vitrinde sergilenmesi gerekir. O zaman halkımız beğendiği elbiseyi yani müziği seçecektir. Ama bazı müzikleri az veya hiç sergilemezseniz o zaman halkımız belki de beğenebileceği bir müzik çeşidinden mahrum kalacaktır. Diğer bir husus ise müzikte volüm sorunudur. Elektronik aletlerin üst düzey teknoloji ile donatılmış olması sonucunda ülkemizde müzik özellikle gençlerimiz arasında alabildiğine yüksek sesle dinlenmektedir. Bizim çocukluğumuzda dinlediğimiz ve bugün dünyanın her yerinde mevcut olan akordeon neredeyse orkestralarımızda yok denecek kadar azdır. Sanatımı yurtdışında icra ederken "Batılılara bakın biz bu sanatı da biliriz" fikriyle hareket ediyorum. Son olarak 18 ve 22 Mayıs 2012 tarihlerinde Üsküp'te iki konser vermiştim. Tıpkı bir İngiliz icadı olan futboldaki ulusal başarılarımızda sevindiğimiz gibi, sanatsal başarılarımızla da sevinmeliyiz. 2000 yılında Futbol Milli takımımız Dünya Üçüncüsü olmuştu, o tarihte T.C Üsküp Büyükelçiliği’nde Kültür Müşavirliği görevini yürütüyordum. Bu başarıyı Üsküp ve Ohri'de iki gece üst üste Fener Alayı ile kutladık. Sanatta ve sporda nice ulusal başarılara.