19 Mart 2024 Salı
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
İnsanlık tarihinde kanlı çatışma, dramatik soykırım ve utanç verici olaylarla anılacak bir yılı geride bıraktık. 2023 yılı dünya barışının ciddi tehdit altına girdiği, temel insânî değerlerin, haysiyet ve şerefin ayaklar altına alındığı bir yıl olarak tarihe geçti. Avrupa’da yükselişe geçen ırkçı eğilimler, yabancı düşmanlığı, Ukrayna coğrafyasında devam eden kanlı çatışmalar sadece bölgemizi değil, başta ekonomi olmak üzere günlük hayatımızı olumsuz etkilemeye devam ediyor. Ukrayna’da savaşa son verme çabaları sonuç vermiyor, Filistin’de 75 yıldır süren siyonist zulüm ve saldırılardaki korkunç artış vicdanları kanatmaya devam ediyor.
2024 yılının başta ABD olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde seçim yılı olması sebebiyle dünya barışını tehdit eden çatışma ve ihtilafların yakın zamanda çözülebileceği konusunda iyimser olmak mümkün görünmüyor. 2023 yılının şüphesiz en olumlu olayı, Türkiye’de 21 yıldan beri süren istikrarın devamını sağlayan seçim sonuçlarıdır. Bu iyi gelişmenin yanında Kahramanmaraş merkezli deprem, asrın felaketi olarak anılarak hepimizi derinden sarstı.
İnsanlığın kanayan yarası Filistin’deki çatışmaların tüm bölgeyi etkisi altına alma ihtimali gittikçe artıyor. Önce Irak sonra da Suriye’yi parçalayan sömürgeci güçler, Doğu Akdeniz’den sonra Kızıldeniz’i de savaş gemilerinin prova alanına dönüştürmüş durumda. Yemen’den sonra çatışmaya kimin dâhil olacağı bilinmiyor.
Her fırsatta İsrail karşıtı söylem hatta sözde tehditler savurmayı olağan ezber haline getirmiş olan İran’ın, İsrail yerine komşusu Pakistan’ı bombalaması aslında şaşılacak bir durum değil. İran’ın açıklananlar dışında yarı açık-yarı gizli yayılmacı bir politik ajandasının varlığı kendini dışarı vuruyor. Bu saldırılar da bunun bir semeresi ve gözdağı.
90’lı yıllarda eski Yugoslavya’da yaşananlar ile bugün Filistin coğrafyasında yaşananları kıyaslarsak nasıl sonuçlar çıkarabileceğimiz üzerine bazı değerlendirme ve yorumlar yapabiliriz. Çıkaracağımız ilk netice, 90’lı yıllarda BM’nin uygulamada yetersiz olsa da ana sözleşmesinde yazılı evrensel değerlere ve kendi kuruluş amacına uygun kararlar aldığıdır. O yıllarda ırkçı söylemleriyle tanınan Sırbistan ve lideri S. Miloşeviç’in yayılmacı saldırgan politikaları, dünya kamuoyu nezdinde mahkûm edilmiş, hatta ambargolarla cezalandırılmıştır.
Bu kararlar ile de yetinmeyen BM Güvenlik Konseyi, 22 Şubat 1993 tarihli 808 sayılı kararı ile Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY) adı altında bir mahkemenin kurulmasını sağlamıştır. Hollanda’nın Lahey ( Den Haag ) şehrinde faaliyet gösteren bu mahkeme, Yugoslavya coğrafyasında insanlığa karşı işlenen suçları ortaya çıkarmak ve yargılamak amacıyla kurulmuş özel bir mahkemeydi. Ancak siyonist İsrail’in Filistin’de sürdürdüğü sürgün ve soykırımları araştırıp yargılamak bir kenara, bahsetmek ve haber yapmak bile bazı ülkelerde antisemitizm olarak muamele görüp çeşitli baskılara maruz kalıyor. Son örnek Harvard rektörünün başına gelenlerdir.
Eski Yugoslavya’da işlenen suçları yargılayan bu mahkeme (ICTY ) 2003 yılında bir Sırp askeri yetkiliye verdiği müebbet mahkûmiyet kararı ile Srebrenica‘da Boşnakların soykırıma mâruz kaldığını dünyaya duyurmuştu.
Bu mahkemenin o kararı, 1995 yılında soykırıma göz yuman batılı egemenlere karşı kazanılmış bir hukuk zaferidir. Devamında 2007 yılında Uluslararası Adalet Divanı açıkladığı diğer bir karar ile Srebrenica’da yaşanan kitlesel cinayetlerin soykırım olduğunu bir kere daha ilân ve teyit etmişti. Her ne kadar Sırbistan’ı doğrudan mahkûm etmemiş olsa da bu karar Boşnakların mâruz kaldığı devlet destekli cinayetlerin soykırım olduğunun tescil edilmesi bakımından değerlidir.
Güney Afrika’dan önce Müslüman nüfusa sahip hiç bir devletin İsrail’i niye dava etmediği sorgulanması gereken bir konudur. İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği kendini sorgulamalıdır.
Aslında eski Yugoslavya’da Boşnakların mâruz kaldığı muamele ile Filistin halkının başına gelenler arasında benzerlik vardır. Tarih sahnesine çıktığı 1920’li yıllardan beri Yugoslavya’nın hâkim milleti Sırpların işlediği suçlar ile Filistin halkının başına gelenler arasında en önemli fark, İsrail’in başta ABD olmak üzere Batılı birçok devletin sınırsız desteğine sahip olmasıdır. İnsan hakları başta olmak üzere evrensel bütün değerlere aykırı olarak, soykırım suçu işleyen siyonist İsrail, batıdan aldığı sınırsız destek sayesinde etki alanını genişleterek sadece yaşadığı bölgeyi değil, tüm dünya barışını tehdit etmektedir.
1995 yılında imzalanan Dayton anlaşması ile Bosna’da silahlar sustu ancak Belgrad rejimi Kosova’da zulüm ve baskıya devam etmeye kalkınca dünyanın ve bazı batılı devletlerin tepkisi ile karşılaştı. Devamında 1999 yılında saldırgan Sırbistan, NATO tarafından 77 gün süren bir hava harekâtı ile durduruldu. Miloşeviç, asker ve polisini Kosova’dan çekmek zorunda kalarak yenilgiyi kabul etti. 75 yıldır Filistin’de Müslüman ve Hıristiyan Araplara kan kusturan Siyonist İsrail’i durdurmak için dünya neyi bekliyor? Uluslararası hukuk, saldırganları cezalandırmayı emreden maddeleri niye uygulamıyor?
Siyonist İsrail aylardır Gazze’ye âdeta ölüm yağdırıyor. Kurulduğu 1945 yılından beri dünya barışı ve insan haklarını koruma iddiası ile ortaya çıkan BM ve Güvenlik Konseyi, ABD’nin vetoları sebebiyle sadece günümüzde değil tam 75 yıldır İsrail söz konusu olduğunda üç maymunu oynamaya devam ediyor. BM’nin gösterdiği bu aciz tavır onun itibarını ve uluslararası hukuki meşruiyetini yok ediyor. ediyor.
1999’da Sırbistan’ı durdurarak Balkanlarda silahların susması dünyaya bir nefes aldırmıştı. BM ve NATO, Filistin’e ölüm yağdıran siyonist İsrail’i durdurma konusunda aynı kararlı duruşu sergilemeli ve Netanyahu’yu durdurmalıdır. Bombalarla öldüremediği milyonlarca Gazzeli kadın ve çocukları aç bırakarak vahşice öldürmeye çalışan terörist Netanyahu mutlaka yargılanmalıdır.
Gazze’de ateşkes için dünya çapında yükselen insani talepler yok sayılmamalı, ABD saldırgan İsrail’e verdiği desteğe artık son vermelidir. Rusya-Ukrayna çatışması sonrasında gösterilen savaş karşıtı tavrın İsrail söz konusu olduğunda gösterilmemiş olması dünya barışına vurulmuş büyük bir darbedir. İnsanoğlu 1914 ve 1939’da işlediği hataların bedelini asla unutmamalı. 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki felaketi ile sona eren 2. Dünya Savaşı benzeri çatışmaların ortaya çıkması, bu kez dünyayı toptan bir yok oluşa götürebilir.
1999 yılında Slobodan Miloşeviç’i durduran global irade, aynı cesaret ve kararlılığı Netanyahu’ya karşı da göstermeli, hatta onu tıpkı Miloşeviç gibi cezaevine atarak yargılamalıdır.
27 yıl önce Bosna’nın Srebrenica şehrinde yaşanan Boşnak Soykırımı 2. Dünya savaşından sonra Avrupa’nın şahit olduğu ilk soykırımdır. Kimliği tespit edilmiş 8372 kişinin birkaç gün içinde kurşuna dizilerek öldürüldüğü bu toplu cinayet, Lahey Adalet divanının 2007 yılının şubat ayında verdiği hukuki kararla SOYKIRIM olarak tescil edildi. Genel Sekreter Butros Gali’nin yönetimindeki BM üst yönetimi ve Hollandalı barış gücü askerleri, Boşnakları koruma görevlerini yapmak yerine, ihanet ettiler. 10.000 civarında erkek Boşnak’ı, öldürüleceklerini bile bile Sırp katillere teslim ederek soykırım suçuna ortak oldular. Soykırımdan canlarını kurtarmayı başaran çok az sayıdaki görgü şahidinden yıllar sonra bu toplu infaz hakkında teferruatlı bilgi sahibi olabildik.
1992 yılı ekim ayında uluslararası Kızılhaç, Bosna-Hersek’te kötüleşen insani durumu düzeltmek için çareler arıyordu. Aklına Irak’ta uygulanan uçuşa yasak güvenli bölge uygulaması geldi. Aynı tedbirin Bosna’da tatbik edilebileceği gündeme geldi. Kızılhaç başkanı Sommaruga’nın bu teklifi BM’de tartışıldı ve 16 Mart 1993 tarihinde 819 tarihli Güvenlik Konseyi kararı ile Srebrenica, uçuşa yasak GÜVENLİ BÖLGEilan edildi. Aynı yılın 6 Mayıs günü, 836 sayılı Güvenlik konseyi kararı ile, Saraybosna, Tuzla, Zenica, Zepa, Bihaç ve Gorazde şehirleri de güvenli bölge ilan edildiler. Ancak adı geçen bölgelerde yaşayan Boşnak Müslümanlar, Irak’lı Kürtler kadar şanslı olamadılar. Kuzey Iraklı Kürtler BM’nin bu kararıyla Saddam’ın zulmünden kurtulurken, Boşnaklar 44 ay boyunca Miloşeviç’in bombaları altında yaşamaktan kurtulamadı. Bu süre içinde Bosna nüfusunun yarısı evini terk ederek perişan oldu. Bu kanlı dönemin sonunda Avrupa’da 20. Asrın en büyük utançlarından biri SREBRENİCA BOŞNAK SOYKIRIMI yaşandı.
1995 sonlarında Dayton Anlaşması ile Silahların susmasından ülkenin normalleşme yoluna girmesinden sonra, sıra, Bosna’da felaketin bilançosunu ortaya çıkarmaya gelmişti. Yıllar geçtikçe çatışan her üç tarafın verdiği sayıları, yüz bine yaklaşan, çoğunluğu Boşnaklardan oluşan bir kayıp listesi açıklandı. Bu listedeki isimlerin yakınlarının ısrarlı baskıları ile kanlı bilanço ve gerçekler aydınlatılmaya başlandı. Srebrenica ve Zepa anneleri adı ile bir dernek kuran Boşnak kadınlar, direnişe geçtiler. Günlerce, aylarca yaz kış demeden yorulmadan yakınlarının hiç olmazsa kemik parçasına ulaşmak amacıyla kamuoyunu ayağa kaldırmayı başardılar. Soykırım kurbanlarının bu kararlı duruşu resmi sivil birçok kurumu harekete geçirdi. Bosna’nın dört bir tarafında özellikle bugün Sırp Yönetimi idaresine bırakılan şehirlerde, toplu mezarlar ve sayıları on binlerle ifade edilen kayıp kişilerin kalıntılarının bulunması süreci, böyle başladı. Kayıpları arama adı ile kurulan resmi bir komisyon eliyle felaketin boyutları ortaya çıkıyordu. Çeyrek asır geçmesine rağmen kayıpları arama ve toplu mezarları bulma komisyonunun çalışmaları bitmiş değil.
Günümüzde balkanların en sıcak tartışma konularından biri Srebrenica’da yaşananlarla ilgilidir. Avrupa hatta Rusya bile Srebrenica’da yaşananların soykırım olduğunu inkâr etmezken, Belgrad’da iktidara gelen hem hükümetler hem de muhalefet Srebrenica soykırımını inkâr konusunda ittifak halindedir. Az sayıdaki Sırp siyasetçi ve entelektüel yaşananların soykırım olduğunu kabul ediyor. Sırp kamuoyu eski Yugoslavya’nın kanlı dağılma sürecinin en büyük kurbanlarının kendileri olduğuna inandırılmış durumdadırlar.
1995’ten 2000 yılına kadar, soykırımın yaşandığı Srebrenica’ya gidip gelmek, hele inceleme yapmak mümkün değildi. İşledikleri suçların farkında olan Bosna’daki Sırp yönetimi bölgeye giriş çıkışı engellemek için türlü bahaneler uydurmaya devam etti. İlk defa dönemin yüksek temsilcisi Avusturya’lı diplomat Wolfgang Petrisch’in başkanlığında, uluslararası kalabalık bir heyet, 2000 yılının temmuz ayında Srebrenica’ya olaylı bir gezi yaptı. Bölgede yaşayan Sırp nüfus heyetin şehre girmesini önlemek için protesto hatta taşlı sopalı saldırılarla konvoyun girişini engellemeye çalıştı. Ancak muhtemel saldırılara karşı tedbirlerini almış olan heyet uzun ve zor bir yolculuktan sonra, bugün Srebrenica soykırım anıtının bulunduğu POTOÇARİ akümülatör fabrikasına, varmaya muvaffak oldu. 27. Yıldönümünü idrak edeceğimiz Srebrenica Soykırımı anma törenleri, böyle bir yolculukla başladı.
2003 yılında ABD eski başkanı Bill Clinton’un desteği ve 2 yıl süren çabalar sonunda Srebrenica soykırım anıt ve kurbanların gömüleceği mezarlığın yapımı tamamlanarak açıldı. Bu açılışa Türkiye’den zamanın Büyükelçisi Melek Sina Baydur ve bendeniz TİKA koordinatörü sıfatı ile katıldık. Eğer ABD eski başkanı Bill Clinton’un kararlı duruşu olmasaydı. Bu anıtın hem yapılması hem de günümüzde tüm dünyanın ziyaretine açık olması sağlanamazdı. Soykırım yakını çoğu kadın, binlerce kişinin katıldığı bu tören anaların gözyaşlarının sel gibi aktığı trajik sahnelerle son buldu. Katılan herkesin yüreğini dağlayan bu gözyaşlarından Bill Clinton çok etkilenmiş olacak ki, yaptığı konuşmada tarihi değeri olan önemli sözler söyledi. Benim hatırımda kalan şu vaadi dikkatlerinize arz etmek isterim: “BUGÜN BURADAGÖZYAŞLARI İLE BİZİ DERİNDEN ETKİLEYEN KURBAN YAKINLARINA ADALET BORCUMUZ VAR.”
Bu anıt, Srebrenica soykırımının dünyaya tanıtılması için çok önemli bir vesile olmuştur.
2009 yılının 15 Ocak günü Avrupa Parlamentosu batı balkanlardaki bazı devletlerin talebi ile 11 Temmuz gününü Srebrenica soykırımını anma günü olarak ilan etmiştir. Bu karara parlamentoda gurubu bulunan tüm ülkeler olumlu oy vermiş olması, soykırım inkarcısı Sırbistan’a karşı diplomatik bir zafer olmuştur.
ABD’nin patronluğunu yaptığı batı dünyasının seyirci kaldığı Bosna felaketinden sonra, özellikle 11 Eylülde New York’ta vaki uğursuz olayın ardından, kaosa sürüklenen orta doğuda yüz binlerce masumun nasıl öldürüldüğünü BM’nin ise kılını kıpırdatmadığını dehşetle izliyoruz. Afganistan, Irak, Suriye ve en sonunda Ukrayna’da hayatını kaybeden binlerce masum sivil kadın ve çocuğun temel insan haklarından bahsetmenin başta BM olmak üzere kimseyi ilgilendirmediğini, çaresizlik içinde ibretle izliyoruz. Bill Clinton’un adalet vaadinin ne BM’de ne de AB’de hiçbir karşılığı olmadığı gün gibi ortada duruyor. Boşnaklar dışında Clinton’un bu vaadini hiç kimse hatırlamıyor. Eski Yugoslavya döneminde Türkiye’ye sürgüne gönderilmiş bir nesle mensup bir kişi olarak, SREBRENİCA SOYKIRIMINI sürekli dile getirmenin önemine işaret etmek isterim. Boşnak milletinin mağduriyetini dünyaya anlatabilmenin en kestirme yollarından biri Srebrenica’da yaşananları Ermeniler gibi, dünya kamuoyunun gözüne sokmaktır. Son bir asır içinde, Boşnak Milleti üç soykırım yaşadı ve unuttu. Unutulan ve unutturulan soykırımlar da maalesef tekrar etti.
Doksanlı yıllardan beri balkanlarda barış için gösterilen çabaların hala olumlu bir sonuca ulaşmadığını endişe ile izliyoruz. Avrupa’da barışın temelinde samimi bir Alman-Fransız anlaşması vardır. Balkanlarda da kalıcı bir barış için Sırp-Hırvat anlaşmasının sağlanması şarttır. Avrupa insan hakları sözleşmesinde yazılı değerlerin uygulanması sonunda Avrupa barışı yakalamış ekonomik refaha ulaşmıştır. Ancak Avrupalılar kendi ülkeleri dışındaki olaylar söz konusu olduğunda demokrasi ve insan hakları gibi evrensel değerleri bir kenara bırakarak kendi milli menfaatlerine uygun politikalara destek vererek yanlış yollara sapıyorlar. Bu tutarsız politikaların en bariz misallerine doksanlı yıllarda dağılan Yugoslavya döneminde şahit olduk. 1991 yılında Almanya ve Avusturya, Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsızlığından yana tavır alırken, ABD ve İngiltere bir dönem Yugoslavya’nın birliğini destekleme adına, Sırbistan’ın kurnazca hazırladığı tezlere destek vermişti. Eski Yugoslavya’daki kanlı dağılmanın altında batılı devletlerin tek bir politika etrafında ortak hareket edememeleri vardır. Rusya-Ukrayna savaşı konusunda da ortak hareket edilemediğini görüyoruz.
BM ve Süper güçlerin Bosna-Hersek konusunda doğru bir tavır almaması sebebiyle Kosova ile Sırbistan arasında patlayan çatışmalar 1999 da, ancak NATO‘nun hava harekâtı ile durdurulabilmişti.
Balkanlar sonu gelmeyen çatışma sürgün ve soykırımlarla anılan bir bölgedir. En çok zarar gören kesim ise kendini anlatma ve savunma konusunda zafiyet gösteren İslâm dinine mensup, Türkler Boşnaklar ve Arnavutlardır. Bilge lider Aliya İzetbegoviç vefatından önce milletine bıraktığı vasiyet ile sözü bağlayalım. “SOYKIRIMLARI UNUTMAYIN, İNTİKAM PEŞİNDE KOŞMAYIN, ADALET ARAYIŞINDAN DA VAZGEÇMEYİN.”
SIRBİSTAN’DA 21 HAZİRAN SEÇİMLERİNDE KİM KAZANDI KİM KAYBETTİ?
Dünya siyasetinin baş ağrısı balkanların en eski devletlerinden biri olan Sırbistan’da 21 haziran Pazar günü parlamento ve belediye seçimleri yapıldı. 2012 yılında iktidara gelen Aleksander Vuçiç liderliğindeki SNS ile S.Miloşeviç’in partisi SPS ve onun lideri halihazırdaki Dışişleri bakanı İvica Daciç, oy oranlarını artırarak 4 yıl daha ülkeyi idare etme vizesi aldılar. Sayısal olarak hiç ihtiyacı olmamasına rağmen A. Vuçiç, Miloşeviç’in veliahdı İvica Dacic’i yanından hiç ayırmıyor. Bir dönem başbakanlık da yapan İvica Daciç, Sırbistan’da dışişleri bakanlığı koltuğunun yıllardır değişmeyen sahibi kalmaya devam ediyor.
24 nisanda yapılacağı açıklanan seçimler koronavirüs salgını sebebiyle ertelendi ve ancak 21 haziran Pazar günü yapılabildi. Salgın sebebiyle son derece sönük bir kampanya dönemi yaşandı. Belki de tarihinin en sönük kampanyasına şahit olunan bu seçimlerin ilgi çekmemesinin önemli sebebi kimin kazanacağının % 100 belli olmasıydı. Nitekim iktidardaki Vuçiç-Daciç koalisyonu oy oranını % 70 in de üzerine çıkararak her hangi bir sürprize izin vermedi. Aslında bu seçimler öncesinde siyasi yorumcular kimin iktidar olacağını değil de kimin muhalefet olacağının belirleneceğini söylüyordu. Demokrasilerde seçimleri ilginç kılan şey kimin muhalefet değil de, kimin iktidar olacağıdır. Ama balkanlar usulü demokraside böyle tuhaflıklar normal karşılanmalı.
22 haziran günü öğle saatlerinde, Sırbistan seçim kurulunu kesin olmayan sonuçları açıklaması ile kimin muhalefet olacağı sorusu, tatmin edici bir cevap bulamadı. Seçimleri boykot çabasına giren muhalefet zaman zaman AB yetkililerinin de katılımı ile aylar süren müzakerelere rağmen bir türlü anlaşamadı. Sonunda bölündü parçalandı ve zaten düşük olan oy oranları daha da düştü. Bu dağılma sürecini Vuçiç’in tezgahladığı dedikoduları konuşuluyor. Ama ne sebeple olursa olsun muhalefet paramparça oldu.
Avrupa’da klasik demokratik sistemlerde hıristiyan demokratlarla sosyal demokratların yarıştığını biliyoruz. Ancak Sırbistan’da böyle bir parti yapısından bahsetmek mümkün değildir. Son 15-20 yıl boyunca yaşanan seçimlerde iktidar ve muhalefet partileri arasındaki yarış kimin daha çok milliyetçi olacağı üzerine yapılmaktadır. 21 hazirandan önce 250 sandalyeden oluşan parlamentodaki ilk üç parti arasında sosyal demokrat söylemi seslendiren bir partiye rastlamak mümkün değildir. Hatta en çok milletvekiline sahip üçüncü büyük partinin başkanı savaş suçundan mahkum ve Srebrenica’da soykırım yaşanmadığını ispata çalışan Vojislav ŞEŞELJ’dir.
21 HAZİRAN SEÇİMLERİNDE KİM KAYBETTİ?
2013 yılında AB ile imzalanan Brüksel anlaşması ile Sırbistan tam üyelik müzakerelerine başladı. Ancak geçen zaman içinde başta Kosova Hırvatistan ve Bosna-Hersek ile mevcut ihtilaflar, bölgede barış ve istikrarı ciddi manada tehdit ediyor. Son iki yılda Sırbistan, daha önce bağımsızlığını ilan eden Karadağ cumhuriyeti ile de ciddi sorunlar yaşamaya başladı. Özellikle Karadağ’ın 2018 de NATO’ ya katılma yönünde aldığı karardan sonra hem komşu hem de tarihi müttefikin, Sırbistan’dan iyice kopmuş olması sebebiyle ihtilaf gittikçe derinleşmektedir.
21 haziran seçimlerinde parlamento dışında kalan en önemli ili isme dikkat çekmek istiyorum. Birincisi Voyvodina Sosyal demokratlar birliği başkanı Nenad Çanak, ikincisi Liberal demokrat parti başkanı Çedomir Jovanoviç’tir. 2000 li yıllardan bu tarafa Belgrad siyasetinde yaptıkları ciddi muhalefetle öne çıkan bu iki isim Pazar günü % 3 lük ülke barajını geçemeyerek parlamento dışında kaldılar. Bu iki isim Sırbistan demokrasisine renk katan kişilerdi. Bence bu iki ismin kaybı Sırbistan demokrasisi açısından büyük bir kayıptır. Her iki isim geçmişte soykırımcı Miloşeviç rejimine karşı verdikleri mücadele ile isimlerini evrensel manada duyurmuşlardı. Evrensel insan haklarını ve Voyvodina otonomisini cesurca savunan iki demokratın yeri doldurulamaz görünüyor.
21 haziran seçimlerinin sürpriz kazananın Sırbistan’da yaşayan ve tek vucut halinde oy kullanan Arnavutlardır. Çoğunluk olarak Preşevo vadisinde yaşayan Arnavut seçmenler gayet iyi organize olarak Belgrad’a gönderecekleri milletvekili sayılarını 2 den 4 e çıkardılar.
21 HAZİRAN SEÇİMLERİNDE SANCAK’TA NE OLDU.?..
Arnavut seçmenleri parçalamaya gücü yetmeyen Belgrad rejimi yıllardır Sancak’ta uyguladığı böl parçala siyasetini çok acımasız bir şekilde sürdürdü. SDA Sancak’ın 1990 dan beri verdiği mücadeleyi etkisiz hale getirmek için her çareye başvuran Belgrad rejimi Boşnakların üzerine devletin tüm müesseseleri ile yüklendi. SDA ‘ya oy verirseniz başınız belaya girer diye tehdit edildiler. Toplumun sevdiği ve itibar ettiği kişiler Belgrad’a götürülerek aday olmamaları için tehdit edildiler. Tüm bu çalışmalar neticesinde SDA Sancak seçimlerde beklenen sıçramayı yapamadı. Ancak oylarını korudu. Belgrad basını SDA’nın seçimi kaybettiğini ilan eden propagandası gerçeği yansıtmamaktadır. Araştırmalara göre 4 veya 5 milletvekili alması beklenen SDA Sancak 2 milletvekili ile yetinmek zorunda kaldı. Sırbistan’da sayımlara göre Arnavutlardan çok daha fazla nüfusa sahip Boşnakların bu kadar az milletvekili ile temsil edilmelerinin tek sebebi Belgrad rejiminin uyguladığı antidemokratik baskılardır. Sancak’ta zor şartlarda yaşamaya çalışan ve dünyanın dört bir tarafında kendine vatan arayan Boşnaklar Sırbistan’ın bu baskılara artık son vermesini bekliyor.
22 haziran 2020
DAVUT NURİLER
www.davutnuriler.com