Vakıflarımız ve Balkanlardaki Bakiyesi -1
Ecdad, ne güzel yaşamış. Yaşamının her anını ve sanatının her dalını karar ve mana ile süsleyerek, yüreklere ılık ılık akmışlar. Maziye şöyle bir dönüp baktığımızda haklarını teslim etmemek mümkün değil. Yüce dinimizi kendilerine uydurmamış. Bilakis, kendisi dinimizin gereklerine bizatihi uymuş. Müesseselerini de bu iman ve inançla bir bir tanzim etmiş. İş ve işleyişlerinde, İslamı her daim başköşeye oturtmuşlar. Baş tacı yapmışlar. Yaşamın ayrılmazı olan ilim ve bilimi ön planda tutarak döneminin en ileri medeniyetini kurmuşlar. “Yaradılan her şey fani, yalnız Allah bakidir. O’nu seven her yarattığını da sever” inancı yardımlaşmada en önemli etken olmuş. Peşi sıra; “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olan, malın en hayırlısı Allah yolunda harcanan, Allah yolunda harcananın da en hayırlısı, halkın en çok ihtiyaç duyduğu şeyi karşılayandır.” düsturunu rehber edinilmiştir. Bu rehber, insanlık âlemini, vakıf medeniyetini ezberleten yola sevk etmiştir. Aydınlığı, huzuru ve toplumsal barışı bu yolla yakalamışlar. Başarıyı bu yolla asırlarca ellerinde tutabilmişler. İnsana değer vermek, bunu hissettirmek adına, eşine az rastlanır sayı ve evsafta eser vücuda getirmişler. Bunları da, vakıf medeniyetinin, vakfiyelerin bakiyesi olarak hem Balkan insanına ve hem de dünyanın değişik coğrafyalarına ve orada yaşayanlara hediye etmişler. Temelinde inanç olan, inançlara saygı ve hoşgörü olan vakıf medeniyeti ve yine temelinde hakkın rızası gözetilen vakfiyeler insanlık yararına gönülleri fetih eden yaratanın da hoşuna giden birçok icraat gerçekleştirmiştir. Bugün birçoğumuzun adını dahi duymaktan sıkıldığı vakıflar o günlerde huzurun ve sosyal adaletin temeli olmuşlar.
İNSAN VE MANA MERKEZLİ
Ecdadın insanlığa hediye ettiği en önemli bakiye Vakıflarımız ve vakfiyeleridir. İnsanı ve manayı merkeze alabilen, ihtiyaçlarını buna göre tayin ve tespit edip, imarı dört başı mamur eyleyen bir sistem. Şehir, kent ve kasabaların yeşerip serpilmesini sağlayan önemli yegâne etmen. Biraz derinine inildiğinde muhteşemliğinin inkar edilemediği bir sistem. Bu sistem içerisinde de, “Hayırda yarışınız” emri, “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır” prensibi gereği toplum birbiri ile adeta yarışmış. Vakıflarımız ve biz. Yalnız halk için mi? Ya da yalnız insan için mi? sorusunun yanıtı “hayır” olmuş. Mamur eylenen, hakkı gözetilenler arasında hayvanların dahi olduğunu müşahede ederiz. Dönemden arda kalanlara dikkatlice baktığımızda bunu görürüz. Yaratılan, hiçbir ayrım gözetilmeksizin yaratanından ötürü sevgi ve şefkate medar olmuş. Acziyetimize binaen de birçok müessese vakıflar eliyle bina edilmiş. “İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir. Sadaka-i cariye (sevabı devam eden sadaka) faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat.” hadisi ve “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe eremezsiniz” ayeti gereğince Osmanlı, vakıf işlerini özellikle Balkanlarda ön plana çıkartarak hem dünya hem de ahirete yönelik bir hizmet vasıtası olarak görmüşlerdir. Bu şuur ve inanç her adımın temel taşını teşkil etmiş. Dönemin şartlarına göre inşa edilmiş kent, kasaba ve köylerde bunun izlerini apaçık ortadadır. Osmanlı, diğer gamlığının sembolü olan vakıflardan, 26 binin üzerinde vakıf kurmuştur. Kurulan bu vakıflar da boş durmamış. Sayıları yüz binlerle ifade edilen eserleri âlem-i insanlığa miras olarak bırakmıştır. Cami, medrese, zaviye, imaret, şifahane, aşevi, misafirhane, şadırvan, sebil, han, hamam, kervansaray, yollar, köprüler ve daha niceleri o günkü maddi ve manevi yaşamın vazgeçilmezi olmuşlardır. Tüm bunları yanı sıra Türk- İslam el sanatlarına ait (Hat, Naht, Ahşap Dağlama, Çini, Seramik, Halı, Kilim, Ebru, Kitap v.b.) sayısız eser ortaya konmasına ve kollanmasına imkân tanımıştır. Vakıfların bu işleri yürütmesi için de Osmanlı hiçbir şeyden sakınmamış. Hazinenin önemli bir bölümünü (neredeyse yarısı) bu hizmetlere tahsis etmiş. Dolayısıyla, renk, dil, din, ırk ayrımı yapılmadan insanlığın hizmetine sunulmuştur. Var mı günümüzde böyle bir medeniyet? Medeniyet belki çok ama insanlığa hizmet eden pek yok. Osmanlının devlet anlayışı “Devlet-i Ebed Müddet” şeklinde olduğu için vakıflara da ebedilik şartı konmuş, devlet yetkilileri de vakfın hizmetinin devam edebilmesi için her türlü gayreti sarf etmişlerdir. Birileri Osmanlıyı ortadan kaldırarak tüm bu güzellikleri de yok etmişlerdir. Sonrasında gelenlerse insanlık mirası bu eserleri özellikle ve hassaten Balkanlarda ve Ortadoğu’da, yakmış, yıkmış, viran eylemişlerdir. Bu süreç olanca hızıyla bugünde sürdürülmektedir. Şems-i Tebrizi hazretlerinin bir sözüyle noktayı koymak istiyorum; “esas kirlilik; dışta değil içte, kisvede değil, kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir. Şems-i Tebrizi”