Vah Rodos Vah -2
Geçen yazımdan devamla; Rodos Adası ve üzerinde yaşayan Türkler hakkında azınlık statüsünde olmalarına rağmen, azınlık muamelesi dahi göremediklerine vurgu yapıp, bundan dolayı da yaşanan bir kısım mahrumiyetleri sizlere aktarmıştım. Kayıp nesil olarak adlandırılan 4 bin civarındaki Türk’ün yaşadıklarından bahsetmiştim. Bu yazımda da farklı yönleriyle birlikte Rodos Adası ve Türk azınlığı sorunlarını özet bir biçimde ele alıp soruna çözüm amaçlı çalışmalardan bahsedeceğim.
RODOS ADASININ TARİHSEL VE STRATEJİK ÖNEMİ:
Osmanlı döneminde, Kanunî Sultan Süleyman’ın Akdeniz’de hâkimiyetini kurmak için Rodos Adası’nın fethi zorunluluk haline gelmişti. Ayrıca padişahın Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyetini kurması ve mücadelenin Batı ve Orta Akdeniz’e doğru devam ettirilmesi için Rodos ve ona bağlı adaları ele geçirmesi gerekiyordu. O yıllarda Rodos Adası tamamen şövalyelerin elinde bulunuyordu. Her şeye rağmen Osmanlı’nın yeni topraklarına kattığı Mısır, Suriye ve Doğu Akdeniz sahillerinin emniyeti bakımından Rodos ve çevresindeki adalar alınmalıydı. Yavuz Sultan Selim, ölümüne yakın, şövalyelere karşı yürümek için büyük çapta bir donanma hazırlamak istemiş, fakat bu arzusunu gerçekleştiremeden hayatını kaybetmişti. Kanunî’ de, bu siyasî ve stratejik sebepler yüzünden Rodos Adası’nı bir an önce almak ayrıca babasının yarım bırakmak zorunda kaldığı bu problemi çözmek istiyordu. Nitekim 1523 yılında Kanuni Sultan Süleyman komutasındaki Osmanlı orduları Rodos ve çevresindeki adaları aldılar. Daha sonra buraya Müslüman toplulukları yerleştirdiler. Saint Jean Kilisesi’ni camiye çevirip Cuma namazını kıldılar. Bu zaferle Kanunî Sultan Süleyman, Doğu Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyetinin yerleşmesini sağlamıştı. Ayrıca mücadelenin bundan sonra Orta ve Batı Akdeniz’e intikal etmesinin de önünü açmıştı. Adanın, Osmanlı için o günlerdeki stratejik önemi neydiyse, bugün de ülkemiz açısından bu önem aynıdır. Bundan dolayı adada yaşananlar aynen Kıbrıs Davası gibi Rodos Davası’na intikal etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri geçmişte sahip çıkma noktasında yetersiz kalmış olsalar bile ki öyle, bundan böyle bu davaya sahip çıkmak ve” Kayıp Nesli” yalnız başlarına bırakmamak durumundadırlar. Şimdiye kadar yapılanlar yapıldı ama yeterli olmadı ki sorun devam ederek bu güne kadar geldi. Bundan böyle de gelecekte sorunun çözülmesi için ciddi adımlar atılmak zorunda. Aksi halde sorunun çıkmaza sürüklendiği sinyalleri şimdiden verilmiş durumda.
ADADA YAŞANANLARIN İÇ YÜZÜ:
306 yıl (1522-1828) gibi uzun bir süre ada Osmanlı hâkimiyetindeydi. Bu yıllar ada halkının en mutlu ve huzurlu dönemleri olmuştu. Gel zaman git zaman ada sakinlerinin huzuru bozuldu. 1923 Lozan ile ada, içindeki Türk nüfusuyla birlikte gözden çıkartıldı. 1947 Paris Antlaşması ile İtalya, haklarını ve ada yönetimini tamamıyla Yunanistan’a devretti. Adada yaşanan sorunların temelinde işte bu iki Lozan Barış Antlaşması ile 1947 Paris Antlaşması yatmakta. İmzalanan Lozan Barış Antlaşması ile mübadele kapsamı dışında bırakılan Batı Trakya Müslümanları’na getirilen özel bir rejim sayesinde azınlık hakları tanınmıştı. 1923 yılında Rodos ve İstanköy, Yunanistan’a ait değildi. Bu nedenle de, Batı Trakya Müslümanları için kabul edilen özel rejim statüsündeki azınlık hakları “Rodos ve İstanköy Müslümanları” için yok kabul edilmiştir. Neticesinde Rodos ve İstanköy adasındaki Türkler azınlık statüsüne alınmamışlardır. Ancak İtalya ile Yunanistan arasında imzalanan antlaşma (1947 Paris Antlaşması) ile adada yaşayan tüm yerleşiklerin Yunan vatandaşlığına geçirildikten sonra bu kişilerin din ve mülkiyet haklarına saygı gösterileceği adadaki sorunların fitilini ateşlemiştir. Ortaya çıkan sorunlara 1947 yılından başlayarak çözüm bulunamamıştır. 1964 yılından itibaren ilk defa toplu göçlerden sonra sorun katlanarak büyümüştür. Göçlerden istifade etmek isteyen Yunanistan’ın vatandaşlıktan çıkarılmayı düzenleyen 19. Maddeyi yürürlüğe koymasından sonra buradan ayrılan Türk azınlıklar vatandaşlıktan çıkartılmış ve sahip oldukları tüm taşınmazları Yunan Hükümeti tarafından hazineye devredilmiştir. Ada yerleşiklerinin taşınmazlarının ellerinden alınması ve adaya kabul edilmemeleri sorunu çözümsüzlüğe doğru taşımıştır. İlgili 19. Madde yürürlükte olup adadan ayrılan Türk ve Müslüman azınlığın malları geri iade edilme işlemi devam etmektedir. Adada yaşan Türkler adadan ayrılamaz konuma getirilmiş adeta adada hapsedilmişlerdir.
ADA TÜRKLERİ
Sayıları 5 bini aşan ada Türkleri için Yunanistan’ın birçok antlaşmaya imza atmasına rağmen, gösterdiği olumsuz tavır en önemli sorunu oluşturmaktadır. Yunanistan bir Avrupa Birliği üyesi olmasına, azınlıklarla ilgili müktesebata ilişkin birçok anlaşmaya imza atmasına, azınlıklara ilişkin en bütüncül, birçok hak tanıyan ve en kapsayıcı imkanlar veren çerçeve sözleşmesi ortada olmasına rağmen Rodos ve İstanköy Türkleri’yle ilgili gözle görülür bir ilerleme yok. Avrupa Birliği, Kopenhag Kriterleri'nden beri üyeliğe aday ülkelere azınlık haklarına saygıyı çok ciddî bir şekilde dayatıyor. Üye ülkelerin bu konuda ki uygulamalarına da bakıyor. Aday ülkelere gösterilen bu hassasiyet ve yaptırım üye ülkelere uygulanmıyor. Ortada en büyük sorun üye ülkelere gereken yaptırımı sağlayacak işleyişin olmaması. Yunanistan üye ülkeye yakışmayan birçok haksızlığı geçmişte hem Batı Trakya'da hem de 12 Ada'da yaptı. 1990 ve 91'den sonra Yunanistan da özellikle Batı Trakya'da çok ciddî gelişmeler yaşanmaya başlandı. Var olan şikâyetlerin büyük kısmı ortadan kalkıyor. Müftülük sorunu ve kendilerini Türk olarak adlandıramama ve bu adla örgütlenememe gibi sorunlar için Kuzey Yunanistan'da gözle görülür somut iyileşmeler olduğu aşikâr. Son günlerde meydana gelen gelişmelerde, Avrupa Konseyi yaptırımı olmasa bile, sorunun çözümü için 12 Ada Türkleri’nin sorunlarına yoğunlaşmakta.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Daimi Komitesi, AKPM Hukuk İşleri ve İnsan Hakları Komitesi üyesi Andreas Gross (İsviçre, Sosyalist Grup) tarafından hazırlanan “Rodos ve İstanköy’ün Türk kültürel kökenine sahip yerleşiklerinin durumu” (Doc.12526) başlıklı raporu bu yoğunlaşmanın en önemli göstergesidir. Gelecek yazılarımda bu raporun içerik ve niteliğini incelemek üzere kalın sağlıcakla.