09 Aralık 2020 Çarşamba
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
SELAMİ YURDAN: BOSNA’DA İLK ŞEHİT!
Yıl 1966. Patnos, bereketli bir sabaha uyanmış, Fermani amca ile eşi, şükür secdesine kapanmıştı. “Selami olsun, adı; teslim olsun Yaradan’a!” Selami, yaşından beklenmeyen bir olgunlukta idi. Parmakla gösterilen bir ahlak adamı, yerinde durmayan bir iş aşığıydı. Heybetiyle karşısında idi, Ağrı Dağı. Selami’nin bu denli coşkun olmasında Ağrı Dağı’nın payı büyüktü. Kışı ayrı bereket, yazı ayrı bereketti. Dumanı kalkmazdı, yıl boyu. Selami kabına sığmıyor, büyük şehirde yaşamak istiyordu. 13’ünde var yoktu. Taşı toprağı altın İstanbul, görünüyordu işte. Boğaz Köprüsü’nden geçince adeta büyülenmişti. Öyle derme çatma asma köprülere benzemiyordu. Güneşin vurmasıyla yaldızlanan sular, gözünü kamaştırıyordu. Birkaç parça eşya ile Kadırga’daki evlerine yerleştiler. Kadırga, Osmanlı kokan bir mahalle idi. Fethin izleri görülüyordu, her yerde. Kunduracılığa merak saldı. Çıraklık kalfalık yılları göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Şimdi iş başa düşmüştü. İmalathanede müşteriden çok, dertliler borçlular hastalar vardı. Boş çevirmezdi, hiçbirini. Ya oracıkta derdine derman olur, ya da erbabı ile buluştururdu. Tefsirler orada okunur, hadisler orada ezberlenirdi. Bir de çocuklar vardı tabi ki. Çocukla çocuk olmak ne büyük bahtiyarlıktı. Hangisi takmışsa kısa sürede yayıldı, lakabı: “Albay!” Nerede acı zulüm işkence varsa, Selami, gagasında su taşıyan güvercin misali oradaydı. Bursa zindanındaki insanlık dışı baskıları duymuş, apar topar gitmiş, elektrikli tel örgülere doğru, avazı çıktığı kadar bağırmıştı. Çoğu kez dalar giderdi, gözleri. Zoraki gülen yüzü, artık gerçeği saklamıyordu. Bosna’ya düşen ateş, yüreğini dağlamıştı. Şehit resimleriyle adeta rabıta yapar, şehidin kimliğine bürünürdü. Nerde bir eylem varsa, Selami oradaydı. Cihad konuşulmaz, yaşanırdı. Öyle, “İlimle de cihad olur” sözlerine karnı toktu. Bilgi ile olsa olsa salih amel işlenirdi. “Âlimin mürekkebi” de, “Şehidin kanı” da mübarekti.
26 YAŞINDAYDI
Selami’nin durgunluğu gitgide artıyordu. “Macar ülkesine gidiyorum!” dedi, evdekilere. Meğer şehadet şehrine gidiyormuş. “Kardeşimi evlendirin!” diye de ekledi. Sırasını savmış, cennete talip olmuştu. Davadaşlarıyla ayrıldı mahalleden. Neredeyse Avrupa’nın yarısını dolaştı. Yol boyu susmak bilmeyen Selami’nin, Bosna toprağına girer girmez ağzını bıçak açmaz oldu. Koca koca mermiler, kah ayağının dibine düşüyor, kah sıyırıp geçiyordu. Cihadın lezzetine tanık oluyordu, Selami. Dönmeye niyeti yoktu. Ha bugün ha yarın mutlu sona erecekti. Hem, İstanbul’a dönse ne değişecekti? Ne zulüm bitecek, ne kan duracaktı. On altı şafaktır yollardaydı. Çimenler döşeği, yapraklar yorganı olmuştu. Zenitsa’da Müslüman Kuvvetler’e teslim oldu. Aklı hep Visoko’daydı. Melekler Visoko’ya çekiyordu, Selami’yi. Müslümanski Snage, Arap/Boşnak güçlerle birlikte, tan vaktinin bereketiyle İliyaş’a harekât başlattı. Selami’de, kendisinden beklenmeyen bir çeviklik hali belirdi. Kayadan kayaya sıçrıyor, ıslak yapraklara basıp kayıyor, dilinden hiç düşürmüyordu:
“İnna Lillah!”
Gerçekten Allah içindi Selami. “Biz buraya şehit olmaya geldik!” diyordu, coşkulu bir sesle. Çocuklarla hasret giderirdi, her fırsatta: “Bajram dode bajram dode!” bir Bosna korosu oldu. Sanki Fatih’te teravih ilahisi söylüyordu. Silahlı fotoğraf sevmezdi. Öte dünyada “Kahraman desinler diye savaştı!” zümresinden olmak istemezdi. Şehit olacağı yeri görmek her kula nasip olmazdı: “Beni buraya gömün!” Haçlı mermisi deldi geçti, karnını. Bacaklarına giden sinirler kopmuş, yüzükoyun yatıyordu. Son secdesiydi, besbelli. Sırdaşı, gardaşı, arkadaşı çevirdi yüzünü. Taşıdı kilometrelerce. Sarışın mavi gözlü çocuklar sardı etrafını: “Bajram dode!” idi, çocukların kalbinde. Nesiller boyu anlatılacak bir ümmet destanı oldu, Selami’nin on altı günü. İslam toprağı Bosna’ya yerleşecek, belki de evlenecekti. Bedeniyle küfre, canıyla zulme, cesaretiyle vahşete dur demişti, Selami. İlkti o; Asiye gibi, Yasir gibi, Sümeyye gibi ilkti. Selami Yurdan Birliği kuruldu cephede. Aliya, her mücahide Selami’yi anlatıyor, “İşte aşık olunacak dava, işte Türkiyeli Selami!” diyordu. Fermani amca, haberi ilk alandı:
“Hanım Bosna’ya gitsem!”
“Git!”
“Şehit olsam!”
“Ol!”
“Oğlumuz Selami şehit oldu!”
Ağustos’un Yirmi Sekiz’inde, Beyazıt Meydanında, yüz binler “Şehit Selami, Yolun Yolumuzdur!” diye haykırıyor, Fermani amca, “Beş oğlum daha var, beşi de Hak yolunda feda olsun; bugün düğün günümüz!” diye haykırıyordu. Kaliteli davanın kaliteli şehidi olurdu. Selami, Bosna’nın evladıydı artık. İsrafil, Sur düdüğünü çaldığında ayağa kalkacak, ümmetin tüm renkleriyle birlikte!