Yıl 1857
Yıl 1857 günlerden 8 mart, ABD New York da kırk bin dokuma işçisi, çalışma koşullarına, emeğe biçilen değere karşın greve gidiyor kadınlı erkekli. Güvenlik güçleri acımasızca saldırıyor. Fabrikada yangın çıkıyor, güvenlik güçleri fabrika kapısını kilitlediği ve barikatlar kurduğu için, 129 işçi can veriyor, çoğu kadın.
Kadın ağırlıklı bu katliam yıllar geçtikçe kadınlar içindeki öfkeyi besliyor, 1910 da ve 1921 de Sosyalist Kadınlar Enternasyonelinin çalışmaları akabinde, 8 mart Dünya Emekçi Kadınlar günü olarak kabul ediliyor.Dünya kadınlarının öfkesi özellikle 1960 lı yıllarda, 'ekonomik sistemi ne olursa olsun' her ülkede sesini duyurmayı arttırdığında, ABD de duyarsız kalamıyor.16 Aralık 1977 de BM Genel Kurulu "8 mart dünya kadınlar günü"nü resmen kabul ediyor.
Ülkemizde ağırlıkla 1921 yılından sonra kutlanan, 1980 den sonra uzunca bir süre sektere uğratılan kutlamalar,1990 yılı sonrasında yeniden yoğunlaşarak sürdürülüyor.
Peki, Dünya Kadınlar günü, kadınlar için ne ifade ediyor?. BM, "kadınlara eşit haklar verilmesinin dünya barışını güçlendireceğini" vurguluyor.Bu eşit haklar, ters çevirilce kadına yönelik eşitsizliklerin neler olduğunu sorgulamak gerekiyor o halde.
VARAN BİR; Dünyada pek çok ülkede kadın, 'hangi gelişmişlik düzeyinde olursa olsun',yoğun bir emek sömürüsü yaşıyor. BM tarafından 2001 yılında yaptırılan bir araştırmada; "Dünyadaki işlerin %66 sının kadınlar tarafından görülmekte olduğunu,ancak dünya toplam gelirinin %10 unu alabildiklerini" ortaya çıkarıyor. Yani en temel çalışma hakı olan eşit işe eşit ücret ödenmesi hakkı ,kadınlar yönünden uygulanmıyor ve uygulanmamaya devam ediliyor.
Ayni araştırma, kadınların dünya mal varlığının %1 ine sahip olduğunu da ortaya koyuyor.Bağımsız mülkiyet edinme hakkı da, kadınlar yönünden ayak altına alınıyor böylece.
VARAN İKİ; Yine ayni araştırmada ortaya çıkan vahim sonuç; "şehirlerde evli kadınların %18 i,köylerde %76 sı eşleri tarafından şiddet görüyor". Gerçekten, kadına yönelik şiddetin boyutları artarak devam ediyor.Kadınlar sadece evlilik içi değil, evlilik dışında da cinsel istismar ile karşı karşıya kalıyorlar. Şiddet, taciz, tecavüz gibi insanlık dışı muamele, Anayasada güvence altına alınan vücut dokunulmazlığına rağmen,resmi makamlarca yeterince önemsenmeyerek, karşı tarafa cesaret vermeye devam ediyor. Ülkemizde Adli makamlara yada kamu oyuna yansıdığı kadarıyla tespit edilen, evlilik içi, kadının isteği dışında cinsel beraberliğe zorlanması ya da eşin farklı cinsel tercihleri gibi hususlar ise dikkate dahi alınmıyor.
Kadına yönelik şiddet ve istismarın artarak sürmesine rağmen, en az cezalandırılan suç olduğu da yapılan istatistiklerde ortaya çıkıyor. Kadının giyimi, yaşam tarzı vb hususlar ülkemizde tahrik ve hafifletici unsur olarak halen kabul görüyor.
Ülkemizdeki geleneksel yapı, mahalle baskısı, kadının ekonomik bağımlılığı gibi nedenlerle, sayısal olarak yeterli verilere ulaşılamasa da, şiddetin hamilelik döneminde dahi sürdüğü bir bilimsel çalışma ile ortaya konuyor. 2002 yılında, 'Anadolu Psikiyatrı Dergisi' kaynağından alınan ve Eskişehirde yapılan bir çalışmada 154 hamile kadın ile görüşülüyor. 110 kadın hamileliği sırasında, fiziksel, cinsel, ruhsal yada sözel şiddet türlerinden bir yada bir kaçına maruz kaldığını açıklıyor.
Yine 'Türk Psikiyatri Derneği',2006 yılında yaptığı bir çalışmasında; Hastalarının %63ünün çocukluğunda, % 62 sinin evliliğinde en az bir kere fiziksel şiddet gördüğünü ortaya koyuyor.
BM lerin 2007 yılı rakamlarında ise, fuhuşa zorlanan kadın oranının 4 milyarı aştığı, bu yolla sağlanan kazancın ise 12 milyon dolar üzerinde olduğu belirtiliyor.
Sayıların konuştuğu bu ortamda bize fazla söze ne hacet demek kalıyor.
VARAN ÜÇ; Kadın cinayetleri, şiddetin, cinsel istismarın ve tecavüzlerin son noktası. Ülkemizde Kadın cinayetlerinin son yıllarda o % 1400 oranında arttığı, basında çıkan haberlerle vurgulanıyor. En sağlıklı veriler olarak başvurduğumuz BM kaynaklarına göre, dünyadaki kayıplar arasında, 113-120 milyon kadın kayıp(YOK) görümünde. Kadın kayıp oranları ve kadın cinayetleri özellikle ülkemizi alnına sürülmüş kara bir leke olarak, tarihe yazılmaya devam ediyor.
Sonuç itibarıyle,tüm kadın sorunları ile birlikte, 'kadın sağlığı da dahil' , en önemli ve vehamet içeren kadın sorunları olarak ele aldığımız sorunlarımızla bir 8 mart daha kutlanacak. Aslında buna kutlama demek pek doğru olmasa gerek, bu sorunlar masaya yatırılacak, konuşulacak, bir yıl sonraki 8 martta kadar. Aslında kökeni emek mücadelesine dayanan 8 mart, iş hayatına dahi giremeyen, ekonomik özgürlüğünü kazanamamış kadının bağımlılık öyküsünün tartışılması gereken bir zemin olarak karşımıza çıkıyor.
Seçme ve seçilme hakkını tam olarak kullanamayan, mecliste yeterince temsil edilemeyen, eğitim hakkından kız çocuğu olarak yeterince yararlandırılmayan kadınlarımızın , bu sorunlarının kendiliğinden çözülmesini beklemenin de gerçekçi bir yaklaşım olamıyacağı yadsınmaz bir gerçek. Her 8 mart, kadınların mücadelelerini sürdürebilmesi için yeni bir kıvılcım.
Öncelikle şu soruları sorarak başlıyalım. Meclise seçilmiş kadın vekiller kadın sorunlarına ne kadar eğilmişlerdir? Suçlusunun erkek, emniyet teşkilatının, savcısının, hakiminin ağırlıkla erkek olduğu bir sistemde mağduriyetler ne derece giderilebilmiştir ? Kadının kadına yabancılaşması, belli makamlara kadar gelebilen kadınların bu makamlarda erkekleşmesi ve sosyolojik boyutta ortaya çıkan kadın-erkek-erkekleşmiş kadın sorunu tartışılmaktamıdır? Tabi bu soruların daha yüzlercesi sorulabilir. Yanıtlar içimizde gizlidir. Yanıtlarını bulmak sadece türk kadının değil tüm dünya kadınlarının sorununa ışık tutacaktır.
Tekrar başa dönelim ve diyelim ki; Kadınlara eşit hakların verilmesi ve bu hakların kullanılmasında uygun zeminin yaratılması dünya barışını güçlendirecektir. Unutmayalım ki savaşlarda en büyük zararı kadınlar görmektedir ve bu kadınlar bizim anamız bacımız eşlerimizdir.
Beyler, 8 mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününüz kutlu Olsun.
Dr. Serpil ESLEK