19 Mayıs 2024 Pazar
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
Pirincin Taşları
VAHAP DABAKAN
Bugün Özel bir gün. Aslında sizinle bu günde sohbet etmek istedim. Karşılıklı konuşamıyoruz ama ben yazayım siz okuyun…
19 Mayıs, bir meşale, Türk İstiklâl ve Hürriyet mücadelesinin meşalesi. Her 19 Mayısta Milletçe, tek yürek, tek bilek, tek ses ve tek yumruk oluyoruz. Zira 19 Mayıs, Türk Milletinin, milli birlik şuuru etrafında birleştiği günün ifadesidir. Mustafa Kemal ve onun etrafında, kenetlenen bir avuç iman adamının, düvel-i muazzama denilen işgalci güçlere karşı Samsun’a ayak bastıkları anda başlattıkları mücadele, yaktıkları meşaledir. Türk milletinin gönlündeki, vatan ve istiklâl aşkının, bağımsızlık tutkusunun alevlenmesi, dalga dalga bütün vatan sathını doldurduğunun yıldönümü. Bu yıl dönümü, Türk ve Dünya tarihine 19 Mayıs ruhu olarak geçti…
19 Mayıs, Dünyanın süper güçlerine rağmen, yenilmek ve yok edilmek istenen, aziz ve köklü Türk Milletinin, kendisine güveninin azminin bir ifadesidir. Yüzyıllar boyunca üç kıtada bir çok milleti yönetmiş, efendilik etmiş, bu milletin bağımsızlığını kimseye feda edemeyeceğinin bütün dünyaya en güçlü tarzda haykırışının kabul ettirmesinin inkâr edilmez bir varlığıdır…
19 Mayıs’ın, Gençlik ve spor Bayramı olarak kutlanmasında çok önemli sebepler vardır. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve onun bağımsızlığını sağlayan ve vatanı kurtaran irade, geleceği de daima gençlikte görmüştür. Atatürk birçok vecizesinde bunu açık açık belirtir. “Benim ümidim gençliktedir” “Gençler, Cumhuriyeti biz kurduk, Onu siz yükseltip, sürdüreceksiniz” der…
19 Mayıs, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin adeta başlangıç mayasının atıldığı tarihtir. Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşına başlarken ilk başvurduğu ve başardığı iş, sağladığı Milli Birlik ve Beraberliktir. Türk Milletini bir amaçta birleştirmiş, dağınık milli güçleri adeta, bir yumruk haline getirmiştir. Ve biliyordu ki, her türlü tehdit, tehlike ve zorlukları aşmak, ancak Milli Birlik ve Beraberlikle mümkündür. Millet, “Ya İstiklâl, Ya ölüm” parolası ile birleşmiş, vatanı düşmandan temizlemiş ve denize dökmüştür. Yine aynı güç ve şuurla sağlam temelli Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve dünyanın saygın devletleri arasına sokulmuştur…
Bugün yine milletimiz, aynı Milli Birlik ve Beraberlik şuuru ile Ülkesi ve Milleti ile bölünmez, Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelen tehdit ve tehlikeleri, aynı şuurla kovmaktadır, birliğini korumaktadır. Değişmeyen oyunları, aynı mücadele ruhu ile önlenmektedir. Dış güçlerin, özellikle komşularımızın, ihtiraslarıyla beslenen PKK FETÖ terörü ve benzeri bölücü faaliyetler, Mehmetçiğimiz ve güvenlik kuvvetlerince önlenirken, Milletimizden de tam destek almaktadır…
Gençler, tüm bunları konuya bağlantı yapmak için anlattım. Kol kola girin, bir olun beraber olun, kafanızı gönlünüzü bu memlekete yorun, bu vatanın hizmetine koyun. Milletin, birliğini, dirliğini kuvvetlendirin. Çünkü Milli Birlik ve Beraberlik her türlü emperyalizme karşı, yapacağınız tek şey, milli dil, milli kültür zırhını giyin, Milletimizin değerleriyle mücehhez olun, elinize, her türlü karanlığı aşmak için, müspet ilim meşalesini alın, bu size yeter.
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşını başlatıp, mutlu sona eridiği 9 Eylül 1922’de dinlenmek üzere Belkahve’de kahvesini içmektedir. Bir gazeteci soru sorar “-Paşam, büyük bir iş başardınız. Bundan sonra ne yapacaksınız” der…
Atatürk’ün cevabı muhteşemdir. Bakın, bugün bile hâlâ cevabın peşinde değil miyiz? “-Savaşın küçüğünden çıktık, çocuğum. Şimdi büyüğüne giriyoruz. Asıl savaş şimdi başlıyor. O, Bizi vatanımızdan atmak için üzerimize çullanan dünyanın, sahip olduğu medeniyete sahip olmak, bizi Anadolu’dan atmak isteyenlere karşı öyle güce ulaşacağız ki, bir daha bize kimse sataşamayacak bile” Yani, geri kalmışlıkla, cahillikle savaş ve o savaşın düzgün tanımı, çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak. İşte, ne zaman bunu başardık, o zaman Türkiye’ye kimsenin gücü yetmeyecek. Dünya üzerinde oynanan haksız oyunları kimse bir daha sahneleyemeyecek. Türk Dünyası üzerine kimse bir daha ipotek koyamayacak ve oyunlarıyla Türklüğe eziyet edemeyecek, zulüm uygulayamayacak…
Bir söz vardır söylenir, “Amaçsız insan gideceği yolu bilmeyen yolcuya benzer” İnsanları hayatta tutan, ayakta tutan, dinç tutan idealleridir. İdeallerdir, insanları gençleştiren. Onlara amaç yüklememiz gerekiyor, idealler vermemiz gerekiyor…
Milletimizin değerlerini yani geleneklerini, dilini, dinini, iyi yüklemek mecburiyetindeyiz, doğru yüklemek mecburiyetindeyiz. “Ağaç yaşken eğilir” demiş atalarımız. Öyleyse Gençlerimiz bizimle geleceğe güvenle bakacak. Yarınlar eğer onlara ideal aşılayabilirsek, gurur tablosu olacak, Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün gösterdiği, hedefe çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine çıkacak, o günlere umutla bakarak, ümitle bakarak diyorum ki, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun…
ABD Başkan eski danışmanı Bolton’un darbe itirafı!
Trump ve Biden, her ikisi de ABD’nin biri eski biri yeni başkanı ama ABD’deki askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel konularda birbiri ardına danışmanlarından skandallar açıklamalar geliyor. Dünyanın polisliğine soyunan ABD derin devletinin neo-con kanadındaki John Bolton, 15 Temmuz arifesinde Darbe girişimlerini bizzat yaptırmada bulunduğunu açıkladı… ABD bu ifşaatla suçüstü yakalanmış oldu…
ABD’nin eski başkanlardan Bush döneminde BM temsilcisi ve Trump döneminde de Ulusal Güvenlik Danışmanı gibi kritik görevlerde bulunan Bolton, 15 Temmuz 2016- FETÖ darbe girişiminin arifesinde yaptığı açıklamada ABD’nin başka ülkelerde darbe planlamalarına bizzat katıldığını itiraf ediyordu. CNN’nin Kongre baskınına ilişkin özel yayınına konuk olan Bolton’un, kendini “planlı darbelere yardım etmiş biri” olarak göstermesi çok önemli bir itiraftı. CNN yayında sadece Venezuella’nın ismini söylüyor. Diğer ülkelerle ilgili bilgi vermiyor. Diğer ülkeleri söylemese de Bolton’un kariyerine hangi ülkelere yönelik darbe planlarına katıldığını ve Türkiye düşmanlığı çok iyi biliniyordu…
Bolton, ABD’nin yabancı ülkelerde darbe hazırlığı için siyasi, ekonomik ve toplumsal kesimleri örgütlemesiyle nam salmış USAID kurumunda 1982 ila 1983 arasında politik program direktörü olarak çalıştı. Buradaki başarısının ardından 1985-1989 arasında ABD başsavcı yardımcılığında bulundu. Daha sonra hedef ülkelere yönelik karanlık işlerin planlandığı Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Uluslararası Organizasyon İşlerinde çalışmaya başladı…
1989’dan 1993’e kadar burada çalıştı. Sonra dışişlerindeki uluslararası güvenlik departmanına geçti ve 2001’den 2005’e kadar burada çalıştı. Bu çalışma alanları ve yıllarından anlaşılıyor ki John Bolton, SSCB’nin Afganistan işgali ve İran devrimi sonrası daha da derinleşen Vietnam Sendromu tedavi etmek amacıyla Latin Amerika başta olmak üzere Hazar’dan Aden Körfezi ile Basra Körfezi’ne kadar içinde Türkiye’nin de olduğu coğrafyada darbe, işgal ve iç savaş projelerini planlayan ABD de etkili görev almış oldu…
Afganistan ve Irak işgalinin mimarlarından neo-conların yol haritası niteliğindeki Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin direktörlüğünü de yapan Bolton, Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı (2018-2019) iken İran, Irak, Suriye, Libya, Venezuela, Küba, Yemen ve Kuzey Kore gibi ülkelerde açık şekilde askeri işgalleri, darbe ve rejim değişikliklerini savunmuştu…
15 Temmuz 2016’da darbe girişiminin devam ettiği saatlerde FOX News’te yorum yapan Bolton, “Erdoğan devrilirse gözyaşı dökmem” diye konuşmuştu. 15 Temmuz FETÖ darbesini planlayanların başında Bolton yer alıyordu. Bu nedenle Bolton’un açıklamaları bizi hiç şaşırtmadı. Şaşıranlar ise ABD’nin darbeciliğine dair iddiaları “komplo teorisi” diyerek manipüle edenler oldu. Bu ifşaatlarla bir Osmanlı tokadı gibi 15 Temmuz’un, ABD’nin suratına indiği görülmektedir…
Çok iyi biliyoruz ki ABD’nin söz geçiremediği, karşılarında el avuç ovdurmadıkları, Erdoğan’ı ortadan kaldırmaktı ama bir türlü başaramadılar. Erdoğan’ın Türkiye’si düştüğü yerden Milli savunma araçlarıyla daha güçlü ayağa kalktı…
Erdoğan’sız Türkiye’ projeleri milletin direnciyle bozuldu. Atlantik’in 15 Temmuz’dan sonra ülkemize istikamet verecek gücü kalmadı artık. Venezuela’ya dahi söz geçiremediklerini itiraf eden Bolton’un ifşaatlarındaki acziyet de zaten bu gerçeği gösteriyor.
Türkiye ve Erdoğan ile de baş edemeyen ABD, BM, AB Ülkeleri, Rusya Ukrayna savaşında arabulucu ve Tahıl yüklü gemilerin Karadeniz’den çıkarılmasında Erdoğan’a muhtaç oldular. Türkiyesiz Ortadoğu olmayacağını anlamaya başladılar…
Daha önceki birçok köşe yazılarımda da yazdığım gibi ben ekonomist değilim. Bazı insanlar konuşurken veya yazarken her telden dem vurmaya ve her konuyu çok bildiğini söyler. Herkes bir konuda uzmanlaşır ve uzmanı olduğu konuyu konuşması lazım. Her şeyi bilen insan bana göre hiçbir şeyi bilmiyor demektir. Boşuna da insanları kandırmamalıdır. Hoş zaten insanlar da o kişilere inanmıyor. Gülüp geçiyorlar. Bugün Ekonomi konusu ve döviz üzerine yazıyorum ama sadece Ekonomist, Akademisyen Hocalarımla yaptığım konuşmalardan edindiğim bilgiyi siz okurlarımla paylaşmak istedim. Yazması benden, tatbik etmek ve inanıp inanmamak da sizlere kalmıştır. Başta da söylediğim gibi ben ekonomist değilim, bir gazeteci olarak öğrendiklerimi yazıyorum…
Kurlarda yaşanan değer kayıpları genel olarak arz kaynaklı sorunlardan kaynaklanmaktadır. Maliyet enflasyonu girdi maliyetlerinden dolayı yukarıya yönlü gitmektedir. İlerleyen zamanlarda kişilerin taleplerinin de azalacağı kaçınılmaz olacaktır. Bunun beraberinde kurlardaki yükselişin genel olarak yapısal ve jeopolitik risklere dayalı olarak da ortaya çıktığını söyleyebilirim. Tüm hepsi birleşince ortaya çıkan tablo maalesef budur…
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası makroekonomik politikaları ve faiz silahını kullanarak 100 puan daha düşürerek, faizleri %15 puandan düşürerek, politika faizini %14 seviyesine getirmiştir. İzlenen bu politikanın belirli bir seviyeden sonra, yavaş yavaş etkisini yitirerek, devletin artık reel sektör için sübvanseye vererek, ihracatı ve ülkeye döviz girdilerini artırması gerekecektir. Atılacak ilk adımın döviz girdilerinin artırılması olduğu aşikârdır…
Az olan değerlidir mantığı ile baktığımızda, döviz bollaşırsa TL düşecektir. Atılacak adım sonrası, üretimin artması sağlanacak ve yapılacak istihdamlarla da işsizlik oranının düşeceğini bekleyebiliriz. Döviz girdisi ve yabancı yatırımcı kazanımı yanında yapısal sorunların da çözüm bulmadan devam etmesi halinde dövizin gerilemesinin pek de mümkün olmayacağı da gözle görülür bir gerçektir…
Türkiye’nin CDS primi ve ülke notu bu süreçlerde çok önemlidir. CDS primi şu an için yüksek seviyede 441 puan olarak seyretmektedir. Türkiye’nin ülke notu ise şu an için S&P tarafından BB- durağan olarak değerlendirilmektedir. T.C. Merkez Bankası’nın faiz indirimleri çekirdek enflasyon üzerinden yapıldığından ve normal enflasyon altında kaldığından dolayı negatif reel faizin ortaya çıkmasını sağlamaktadır ki yabancı yatırımcılar da tüm bunları aynı zamanda takip etmektedir. Halk ise dolarizasyon yaparak yabancı paraya sarılmaktadır…
Türkiye’de ihracat ve döviz girdilerinin yükselen kurlar ile de avantaj sağladığı için ihracat rakamları ve ekonomik büyüme oranları da buna paralel olarak yüksek görülmektedir. USD para birimi yükseldikçe çapraz kurdan karşılığı Euro ve GBP anında hesaplanmaktadır. Olası bir durumda USD eğer 10 olursa, karşılığı GBP ise 14 civarlarını görebilecektir…
Yapısal olarak dediğim gibi bütçe açığı, cari açık, enflasyon oranı, faiz oranı, CDS primi, dış yatırımcılar, dış borçlar, rezervler, işsizlik rakamları, ülke kredi derecelendirme notları, hukuki konular, mutlaka kontrol altında tutulmalıdır ki yapısal olarak riski minimize edelim. Diğer taraftan jeopolitik riskler için bir şey yapamayız çünkü o bizim dışımızda gelişen dünyadaki diğer olaylardır…
İnsanlar arasında son zamanlarda çok konuşulan ‘Z’ kuşağı sözcüğü bize neyi anlatıyor. ‘Z’ kuşağı ne istiyor?
1995-2010 yılları arasında doğanların oluşturduğu grup, “Z jenerasyonu” olarak tanımlanıyor. Genellikle bir kuşak önceki kuşaktaki eksikliği gidermeye, boşluğu doldurmaya, fazlalıkları törpülemeye geliyor. Toplumsal denge de böyle sağlanıyor. Z kuşağındaki gençler, sadece “ne” alacağına değil, “nereden” alacağına da önem veriyor…
“Anlam” peşinde ama “hızlıca yükselmek ve daha çok para” talep ediyor. Şirketler, 1995-2010 yılları arasında doğan, giderek büyük bir tüketici ve çalışan nüfusuna dönüşen yeni kuşak için büyük bir çalışma yapıyor. 2020 sonu itibarıyla dünyanın yaklaşık üçte birini (yüzde 32) oluşturan bu güçlü tüketici grubunu yakalamak, yaratıcı ve fark yaratan niteliğe sahip ‘Z’ kuşağı yeteneklerini bünyelerine çekebilmek…
‘Z jenerasyonunda’ %83’lük kesim performanslarını artırmak için yeni beceriler öğrenmek isterken, %73 oranındaki bir kesimde ilgilendikleri konular hakkında yeni beceriler öğrenmek istiyor. Yapılan araştırmalarda gençler hem günlük hem de iş yaşamında daha fazla samimiyet ve netlik beklediğini; daha çok sorguladığını, zor beğendiğini, kolay vazgeçebildiğini ve yüksek beklentilere sahip olduğunu ortaya koyuyor…
Araştırmalarda, gençlerin çok büyük bölümü, şirketlerin çevre ve toplum yararı gözetmeleri gerektiğine inandığını söylüyor. Daha önemlisi, şirketlere bir misyon yüklüyorlar. Kısacası, şirketlerin bir aksiyon almasını istiyorlar. Gençler, her anlamda dâhil olacakları ya da dokunacakları markaları artık kendileri seçiyor. Kendilerinden önceki kuşaklardan keskin çizgilerle ayrılan Z Kuşağı hakkında bilmemiz gerekenler; – X’in şüpheciliği ve bireyselliğini taşıyor – Finansal odaklıdır – Girişimcidir – Sürekli bağlantıdadır – İnsani etkileşimi artırıyor – Bağımsız çalışmayı tercih ediyor – Değişimi kucaklıyor – Z kuşağı söz hakkı istiyor – Gençler aldığı eğitimle ilgili bir meslekte çalışmak istiyor – İdeal işin ilk koşulu: “tatmin edici maaş” – Hızlı yükselme, daha çok maaş ve yan hak, masa başı işler” talepleri söz konusu – Z kuşağı toplumsal cinsiyet eşitliğini önemsiyor – Yaptıkları işte bir anlam arıyorlar – Dijital, global, sosyal, mobil ve görsel olarak tanımlanıyor – Belirgin şekilde daha hırslılar – Merakları tatmin edildiği sürece şirketinize bağlı kalırlar – Yöneticilerden ‘kolaylaştırıcı rehber’ olmasını bekliyorlar…
Benzerleri arasında incelemeler yapıyor ve karar verirken maksimum faydaya odaklanıyor Modanın kurallarını yeniden yazan, sorgulayan, kendilerine dayatılan trendlere uymak yerine, kendi gerçeklerini yaratan; sadece giyinmek adına giyinmeyen ve kişiliğini hangi kıyafetlerle temsil ettiğine önem veriyorlar. Dikkat süresi 8 saniye, farklı bir bakış açısı var…
Ekip çalışmasında tecrübeli yöneticinin liderliğinde her kuşaktan insana ihtiyaç var! X kuşağının deneyimli yöneticileri ve Y kuşağının genç profesyonellerinden sonra “Z kuşağı” da iş hayatına atılıyor. Z kuşağı internetsiz bir hayatı bilmiyor. Akıllı telefonlarla büyüdüler. Tabletle uyuyorlar. Bunların hiçbiri tecrübenin yerine geçemiyor. Z kuşağı ne istiyor? “Eşitlik, adalet, hakkaniyet, özgürlük. Sadakate göre değil, liyakate göre geleceğin inşa etmek istiyor. Türkiye nüfusunun yüzde 30’u Z kuşağı. Türkiye’de 25 milyondan fazla 20 yaş ve altında birey var. Bana göre, Z kuşağı hayatı pragmatik yaşıyor…
Daha önceki yazılarımda da yazdığım gibi ekonomist değilim. Gazeteci olarak uzman dostlarımdan öğrendiklerimi yazıyorum. Ekonomi konularında hata yapıyorsam da Ekonomi Muhabirleri Derneği Başkanı Murat Demircan, beni uyarmasından hiçbir zaman gocunmam, memnun olurum…
2008 yılında 1,3 TL seviyesinde olan ABD doları yaklaşık 5 yıl boyunca 2 TL’nin altında seyrederken, 2013 yılında Türkiye’de siyasi çalkantılar nedeniyle yükselmeye başlamıştı. Risklerin artığı dönemlerde döviz girişleri azalır. Dövizdeki girişler azalırsa döviz kurları yükselir. Kurlar yükselince de enflasyon artar ve bununla beraber enflasyon artar faizler yükselir…
Jeopolitik riskler var iken ekonomik tahminler yapmak zordur. Ancak bazı tahminler yapılır ki o pozisyonda biz değiliz. Bulunduğumuz coğrafya çok değerli. Bundan dolayı ekonomiyi genel olarak düşünmeliyiz makroekonomik rakamlar yanında, jeopolitik riskleri de beraberinde değerlendirmeliyiz. Bütçe açıkları, cari açıklar, döviz kurları, enflasyon, faizler, CDS primleri, dış yatırımcılar, özel sektörün dış borçları, ülke kredi derecelendirme notları, işsizlik rakamları, jeopolitik riskler, merkez bankası rezervleri gibi etkenler üzerinden hareket edilmektedir. Tüm bunların sonuçlarının birleşimi ile dövizdeki pozisyonlar ortaya çıkmaktadır…
Her şeyin başı güven vermek. Dünyada özellikle eğer yabancı yatırımcılar size güvenmez ise gelip yatırım yapmaz; çünkü herhangi bir sıkıntı anında, geldikleri ülkede kendilerini haklı göstermek için ya da kendi haklarını aramak için yanlarında olmalarını bekler.
Cari açık önemli ihracat ve ithalat dengesi önemli çünkü döviz eksikliği teoride az olan değerlidir mantığı ile döviz kurlarını yukarı yönlü harekete geçirir. En büyük gider enerji harcamaları ondan dolayı doğal gaz ve petrol önemli kendi kendimize yetecek olursak çok büyük avantajlar elde edip cari açığı kısa bir sürede dengeleriz…
Girdi maliyetleri dövizle birlikte yükseldi pahalılık geldi ve talepler azaldı. Büyük enflasyon artışları eski günleri aratır oldu eskiden 5 tane aldığınız bir ürünü artık 3 tane alabiliyorsunuz…
Türkiye enerji tüketimine çok fazla gider yazıyor. 20 yılda yaklaşık 1 trilyon dolar gider yazdı. Karadeniz ve Doğu Akdeniz doğalgaz ve petrol rezervleri olsa, Türkiye’nin cari açığı bırakın dış borcu bile kalmazdı. Yüksek miktarda döviz girdisi olurdu. Döviz girdileri çoğaldıkça faizi devamlı artırmak zorunda kalmayız ve cari açık diye bir şey de kalmaz. Bundan dolayı diğer ülkelere dünyadaki yatırımları da artırarak, ekonominin daha da güçlenmesi GSMH olarak da çok zengin bir ülke durumuna geliriz…
Dünyada belli bir finansal sistem vardır ve o sistem içerisinde oyuncu olarak kurallar bellidir. Aynı anda hem ucuz faiz hem de döviz kurunu düşük tutmak şu anki sistemde maalesef mümkün değildir. Zaten bu belli bir süre denendi ama mevcut sistemde işlemedi. Sistemdeki kural her ne kadar aleyhimize de olsa faizi yükseltmek ve döviz kurlarını düşürmek yönünde ilerliyor…
Sistemde bunu aşmak için kaynağa ihtiyaç var; o zaman sisteme sen bir kenara geç diyebilirdik ama kaynakta sınırlı, pandemi süreci ve ekonomik daralmalar da devam ediyor…
2008-2013 yıllarında durum tam olarak bir şekilde dengede gitti; 2008 küresel kriz dönemi ile dünyadaki ekonomilerdeki sıkıntılar ve gelişmeler bunun yanında Türkiye’nin makroekonomik politikaları ve duruşu ile 5 yıllık süreç istikrarlı bir şekilde yönetildi ve dolarda aşırı dalgalanmalar meydana gelmedi…