Spil Dağı’nın eteklerindeki çocukluk günlerim birden aklıma geldi. 1961 yılı Ağustos ayının son haftalarında Çaybaşı semtinde dünyaya merhaba dediğim hayatımın, belki de en güzel geçtiği yıllardı. 13 yaşına kadar bu semtte kalmıştık. Siyah beyaz televizyonun yeni yayın hayatına başladığı yıllardı. Michael Landon’un başrolünü oynadığı Meşhur Bonanza (Cartwrights ailesi), Fransız polisiye dizisi Alo polis, Peter Falk’ın boşrolünü oynadığı Komser Kolombo, hele bizleri ekrana kilitleyen Kaçak (Dr. Richard Kimbel)
büyüklerin sevgilisi Tekin Akmansoylu Kaynanalar ve çocukların sevgilisi Ayı Yogi… Çocukluğumuzda televizyonda vazgeçemediklerimizdi… Okul ve televizyon dışında da çok hareketli bir çocukluğum geçti diyebilirim. Hem de tüm güzelliği ve doğallığı ile… Evimizin önündeki asırlık çınar ağaçlarına cambaz gibi tırmanırdık. Biz saklambaç veya kovboyculuk oynarken, ninelerimiz, annelerimiz ve ablalarımız çınar ağacının gölgesinde küçük oturakları üzerinde el işi, oya, kazak vs. örerken, diğer yandan da komşuluğun en güzel örneklerini yaşatıyorlardı. Komşunun evi, bizim evimiz gibiydi.
Annem evde varmış yokmuş kimin umurunda! Komşuda pişen, bize de düşer misali, canımız ne isterse rahatlıkla yiyebilirdik. Neredeyse her evin içinde Spil Dağı eteklerinden gelen kaynak suları vardı. Bütün sularımızı hep çeşmelerden içerdik. Kızlar bebek bezler ile oynarken, bizler de inşaattan kalma tahtalar ile silahlar yapar, kovboyculuk oynardık. Sokaklarımız geceleri karanlık olurdu ama yüreklerimiz komşuluk ve dostluk ateşi sayesinde hep aydınlık kalmıştı.
Sevginin, dostluğun ve paylaşımın en güzelleri hep yanımızdaydı. Komşunun bahçesindeki kayası, erik ağaçlarının dalları evimizin penceresine yaslanırdı.
Sonbahar aylarında asırlık çınar ağaçlarının yaprakları bahçelerimizin içine düşerdi. Eskiden daha çok kar yağardı Manisamızın toprak ve tozlu kaldırımlarına… Kardan adamlar yapardık büyük bir sevinç içinde…
ARAP KIZI CAMDAN BAKIYOR
Ellerimiz üşür, bir yandan sobanın başında ısınırken, büyüklerimiz memleket hikâyeleri ve masallar anlatırdı. Hele bir de yağmur yağmaya görsün; her yağmur yağdığında çocukluğumuzda söylediğimiz güzel bir şarkı vardır.
“Yağmur yağıyor, seller akıyor, Arap kızı camdan bakıyor “
Ya da; “Yağ Yağ yağmur teknede hamur bahçede çamur” diyerek büyük bir coşku ve heyecan içinde tempolar tutardık. Sağa sola koşuşturup dururduk.
Üstümüz başımız çamur olmuş, kimin umurunda. Çocukluğumuzun eğlence kaynağı parıldayan minicik su birikintileri içinde delicesine birbirimize su atmak. Ne güzel günlerdi. Bağcılar affetsin ama biliyor musunuz ne istiyorum şu mübarek Ramazan ayı içinde? Bu yaz günlerinin kavurucu sıcağında ne denize gitmek, ne bir seyahat etmek, ne piknik yapmak. Bir sabah yataktan uyandığımda sadece birkaç saatliğine de olsa yağmur bulutları Manisa’nın üzerine kümelense, ardından şimşekler çaksa, gök gürlese “Ben yağmur birazdan geliyorum” diye haber verse! Sonrada yavaş yavaş çiselemeye başlasa, Hafif bir poyraz tatlı esintisiyle eşlik etse yağmur damlacıklarına.
Bir sağa bir sola savursun gitsin bu yağmur damlacıklarını.
Şakaklarımızdan süzülsün yavaşça bütün bedenimi sırılsıklam etsin.
Delicesine yağ ki yağmurum, inan hiç ıslanmaya bile aldırmadan, elimde şemsiyesiz çılgınlar gibi oynamak ve zıplamak istiyorum. Eski günler ve dostluklar hatırına. Yağmurla beraber gözyaşlarımda birbirine karışsın istiyorum… Ne kadar ağlasak ne kadar yalvarsak ta şu bir gerçek. Çocukluk günlerimiz asla geri gelmez. Geri de bıraktıklarımız sadece tatlı ve güzel hatıralardır…
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce