a

Yeni Anayasa Hazırlıkarı: Hukuk Devletinin İnşası mı, Siyasi Zeminin Tasarımı mı?

Türkiye’de son yıllarda siyasi gündemin merkezine oturan anayasa değişikliği tartışmaları, 2024 yılı sonu itibarıyla yeni bir boyut kazanmış

.

Av. Mustafa SERT İzmir Barosu

.
Reklamlar

Türkiye’de son yıllarda siyasi gündemin merkezine oturan anayasa değişikliği tartışmaları, 2024 yılı sonu itibarıyla yeni bir boyut kazanmış; 2025’in başlamasıyla birlikte iktidar tarafından “sivil, katılımcı ve çağın gereklerine uygun bir anayasa” hazırlığı resmen duyurulmuştur. Bu açıklamalar, Türkiye’nin 1982 Anayasası’ndan duyduğu yapısal rahatsızlığı bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Ancak bu süreçte, anayasa hazırlıklarının hangi yöntemle, hangi ilkelerle ve ne tür bir toplumsal uzlaşıyla yürütüleceği, hukuk çevreleri ve demokratik kamuoyu için hâlâ belirsizliğini korumaktadır. Bu belirsizlik, yeni anayasa tartışmalarını teknik bir reformdan ziyade, siyasi bir tasarım meselesine dönüştürme riski taşımaktadır.

Mevcut Anayasa: Neden Tartışılıyor?

12 Eylül 1980 darbesinin bir ürünü olan 1982 Anayasası, bugüne dek geçirdiği 21 kapsamlı değişikliğe rağmen hâlâ vesayetçi zihniyetin izlerini taşımakta ve birey-devlet dengesinde devlet lehine bir üstünlük ilişkisi kurmaktadır.

Özellikle şu başlıklarda ciddi eleştiriler yöneltilmektedir:

.
  • Yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesindeki erozyon,
  • Basın ve ifade özgürlüğü alanındaki sınırlamalar,
  • Seçim barajı, siyasi partiler hukuku ve temsil adaletindeki sorunlar,
  • Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin denge ve denetim mekanizmalarındaki yetersizlik.

Bu bağlamda, yeni bir anayasa ihtiyacının gerçekliğini teslim etmek gerekir. Ancak asıl mesele, bu ihtiyacın nasıl ve kimlerle karşılanacağıdır.

Yeni Anayasa Hazırlıkları Hangi Çerçevede Yürütülüyor?

2025 itibarıyla iktidar partisi, TBMM’de anayasa çalışmaları başlatılması yönünde çağrıda bulunmuş ve “yeni anayasa” kavramını, ağırlıklı olarak “milli ve yerli anayasa” sloganı etrafında şekillendirmiştir.

Ancak bu hazırlıkların taşıdığı bazı çelişkiler, şu soruları gündeme getirmektedir:

  • Hazırlıklar sivil toplum, barolar, üniversiteler ve meslek kuruluşlarıyla mı, yoksa yalnızca siyasi partiler arasında mı yürütülmektedir?
  • Anayasanın bir toplumsal sözleşme olması gerekirken, bu süreçte toplumun geniş kesimleri ne ölçüde temsil edilmektedir?
  • Yürütmenin bu denli belirleyici olduğu bir anayasa hazırlık süreci, meşru ve demokratik olabilir mi?

Anayasacılığın evrensel ilkelerine göre, toplumun bütün kesimlerini kapsayan, şeffaf, katılımcı ve çoğulcu bir süreç işletilmedikçe, hazırlanacak metin, adı “yeni” olsa bile, gerçek anlamda demokratik bir meşruiyet taşıyamayacaktır.

.

Hukuki Süreç: Anayasa Nasıl Değiştirilir?

Anayasa değişikliğinin usulü, Anayasa’nın 175. maddesinde açıkça düzenlenmiştir:

  • TBMM üye tamsayısının en az üçte biri (200 milletvekili) tarafından teklif edilebilir.
  • Beşte üç (360 milletvekili) çoğunlukla kabul edilen değişiklikler, halkoyuna (referanduma) sunulmak zorundadır.
  • Üçte iki (400 milletvekili) ve üzeri bir çoğunlukla kabul edilirse, Cumhurbaşkanı’nın onayıyla referandumsuz yürürlüğe girebilir.

Mevcut Meclis aritmetiği göz önüne alındığında, iktidarın anayasayı referandum olmadan değiştirme imkânı bulunmamaktadır. Bu durum, sürecin toplumsal meşruiyete ve geniş bir siyasi uzlaşmaya dayanmasını daha da zorunlu kılmaktadır.

Anayasalar Güçlülerin Değil, Tüm Halkın Sözleşmesidir

Unutulmamalıdır ki anayasa, iktidarların keyfî bir tasarrufu değil, toplumun ortak hukuki çatısıdır. Geçici çoğunluklarla yazılan veya yürütmenin taleplerine göre şekillenen bir anayasa, ne demokratik ne de sürdürülebilir olur.

Nitekim Alman Anayasa Mahkemesi, tarihi Lüth kararında (1951), anayasanın “sadece bir normlar bütünü değil, bir değerler sistemi” olduğunu belirtmiştir. Türkiye’de de yeni anayasa süreci, yalnızca bir metin yazma faaliyeti değil, aynı zamanda bir hukuk kültürü inşa etme anlamına gelmelidir.

Bu tespitten hareketle, yeni anayasa süreci şu ilkelerle yürütülmelidir:

  • Şeffaf ve katılımcı bir yöntem izlenmeli,
  • Sadece siyasi partiler arasında değil, tüm toplumsal kesimler arasında uzlaşı aranmalı,
  • Akademisyenlerin, baroların, kadın ve gençlik örgütlerinin katkısı sağlanmalı,
  • Mevcut hak ve özgürlükleri geriye götürmeyen, aksine derinleştiren bir yaklaşım benimsenmelidir.

Aksi hâlde ortaya çıkacak metin, teknik olarak “yeni” olabilir ama hukuken “anayasa” olarak nitelendirilmesi tartışmalı olacaktır.

Topluma ve Karar Alıcılara Açık Çağrı

Türkiye’nin yeni bir anayasaya duyduğu ihtiyaç, gerek siyasal sistemin yapısal sorunları gerekse hak ve özgürlük alanlarının geliştirilmesi bakımından tartışmasızdır. Bu bağlamda iktidarın 2025 yılı itibarıyla yeni anayasa sürecini gündeme alması, hukuki bir sorumluluğun yerine getirilmesi olduğu kadar, demokratik tartışmayı canlandırması açısından da olumlu bir adımdır.

Ancak bu adımın kalıcı ve kapsayıcı bir metinle taçlandırılabilmesi için, anayasa yapım sürecinin toplumun her kesiminin görüşüne açık, çoğulcu ve şeffaf bir yöntemle yürütülmesi elzemdir. Bu süreç, yalnızca siyasi aktörlerin değil; yurttaşların, sivil toplumun, baroların, akademi dünyasının ve genç kuşakların ortak katılımıyla anlam ve meşruiyet kazanacaktır.

Herkes için bir anayasa, ancak herkesin katkısıyla mümkündür. Bu nedenle süreci izlemekle yetinmeyip katkı sunmak, eleştirmek, öneride bulunmak ve anayasanın gerçek sahibi olduğunu hatırlatmak, bu toplumun her ferdinin asli görevidir.

Çünkü anayasa metinleri sadece hukukçuların değil, milletin vicdanında ve ortak hafızasında yaşar. Ve yeni anayasa, ancak halkla birlikte yapılabilir.

0 0 0 0 0 0
.
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Türkiye’de İntihar: Görmezden Gelemeyeceğimiz Sessiz Bir Çığlık

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.