1923 yılı kışa dönerken, çok yönlü Türk Devrimi’nin özdeş bir toplum, ulusal bir devlet yaratma boyutunun gelişme çizgisi önemli bir evreye girmiş bulunuyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın, “Rum Sındığı Meydan Muharebesi” olarak nitelendirdiği1. Başkomutanlık Meydan Savaşı ile, sömürgeci düşman ordularının “kuvâ-yı asliyesi” ni inanılmayacak kadar kısa bir sürede yok ederek, uzunca bir zamandır ezilmek, sömürge altına alınmak istenen Türklere eşsiz bir zafer kazandırmasıyla, Türklerin aşağı-yukarı üç buçuk yıl boyunca bir ulus olarak yaşama savaşı verip2, “ulusal diriliş” gibi yolunda çalıştıkları “ulvî ve mukaddes” amaç, ulusun genel ve ortak “gayret ve himmeti” ile sonuçlanırken3, yeni Türkiye’nin “ulusal diriliş süreci” de, yeni bir aşamaya girmişti. Anadolu, Yunan Ordusu’nun en son neferinden dahi “tathîr” edilirken4, bir zamanlar sömürgeci orduların Anadolu’ya çıkışlarını “İsa’nın Dirilişi” gibi dinsel bir motife dayandırarak5 işbirliği içine girmiş olan Anadolu Rumlarının da Anadolu’yu terk etmeye başlamalarıyla, birdenbire artan demografik ivme, Türklere, çokça zamandır kangren olmuş bir yarayı kesip atma ve özdeş bir toplum yaratma yolunda önemli bir fırsat yarattı. 30 Ocak 1923’te, Lozan’da imzalanan “Türk-Rum Nüfus Mübadelesine ilişkin Sözleşme ve Protokol Anlaşması” uyarınca6, İstanbul dışındaki Ortadoks Rumlar ile, Batı Trakya dışındaki Müslüman Türkler, zorunlu olarak göçettirildiler.
Bu yeni evrede, Türkiye için de, Yunanistan için de çözümü zor yeni sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel sorunlar ortaya çıktı7. Savaş yıllarının ekonomileri, her iki ulus için de savaş sonrası yıllara küçümsenemez ekonomik külfetler bıraktı8. Yunanistan, Anadolu’yu fethetmek gibi bir ülkü uğruna tüm kaynaklarını seferber ettiği Küçük Asya Macerası sonunda uğradığı yenilgi ile, bu kaynakların heder olup gitmesine neden olmuşken, bu duruma savaş sonrasının yaşanan sosyal, ekonomik ve siyasal şok dalgaları da ekleniverdi. Yunanistan’ın uğradığı yenilginin sonuçları, hem Yunanistan’ı hem de Türkiye’yi ilgilendiren sorunlar yarattı; çünkü, Yunanistan, iki halkın karşılıklı mübadelesi öncesinde, yenik düşmüş askerlerin ardısıra Yunanistan’a yığılmış olan Anadolu’lu Rum göçmenlerin yarattığı izdihamı ortadan kaldırmak, onların barınmalarını, iaşelerini sağlamak gibi çetin bir sorunla karşı karşıya iken9, yenilginin psikolojik etkisiyle Anadolu’dan kaçan başıbozuk asker, Yunanlı eşkıya, hınç alma amacı güden halk grupları, hatta Yunan polisi aracılığıyla, Yunanistan Türklerine akıllara sığmaz baskılar uygulanıyordul0. Zorluklar açısından, Türkiye de aşağı-yukarı benzer durumdaydı. Sosyo-ekonomik güçlükler, yeni Türkiye’nin idealist, atılımcı kadrolarının heyecan dolu çabalarıyla aşılmaya çalışılırken, yanıp-yıkılan yerler ahalisinin barınma, iaşe, sağlık v.b. sorunları ile, bunlarla birlikte, Yunanistan’daki baskıdan kaçan mülteci Türklerin yarattığı demografik sorunlara bir de, sayıları 500.000’e yakın mübadele göçmenlerinin barınma, iaşe, sağlık v.b. sorunları eklenivermişti11.
Bu çalışmanın amacı, Anadolu’yu terk eden ve mübadele yolu ile giden Rumlardan artakalan ve “emvâl-i metruke” denilen, Türkiye’nin genelini ilgilendirir nitelikteki terkedilmiş mallar; yani ev, dükkân, mağaza, fabrika, değirmen, tarla, bağ, bahçe v.b. ile paraca değerli her türlü taşınabilir mallar sorununu, mübadele göçmenlerinin yerleştirilme sorunu paralelinde, İzmir ve çevresi örneğinde ele almaktır. 1922 yılı sonlarından, mübadil göçmenlerin gelmeye başladıkları 1923 yılı sonuna değinki bir yıllık süreli “emvâl-i metruke” ve “fuzûli işgal” sorununu, bu derginin geçmiş sayılarından birinde yayınlamıştık12. Savaş yıllarında evi barkı tahrip olmuş felâketzedeler, yanıp-yıkılmaş harikzedeler ve yurt sınırları ötesinden kalkıp, anayurda sığınmış olan mültecilerin, “emvâl-i metruke “den bir pay kapmak amacıyla, varolan terkedilmiş malları pay-paçak edercesine yarattıkları “fuzûli işgal” sorunu, bu insanların ve oluşturdukları grupların sos-yo-ekonomik durumları, hükümetin hem “emvâl-i metruke”, hem de bu grupların yarattığı sorunlara yaklaşım biçimi, sorunu değerlendirişi ve çözümü için izlediği uygulamalar, bu çalışmanın konusunu oluşturmuştu.
1923 yılı kışa dönerken, mübadele göçmenlerinin Anadolu’ya gelmeye başlamalarıyla, emvâl-i metruke sorunu yeni bir evreye girdi. Bu yeni evre, terkedilmiş malların, mübadele göçmenlerinin taşınmaları, beslenmeleri, yerleştirilmeleri ve üretici insanlar durumuna getirilmeleri gibi pek çetin ve zor bir işin başarılmasında kullanılması ve yeni pek çok sorunların; yolsuzluğun, suistimalin, plansızlığın ve koordinasyonsuzluğun görüldüğü bir evre olmuştur13.
Göçmen sorunu çözmek amacıyla örgütlenmeler ve bu yolda çalışmalar, göçmenler daha gelmeden önce başlamıştı. İlk önemli adım olarak 13 Ekim 1923 tarihinde, Mübadele İmar ve İskan Vekâleti kurulmuş14, bu vekâletin ilk vekili olarak da, Mustafa Necati]5 seçilmişti. Vekâletin kuruluş bütçesi 6 milyon 95 bin 83 liraydı16. 8 Kasım 1923’te ise, 363 nolu “Mübadele İmar İskân Kanunu” çıkarılarak, vekaletin görev ve yetkileri saptanmıştı 17. Mübadele İmar ve İskan Vekâleti kurulmadan önce göçmenler sorunuyla, Muavenet-i İçtimaiye Vekâletine bağlı bir müdüriyet uğraşıyordu. Mübadele göçmenleriyle ilgili olarak, 17 Temmuz 1923 tarihinde, İcra Vekilleri Heyeti tarafından tasdik edilen bir kararname ile, mübadele yoluyla gelecek göçmenlerin ne şekilde kabul edilip iskân mıntıkalarına sevkedilecekleri, muhtaç olanların “tarz-ı iaşeleri” hakkında hükümler belirlenmiş; ülke sekiz iskân mıntıkasına ayrılarak, bunların her birine yerleştirilecek göçmenlerin sayısı, tablo halinde gösterilmişti. İskân mıntıkaları, buralara yerleştirilecek bölge halkı, vilayet, sancak, kaza ve köyler halinde bu tabloda belirlenmişti18. Konu, Muavenet-i İçtimaiye Müdürü olan Doktor Muhiddin Celal Bey’in başkanlığında, her vekâletten birer uzmanın katıldığı bir kurulda, 6 Eylül 1923 günü, yeniden ele alındı. Bu toplantıda, Anadolu’ya gelecek göçmenlerin yerleşim alanları yeniden saptanmış, ülke yedi yerleşim alanına ayrılmıştı19. Mübadele İmar İskân Vekâleti kurulduktan sonra yerleşim alanları yeniden gözden geçirilmiş, mıntıka sayısı 10’a çıkarılmış; İzmir, daha önceki durumu değiştirilmeden, 4. iskân mıntıkası olarak kabul edilmişti20. Bu ön çalışma ve etütlerde dikkate alınan şey, hangi yöreden gelecek olan göçmenlerin nerelere yerleştirilecekleri, ekonomik durumları, oralardaki yaşam koşulları ve bu niteliklerine göre, yerleştirilecekleri yerlerde kendi kendilerine yetecek duruma gelip-gelemeyecekleri idi21. Oysa, göçmenlerin Anadolu’ya geldikten sonra karşılaştıkları güçlükler, dağınık ve düzensiz bir yerleştirme politikası, elde bir kolonizasyon plânının olmayışı ve daha sonraki denemelere aktarılan sorunlar, bu tür değerlendirmelerin ve kabul edilen esasların pek uygulama ortama bulamadığını gösteriyor22. Göç başlamadan önce, kaba da olsa bu tür ayrıntılar saptanmış, iskân alanlarına hangi yöre göçmenlerinin yerleştirileceği belirlenmişti; buna göre, dördüncü iskân mıntıkası olarak saptanmış olan İzmir ve çevresine tütün ziraatıyla uğraşan Drama ve Kavala Türklerinin bir kısmı ile, başta Girit olmak üzere adalar ve kıyı Yunanistan Türklerinin bir kısmının yerleştirilmesi, 6 Eylül 1923 günü, Muhiddin Celal Bey’in başkanlığında toplanan kurulca saptanmış ve bu belirlemeler, daha sonraları da büyük ölçüde geçerli olmuştu23.
Göçmenlerin yerleştirilmelerinde yararlanılacak ilk kaynak, Anadolu’dan ayrılan Rumlar’dan artakalan terkedilmiş mallar olarak görülüyordu. Teorik olarak, bu malların, iskân mıntıkalarındaki nicel ve nitelik durumu göçmenin, sahip olduğu uğraşı alanına göre yerleştirilmesinde oldukça önemliydi. Sahip olduğu uğraşı alanını sürdürecek ortam bulamayacak olan göçmenlerin düşecekleri zor durumu anlamak, pek o kadar zor değildi. Bu nedenle, kamuoyundan, göçmenlerin yerleştirilmesinde, terkedilmiş mallardan bilinçli biçimde yararlanılmasını içeren ciddi uyarılar, sürekli olarak geldi24. Gerçekten de, göçmenler henüz gelmeden önce, mübadele kapsamına giren ve girmeyen yardıma muhtaç grupların yerleşme gereksinimleri gibi önemli bir sorun, bu tür uyarıların önemini artırıyordu. Örneğin Mehmet Şevki, Ahenk’teki yazılarıyla bu tür uyarıları sürekli olarak yaptı. “Tine Mübadeleye Dair” isimli bir yazısında o, mübadillerin gelmelerinden sonra büyük sorunlara neden olmuş olan önemli bir konuyu gündeme getirdi: Henüz mübadele başlamadan önce, mübadele kapsamına giren pek çok kişi Teselya, Girit, Selanik gibi bölgelerden “valide, hala ya da teyzesini” bırakarak gelmiş ya da son zamanlarda artan “Yunan zulmünden yakasını kurtararak” iltica etmişlerdi; Mehmet Şevki: “… ve madem ki böyledir, mübadele muamelesini tecrübe etmiş olmak için bu kardeşlerin hesabını bir an evvel görmek fâideli olacaktır. “ diyor, onların önceden bir miktar mala kavuşturulup, iskân edilmelerini istiyordu; onun bir kaygısına göre de, artan Yunan gaddarlığı karşısında, “-ne olur ne olmaz-”, bu insanların oralardaki emvalini bir ön önce elden çıkarmak gerekiyordu; onun şu sözleri, emvâl-i metruke sorununun sağlıklı bir çözümü için büyük öneme sahipti: “Haksız-sebepsiz işgaller, göçüp-gelmeler memleket için çok fena olmuştur. Haksız-sebepsiz işgallerin, daima ittihaz olunan tedâbirin biçimsizliği yüzünden, karışmaya müstenid olan emvâl-i metruke işlerini büsbütün berbat etmiş ve içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Bu tezebzüb içinde bulunan emvalden, geleceklerin hisselerine isabet edenleri arayıp temlik etmek akla sığmaz bir şey değildir”25.
Mehmet Şevki’nin değindiği bu konu, pek çok boyutu olan bir sorunun sadece bir yönünü ortaya koyuyordu. Tarımsal boyutlara ise, Türk Sesi gazetesindeki yazılarıyla Çiftçi Necati ciddi olarak dikkat çekti. Bağcılık, bahçecilik, zeytincilik gibi konularda giden Rumların önemli bir boşluk bıraktığı ortadaydı ve onlardan artakalan bağlar, bahçeler, tarlalar küçümsenemez orandaydı; bu tür “emvâl-i metrûke”nin bilinçsizce kullanılması durumunda ortaya çıkacak zararın boyutları, gerçekten pek büyük olurdu. Çiftçi Necati, “Mübadele ve İskân” isimli bir yazısında, mübadele ile gelecek göçmenlerle ilgili gözetilmesi gerekli olan noktalara değindi; gelen köylülerin, çiftçilerin, “tamamıyla yabancı arazi; arazisi, iklimi, muhiti, tarz-ı ziraati, mahsûlü, mamûlatı yabancı bir muhite düştüğü bu yeni rejime, yeni usûl ve yeni arazisiyle uğraşırken, hayât-ı fizyolojisi, iktisadi büyük tahavvüllere” uğrayacağını belirterek26, bundan sonra ve başka yazılarında teknik açıklamalarda bulunuyordu.
Kamuoyundan, terkedilmiş malların bilinçli biçimde kullanılması gerektiği üzerinde duran bu tür ciddi uyarılar gelirken, Makedonya’dan gelecek göçmenler yerlerini yurtlarını terk etmeden önce, terk etmek zorunda kalacakları taşınır-taşınmaz malların değerini belirme çalışmaları da devam etmekteydi. Mübadele kararları gereği, bu tür taşınır-taşınmaz mal varlığı, ilgili göçmenin gözleri önünde yerel makamlar tarafından saptanacak, malların dökümünü ve değerini gösteren tutanaklar dört nüsha olarak düzenlenecek; bunlardan birisi yerel yönetim kurumlarınca saklanacak, ikincisi mal dökümünü ve değerini denetlemekle yükümlü olarak oluşturulan Muhtelit Mübadele Komisyonu’na (Karma Komisyon), üçüncüsü göçmenin gittiği ülke yetkili makamlarına, dördüncüsü de göçmenin kendisine verilecekti27. Böylece, Türk ve Yunan asıllıların mübadelesini düzenlemekle görevli Muhtelit Mübadele Komisyonu’nun en önemli “aslî” işi, mübadillerin ayrıldıkları yerlerde bırakacakları malların değerinin belirlenmesi konusuydu28. Bu açıklama belgeleri temel alınarak, borçlu kalınan para tutarları, arıtımın yapılacağı ülke hükümetinin, göçmenin bağlı olduğu hükümetine karşı borcu olacaktı; göçmenin göç ettiği ülkede, kendisine borçlu bulunulan para karşılığında, ayrıldığı ülkede bıraktığı mallarla eşdeğerde ve nitelikte mal alması gerekecekti; değerlendirme ise, altın değeri üzerinden saptanacaktı29.
Mübadele uygulamasının en çok eleştirilen yanlarından birini, göçmenlerin mal varlığının saptanışı ve bununla ilgili olarak da Muhtelit Mübadele Komisyonu’nun çalışmaları oluşturur. Ömer Dürrü Tesal, “kıymet takdiri tanzim” eden, anlaşmanın 9, 10, 12, 13 ve 14. maddelerinin oldukça “muğlak ve müphem” olduğunu, kıymet takdiri ve malların tasfiyesi işlemlerinin ne suretle yapılacağının açıkça belirtilmediğini; takdirin komisyona bırakıldığını belirterek, eleştirisine şu şekilde devam eder: “Ahvalin sıkışıklığı ve zorlaması ileri sürülerek, mübadil mallarının kıymetinin takdiri işi, kendilerinin anavatana şevkinden sonraya bırakılmış, beyannameler de, bizzat komisyon tarafından ve usulü dairesinde doldurulacak yerde, mübadillere doldurtulmuştur. Bu suretle, hem kıymet takdiri sıhhatli biçimde yapılamamış, hem de söz konusu beyannameler, hak sahibi dinlenerek usulü dairesinde icra edilecek bir takdire dayandırılmış, resmi nitelikteki bir belge halini alamayarak, tek taraflı bir beyan belgesinden ibaret kalmıştır. Ve bu yüzden muahedenin hukuki teminat altına almayı amaçladığı mübadele işlemi de basit, olağan bir muhaceret olayından ileri gidememiştir30.
Mübadele İmar İskân Vekâleti kurulur kurulmaz, taşradaki örgüt birimlerine gönderilen yazılarla, ilgili bölgede gelecek göçmenlerden ne kadarını yerleştirebilecek olanaklar olduğu; bölgenin coğrafi, iktisadi, sosyal durumlarının yanında, nerelerden gelecek göçmenlerin ne gibi uğraşı türü ve yeteneklerine göre, yurdun değişik bölgelerinde bulunan “emvâi-i metruke ‘ye” dengeli ve gerçekçi olarak dağıtılabilmesi için, vilayet sınırları içinde, ne kadar sayıda ve nitelikte terkedilmiş taşınır-taşınmaz mal bulunduğu; hâlâ “fuzûli işgâl”den arındırılamayan terkedilmiş malların ne kadarlık süre içinde boşaltılabileceği; terkedilmiş bağların, bahçelerin, tarlaların miktarının ne kadar olduğu sorulmuş; vilayetlerden gelen bilgilere göre, ayrıntılı iskân cetvelleri hazırlanmıştı31. Bu cetveller, Ekim ayı içinde kamuoyuna açıklandılar. Selanik’ten gelecek göçmenler için iskân mıntıkası olarak saptanmış olan İzmir, Aydın, Manisa, Menteşe havzasında, 64.000 kadar nüfusun yerleştirileceği anlaşılıyordu; ne var ki, mübadeleye dahil olup, mübadele öncesinde iltica etmiş olan insanların, bu sayının içinde olup- olmadığı belli değildi32; kaldı ki, İzmir kentindeki mevcut terkedilmiş malların33, henüz çözümlenmemiş felaketzede, harikzede ve mülteci sorunları da ortada olduğu halde, göç sorunu için yeterli olup-olmadığı, büyük bir kaygı konusuydu34.
Mustafa Necati’nin azimli çalışmaları sonucu, velâketin kuruluşundan kısa bir zaman sonra, 363 nolu Mübadele İmar İskân Kanunu ile, vekâletin görevlerinin ve etkinliğinin neler olduğu belirlendi35. Yirmi maddeden oluşan kanun, içerik olarak vekâlete, “salâhiyyet” konusunda önemli bir etkinlik veriyordu. Buna göre, gereksinim duyuldukça, vekâletçe gösterilecek istek üzerine, bütün terkedilmiş mallar gayrı menkulleri vekâlet emrine veriliyor, vekâlet de bunları göçmenler ile, düşman tarafından evi-barkı tahrip edilmiş yardıma gereksinimi olanlar için kullanmak üzere alıkoyma, taşınmazlardan işgal olanları boşalttırma yetkisine sahip oluyordu36; yine, icara verilmiş terkedilmiş malları, işlememiş sürenin değerce tutan hesaplanıp, “müstecire”geri verilmek koşuluyla vekâlet, geri alabiliyordu37.
Vekâletin dayanacağı tek kaynak, devlet bütçesiydi. Memurlarının çoğu, devşirme yöntemiyle başka vekâlet memurlarından ve emeklilerden sağlanmıştı. Bu ise, iskân işlerinde görülen başarısızlığın pek çok nedeninden yalnızca bir tanesiydi38.
Vekâlet, 4. iskân mıntıkasına, mıntıka müdürü olarak İhsan Paşa’yı atamıştı39. Türk Sesi, onun müdür olarak atanışını yazarken, “pek kıymetli ümrayı askeriyemizden olup, harb-i umumide büyük hizmetler eden mütekaid mirlivalarımızdan “ ibaresiyle tanıtıyor ve “harb-i umumideki esaret hayatındaki menâkîbı vatandaşlarımızca malûm olan İhsan Paşa’nın harap yurtların ihyâsına büyük bir âmîl olacağı(nın) şüphesiz” olduğunu belirtiyordu40. İhsan Paşa, 26 Kasım 1923 günü Ankara’dan İzmir’e gelmiş, ön araştırmalarda bulunduktan sonra, dairesine gelerek görevine başlamıştı41. İskân daireleri hükümet konağından uzakta, Kordon’da bulunuyordu. Dairelerin ilk başta hükümet konağına yakın olması istenmiş, sonunda Kordon’daki bazı boş binalar bu iş için ayrılmıştı42.
Vekâlet mıntıka müdürlerinin çalışmalarını yakından izliyor, gönderdiği tamimlerde bazı uyarılarda bulunuyordu. Bu tamimlerden birinde, mübadeleye yakından başlanmak üzere olduğu bildirilerek, ilgili dairelerin buna göre azami olarak çalışmaları istenmişti. Emri alan İhsan Paşa, durumu bütün kazalara bildirerek, ilgili birimlerin hemen harekete geçmesini sağlamıştı43
Bu tamimlerden sonra, vilayet sınırları içinde büyük bir gayret görüldü. İhsan Paşa, yapılan çalışmaları bizzat yerinde görebilmek için sık sık incelemelerde bulunuyor, kamuoyu ise, bütün bunları yakından izliyordu. Üzerinde durulan konular, iskân mıntıkaları, terk edilmiş malların durumu ve bunların onarımıydı.
1923 yılı kışa dönerken, göçmenler de büyük kafileler halinde gelmeye başladılar. Kamuoyunda, gelecek göçmen kafileleri zaten büyük bir heyecanla beklenirken, onların gelmeye başlamalarıyla bu heyecan daha da arttı44. İlk gelen göçmen kafilesi Hanya’dan 1027 kişi olarak gemiye binmiş, hamile bir kadının yolda doğum yapmasıyla bu sayı 1028’e ulaşmıştı45. İlk göçmen kafilesinin İzmir’e doğru hareket ettiği haberinin gelmesi üzerine, İzmir’deki cemiyetler büyük bir yardım kampanyası başlatmışlardı. Muhacirin Muayenet Yurdu gelecek göçmenlerin şeker ve çayını, Kordon Amele Cemiyeti ekmeklerini ve Musevi Cemiyeti de sigara ve tütünlerini karşılama gayreti içindeydiler46. Ahenk: “… cümlesine garipler ve mazlumlar hesabına şimdiden beyan-ı teşekkür” ederken47, Hâkimiyet-i Milliye de, göçmenler için yurt çapında başlayan yardım kampanyasının Türkiye’deki boyutlarına dikkat çekiyordu48. İzmirli hanımların oluşturduğu Hilâl-i Ahrner Tardım Heyeti’nm çalışmaları, gerçekten övgüye değerdi; onlar, göçmenlere yardım için bazı esaslar kararlaştırmışlardı49. İzmir’deki mevcut cemiyetler, Hilâl-i Ahmer İzmir Şubesi’nin merkezinde toplanarak, İzmirli hanımların bu çabalarına ekonomik yönden katkıda bulunmayı kararlaştırmışlardı. Oluşturulan Muhacirin Tardım Komisyonu’nun halkı yardıma çağıran beyannamesi, “… her türlü sai ve sanatlarıyla harabelerimizi ihyaya, bu güzel vatanımızı şenlendirmeye, nurlandırmaya gelen bu bedbaht kardeşlere her türlü muavenete din’en ve insanet’en mecbur…” olunduğunu vurguluyordu50. Göçmenlere yardım kampanyasına halkın desteği, umulanların da üstünde olmuştu; ne var ki, Mehmet Şevki’nin, göçmenlerin hareket etmesi ve halkın göçmenler için yardıma çağrılması üzerine: “… İşte dediğimiz gibi elde avuçta olan bütün vesait-i mesai heder edildikten sonra, kardeşlerin nakline başlandı. Bizden de, ahaliden de muavenet istendi. Biz şüphesiz muavenet edeceğiz.” diyordu ki51, burada, özellikle ilk cümlenin altını çizmek gerekiyor; çünkü, göçmenlerin yerleştirilmesinde, iş-güç sahibi yapılmasında, dolayısıyla araç-gereç sıkıntısı çekilmesinde, zamanında müzayede ile satılan terkedilmiş Rum mallarının rolü52, hiç de küçümsenecek gibi değildi.
Göçmenlerin şevki, hemen hemen tamamıyla Seyr-i Sefain İdaresi’ne ait vapurlarla yapılmıştır53. Türkiye’den hareket eden bu vapurlar Selanik, Hanya, Kandiye, Girit v.b. yerlerden göçmenleri alıyorlar, İzmir, İstanbul, Samsun, Trabzon gibi büyük iskeleleri olan yerleşim birimlerine indiriyorlardı. Göçmenler, karantinalarda ilk sağlık kontrolleri yapıldıktan sonra, daha önce vekâletçe hazırlanmış olan misafirhanelere yerleştiriliyorlardı. Vekâletin, 25 Ekim 1923 tarihli “Misafirhaneler talimatnamesine göre, ihraç iskelelerinde, konak yerlerinde ve iskân mıntıkalarında misafirhaneler açılması, bunda, terkedilmiş mallardan olduğunca yararlanılması, yine, askeri kurumlardan yatak, yorgan, yastık, kap-kacak v.b. “levazımın” tedarik edilmesi ve böylece hiç kimsenin taş ve toprak üstünde bırakılmaması karar altına alınmıştı54. Böyle bir yolculukta, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin yerine getirdiği görevlerindeki başarısı büyüktü55.
İzmir ve çevresine gelecek göçmenlerin geçici iskânları için büyük misafirhanelere gereksinim duyulduğu ortadaydı. Bunu dikkate alan İmar ve İskân Komisyonu, bu konularda incelemelerde bulunmak ve önlemler almak üzere mıntıka müdürü İhsan Paşa ile komisyon azalarından Hüsnü ve Sabri Beyler’den oluşan bir başka komisyon oluşturmuş56, yapılan incelemelerden sonra İhsan Paşa, göçmen misafirhanesi için Kordon’daki terkedilmiş 13 evin uygun olduğunu ve bunların boşaltılarak hemen İskân Komisyonu emrine verilmesini talep çetmiş, İmar ve İskân Komisyonu da, söz konusu encümenin bu önerisini dikkate alarak, bu evlerin boşaltılması için Tahliye Komisyonu’na emir vermişti57. Bundan daha önce Kemer’de, Hilâl-i Ahmer’in donatım ve yardımlarıyla İzmir’in en büyük misafirhanesi olan Kalazomen Misafirhanesi kurulmuştu58. Bunlardan başka Çeşme, Bayındır ve diğer bazı ufak yerleşim yerlerinde, küçük misafirhaneler kurulduğu biliniyor; bunlar daha çok, Hilâl-i Ahmer’in İngilizlerden aldığı barakalarla, saclardan çatılmış binalardan oluşuyorlardı.
Göçmenler misafirhanelerde bulundukları sürece vekâlet tarafından iaşe edildiler; giyecekleri de dahil olmak üzere, bütün donatımlarında Hilâl-i Ahmer’in büyük yardımları oldu59. Vekâletin iaşe yardımı İskân Kanu-nu’na göre, toplam iki ay olarak belirlenmişti60. Ortalama üç gün misafirhanelerde ağırlanan göçmenler, bu süre içinde bir terkedilmiş eve yerleştiriliyor, iaşelerine bu evlerde devam ediliyordu61
Göçmenlere terkedilmiş malların dağıtımı, Yunanistan’da bıraktıkları malların değerinde mal sahibi olup olamadıkları başlı başına büyük bir sorun olmuştur. Bu konuda karşılaşılan güçlükler, bir süre sonra görülecektir; ama, göçmenlerin “emvâl-i metrûke”nin Türkiye’deki dağılımına göre oraya-buraya pay edilişleri vardır ki, iskân politikasının karma-kan-şıklığının en önemli örneğini oluşturur.
Göçmenlerin daha “irkâb” iskelelerinden Türkiye’ye ayak basmalarıyla karşılaştıkları kötü koşullar, kamuoyunda, göçmen işlerinin iyi gitmediğine ilişkin bir yargı oluşturmaya başlamıştı. İşlerin aksamasına neden olan tutarsız ve yanlış uygulamaların kötü sonuçları somut örneklerle, kısa sürede kendini göstermiştir. Basında, iskân mıntıkalarında, nakil sırasında herkesin sandığını, sepetini sırtında taşımaya ve tâ ikametlerine ayrılan yerlere kadar hamallık yapmaya mecbur edilişleri, eşyalarının çalmışı62, kaybedilişi, misafirhane diye camları, kapıları kırık bir mektebe, birbirlerinin üzerlerine istif edilircesine yerleştirilişleri gibi haberler çokça yer almış63, “… Orada bir hükümet olur da, bu zavallıların eşyalarını naklettirecek bir vasıta bulunmaz olur mu?… (bu duruma) meydan vermek, vazifesizliğin en kabil-i af olmayan kısmıdır… Bu elim vaziyete muttali olduktan sonra ses çıkarmamak en büyük günahtır… Ne oluyor da bu kadarcık şey yapılmıyor? Ve ne oluyor da, zavallı kardeşlerimizin düşman elinden kaçırabildiği üç-beş parça eşyanın sirkat edilmesine meydan veriliyor?”gibi sorularla64, kaygılara yanıt aranmıştı.
Bu örnekler, büyük ölçüde ilgisizliğin ve işi savsaklamanın canlı ve somut belirtileridir; ama temel sorun, düzenli bir koordinasyonun olmayışıydı. Bu durum, en belirgin örneğini, iskân alanlarına sevk anında kendisini göstermiş, zaten büyük bir ruh kırgınlığı, heyecan ve garip bir ürkeklik içinde Anadolu’ya gelen göçmenler, bir dama taşı gibi65, terkedilmiş evler, bağlar, bahçeler, tarlalar ve diğer mallar hakkında yeterince bilgiye denetime sahip olamama, olaylar ve gelişmeler karşısında, bu mal varlığı üzerindeki zaten zayıf olan kontrol gücünü kaybetme gibi nedenler yüzünden, bir iskân alanından başka bir iskân alanına sevk edilip durmuşlardı. Bunun örnekleri dönemin yazılı kaynaklarında, örneğin meclis tutanaklarında, basının günümüze ulaşabilen kolleksiyonlarında bolca görülüyor. Yunanistan’dan gelen Türklerin % 90’ı Yunanistan’da iken tarımsal üretimle, örneğin tütüncülükle uğraşıyorlardı; bununla birlikte, göçmenleri sistemli bir biçimde yerleştirme, teorik olarak düşünülmesine karşın, uygulamada gerçekleşmedi. Göçmenlerden çoğuna Rumlardan kalan terkedilmiş topraklar verilirken, bir çok tütün üreticisi bağlık bölgelere, serbest meslek sahipleri ise köylere yerleştiriliyorlardı66. Terkedilmiş evler, bağlar, bahçeler, tarlalar dikkate alınarak yapılmaya çalışılan yerleştirme politikası, akıllara sığmaz ilginç örnekler bıraktı. Örneğin, mebusların TBMM’nde yana-ya-kıla üzerinde durduklarına göre, önce Balıkesir’e sevkedilmiş bir grup göçmen, onları iskân etmek için “emvâl-i metruke” bulunmaması yüzünden Vakfıkebir’e gönderilmiş, orada da “emval-i metruke” bulunamayınca, Ankara’nın Keskin kazasına gönderilmeleri kararlaştırılmıştı; bunun için İnebolu İskelesi’nden aktarmalı yolculukları uygun görülmüş, Balıkesir, Vakfıkebir, İnebolu yollarını tepen göçmenlerin bir kısmı Keskin’e gitmek için İnebolu’dan yola çıkarılınca, geriye kalan ailelerden bir kısmı, önde giden grupla ya çocuklarını, ya mallarını-davarlarını göndermiş, “Nasıl olsa biz de gideceğiz-” diye, bunu yapmakta bir sakınca görmemişlerdi. Durum bu nitelikte iken, Ankara’dan, İnebolu’da terkedilmiş ev olduğu, ikinci grubun İnebolu’ya yerleştirilmeleri emri gelmişti. Oysa, Kastamonu Mebusu Halit Bey’in belirttiğine göre, sözü edilen terkedilmiş evler, zanaatkar Hıristiyanlara aitti; göçmenler ise çiftçi olduklarından, kentin göbeğinde ne yapabilirlerdi? Nitekim bir süre sonra bunlar bunalmışlar, Keskin’e her pahasına gitmeye karar vermişler, bunun için ilgililere başvurmuşlardı; fakat onlara, kesinlikle İnebolu’ya yerleşecekleri söylenmiş, göçmenler ise: “Biz katiyyen oturmayız, çünkü biz çiftçiyiz, burada arazi yoktur. Burada oturmak ölmek demektir. Aynı zamanda bir çok eşyamız, ailemiz, hayvanat vesairemiz ileri (Keskin’e) gitmiştir. Behemahal gideceğiz!” demişler ve yola çıkmışlardı. Mıntıka müdürü ve vilayet, kesinlikle geri çevrilmelerini ve oraya iskân edilmelerini emredince ortalık gerginleşmiş, sonuçta göçmenler, iskân haklarından vazgeçmek koşuluyla serbest bırakılmışlardı67. Olayı anlatan Halit Bey, meclis kürsüsünden şöyle bağırıyordu: “Eğer bir muhacir iskân hakkından vazgeçerse, serbest kalsın diye bunu kabul etmek demek, memlekette anarşi tevlidetmek demektir… Memlekette bir anarşi sürüsü yaratmak istemiyoruz… Eğer Balıkesir’de yer yoksa, niçin gönderdik? Sonra Trabzon’da, Vakfıkebir’de yer yok idiyse, niçin kaldırdık Keskin’e gönderdik? Sonra Keskin’de yer yoksa, niçin İnebolu’ya gönderdik? Bu ne istir? Bu da gösteriyor ki bir program, bir fikir yok demektir. İsin esasında düşüncesizlik, programsızlık vardır”66
Bütün bu aksaklıklar, çok daha önemli bir sorunu gündeme getirdi: Örneğin, uğraşısı çiftçilik olan bir göçmen ailesi, terkedilmiş ev var diye kente69, zeytincilikle uğraşan birisi hemen hemen hiç zeytin yetiştirilmeyen başka bir yöreye70yerleştiriliyordu. Buralarda oturmak demek, onlar için bir anlamda, -Halit Bey’in deyişiyle- “ölmek” demekti71. Zaman zaman da göçmenler, daha önceleri müzayedeye konulmuş ya da toprakları icara verilmiş yerlere, orada “emval-i metruke” var diye gönderiliyorlardı. Böyle bir nedenle Çirkince’ye yerleştirilen göçmenler, pek sefil durumlara düşmüşlerdi. Çirkince’de, “emval-i metruke’ye” ait mallar daha önce icraya verilmiş olduğundan, onlar, ziraat yapabilecek arazi, “istifade” edebilecek ağaç bile bulamıyorlardı72. Esad Bey: “Dağlıyı ovaya, ovalıyı dağlara iskân etmek gibi hatalarla öteye-beriye sevkolunan muhacirler … mahv-û perişan olmaktadırlar” sözüyle73, acı gerçeği görmüş olurken, Mustafa Necati’den sonra Mübadele İmar ve İskân Vekilliği’ne getirilmiş olan Mahmut Celal (Bayar) Bey’in74: “Adaya koyamayız, yanık yere koyamayız- Bastan aşağı memleket yanık ve haraptır. Nereye koyacağız?” sözleri75, bir çaresizliği ve var olan olanaklarla başarılı bir iskân olayı beklemenin pek iyimserlik olduğunu dile getirmiş oluyordu. Aslında bu sözler, çaresizlik yanında, bir gerçeğin keskin bir biçimde dile getirilmesiydi; çünkü kamuoyuna yansıyan haberlerde ve yazılan gazete makalelerinde, “yanık ve harap” olan memleketin “ahvâl-i ruhiyesi” ve “ahvâl-i içtimaiyesi” bütün çıplaklığı ve acı yanlarıyla ortadayken, böylesine ağır bir yükün altından hangi teşkilatla, hangi araçlarla ve hangi parayla, nasıl kalkılabilirdi? Böylesine bir dağınıklık işin en kötü yanıdır; bunun nedeni ise, bir bilim adamının belirttiği gibi, “bir iç kolonizasyon plânının olmayışıdır76. Yazara göre, “Daimi harp gaileleri içinde bunalmış, idaresiz ve geri bir memlekette başıboş ve yardımsız bırakılan veya cahilane bir idare ile, fena tatbik edilmiş olan bir iskân işi, Türk nüfus ve ekonomisi üzerinde tahribedici tesirler doğurmuştur… Bu bozgun ve göç facialarının insan zayiatı ve iktisadi tahrip bakımından yarattığı boşluk yanında, manevi sahalarda açtığı yaralar da, daha az ehemmiyetsiz değildir”11. Mehmet Şevki ise bu işleri “Tezebzüb” (karışıklık, kararsızlık) olarak niteler; çünkü ona göre merkezi hükümet İzmir’e ait olması gereken işi, Ankara’dan idareye kalkışmıştır; İzmir’in gerçek durumunu Ankara’dan tanımanın olanağı olmadığına göre, bu işin mıntıkalarda vali ve kaymakamlara bırakılması gerekiyordu78. Önemli bir demografik inceleme yapmış olan C. Geray da bu durumu, “olaylar çıktıkça ve zorlandıkça tedbir alınması yoluna gidilmiştir” diye niteler79.
Yurdun dört bir yanına dağılmış durumda bulunan terkedilmiş evlerin ve benzeri taşınmazların onarımı, göçmenlere yerleşmeleri için dağıtılmaları amacına dönük olarak, büyük önem taşıyordu. Kaçan Rumlardan artakalan binaların hemen geneli oturulma durumunu kaybetmiş, onarıma muhtaç bir duruma gelmişlerdi; uzmanlıkla büyük ilgisi olan göçmen iskânı işlerini “salahiyetle tedvir edecek unsurları bulmak”, iskân ve imar işlerini sahip olduğu sermaye ve araçları tedarik etmenin olanaksızlığı içinde80 bu emvalden yararlanmak, büyük bir gereksinimdi.
Kasım 1923’te, Mübadele İmar ve İskân Vekâleti, iskân mıntıkalarındaki onarıma muhtaç terkedilmiş malların onarımına başlanmak üzere, iskân alanlarında kurulmuş olan iskân komisyonlarına emir verdi. Vekâlet ayrıca, onarılan binaların bekçiler tarafından korunmasını da istiyordu. İlk aşamada Samsun, İzmir, İstanbul ve Trakya mıntıkalarındaki onarımın büyük çapta yapılması; onarım için gerekli para, araç ve gerecin, onarımı mümkün olmayan terkedilmişlerin satışından sağlanması ve ayrıca enkazlarından yararlanılması da kararlaştırıldı. Bunun için kurulan İmar Komisyonları, valinin başkanlığında, Mübadele İmar ve İskân Vekâleti memurlarıyla, nafıa mühendisi; Jandarma kumandanlığından, belediye meclis azalarından birer kişiden oluşuyordu81. İzmir’de mıntıka müdürü olarak atandıktan sonra İhsan Paşa, onarım işleriyle doğrudan ilgilenmeye başladı. Bu işte, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nden her türlü yardım görülmekteydi82. Göç olayının kış aylarında başlaması, onarım işlerini yavaşlatmasına karşın, “istilazede” kasaba ve köylerde onarım ve inşaat işleri, büyük bir gayretle devam ettiriliyordu83. Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin elinde bulunan araç-gereç ile, İngilizlerden satın alınan bir kısım barakalık sac, iskân mıntıkalarındaki tamiratta kullanılıyordu84. Gelecekte vasıflı inşaat ustalarının imar işlerinde üstleneceği işlev bilindiğinden, usta yetiştirilmesi için İzmir, Ankara ve İstanbul’da kurslar düzenlenmiş; usta ve amelelikle geçinen Rumeli Türklerinin öncelikle yurda getirilmeleri için, ilgili makamlara emirler verilmişti85. Onarım için vekâletin paraca sıkışması kaçınılmaz olduğundan, iskân alanları dışındaki evlerin satışından ve enkazından yararlanılıyordu86. İnşaatlarda kullanılacak kerestelerin sağlanması için mıntıka müdürlükleri kerestecilerle müzakereler yaptılar87. Bir süre sonra İzmir mıntıka merkezinde bir inşaat heyeti oluşturuldu; bu heyet, mıntıka içindeki vilayet, kaza ve köylere mimar, usta ve amele göndermekte ve harap haneleri oturulacak duruma sokmakla uğraşmaktaydı88. Vekâlet, terkedilmiş taşınmazların onarım masrafı olmak üzere, vilayetlere 300.000 lira gönderdi; 1924 yılı Martı’nın sonuna değin Türkiye’nin genelinde bini aşkın hanenin onarımı tamamlandı; yine de onarılmayı bekleyen pek çok ev bulunuyordu89. 9 Aralık 1923 tarihli bir talimatname hükmü uyarınca, kasaba ve köylerdeki terkedilmiş binalardan, göçmen yerleştirilmesi gerekenlerin hızla iskâna yarar duruma getirilmelerine çalışıldı. İşgal edilen terkedilmiş malların boşaltılması sürerken, 11 Ekim 1923 tarihli İcra Vekilleri Heyeti’nin onayına dayanarak, İmar ve İskân Komisyonları aracılığıyla, binaların çatı aktarması, kapı ve pencere tamiri v.b. küçük onarımı ile uğraşıldı90. Muhtelit Mübadele Komisyonu’nca evlere değer biçileceği-ne göre, onarılan evlerin onarımdan önceki durumları, onarılmayacak biçimde olup yıkılan evlerin enkaz değeri, onarım için kullanılan malzeme, işçilik ücretleri, onarım harcamaları için ayrı ayrı tutanaklar düzenlenmesi, her ay sonunda yapılan işlerden vekâlete haber verilmesi, iyi durumda olan binaların ise, bir bekçi teşkilâtı tarafından korunması kararlaştırıldı91.
Aydın, Manisa, Salihli, Alaşehir, Gördes gibi yerleşim merkezlerinin yeniden inşa ve onarımı için önlemler alındı; onarım işlerini “tanzim ve teftiş vazifesiyle iştigal ve ihtiyacat-ı mahalliyi tetkik” etmek üzere, mühendis müfettişler görevlendirildi. Yerli kerestelerden takma evler inşası için, Samsun ve İzmir havalisinde birer fabrika kurulması hususunda bir Alman şirketiyle müzakerelere bile başlanmıştı92. Şubat 1924’te, İzmir ve çevresindeki iskân olayını yerinde görmek amacıyla İzmir’e gelen Mustafa Necati, Urla ve Foça’da teftişte bulunmuş, terkedilmiş evlerin onarımı işleriyle yakından ilgilenmişti93. Haziran 1924’ten sonra, İzmir ve çevresindeki evlerin onarımı yavaşlamış, numune köylerin yapımına hız verilmişti94.
Üzücü ve acı olan bir başka konu da, göçmenlerin gelmeye başlamasından sonra bile, terkedilmiş evlerin tahrip edilmesine devam edilişiydi. Terkedilmiş evlerin büyük kısmı, Türk-Yunan Savaşı ile zaten tahrip edilmişti; daha sonra “fuzûli işgale” uğrayan bir ev, ilgili makamlarca boşalttırıldıktan sonra, bu kez de boş olduğu halde tahribe uğruyordu; bu nedenle işgale uğrayan evler birden bire boşaltılmadı; göçmenler geldikçe, onların yerleştirilmeleri için gereksinim duyuldukça boşaltma yoluna gidildi95. Bu nedenle, “memurin-i mülkiyeyi ve inzibatiyeyi emvâl-i metrûkeyi muhafaza hususunda daha fazla tedabir ittihazı için ikaz” etme yolu tutuldu96.
Bütün bu olumsuz koşullara karşın, pek çok yerde harcanan emeğin iyi sonuçları alındı. Onarım için harcamalarda bütçe mevzuatına uymak büyük zaman kaybettirdiğinden, işlerin hızla ilerleyebilmesi için, 50.000 liradan fazla ödeme gerektiren sorunların daha çabuk çözümünü sağlamak amacıyla, her iskân mıntıkasında “Muhasibi Mesullükler” oluşturuldu; böylece, bunlar tarafından vekâlete havale edilen avanslar, mal sandıkları tarafından, mıntıka müdürlerinin onayı ile ödenebiliyordu. Daha sonraları, Muhasibi Mesullükler tasfiye edildiğinde, bunlara ait pek çok sorun tasfiye edilemediği için, harcamaların önemli bir kısmının nerelere yapıldığı gizli olarak kalmıştır97.
Terkedilmiş malların korunması ve onarımı ile ilgili sorun, zaman zaman göçmenlerin yerleştirilmesinden sonra da devam etti. Bu sorunun önemli bir boyutu da, doğrudan doğruya, herhangi bir terkedilmiş eve yerleştirilen göçmenin parasal durumu ve kültür seviyesi ile ilgiliydi. Sorun şu noktalarda düğümleniyordu: Herhangi bir terkedilmiş taşınmaza yerleştirilen bir göçmen ailesi, çoğu zaman bu eve bakabilecek parasal güce sahip olabiliyor muydu? Yerleştirme sırasında, “dağlıyı ovaya, ovalıyı dağa” yerleştirme gibi, uğraşısı ile ilgili bulunmayan ortamlara yerleştirilen göçmenler, işine yaramayacak bir terkedilmiş malı ne ölçüde ve hangi amaçla koruyabilirdi? Yine, bir göçmen ailesine verilen bir terkedilmiş taşınmaz, onun toplumsal seviyesi ile uygun olabiliyor muydu? Bunlar birer çelişki yarattığı durumlarda, evler üzerinde görülen davranış biçimi ne gibi sonuçlar yaratıyordu?
Sorun gerçekten de önemliydi. Bir çok göçmen ailesi, bakamayacakları büyüklükteki evlere yerleştirilmişlerdi. Bu tür ailelerin evler ile ilgili yarattıkları sorunu M. Şevki, “Hemen Yapmalı” isimli yazısında ele aldı. Bu yazıda duruma değinirken o, bu insanlar için “Evlere layık olmayanlar oturuyor. “ demek istemediğini belirterek, sözlerini şöyle devam ediyordu: “Bir adam ki, bakamayacağı bir eve girerek, kınları camını yaptırtmaz. Sökülen bir tahtasını çaktıramaz- Badanasına vesaire bakamaz, o halde tedricen harabolur. 0 adam da, bitnetice harabeyi terke mecbur olur. İste bir zarar ki, hem kendine, hem hükümete, yahut işgal etmekte bulunduğu hanenin ait olduğu mutasarrıfa ait… Bununla beraber zarar, heyet-i umumiyesi itibarıyla memlekete taallûk da ediyor”98.
Yazar kendi mevkileriyle pek uygun olmayan evlere yerleştirilmiş kişilerin, evlerin camını, çerçevesini, kapısını satıp yediklerinin bilindiğini, para bitince de, bu kez o güzelim evi bir kaç yüz lira mukabilinde sattıklarının görüldüğünü söylüyor ve: “Bunlar iskân ve himayeye muhtaç insan değil, birer afettir. Hem oturdukları evi tahrip ederler, hem devleti izrar ederler, hem memleketi, hem muhtac-ı iskân olanları süründürürler. Tuhaf su ki, bu kabil eşhastan bazılarına hükümetçe ihbarname tebliğ olunmuş ve bunlar da -’Hükümet bize zûlm işliyor!’- diye bize gelip şikayet ediyorlar” diye devam ediyor’’9.
O, mübadeleye tabi olmayan emvalin “kanunun tarifi veçhile” zarar gören yerli halka temlik edilmesini, mübadele kapsamına girenlerin de, ciddiyetle korunup göçmenlere “temlikinin” azami surette yapılması gerektiğini belirterek: “Yoksa İzmir’i iki sene sonra göreceğiz ki, İzmir değil” biçiminde, kaygılarını dile getiriyor 10°.
Bu tür kaygıların gerçek payı, acı sonuçlarıyla kendisini gösterdi; yanlış iskân uygulamalarının sonuçları, kentte, kasabada, köyde; evler, bahçeler, bağlar, tarlalar, Mehmet Şevki’nin bu işte pek acele davranıp “emvalin harabolmasını önlemek” gibi haykırışlarına karşınl01, acımasızca tahrip edildiler102. Bunun nedenleri arasında göçmenlerin, hatta harikzede, felaketzede ve mültecilerin doğal acımasız davranışlarının, sosyal seviyelerinin bir göstergesi olarak ortaya çıkmasından başka, göçmen yerleştirilmelerindeki plândan çok plansızlık olduğunu, bilmem vurgulamak gerekir mi?
Gelen göçmenleri, iskân mıntıkalarında, “emvâl-i metrûk”e evlerine yerleştirmek, onları alacaklarına karşılık olarak mal sahibi yapmanın ilk evre-siydi; asıl sorun, onları gerçek bir üretici kitle haline getirmek, böylece devleti yük altından kurtarmaktı. Bu nedenle, 16 Nisan 1924 tarihinde, “Mübadeleye Tabiî Ahaliye Verilecek Emvâl-i Gayrtmenkûle Hakkında Kanun” ile103, 6 Temmuz 1924 tarihinde de Emvâl-i Gayrımenkûle-i Metrûkenin Kanunen Hakk-ı iskânı Haiz Muhacirine Suret-i Tevziini Mübeyyin Talimatnamenin Meriyete Vazına Dair Talimatname”mçıkarıldı. Söz konusu talimatnamede, gelen mübadil göçmenlere, “emlâk, arazi ve eşcar-ı müsmire tevziatı” öngörülüyordu. Buna göre her vilayet ve kaza merkezinde vali ya da kaymakamın başkanlığında birer dağıtma komisyonu oluşturulmuştu. Söz konusu komisyonlar, ilk başta, paylaştırılacak arazinin sınırlarını belirtiyorlar, terkedilmiş mallar üzerinde hak iddia edilecek olursa, tasarruf belgelerine göre ispatını isteyebiliyordu. Talimatname gereği komisyonlar arazilerin krokilerini belirlemiş; araziler; mevki, verimlilik ve kuvvet açısından; “âlâ evsat, ednâ” -(yüksek, orta, düşük)- olmak üzere üç dereceye ayrılmış; derecelendirilen arazinin kaç kişilik ailenin geçim koşullarını sağlayacağı komisyonlarca belirlenmiş; daha sonra her haneye isabet edecek oranın belirlenmesi, kura çekimi ile yerine getirilmişti. Ortalama beş nüfustan oluşan bir çiftçi ailesine, verimlilik derecesine ve büyük kentlerde ise, iskele, şimendifer istasyonlarına uzaklıkları gibi niteliklerine göre, dağıtılacak terkedilmiş mallar, şu şekilde belirlenmişti:
Arazi Asgari (dönüm) Azami (dönüm)
Âlâ 50 75
Evsat 75 100
Edna 100 140
Tütün (Verimliliğe göre)
Birinci mevki 12-15 dönüm (Samsun, Bafra gibi)
İkinci mevki 15-20 dönüm (İzmir, İzmit gibi)
Sebze Bahçeleri
Büyük şehir ve civarı 5-10 dönüm
Uzak yerler 10-15 dönüm
Bağ (Dönüm olarak)
Birinci derece yerler 6-10 dönüm
İkinci derece yerler 10-15 dönüm
Zeytinlik (Ağaç olarak)
Birinci derece yerler 100-120 ağaç
İkinci derece yerler 120-150 ağaç
Üçüncü derece yerler 150-200 ağaç
Bu kaba tablonun105, uygulamaya dönük ayrıntıları da vardı. Talimatname hükümleri gereği, yabani ve aşısız genç zeytin ağaçlarının beş adedi bir ağaç hesap olunuyordu. Portakallık ve limonluklar gibi mallarda oranın ne olacağı belirlenmemiş, geçimi sağlayacak oranın saptanması “örf-i mahalliye” bırakılmıştı. Ziraat arazisi, bağ, bahçe, zeytinlik bulunan yerlerde yapılacak dağıtımda, “galip cinsler” esas sayılmış, diğerlerinin oran dahilinde tamamlayıcı olarak ilavesi uygun görülmüştü; yine, köylere yerleştirilecek sanayi erbabı ile mektep öğretmenlerine belirli haklarının yansı derecesinde ilaveler yapılacağı, göçmenler arasında ziraat, doktor, baytar okullarından mezun veya yüksek okullarda okumuş kimseler varsa, bunlara bir misli fazla verileceği ve buna karşın, uzmanlıklarına göre köylünün sağlık ve ekonomik durumunu geliştirmekle sorumlu tutulacakları belirtilmişti. Bir yere iskân edilecek göçmenlerin sayısını, belirlemenin, mevcut ev sayısına bağlı olmayıp, arazinin genişliğine göre yapılacağı, fazla yerlerin paylaşım dışı bırakılacağı, talimatname gereği idi106. C. Geray’ın da belirttiği gibi, göçmenlere dağıtılacak toprakların aile başına ortalaması, ülke ortalamaları karşısında küçümsenemezdi; fakat, toprakların bu derece küçük parçalara ayrılmasının, verimi azaltıcı bir etkisi olduğu da, unutulamazdı107.
16 Ekim 1924 tarihinden bu yana, İzmir’deki mübadil göçmenlere emlâk ve arazi dağıtımına başlandı. Bu tarihte yayınlanan bir duyuruda, mübadil göçmenlerin tasarruf senetleriyle, mıntıkalarındaki iskân müdüriyetine ve memurlarına başvurmaları istenmekteydi108. Bu duyuru ile başvurular başlayınca, olayın güç olan yanlarından birisi daha ortaya çıktı: Mal dağıtımının adaletli ve düzenli olarak yapılabilmesi için, göçmenlerin ellerindeki tasarruf senetlerinde, Rumeli’de bıraktıkları malların değerinin kayıtlı olması gerekiyordu; yine, tasarruf senetlerinde kayıtlı malın cins ve değerine göre, göçmenin yerleştirileceği iskân alanında, uygun değerlere sahip terkedilmiş mal bulunması, işleri kolaylaştıracak bir durum yaratmalıydı; oysa, vakıfname, mülkname, ilâm, temessüt v.b. tasarruf belgeleri, Yunanistan’dan bir an önce Anadolu’ya gelmek için yola düşmüş mübadil göçmenlerin elinde bolca bulunuyordu. Bunların hemen hemen hepsi değersiz ve iskân işlerini karıştıracak nitelikteydi; çünkü, mübadil alanlara ait emlâk, arazi sahiplerinin çoğu, atadan-dededen kalan gayrı menkul mallarla alakadar olma zorunluluğunu hissetmediklerinden, bunlar, ilk işlem tarihlerinin değerlerini taşıyorlardı. Bazı göçmenler tasarruflarındaki mallarla ilgili olarak tapu edinme gereğini bile görmediklerinden, kayıtlı olan mallar bile “intihar işlemi görmemişti. İşlem tarihleri olmadığı için de, genel kayıtlardan kayıt sureti ve değeri sağlanmasına olanak yoktu109.
Rumeli’de terk edilen taşınmazlarla, Türkiye’de kalan Rum taşınmazları arasında tür olarak da uygunluk yoktu. Mal dağıtımı, yerel düzenleme kaydıyla yapıldığından, bunun düzenli olarak uygulanması olanaksız gibi bir şeydi. Örneğin, Rumeli’de, İzmir ve Aydın’ın üzüm ve incir alanlarına eş değerde yerler yoktu. Zaten alan seçiminde iklim, uğraşı türleri gibi özellikler, hakkıyla dikkate alınamamıştı. Bu nedenle, iskân alanlarına gönderilen göçmenlere, hak ettiklerine karşılık olarak, terkedilmiş mallardan hak vermek olanağı pek azdı’10.
Tasarrufu belli olmayan belgeler sayılamayacak kadar fazlaydı. İlâmlar, fermanlar, vakıfnameler ve sipahi senetleri, terhinat senetleri, Selanik’in yangın yerlerine ait bonolar, icar ve isticar mukavelenameleri…, kısaca, tasarruf hakkını doğrulayan bütün belgeler, “eşkâl ve merasimi” tabi tutulmuşlardı111. Mübadillerin terkettikleri malların değerleri yazılı olmayanlarının değerinin saptanması, bunlarda meydana getirildiği ileri sürülen değişikliklerin saptanıp, rakamlarla belirlenmesi pek zordu. Bu zorluk, mal dağıtımının uzamasında en önemli etkendiU2.
Bu tür olumsuz etkenler, onaylanamaz türde sorunları içeren sonuçlar yarattı. Tesal’ın da belirttiği gibi, bazı açıkgöz mübadiller, tevfız ve tasfiye görevlilerini sahte kıymet takdiri beyanları ile, “ikna ve itma” ederek, hakları olmayan belgelerde… Yunanistan’da bıraktıkları mal varlıklarının çok üstünde mallara sahip oldular. Yine, mübadeleye dahil olmayan kişilere verilen bonolar üzerinde “spekülasyon” yapmak suretiyle pek çok kimsenin servet sağladığı dahi olmuştur. Yunanlıların sebep olduğu zararlar yanında, bu tür yolsuzluklar da, devlet ve hakka saygılı mübadil ve gayrı mübadilleri başkaca zarara uğratmıştır113.
Göçmenlerin yerleştirilmesinde düşülen en büyük yanlış, daha önce de belirtildiği gibi, göçmenlerin uğraşı alanları dışındaki yerlere yerleştirilmelerinden kaynaklanan ürün kaybı ve bunun sonraki evlere bıraktığı yeni sorunlardı. İskân alanlarını saptamak amacıyla toplanan kurullar, bu konu üzerinde durmuş, olumsuz olarak ortaya çıkabilecek sorulara dikkat çekmişlerdi; ama göçmenlerin kısa bir süre içinde, büyük kitleler halinde göçü, bu göç olayının yarattığı sosyo-ekonomik baskılar, ne ölçüde başarılı bir yerleşme işine olanak tanıyabilirdi? Bu sorun karşısında duyulan kaygı, sürekli olarak yaşanmıştır; öyle ki, Aralık 1923’te, Bornova Ziraat Mektebi’nde, Garbi Anadolu Ziraat Müdürlüğü ile, Ziraat Mektebi temsilcilerinden oluşan küçük bir kongre toplanmış, özellikle 1923 yılının üzüm, incir, tütün üretim ve pazarlamasında şanssız bir yıl olmasından dolayı, alınması gerekli önlemler konuşulmuştu114. Konu açısından bu kongrede önem taşıyan şey, gelecek mübadil göçmenler için alınacak önlemlerin de gündeme gelmesiydi. Genel amaç, bilinçli, bilgili bir ziraatçı Türk köylüsü yaratmak olduğundan, konu üzerinde önemle duruldu; Bursa, Manisa ve özellikle de İzmir vilâyeti gibi teke dilmiş bağların çokça bulunduğu yerlerde, “…muhacirin bağcılığa ait malumatları nakus olduğundan, metruk bağları alacak zevatın budama, ilaçlama, üzüm kurutma gibi yanlış ameliyatta bulunmalarına meydan verilmemek üzere” eğitilmeleri kararlaştırılmıştı115. Gerçekten bağ dağıtılacaktı ama bağcılıktan anlamayan göçmenler, gelecek için çözümü zor kayıplara neden olabilirlerdi; “… vilayette bağcılara fevkalade lüzum olduğundan”, Vali Aziz Bey, Giritli bağcı göçmenlerden bin kişilik bir kafilenin Urla’da iskânına izin verilmesini, “memleketin menafii namına”, telgrafla vekâletten istedi116. Girit eşrafının öteden beri ticari, iktisadi ve “vaktiyle İzmir’e hicret etmiş akarıbiyle mevcut münasebeti ve bir kısm-ı mühimminin İzmir’de sahib-i emlâk ve ticarethanelerle alaka ve içtihatları olması itibarıyla”, İzmir’de iskânlarının temin edilmesiyle, İzmir ve çevresindeki “metruk” bağ ve zeytinliklerde gösterecekleri yararlılık biliniyordu; hatta böyle bir arzu, İzmir Muhacirin-i İslamiye Muavenet Yurdu tarafından Mübadele İmar ve İskân Vekâleti’nden telgrafla “temenni” edilmişti117. İzmir vilâyetinin en önemli ürününün çekirdeksiz üzüm olmasına karşın, İzmir’e gönderilen göçmenlerin çoğu bağcılık işlerinden anlamayan ve bu işlerle pek uğraşmamış kişilerdi; vilâyetin pek önemli bir serveti olan bu bağlar bakımsızlık yüzünden “harabeye” dönüyorlardı; bu durum, zeytinlikler için de geçerliydi ‘18. Bunlar da vaktiyle bir kaç yıl süreyle kiraya verilmiş, kiralayan kişiler tarafından belirli bir süre işlenmiş, emek harcanmış, para sarfe-dilerek “İmar ve muhafaza” edilmişlerdi. Bir kaç kez bu bağlar müstecirle-rin ellerinden alınarak göçmenlere verilmek istenmişti; fakat itirazlar güçlü sesle çıktığı için, bu düşünce, büyük ölçüde gerçekleşememişti. Mehmet Şevki’ye göre bu bağlar “metruk” tu ve göçmenlere aitti; ne var ki, “müste-cirler (de) yerden göğe kadar haklı” idiler; göçmenlere ait olan hukukun “suhuletle” ve başkalarına zarar vermeyecek şekilde sağlanması için, hükümetin çok daha önceleri gerekli önlemi alması gerekiyordu. Yine, bu bağların zamanında kiraya verilmemesi gerekirdi. Oysa hükümet hesapsız-kitapsızca bunları kiraya vermiş, üstelik bir de kira mukavelesi imzalamıştı. Bu nedenle, mukavelede olmayan “hususiyet” için Mehmet Şevki şöyle diyordu: “Bir bağ, bir bahçe, bedel-i icarı iade olunmak şartıyla, senenin herhangi bir mevsiminde müstecirden geri alınamaz. Mesela müstecir bir sene mütemadiyen çalışır, çalıştırır. İsticar ettiği bağı, güzelce imar eder. Bağ yetişir, mahsul mevsimi gelir, üzüm toplanacağı anda müstecirden bağ geriye istenir ve ‘bedel-i icar iade olunacak’ denir. İşte bizim hususiyet demek istediğimiz bu noktadır ki, böyle bir şey olamaz”U9.
Mehmet Şevki, bu insanların da zarar görmüş, acılar tatmış insanlar olduğunu, perişan haldeki bağların bunlar sayesinde az-çok iyi bir duruma geldiğini belirtip şöyle devam ediyordu: “Şimdi iltifat görmeyen bu bağlar ne halde iseler, bu anda mahsulüyle cazip, görünen bağlar da o halde idiler. Onlara azimkar insanlar baktılar, emek ve para sar/ettiler. Ve böyle mahsulüyle cazip hale getirdiler”™.
Mübadele göçmenlerine, taşınır türden terkedilmiş malların bir kısmı, kullanmaları için dağıtıldı. Özellikle mısır, buğday, arpa, darı, burçak gibi tarım ürünleri, göçmenlerin tohumluk olarak kullanmaları gibi, önemli bir işe yaradı121. Kimi zaman, dağıtılan tarlalar ise, yerel makam sahiplerinin ön-ayak olmalarıyla, yerli köylüler tarafından, güzel bir dayanışma örneği olarak, imece usulüyle sürülüp ekildi122.
Başlangıcından sonuna değin, iskân işlerinin bir karmaşaya dönüşmesine neden olan önemli bir etken de, iskân edilen göçmenlerin iskân edildikleri mıntıkalarda, kendilerine verilmiş terkedilmiş taşınmazları beğenmeyerek, başka yerlere göç etmeleriydi. Bu nedenle, İzmir’de, esas iskân mıntıkalarını terk ederek sığınmış, bununla kalmayarak, essa iskân mıntıkalarını terk ederek sığınmış, bununla kalmayarak İzmir’de iskân hakkı isteyen pek çok göçmen aile bulunuyordu123. Selanik’te yayınlanmakta olan Yeni asır gazetesi, Türkiye’ye gelen göçmenlere, yerleşme alanlarını terk etmemelerini, kendilerine neresi gösterilirse orada oturmalarını önerirken124, Mübadele İmar ve İskân Vekâleti de, bu gibi ailelerin bir kez daha iskân hakkına sahip olmadıklarını bir tamim ile açıklamıştı125. 17 Ocak 1924 tarihli tamimde, bu gibi göçmenlerin “iskân hakkından feragat” ettiklerine dair, “taahhüt senedi” verecekleri duyuruluyor, “harp ve işgal gibi mecburiyetler haricinde mahalli iskânlarım ‘hotbehot’ terk ettikleri anlaşılanların, muhtaç dahi olsalar, tekrar iskân edilmeyecekleri” belirtiliyordu126. Bu göçmenler, başta onların sicillerinin kaybedilmesi olmak üzere127, pek çok sosyo-ekonomik sorunlar yaratmaktaydı.
Böylesine bir iç göç olayının nedenleri nelerdi? Bunun en belirleyici nedeni, yerleştirilen göçmenin sahibi olduğu “emvâl-i metrûke”yi beğenmesiydi. Bu nedenle göçmen, ya daha iyi geçinme koşulları olan yeni bir yer arıyor, ya iskâna sağlanamadığından bizzat kendi başını kendisi kurtarmaya çalışıyor; ya da, başka bir yere yerleştirilmiş olan komşu veya akrabalarının yanına, -çoğu zaman onların çağırması üzerine- göç ediyordu128; ama acı olan şey, göçmen işlerine gereksiz olarak müdahele eden bazı kişiler tarafından, daha iyi bir yere iskân edilecekleri vaadine kapılarak, ellerinden paralarının kapılması, eşyalarının soyulmasıydı. Bu tür kişiler, bazı göçmenleri daha iskân mıntıkalarına gitmeden, yerleştirileceği iskân alanına aykırı olarak kuşku içine düşürüyorlardı. Göçmen için elinden parasının alınması, iskân alanını bırakıp gittiği yeni yerde kendisine telkin edilenlerin hemen hemen hiç bulunmayışı, buralarda ser-sefıl oluşu ve üstelik de, tamim gereği olarak devletçe iskân hakkını kaybedişi, çok zor günler geçirmelerine neden oluyordu. Sorunun önemini gören vekâlet, “vaki olacak (bu gibi) tekliflere kıymet ve ehemmiyet verilmemesini” istiyor, eğer göçmenlerin bir arzuları varsa “riiese-yı rnemurin-i mülkiyeye ve iskân vekâleti memurlarına veya doğruca vekâlete müracaat eylemelerini” ve bu gibi kişilerin “muamele- kanuniye icrasına tevessül” olunduğu tebliğ olunuyordu129.
Mehmet Şevki, “Bir Tavsiye” isimli yazısında bu konuya ayrıntılarıyla değindi. O, bu yazısında, söz konusu sorunun üç önemli yanını şu şekilde dile getirmekteydi: “Filhakika bazı aileler hükümetçe kendilerine irae olunan iskân mıntıkalarını terkederek, başka mıntıkalara gitmektedirler ki, bu suretle hareketle hem kendilerini hakk-ı iskândan mahrum bırakıyorlar, hem lüzumsuz şikayetlere vesile oluyorlar, hem iskân işlerinin karışmasına sebep teşkil ediyorlar. Elyevm şehrimizde hükümetçe kendilerine irae tahsis edilen iskân mıntıkalarını terkederek gelmiş olan birçok aileler görüyoruz”^0.
İşin ilginç yanı, iskân mıntıkasını terk eden göçmenin, iskân hakkının ortadan kalktığını bilmesine karşın, yine de gittiği yerdeki emvâl-i metrukeden hak istemesiydi. Böylesine karmaşık sorunlar ortada iken, işleri daha da çatallaştıran bu soruna, ne ölçüde olumlu yaklaşım sergilenebilirdi? Aslında bir noktada göçmenler de haksız sayılmazlardı; çünkü, bazı ailelerin iskân edildikleri terkedilmiş emval, gerçekten onların geçimini sağlayamayacak kadar kötüydü131. Öyle ilginç “irae” olayları yaşanmıştı ki, bugün yaşayan ve o günleri görmüş olan göçmenler, hala bu durumdan yakınırlar. Örneğin, tek bir arazi üstünde, bir göçmen ailesine toprağı ekip-biçme, sebze-meyve yetiştirme ve böylece bahçe olarak kullanma hakkını verilirken, diğer bir göçmen ailesine aynı arazi üzerindeki zeytin ağaçlarını kullanma hakkı verme; ya da büyükçe bir “emvâl-i metruke” evini oda sayısına göre bölerek, iki küçük aileye birden verme gibi durumlar görülüyor, bu nedenle zaman zaman kullanma biçiminden doğan bir takım tatsız olaylar da meydana gelebiliyordu.
Yerleştirmeden kaynaklanan acı sorunları, geçmiş sayfalarda ele aldık; ne var ki, “terk-i iskân” eden göçmen, gittiği yeni mıntıkada da sorun yaratıyor; örneğin, ister Rumlardan, ister Ermenilerden kalmış olsun, bir terkedilmiş ev yada bağ-bahçe bulunca, burayı “fuzûli” olarak işgal ediyordu. Gerçekten, terkedilmiş malın bulunduğu araziye iskân edilme hakkına sahip olan göçmenler, buraya geldikleri zaman, “terk-i iskân”“ ederek bir terkedilmiş emvâl-i işgal eden göçmenden, “işgâl ettiği emvâl-i metrûkeyi tahliye” etmesi isteniyordu132. Mehmet Şevki bu konuda şunları söylüyor: “Şimdi bu kusuru neden dolayı görmeyelim ve niçin haklarına razı olmayanlara ait olan bu kusur, -hükümet muhacirine bakmıyor- şeklinde hükümette görülsün. Burada hükümet muhacirine değil, muhacirin kendi kendisine bakmamış oluyor. Bununla beraber bu kabil aileler İzmir mıntıkasına tefrik edilen ailelerin iskânını işgal ediyor. Feryat bir iken iki oluyor”133.
Sorunlar ve eleştiriler uzayıp giderken, Başvekil İsmet Paşa, 26 Eylül 1924’te, iskân işlerinin on beş gün içerisinde sonuçlandırılmasına çalışılmasını tebliğ etti134. Söz konusu tebliğinde İsmet Paşa, memurların, harik-zedelerin vaktiyle iskân olundukları hanelerden çıkarılmamalarını, ancak altı odadan fazla evlerde iki memur ailesinin oturtulmasını; bekarlara birer oda verilmesini, özel ev olan memurların terkedilmiş evlerden yararlandırılmamasını, usulen iskân olunan göçmenlerin kanun gereği “emvâl-i metrûke”den yararlanacaklarını; yalnız, göçmenlerin oluru alınmak koşuluyla isteyen memurların kira vererek oturabileceklerini belirtiyor; yine o, kirayı belirlemek için belediye başkanlarının başkanlığında bir heyet oluşturulmasını, bu suretle göçmenin iskânı sağlanamazsa, “devair-i Tesmiyenin işgalinde bulunan mebâni-i metrûkenin dahi tahliye olunarak muhacirlerin iskânına tahsis” edilmesini istiyordu.
Böylesine bir tebliğin yayınlanması, felaketzede ve harikzedeleri, her an evinden atılmayı bekleyen “muhtac-ı muavenet” aileleri biraz olsun rahatlattı; ama, Mehmet Şevki’nin de belirttiği gibi, “İzmir’de bu minval üzere iskân mesailini on beş gün değil, yüz on beş günde hal ve fazl etmek kabil olamaz”dı135; çünkü, her ne sebepten olursa olsun, İzmir’deki yığılma bu sorunun, azalma bile bir süre daha devam edeceğini gösteriyordu.
Gerçekten de öyle oldu. Özellikle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na eğilimli mebuslardan aldığı sert ve yoğun eleştirilerden sonral36, 11 Aralık 1924’te, Mübadele İmar ve İskân Vekâleti kaldırılarak, görevlerinin Dahiliye Vekâleti’ne bağlı bir genel müdürlüğe devredilmesiyle137, göçmen yerleştirme işleri yeni bir evreye girmiş oldu138. Vekâletin kaldırıldığı tarihe kadar ki evrede, göçmenlerin anayurda getirilme işleri hemen hemen tamamlanmış, az bir kısmı dışındakiler, iyi-kötü yerleştirilip mal-mülk sahibi yapılmışlardı; fakat, göçmenleri ilgilendiren ciddi sorunlar, değişik nitelikler kazanarak, bu yeni evrede de devam etti139. Ekim 1924’te İzmir’de, yerleştirildikleri terkedilmiş evleri beğenmeyip, Yunanistan’daki mal varlıkları karşılığında değiştirilmesini isteyen 186 aile dışında, geri kalan göçmenler yerleştirilmişlerdi 140.
Terkedilmiş malların uğradığı ilgisizlik, düzensizlik ve yolsuzluklar, daha sonraki dönemlere küçümsenemez yeni sorunlar aktardı. Göçmenlerin yerleştirilmesinde, böylesine önemli bir kaynaktan gerçek değeri ölçüsünde yararlanılabildiğini söylemek yanıltıcı olur141. Aslında bu sorun, göçmen yerleştirilmesinde karşılaşılan türlü sorunlara neden olan plansızlığın somut bir örneği olması açısından, özel bir önem taşır. 1923 Türk-Rum mübadelesi sonrasında göçmen yerleştirilmeleriyle ilgili uygulanan yanlış politikalar ve uygulamalar, değerli bir tarihçinin ortaya koyduğu biçimiyle, bir “kolonizasyon plânı”na olan gereksinimi gözler önüne sermiştir142; ama, sorun günümüz Türkiye’sini hâlâ ilgilendiren bir evredeyken, böyle bir plânın daha geniş boyutlu ve kapsamlı biçimde ele alınarak, her an kullanılmak üzere elde hazır tutulması gerektiğini, bilmem anımsatmak gerekir mi?
1 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. I, 2. baskı, Ankara, 1961, s.267; Hacı İl-Bey’in, I. Murat zamanında, Edirne’yi geri almak için ittifak kuran Sırplar, Bulgarlar ve Macarlar’ı, Meriç Nehri kenarında, gece yarısı üç koldan ani bir baskınla, az bir kuvvet ile yokettiği savaşı Osmanlı Tarihi’nde “Sırp Sındığı” denilmektedir (M. 1364). Örnek olarak bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. I, 4. baskı, TTK yay., Ankara, 1982, ss. 167-169; M. Kemal Paşa, Başkomutanlık Meydan Savaşı’nı, “Sırp Sındığı” savaşına benzetir: “Bu muharebe Rumlar’ın kalplerini sindirmiştir. “Atatürk’ün Söylev ve …, s.267.
2 “İtiraf edelim ki, biz üç-buçuk sene evveline kadar cemaat halinde yaşıyorduk… Üç-buçuk senedir, tamamen millet olarak yaşıyoruz (27 Eylül 1922), a.g.e., C. II, 3. baskı, Ankara 1981, s.45.
3 A.g.e., C. I, s.267.
4 A.g.e., s.260.
5 Bkz. Dido Sotiriyu, Benden Selam Söyle Anadolu’ya, (Çev. A. Tokatlı), İstanbul, 1986, s-135.
6 Mübadele Anlaşması’nın tam metni için bkz. İsmail Sosyal, -Tarihçileri ve Açıklamaları ile Birlikte- Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, C.I (1920-1945), TTK yay., Ankara, 1983, ss. 177-183; Lozan Barış Konferansı Tutanaklar-Belgeler-, (Çev. S.L. Meray), C.I, T.I, K.II, A.Ü.S.B.F. yay., Ankara, 1969, ss. 17-22; sorun üzerine ABD’nin bakış açısını sergileyen ve tam metni veren bir çalışma için bkz. Seçil Akgün, “Birkaç Amerikan Kaynağından Türk- Yunan Mübadelesi Sorunu”, ATESE-Türk-Yunan İlişkileri-, Gn. Kur. yay., Ankara, 1986, ss.241-257; özet olarak bkz. iskân Tarihçesi, Hamit mat., İstanbul, 1932, ss.8-11; yine bkz. Mehmet Esad Atuner, Mübadeleye Dair Türkiye ve Yunanistan Arasında İmza Olunan Mukaveleler, Damga mat., İstanbul, 1932.
7 Bkz. Stephan P. Ladas, The Exchange of Minorities: Bulgaria, Greece and Turkey, New York, 1932; D. Pentzopoulos, The Balkan, Exchange of Minorities and its impact upon Greece, Paris, 1962; yine bkz. S. Akgün, a.g.y., ss. 244-246; Ömer Dürrü Tesal, “-Türk-Yunan İliş
kilerinin Geçmişinden Bir Örnek- Azınlıkların Mübadelesi”, Tarih ve Toplum, CIX/53 (Mayıs 1988), ss. 302(46)-3o8(52); kültürel sorunlara değinen hoş bir çalışma için bkz. Mahmut H. Şakiroğlu, “Lozan Konferansı Sırasında Kabul Edilen Türk-Yunan Ahali Değişimine Ait Tarihi Notlar”, Ord. Prof. Dr. Yusuf Hikmet Bayur’a Armağan, TTK yay., Ankara, 1985, ss.227-238.
8 Yunanistan’ın savaş sonrası yeni Maliye Bakanı, gazete muhabirlerine şunları söylemişti: “Vaziyet-i maliye sefîlânedir, fakat nevmîd değildir. Evvelâ yalnız 216 milyon drahmi iken simdi 800 milyon drahmiye bâlîğ olan bütçe açığım kapamaya muvaffak olacağımızı zannederim” Yeni Asır, II Eylül 1922; Türkiye’nin ekonomik durumu ile ilgili olarak örneğin bkz. Çağlar Keyder, Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye (1923-1929), Yurt Yayınları: 3, Ankara, 1982; savaş yıllarının malî zorlukları için bkz. Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savası’nın Malî Kaynakları, 1981.
9 Savaş sonrasında, henüz hükümeti kurmadan önce Gounaris şunları söylüyordu: “Yeni kabine süratle teşekkül etmelidir. Asya-ı Suğra Ordusu’nun tahliyesi, yüz binlerce muhacirinin iaşesi, …terhis edilecek efrada iş bulunması, …teşekkül edecek kabineyi en ziyâde meşgul edecek meseledir.” Yeni Asır, 10 Eylül 1922; ayrıca bkz. S.P. Ladas, a.g.e., çeşt. sayf.; D. Pentzopoulos, a.g.e., çeşt. sayf.; “Yunanistan, kısıtlı topraklarında birden bire kendi ırkından yaklaşık iki milyondan fazla nüfusu barındırmak zorunda kalmıştı.” S. Akgün, a.g.y. s.247; Yunanistan’a kaç Rum’un kaçtığı kesin olarak bilinmiyor; “Muhacirinden vakit ve hali iyi olanlar otellere yerleşmişlerdir. Fakir olanlara hükümet tarafından mesken bulunacaktır” Yeni Asır, 11 Eylül 1922; yine bkz. Ö.D. Tesal, a.g.y., 5.305(49).
10 Bu baskıların en canlı kaynağı, o tarihte Selanik’te yayınlanan Teni Asır gazetesinin ulaşamadığımız sayıları olmalıdır. Bu tür haberler, Türkiye’de çıkan gazetelerde geniş yer almıştı. Konuya kısmen şurada değinilmiştir: Kemal An, 1923 Türk-Rum Mübadele Anlaşması Sonrasında İzmir’de Göçmenler, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), D.E.Ü., Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir, 1988, ss.75-79; aynca bkz. Ö.D. Tesal, a.g.y., ss. 3°3(47)”2O5(59)i ° tarihlerde Selanik’te yayınlanan Teni Asır gazetesi, Rumca gazetelerin halka “itidal ve sükûnet” önererek, “felaket zamanlarında soğukkanlılığın lüzumunu pek hareketli bir lisan ile” anlatmaya çalıştıklarını, bunun, “matbuatın uhdesine kalmış narin ve mühim vazifelerden” olduğunu yazıyor. Teni Asır, 11 Eylül, 1922.
11 D.İ.E. İstatistik Yıllığı, C.III (1930), Ankara, 1930, ss.100-101 de, 1921-1929 yılları arasında, Türkiye’ye gelen ve yerleştirilen göçmenlerin vilâyet itibarıyla tablosu verilmiştir. Toplam 477.918 olarak gösterilen sayının, 21.172’si, 1922 yılı öncesi gelen göçmenlere aittir. Aynı kaynağın 99. sayfasında bu yıllar arasında gelen göçmen sayısı toplam olarak 577.958 olarak gösterililyor ki, mübadele ile 500.000’e yakın göçmenin Türkiye’ye geldiği söylenebilir; aşağı yukarı aynı yargıya varan şu çalışmaya bkz. Cevat Geray, “Türkiye’de Göçmen Hareketleri ve Göçmenlerin Yerleştirilmesi”, Amme idaresi Dergisi, C.III/4 (Aralık 1970), s. 11.
12 Kemal Arı, “Yunan İşgali Sonrasında İzmir’de ‘Emvâl-i Metruke’ ve ‘Fuzûli İşgal’ Sorunu”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.V/15 (Temmuz 1989), ss.691-706; bu yazının
basımında istenilmeyen bazı dizgi yanlışları meydana gelmiştir. Yazının daktilosunda, “Adı geçen gazete deyimim”, “A.g.g.” biçiminde kısaltmış ve bu biçimde dizgiye vermiştik. “A.g.g. “ kısaltması, “A.g.e.” biçiminde dizildiği için, “Adı geçen eser” deyiminin gerçek kısaltılışı olan “A.g.e.” kalıbı ile, bir-iki yerde karışıklık yaratmıştır; benzer dizgi yanlışları, metnin ve bazı dipnotların her-iki yerinde de meydana gelmiştir. Bizden kaynaklanmayan bu tür yanlışları düzeltiriz. K. Arı
13 Konuya geniş boyuttan bakan eleştirici bir çalışma: Ömer Lütfi Barkan, “Türkiye’de Muhacir İskânı İşleri ve Bir İç Kolonizasyon Plânına Olan İhtiyaç”, İ. Ü. İktisat Fakültesi Mec, C.I/4 (Ekim 1948-Temmuz 1949), ss.204-223.
14 Bkz. Düstur, C.V, 3. tertip, Ankara, 1969, s. 146.
15 Mustafa Necati, Türk Eğitim yaşamında ilk akla gelen isimlerden birisidir. Deren-deli Hacı Hüseyin Paşa oğullarından Halid Bey’in oğlu olan M. Necati, 1892 yılında İzmir’de doğmuş, hukuk eğitimi görmüştü. İzmir’in işgalinin üçüncü günü Balıkesir’e kaçarak, “İzmir’e Doğru” gazetesini çıkarmış, TBMM’ açılınca, “Saruhanlılar bu genç milliyetperveri kendilerine mebus intihabeylemislerdi.” Türk Sesi, 27 Haziran 1923; O, Samsun ve Kastamonu istiklâl Mahkemelerinde başkanlık yapmıştı. Bkz. Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Bilgi yay., Ankara, 1975. ss.148-155, 168-175; yine şurada; aynı yazar, İstiklal Mahkemeleri, C.I-II (1920-1927), D.E.Ü. Atatürk İlkeleri İnkılap Tarihi Enstitüsü yay., İzmir, 1988, ss.103-108, 118-123; onun eğitimci yanlarına değinen bir çalışma: M. Rauf İnan, Mustafa Necati -Kişiliği, Ulusal Eğitime Bakısı, Konuşma ve Anıları, T.İ.B.. yay., Ankara, 1980; M. Necati, 1929 yılının ilk gününde, pek genç yaşta ölmüştür; bkz. Enver Behnan Şapolyo, “Mustafa Necati”, Türk Kültürü, C. VIII/87 (Ocak 1970), ss.222-226.
16 Masraf cetveli için bkz. Düstur, ss.160-164.
17 Bkz. A.g.e., ss. 165-167.
18 Bkz. İskân Tarihçe…, s. 16.
19 Hâkimiyet-i Milliye, 9 Eylül 1923.
20 Türkiye Hilâl-i Ahmer Mecmuası, sene: III/28 (15 Kânunuevvel 1339), s.103.
21 Bu durum ilk kez ciddi olarak, 6 Eylül 1923 günkü toplantıda ele alınmış, vekâlet kurulduktan sonra da gözden geçirilmiş, ne var ki düzenli bir plân haline getirilememiştir.
22 Bu tür sorunlar, -ileriki sayfalarda değinildiği gibi-, göç olayı boyunca pek acı biçimde kendisini göstermiştir.
23 Bkz. dn: 19; tütün ziraatıyla uğraşan göçmenlerin İzmir’e yerleştirilmeleri, buraya yerleştirilmelerinin doğru olmadığına ilişkin bir eleştiri de getirmiştir. Özellikle Mehmet Şevki, Ahenk gazetesindeki yazılarıyla dikkat çeker. O, göçmenlerin gelmeye başlamalarından sonra, “İmar ve İskân Meselesi” isimli bir yazısında açıkça, tütüncü göçmenlerin İzmir’e iskânlarının aleyhinde olduğunu belirtmiştir; ona göre, tütün işçisi, tütün diken, kıran, dizen ve fabrikalarda işleyen olmak üzere iki kısımdır; bunların İzmir’e yerleştirilmeleri yanlıştır; çünkü İzmir, hem fazla tütün dikilen, dizilen bir memleket değildir, hem de İzmir’de zaten tütün amelesi fazla olduğu için, işçi olarak gelenleri istihdam etme olanağı yoktur; bu şekilde yerleştirilenleri yarın “tebdil-i meslek” etmiş olarak görebiliriz; yine İzmir ve çevresinde yerleştirilecek tütüncüler de, kente göç edip tütün işçiliği için iş arayacaklarından, kesin bir “izdihama” neden olacaklardır. Bu nedenle, tütüncü memleket diye, tütüncülerin İzmir’e gönderilmeleri yanlıştır: “Bu doğru değildir”. Ahenk, 19 Haziran 1924.
24 Bu tür uyarılarda, özellikle Ahenk ve Türk Sesi gazeteleri dikkat çeker.
25 Ahenk, 22 Temmuz 1923.
26 Türk Sesi, 27 Eylül 1923; Çiftçi Necati, Rumeli’nin “saf ve yüksek bataklıklarından âzâde”, sıtma görmemiş çevresinden, “bizim mezrai fakat münbit ovalarımıza” yerleştirilecek köylüleri daha önce sıtma mücadelesine alıştırmak lazım geldiğini belirtiyor ve: “…aksi takdirde renksiz, mecalsiz, dalaktı, sıtmalı vücutlar memlekete kâr değil, bâr olurlar” diyordu. Türk Sesi, aynı sayı.
27 İsmail Soysal, a.g.e., s.179.
28 Ö.D. Tesal, a.g.y., s.305 (49); göçmenlerin eline verilen tasarruf belgelerinden bir örnek fotokopi: a.g.y. 3.307(51).
29 İ. Soysal, a.g.e., s.181; bkz. İskân Tarihçe…, ss.9-10.
30 Bkz. Ö.D. Tesal, a.g.y., s.306 (50); Tesal, söz konusu yazısında, Yunanistan’da yaşayan Türklerin “vahim ve feci” durumlarına karma komisyonca son verilmek gerekirken neden verilmediğini, Türk üyelerin bunda niçin muvaffak olamadıklarını; alt komisyonların çalışmalarındaki aksaklıkların neden giderilmediğini, kaybolan hakların neden korunamadığını sorar ve Türk üyeler için: “Yunan hükümeti yararına tatbikata meydan vermiş, boyun eğmiştir.” der. Bkz. a.g.y., s.308 (52); Muhtelit Mübadele Komisyonu’na Türkiye’den, İzmir Mebusu Tevfik Rüştü başkanlığındaki bir heyet seçilmişti; Heyeti öneren Heyet-i Vekile adına heyet başkanı Ali Fethi Bey’in tezkeresi için bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, D. II, t.I, C.I, Ankara, 1961, s.311; Muhtelit Mübadele Komisyonu, Ekim 1923’te görevine başladı ve tali komisyonlar kurdu. Hâkimiyet-i Milliye, 11 Teşrinievvel 1923; Türk Murahhasların çalışmaları, komisyonu çalışma merkezi olarak Atina’nın seçilişi bir hayli eleştirilmiştir. Tevfik Rüştü Bey, merkez olarak Atina’nın seçilişini, Yunan Hükümeti ile hızlı bir ilişki ağı kurulması olduğunu açıklamıştı. Hâkimiyet-i Milliye, 10 Kanunisanı 1924; işlerin “layıkıyla” yapılmadığına ilişkin eleştiriye (Müstakil Gazete, 25 Mayıs 1924), Tevfık Rüştü Bey’in yanıtı: Hâkimiyet-i Milliye, 25 Mayıs 1924, 28 Mayıs 1924; “Yunanistan’a gittiğimiz vakit, mukavelenameyi doğrudan ölü bulduk. Karşımızda bir ihtilal idaresi vardı. “ Hâkimiyet-i Milliye, 28 Mayıs 1924.
31 TBMM Zabıt…, D.II, İ.I, C.III, Ankara, t.y., s. 184.
32 Ahenk, 19 Teşrinievvel 1923.
33 İzmir’de 26.000 kadar, emvâl-i metruke evi olduğu belirtiliyordu (Ahenk, aynı sayı); oysa gerçek rakam, aşağı-yukarı yansı kadardı. İzmir’deki emvâl-i metrûkenin sayısal durumu için bkz. Kemal An, a.g.y., s.695, dn: 12.
34 Felaketzede, harikzede ve mülteciler sorununun İzmir boyutu içindeki durumu için bkz. K.An, a.g.y., ss.691-706; Mehmet Şevki, İzmir’in öngörülen rakamdaki göçmeni kaldıramayacağını ısrarla savunur; çünkü ona göre, İzmir’de ev var diye, “… istirdat tarihinden bugüne gelinceye kadar, mıntıkaya tefrik edilen nüfusa dahil bulunmayan binlerce muhacir gelmiş ve bu muhacirler vilâyetin ötesine-berisine yerleştirilmişler” di; yapılan hesapsız-kitapsız işlerden mübadiller zarar görecek ve “… belki mevcut emvâl-i metruke, terkeyledikleri emvale mukabil de edemeyecektir.” M. Şevki, “Son Derece Dikkat” Ahenk, aynı sayı; Çağlar Keyder, olasılıklara dayalı olarak yaptığı bir yorumda, göç ile Rumların bıraktığı toprak miktarının yaptığı bir yorumda, göç ile Rumların bıraktığı toprak miktarının eski Aydın vilâyeti içinde 270.000 hektar… olduğunu söyler. Bkz. Ç. Keyder, a.g.e., s.39.
35 Bkz. dn: 17; yine bkz. iskân Tarihçe…, ss.13-15.
36 Madde: 8.
37 Madde: 9.
38 Bkz. Kemal An, 1923 Türk-Rum Mübadele Anlaşması…, ss.106-111.
39 Türk Sesi, 13 Teşrinisani 1923; 1924-1926 tarihleri arasında İzmir valiliği de yapmış olan İhsan Paşa, I. Dünya Savaşı’nda esaret yaşamı ile pek meşhurdur. Onun kısa biyografisi için bkz. Mehmet Ali Keskin, İzmir Valileri (7390-1989), İzmir, 1989, s.92; anılan için bkz. Necdet Öklem. -İhsan Paşa’nın Anılan- Sibirya’da Esaretten Kaçış, İzmir, 1985.
40 Türk Sesi, aynı sayı.
41 “Vazifem pek mühimdir. Milli bir cephe karşısında bulunuyorum. Bunu cenâb-t hakkın inayeti ve arkadaşlarımın muavenetleriyle, hüsnüniyetle başarmaya gayret edeceğim.” İ. Paşa’nın demeci: Türk Sesi, 27 Teşrinisani 1923.
42 Ahenk, 2 Teşrinievvel 1923.
43 Türk Sesi, aynı sayı.
44 “Artık geliyorlar. Kurtularak, kurtarılarak geliyorlar. Her şeylerini, babalarının, henüz toprağa kail/olmayan şehitlerinin kanlı cesetlerini terkederek geliyorlar. Onları hürmetle, muhabbetle, şefkatle karşılayalım. Bağrımıza basalım, çok acı görmüş ruhlarına teselli olalım. Zalim ve den’i düşmanın kahırlarıyla harbolanların ruhlarına teselli olmak en büyük saadettir. Gelenler din, ırk kardeşlerimizdir. Her birinin bağrında, ruhunda, kalbinde bir şehidin acısı var. “Ahenk, 28 Teşrinisani 1923.
45 Ahenk, 4 Kânunuevvel 1923.
46 Ahenk, 2 Kânunuevvel 1923.
47 Ahenk, aynı sayı.
48 Gazete, Anadolu halkının Makedonya’dan gelecek 500.000 üretici Türk’ün, şu nüfus boşluğu içinde bulunan vatana ne kadar yararlı olacağını… takdir ederek, gerçek ırk ve din kardeşlerinden oluşan “… bu faal anasırın felaketlere maruz kalmaması hususunda… yardıma tevessül” ettiğini yazıyor. Hâkimiyet-i Milliye, 18 Teşrinisani 1923.
49 Hâkimiyet-i Milliye, aynı sayı.
50 Ahenk, 4 Kânunuevel 1923; yine şurada: K. An, 7923 Türk-Rum Mübadele Anlaşması Sonrasında İzmir’de…, ss.73-74; gazetedeki ilanın fotokopisi için bkz. a.g.e., Ek:2.
51 Ahenk, 28 Teşrinisani 1923; göçmenlere yardım amacıyla kurulan göçmenlerin üç yıl gibi kısa bir zamanda bir hayli arttıkları görülüyor, bkz. İzmir Vilâyeti 7926 Senesi İstatistiği, İzmir, 1927, Ocaklar-Birlikler Kulüpler-Cemiyetler böl.
52 Yunanistan’a kaçan Rumlardan artakalan terkedilmiş mallar sorunuyla, Mübadele İmar İskân Vekâleti kuruluncaya değin Maliye Vekâleti uğramıştı. Taşınır türden terkedilmiş malların bir kısmı “cihet-i askeriyeye” verilmiş, geri kalan kısmı ya ilan yolu ile Maliye Vekâleti tarafından resmi dairelere dağıtılmış ya da açık artırma yolu ile satılmıştı. Kamuoyunda Maliye Vekâleti’nin izlediği bu politika “paracanlılık” olarak yorumlanmış, sonuçta terkedilmiş mallar işlerini Mübadele İmar İskân Vekâleti üstlenene değin, büyük ölçüde pay-paçak edilmişti. M. Şevki bu sözleriyle, Maliye Vekâleti’nin zamanında izlediği politikayı eleştiriyor. Bkz. K. An, “Yunan İşgali Sonrasında İzmir’de ‘Emvâl-i Metruke’ ve ‘Fuzuli İşgal’ Sorunu”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.V/15 (Temmuz 1989). ss.691-706.
53 Lozan’da elde edilen “Kabotaj Hakkı” nedeniyle, göçmen naklinin tamamıyla Türk vapurlarıyla yapılması kararlaştırıldı; gerçi bazı ecnebi kumpanyaları bu işe talip olmuşlardı (Bkz. Hâkimiyet-i Milliye, 15 Teşdrinisani 1923); ama, bu hiç bir zaman gerçekleşmedi. Seyr-i Sefain İdaresi’nin elindeki vapurların hem sayısı az, hem de eski ve yetersizdiler; oysa, bu iş pek “müstacel” olduğundan, Mübadele İmar ve İskân Vekâleti sevk işinde kullanılmak üzere yeni vapurlar alması için Seyr-i Sefain İdaresi’ne 600.000 lira vermeyi kararlaştırmış, ilk aşamada bunun 250.000 lirasını vermişti; İsmet Paşa’nın imzasını taşıyan “esbâb-ı mucibe mazbatası” için bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, D.II, İ.I, C.IV, Ankara, 1968, ss.15-17.
54 Bkz. İskân Tarihçesi, Hamit mat., İstanbul, 1932, ss.19-20.
55 Bkz. Kemal Arı, 1923 Türk Rum Mübadele…, ss.62-71, 75-91; yine bkz. Mesut Çapa, “Lozan’da Öngörülen Türk Ahali Mübadelesinin Uygulanmasında Kızılay (Hilâl-i Ahmer) Cemiyeti’nin Katkıları”, Atatürk Yolu, A.Ü. Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü yay., Yıl: 1/2 (Kasım 1988), ss.241-256.
56 Türk Sesi, 8 Kânunusani 1924.
57 Türk Sesi, aynı sayı.
58 Hâkimiyet-i Milliye, 18 Teşrinisani 1923.
59 Örneğin, Temmuz 1924 ayı zarfında İzmir’de göçmenlere Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nce dağıtılan gömlek, mintan, ceket, don, entari, yelek, pantolon, battaniye, ayakkabı, yorgan, yatak, yastık gibi giyim-kuşam eşyalarının miktarı için bkz. Türkiye Hilâl-i Ahmer Mec, sene IV/36 (15 Ağustos 1340), s.408.
60 Bkz. dn: 17 35,
61 Göçmenlerin buralardaki iaşeleri iki aylık süre sonuna kadar vekâletçe sağlandı. Bu iaşe, ilk günler pişmiş sıcak yemek biçiminde oluyor, göçmen az-çok düzenini kurduktan sonra yemeklik malzeme dağıtılıyordu; bu süre içinde de Hilâl-i Ahmer’in yardımları büyük olmuştu. Örnek olarak bkz. A.g.mec, sene IV/40 (15 Kânunuevvel 1340), s.137.
62 Muhacir Eşyası Aşırılır Mı Ya!; Dün Kavala Muhacirlerine ait olup, Saman İskelesi civarında, mavna dürununda bulunan sandıklardan birisin Mavna bekçisi İstanbullu İlyas açmış ve durumunda dokuz kalem eşyayı aşırmakta iken derdest edilmiştir” Ahenk, 29 Haziran 1924.
63 Ahenk, 28 Kânunusani 1923.
64 Ahenk, aynı sayı.
65 Rıza Nur olup-biten bu örneklerde görülen programsızlığı, “gayrı muntazam bir dama” oyununa benzetir. Bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, D.II, İ.II, C.IX, Ankara, 1975, s.85; mecliste bu konuda görülen aksaklıkların nasıl değerlendirildiği: K. An, a.g.e., ss.
66 Çağlar Keyder, Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye (1923-1929), Yurt yayınları: 3, Ankara, 1982, s.43.
67 TBMM Zabıt…, ss.96-97.
68 A.g.e., ss.96-97.
69 A.g.e., s.96.
70 A.g.e., s.87.
71 A.g.e., s.96.
72 “Zeytin ve incir ağaçtan dûn bir meblağla ihale edilmişlerdi. Şimdi bu zavallı kardeşler, fakir hallerine rağmen, aynı bedel-i ihale ile, kendilerine tevfiz edilmelerini istiyorlar.” Ahenk, 24 Ağustos 1923; Çirkince ve Çirkince göçmenlerinin sefil durumunu anlatan hoş bir öykü; Sebahattin Ali, “Çirkince”, Sırça Köşk, (Bütün Eserleri: 5), Bilgi yay., 2 baskı, Ankara 1975, ss. 153-176; “Buraya mübadil olarak yerleştirilen muhacirler, tütüncü oldukları için, incirlerini, zeytinliklerini yok pahasına satmışlar, hatta bir çok ağaçları kışın kesip yakmışlar, sonra her biri bir tarafa dağılmışlardı”, a.g.oy. s. 167.
73 Hâkimiyet-i Milliye, 31 Teşrinievvel 1924.
74 O, 6 Mart 1924-7 Temmuz 1924 tarihleri arasında vekillik yaptı.
75 TBMM Zabıt…, s. 100.
76 Ö.L. Barkan, “Türkiye’de Muhacir İskânı İşleri…”, ss.204-223.
77 A.g.y., s.204.
78 Ahenk, 26 Mayıs 1924.
79 C. Geray, a.g.y., s.22.
80 İskân Tarihçe…, s. 13.
81 Hâkimiyet-i Milliye, 19 Teşrinisani 1923.
82 Türk Sesi, 11 Kânunusani 1924.
83 Hâkimiyet-i Milliye, 6 Şubat 1924.
84 Evlerin onarımı için Urla’da 2.000 kişilik bir inşaat işçi ve amele grubu oluşturulmuş, bunlara Hilâl-i Ahmer Cemiyeti malzeme yardımında bulunmuştur. Hâkimiyet-i Milliye, 1 Kânunusani 1924.
85 Hâkimiyet-i Milliye, aynı sayı.
86 Hâkimiyet-i Milliye, 18 Teşrinisani 1923.
87 Onarım için gereksinim duyulan kerestenin sağlanması işi, büyük eleştirilere neden olmuştur. Kereste fiyatları açısından en pahalı kent, İzmir’di Bunun nedeni, hem keresteye pek gereksinim oluşu, hem de örneğin İnebolu gibi uzak bir yerden gelişiydi. 1923 yılında İzmir’de bir metreküp kerestenin satış fiyatı 25-50 lira arasındaydı. Taşıma gemilerle yapıldığından, taşıma ücreti, kerestenin satış fiyatını etkiliyordu. Bir metreküp kereste başına 10 lira nakliye, 5 lira da vergi alındığından, Karadeniz’de 25 liraya alınabilecek kerestenin fiyatı, İzmir’de 45-50 lirayı buluyordu. Bu konuda meclisteki eleştiriler bkz. TBMM Zabıt…, D.II, İ.I, C.V, Ankara, 1968, ss.34-36.
88 Türk Sesi, 10 Şubat 1924.
89 Hâkimiyet-i Milliye, 6 Şubat 1924.
90 İskân Tarihçe…, s.22.
91 A.g.e., s.23; Hâkimiyet-i Milliye, 18 Teşrinisani 1923.
92 Hâkimiyet-i Milliye, 6 Şubat 1924.
93 Türk Sesi, 10 Şubat 1924; Necati Bey’in İzmir gezisinin ayrıntıları: K. An, a.g.e., ss.91-94:
94 İhsan Paşa’nın yerine 4. İskân mıntıkası mıntıka müdürü olan Cemil Bey’in, bir gazete muhabirine anlattıklarına göre, o güne değin, dört ay zarfında İzmir’de, Şubat’ta 208, Mart’ta 1206, Nisan’da 919, Mayıs’ta 407 olmak üzere, toplam 2360 ev onarılmış ve “kabil-i iskân” duruma getirilmişti. Türk Sesi, 3 Haziran 1924.
95 Bkz. TBMM Zabıt…, D.II, İ.II, C.VII/i, Ankara, 1968, s.1047; yine bkz. a.g.e., s. 1044; “İstihbaratımıza nazaran, bugün yarın şehrimize muvasalatlarına intizar olunan bir kaç bin kişilik muhacirinin iskânı için beş-altı yüz hanenin derhal tahliye ettirilmesi emri verilmiştir.” Ahenk, 19 Mayıs 1924.
96 TBMM Zabıt…, s.1047.
97 İskân Tarihçe…, s.27.
98 Ahenk, 12 Haziran 1924.
99 Ahenk, aynı sayı.
100 Ahenk, aynı sayı; M. Şevki, basma yazılarında da konuyu ele aldı. O’na göre İzmir demek bu evler demekti. Ortaya attığı ilginç öneri ise, bu evlerin bedelinin belirlenip, öylece göçmenlere verilmeseydi. Ahenk, 26 Haziran 1924.
101 Örneğin: Ahenk, 27 Haziran 1924.
102 “… Burası benim… içinde en güzel günlerimi geçirdiğim yer değildi. Şu sağ tarafımdaki kapısız, penceresiz, çatısız yükselen dört duvar, bir zamanlar bahçesinde yüzlerce çocuğun oynadığı mektep olamazdı. Şu önümdeki ulu çınarın dibinde, böyle bataktık ortasında bir tas yığını değil, dört gözlü bir çeşme olacaktı… Köyü bastan basa dolaştım… Yıllardır bos duran evlerin ne kapıları, ne
pencereleri hatta ne de döşemeleri kalmıştı. Sekiz-on odalı koskoca evlerin sahipleri bile, pencerelerine tahta çiviledikleri birer odasına dolmuşlar, öteki odaların dolap kapılarına ve çerçevelerine kadar bütün tahta kısımlarını kışın söküp yakmışlardı. Onları, karlı havada birkaç yüz metre ötedeki çam ormanlarına gitmekten alıkoyan mukaddes tembellik karşısında, garip bir ürperti duyarak dolaşmaya devam ettim… (Çocukluğunu geçirdiği eve gider). Yukarı kattaki odaların da bütün kapıları, pencereleri sökülmüştü. Henüz döşemelere dokunulmamıştı amma, bütün duvarlar, hatta tavanlar bile, sanki kazma vurularak yıkılmış, delinmişti. Yanımdaki ihtiyara şaşkın şaşkın bakarak: -’Ne olmuş bunlara?’, diye sordum. – ‘Bizden evvel gelenler para aramışlar… Namussuz gâvurların paralarını nereye sakladıkları bilinmez ki!’. Yerler koyun, keçi pislikleriyle doluydu. İhtiyar bunu da izah etti: -’Kış günü yukarı katlar soğuk oluyor, biz aşağı oturur, hayvanları, buraya kaparız. Pencerelere de birer çuval çakarız. Ne yapacaksınız fukaralık’. Pencereden bahçeye bakacak oldum, gözlerim kendiliğinden kapanıverdi. Eskiden kayısı, erik ağaçlarının sıra sıra dizildiği, ortasında bir duvar gibi dümdüz şimşir fidanlarının uzandığı, beyaz güllerin asma gibi evin duvarını sardığı, yolları çakıl döşeli bahçede, şimdi bir köşeye yaslanmış ve eski kapılardan yapılmış bir tavuk kümesinden başka bir şey yoktu… İhtiyara üstünkörü bir ‘eyvallah’ savurarak merdivenleri ikişer ikişer indim ve sokağa fırladım… Şimdi oranın adı Şirince’dir, Şirince!”, Sabahattin Ali, a.g.öyk., ss.166-176.
103 Düstur, C.V, 3. tertip, Ankara, 1969, ss.430-432.
104 A.g.c, ss.648-655; özet olarak bkz. İskân Tarihçe…, s.29-33.
105 Düstur…, s.651; ailenin nüfusu beşten fazla olduğunda, her nüfus için “â/â” araziden 8-10, “evsat” araziden 10-15, “edna” araziden 15-20; tütün arazisinden 2-3; bağ-bahçeden 1,5-3 dönüm; zeytin ağaçlarından da, 20-30 adet fazla verilmesi kararlaştırılmıştı. Bkz. a.g.e., s.652.
106 A.g.e., ss.649-654; İskân Tarihçe…, ss.29-31.
107 C. Geray, a.g.y., s.26.
108 Duyuru için bkz. Ahenk, 16 Teşrinievvel 1924.
109 İskân Tarihçe…, s.45; göçmen sorunlarında, mal dağıtımı ile ilgili olarak karışıklığa en fazla nedeni, bu durum yaratmıştır; bu nedenle, iskân işlerinde pek çok göçmen, varılan sonuçtan yakınır bir tavır almıştır. Bkz. Ö.D. Tesal, a.g.y., 55.302(46)- 308(52).
110 A.g.e., s.46.
111 A.g.e., s.47.
112 A.g.e., s.48; “1929 senesinde, takdir-i kıymet hususunda basit formüller ve yem hükümler kabul edilip takip ve murakabeye mülkiye müfettişleri memur edilmeseydi, geçen müddetler zarfında neticelenen dosyalara nazaran, mevcudun ikmali yarım asırlık bir zaman sonucu olacaktı” A.g.e., s.48.
113 Ö.D. Tesal, A.g.y., 3.308(52), dn: 1; “Gelenlerin çoğu meteliksizdi. Para yedirip işlerini gönderemeyince hepsi bir yana dağıldı… Rumeli’de koca çiftlik bırakan adama yüz ağaç zeytin düşmedi de, köyün de bir baskısı olan burada üç fabrikaya sahip çıktı. “S. Ali, a.g.öyk., s.17.
114 Ahenk, 26 Kânunuevel 1923.
115 Ahenk, aynı sayı.
116 Ahenk, 28 Kânunuevvel 1923.
117 Ahenk, 23 Kânunuevvel 1923.
118 TBMM’nde, Reşat Bey’in anlattıkları: TBMM Zabıt…, D.II, İ.II, C.VII/I, Ankara, 1968, s.1048; “Buraya getirip oturttukları mübadillerin… kabahati yoktu. İskeçe’nin, Kavala’nın tütüncüleri…, zeylinden, incirden ne anlasınlar? Ağaç dediğin bakım ister, masraf ister… Muhacirler iki sene üst üste mahsul alamayınca ya kestiler, ya sattılar. “Bkz. S. Ali, a.g.oyk., s. 172.
119 Ahenk, 3 Ağustos 1924.
120 Ahenk, aynı sayı.
121 Hâkimiyet-i Milliye, 5 Şubat 1924.
122 Türkiye genelinde, 1923-1933 yılları arasında, tarımla uğraşan çiftçi göçmenlerin üretici duruma gelmelerini sağlamak amacıyla yapılan yardımlar toprak, kredi, tohumluk ve tarım araçları olarak sınıflandırılıyor. Sayısal oranlar için bkz. C. Geray, a.g.y., ss. 35-38.
123 Ahenk, 22 Mayıs 1924.
124 Ahenk, aynı sayı.
125 Tamim için bkz. İskân Tarihçe…, ss.35-38.
126 A.g.e, s.37.
127 Bkz. A.g.e., s.33.
128 “İskân mıntıkası Samsun olan bir ailenin İzmir’de uzak-yakın bir tanıdığı oluyor. İzmir’deki o zat, o aileyi tereddüde mahal görmeden İzmir’e davet ediyor. İzmir’in güzelliğinden, İzmir’de hane bulunduğundan bahsediyor. Zavallı ailecik de bunun üzerine kalkıp İzmir’e geliyor. Ve hükümete beni iskân edin diye dayanıyor. Bu kabil aileleri İzmir’e davet edenlerin miktarı çoktur, desek, mübalağa etmiş olmayız. “M. Şevki, “Vaziyet-i Muhacirin”, Ahenk, 28 Mayıs 1924.
129 Ahenk, 27 Mayıs 1924.
130 Ahenk, 22 Mayıs 1924.
131 “Mıntıkalarını terk ederek şehrimizde yerleşmiş bir çok aileler var ki, işte mucib-i hayret olan bu kabil iddialarda bulunmaktadırlar. Gerçi hükümetçe ırae olunan mıntıkaların her muhacın behema hal tatmin edecek vaziyette olduğu iddia olunamaz. Fakat ne yapalım ki, on seneden beri her çeşit düşmanla dövüşüp duran Türkiye’nin hemen hiç bir yeri sükna-yı kadimeyi bile tatmin edecek vaziyete malik değildir. “M. Şevki “Bir Tavsiye”, Ahenk, aynı sayı.
132 Ahenk, aynı sayı.
133 Ahenk, 25 Haziran 1924; “… Esasen iskân mıntıkalarını terkederek İzmir’e gelenler mübadeleye tabi bir ev elde etmeye muvaffak olsalar bile, kendilerinin hakk-ı iskânı olmadığı için bir eve sahip olamayacaklar ve İzmir mıntıkasında iskânı icap edenlere, kendi elleriyle oturdukları evlen teslime mecbur tutulacaklardır. “Ahenk, 22 Mayıs 1924.
134 Ahenk, 26 Eylül 1924; bu tebliğ daha sonra, dokuz maddelik bir tamim olarak yayınlandı: Hâkimiyet-i Milliye, 29 Eylül 1924.
135 Ahenk, 28 Eylül 1924.
136 Bkz. Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri (1924-1930), Ankara, 1972, ss.68-71.
137 Bkz. Düstur, C.VI, 3. tertip, Ankara, 1953, s. 18.
138 Genel sorunlar için bkz. iskân Tarihçe…, ss.53-55 ve d.
139 Bu dönemde uygulanan göçmen yerleştirme politikalarını, Ş.S. Aydemir, “Bir Sahipsizliğin Hikayesi” olarak değerlendirir: İkinci Adam, C.I (1884-1938), İstanbul, 1976, s.316.
140 Ahenk, 2 Teşrinievvel 1924.
141 Bir İzmir gazetesi, “Emvâl-i Metrûke’ye Ait Hanelerde Kimler Sakin Bulunuyorlar?” İsimli bir yazısında, terkedilmiş mallardan ne kadar “hoyratça” yararlanıldığını gösteren ilginç bir örnek sergiledi. Muhabirlerin bir-iki mahallede yaptığı incelemede, mevcut evlerin 13’ünde “hükümetten senevi 3-4 bin lira tahsisat alan mebuslar”, 22’sinde Anadolulu, 11’inde muhacir süsü veren yabancı, 44’ünde memurlar, 27’sinde mübadillerin oturduğu, 9 evin ise boş olduğu ortaya konuluyordu. Gazete, “hatır-gönüle bakarak yürütülen” iskân politikasını, acı bir dille eleştiriyor. Türk İli, 21 Kânunuevvel 1924.
142 Ö.L. Barkan, a.g.y., s.205.
BALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
18 gün önceHABERLER
27 gün önce