Derken 1967 yılında bütün camiiler ya yıkıldı ya da kültür merkezi veya spor salonuna kimi yerde ise depoya dönüştürülür. Toplamda 2169 camii ve kilise (1660 camii ve 400 kadar kilise) ya yıkılır veyahut başka işlevlerde kullanılmak üzere dönüştürülür.
Altmışlı yıllar, Türkiye’de olduğu kadar tüm dünyada askeri yönetimler, soğuk savaş ortamı ve kan kokusunun dorukta olduğu zamanlar olarak bilinir. Küba, Kongo, Eritre, Angola, Yemen İsrail ve Arap ülkeleri hep savaştadır bu tarihte. Hindistan ve Pakistan savaşı, SSCB’nin Çekoslovakya’yı işgali yine bu tarihlerdedir. ABD’nin 1955 yılında girdiği Vietnam Savaşı ise tüm hızıyla halen devam etmektedir. Bütün bunlar olup biterken, 1967 yılına gelindiğinde Balkanlar’ın güneybatısındaki küçük Arnavutluk ülkesinde sessiz sedasız bir şeyler olmaktadır. Stalin’in ölümünün ardından Çin’e yaklaşma siyaseti izlemekte olan Arnavutluk’ta bir şeyler ters gitmektedir. Önce Müslüman ve Hıristiyanlara ait vakıflar devletleştirilir. Böylece imam ya da müezzinlerin ve papazların işlerini yapmaları için herhangi bir maaş ya da akar temin etmeleri imkânsızlaştırılır. Başörtüsü yasağı ise zaten yürürlüktedir. Okullarda verilmekte olan ateist propaganda ise 1945’ten bu yana son hızı ile devam etmekte ve bir nesli olduğu gibi değiştirmektedir. Anayasaya konulan 37. madde ile ülke yönetimine bir sorumluluk vermekteydi. Bu sorumluluk, ateist propagandayı yaygınlaştırmak ve tarihi materyalizmi bütün vatandaşlara kabul ettirebilmek için gereken çalışmaları yürütme yükümlülüğüydü. Ve yine aynı anayasanın 55. maddesinde dini kurumlar ile sosyalist rejime ters, bu rejimle bağdaşmayan kurumların kurulmasını yasak kılmaktaydı.
BALYOZ GÖNÜLLÜLERİ
Derken gün gelir ve camilerle kiliselerin yıkılma günü çatmıştır. Tiran’da oturan ve o günleri gören bir Arnavut şunları bildirmektedir. “Her yerde bir propagandadır gidiyordu. Parti adına çalışan kimi görevliler, mahallemize, apartmanımıza gelip “Gönüllü olarak çalışacak kişileri seçiyoruz” diye istediklerini elleriyle seçtiler. Gönüllülük sözde tabii. İsterseniz gitmeyin. Nereye? Sözünü söylediğinizde dahi mimlenmeniz en doğal işti. Sadece Tiran’dan binlerce insanı, Müslüman evladını o gün yanı başlarındaki camileri, türbeleri yıkmak için ellerinde balyozlarla şehir sokaklarına götürdüler. Televizyonda o haftaki haberlerde “Arnavut Halkı, dogmalarından kurtuluyor, balyozlarını gelecekleri için sallıyorlar” şeklindeki propagandalar yayınlanıyordu.” İşte bu tarihte olup bitenleri anlatanlar, kimi mucizevî durumlara da şahit olduklarını belirtirler. Bunlardan birisi ise oldukça ilginçtir. Camii ve türbelerin yıkılması emrinin ilk haftasında bir kepçe makinesi çalışanına bir türbe hedef gösterilir. İş makinesi türbeye her yaklaşmasında bir aksilik meydana gelir. Önce paletlerinde bir problem yaşanır. Tamir edilir. Ardından araç türbeye metreler kala arızalanır. Tamir edilir. Hemen ardından araç türbeye doğru çarparken kopan beton parçalarından birisi camı kırarak makiniste doğru gelir. Bunu bir işaret sayan makinist işi bırakmak ister ve araca binmez. Ancak yardakçılık asırlardır süregelen bir gelenektir. İşi bir başkası devralır ve türbeye doğru son hızla aracı sürer. Türbe yıkılmıştır artık. Türbe çevresindeki şahideler paramparça, türbenin yeşil duvarı ise yerle bir edilmiştir. Sanduka, halılar her şey beton yığını ve tozların içerisinde yerle bir halde iken, bir genç koşarak iş makinesinin operatörüne acı haberi getirir. Çocuğu bir kaza sonucu dakikalar öncesinde hayatını kaybetmiştir. Olay Tiran’da duyulur ve yayılır. Derken 1967 yılında bütün camiiler ya yıkıldı ya da kültür merkezi veya spor salonuna kimi yerde ise depoya dönüştürülür. Toplamda 2169 camii ve kilise (1660 camii ve 400 kadar kilise) ya yıkılır veyahut başka işlevlerde kullanılmak üzere dönüştürülür. Üstüne ek olarak, Müslümanların dini işlerini yürütmekten sorumlu müftülük de ilga edilir. Dini görevlerin yerine getirilmesi yasaklanır ve 1967 yılı sonlarına doğru artık ülkede “Din diye bir şeyin kalmadığı” şeklinde bir ifade ile Arnavutluk devleti, dünyanın ilk ateist devleti ilan edilir. Dildeki inşallah, maşallah gibi kültürle iç içe olan dini bazlı kelimeler ve kalıplar da ayrıca yasaklanır. Vallahi demek yerine “Parti üstüne” yemini yaygınlaştırılır. Durum öyle bir hal alır ki, oğlu ölen bir insanın evine gelenlere ev sahibi “Parti sağolsun” demek durumundadır. “Evlerde mutlaka tapılması gereken bir nesne olması gerekiyor ise bu şüphesiz yoldaş ve rehber Enver Hoca’dan başka birisinin resmi olmamalıdır” der sistemin ağa babaları. Evin başköşesinde ya bir büst ya da bir büyükçe resmi olmalıdır Hoca’nın. Eve gelen misafir eğer bu resmin olmadığını veya bakımsız olduğunu fark ederse ev sahibinin başına hiç iyi şeyler gelmeyecektir. İhbar eden kişi de birkaç kilo fazladan süt ve karnesine eklenecek fazladan birkaç kilo peynir ve kömür ile ödüllendirilecektir. Artık Arnavut halkı, ülkeye Ramazan geldiğini, Kurban veya Ramazan Bayramı günlerinin gelişini, kandilleri ve mübarek günleri sadece ülkede görev yapan çok az sayıdaki Müslüman ülke görevlisinin evine temizliğe gittiğinde ve yahut onların çocukları ile parkta sokakta karşılaşan çocukları vasıtası ile öğrenmek durumundadır. Onlarla iletişim kurabilenlerin ise sayısı hem sınırlıdır hem de sıkı kontrol altındadırlar. Ancak sınırlı dahi olsa kimileri bunu başarır ve çevresine gizliden bildirir. Bunlardan başka çoğu kişi ise aklındaki bir takvime göre bu tarihleri saptamaya çalışır. En fazla birkaç sene kadar sürer bu süre. Zira tüm din görevlileri, hafızlar, dervişler ve papazlar hapishanelerde çile doldurmaktadırlar. Bektaşi dervişleri dahi 1924 yılında sürüldükleri Türkiye’den kendilerine kapı açan Arnavutluğa geldiklerine pişmandırlar. Onların da samimi olanları tam tekmil hapis hayatını tadarlar. Devletle anlaşanlar ve durumu kabul edenler ise müstesna.
HAFIZ SABRİ KOÇİ EFENDİ
Hiçbir baskıcı sistem zulüm ile abâd olamadığı gibi Arnavutluk’taki bu baskıcı sistem de abâd olamamıştır. Tarihler 1989’u gösterdiğinde artık komünist ülkelere sıkı sıkıya bağlı olan Arnavutluk ekonomisi işleyememektedir. Ülke lideri Ramiz Alia sessiz sedasız serbest seçimleri kabul eder ve demokrasiye geçmek zorunda kalır. Yapılan ilk seçimleri Enver Hoca’nın kalp doktoru olan Sali Berişa liderliğindeki Demokratik Parti kazanır. İşte zor da olsa 1991 yılına dek devam edecek olan bu zor dönemin ardından Arnavut halkı dini hafızalarını silen ve geçmişlerinden kazıyan sistemin çöküşüne şahit olurlar. Gözler artık bu kez cahiliye dönemine uyanan bir yeni Arnavut nesli ile açılacaktır. Bu cahiliye döneminde halkına rehberlik edecek önemli ufuk şahsiyetlerden bir kişi ön plana çıkar. Bu kişi, ömrü komünist zindanlarda geçmiş olan Hafız Hacı Sabri Koçi efendidir. İlk iş olarak senelerce Müslümanlara zulümden başka bir şey vermemiş olan Arnavutluk Emek Partisi’nin binası Müslüman Cemaati’ne merkez olarak verilir. Açılan çok az sayıdaki camiye imam ve din görevlisi atamak gerekir. Ülkede değil din görevlisi, bir fatiha üç ihlas okuma bilenler ise sayılacak kadar az kişi kalmıştır. Ülkede herhangi bir Müslüman Mezarlığı kalmadığı gibi, cenaze kültürü ve cenaze namazı kültürü de yok edilmiştir. İmam ve müezzin maaşları için vakıfların geri alınması ve idaresi problemi ise başlı başına bir sorundur ve bu sorunlarla büyük ölçüde baş edebilmiş olan sembol kişi Sabri Efendi’nin de günü gelmiştir. Sabri Koçi Efendi’nin ömrü bütün bunları değiştirmek için yeterli gelmez ve 2004 yılında ebedi aleme yolcu edilir. Şimdilerde emanet bir şekilde Selim Muça’ya teslim edilmiş durumdadır. Komuniteti Musliman adındaki bizdeki Diyanet İşleri’ne eş değer bu yapının ise Başkan Yardımcısı Buyar Spahiu. Buyar Bey gerçekten adı gibi gönlü geniş ve cömert bir kimse. Ayrıca işinin ehli ve entelektüel de bir kişilik. İyi derecede Türkçe biliyor ve kendisi gibi Türkçe bilen birkaç değerli kişi ile birlikte Arnavutluk’ta geleceğin emin ellerde olacağı konusunda içimizde bir ümit doğmasına istemeden sebep oluyorlar.
YILAN HİKÂYESİ HALİNE GELEN TİRAN CAMİİ PROJESİ
Eski fotoğraflara baktığımızda Tiran’ın her yerinde görmekte olduğumuz camiiler, türbeler, minareler günümüz ne Tiran’ında ne de herhangi bir Arnavutluk şehrinde eskisi bolluğu ile bulunmamaktadır. Bazı Arnavut şehirlerinde bir tane varken bazılarında ise o dahi yoktur. Artık her sokakta birer “Casino” yani kumarhane, neredeyse her köşe başında bir içki dükkânı hizmet vermektedir. Şehir merkezinde tek kalabilen camii olan Ethem Bey Camii ise melül mahzun İskender Bey Meydanı’ndaki tek tarihi eser durumundadır. Oysa bu meydanda evvelce birbirine yakın halde 3 camii bulunuyordu. Bunlar Karapisit Camii, Süleyman Paşa Camii ve Ethem Bey Camii idi. Son kalabilen Ethem Bey Camii’nin açılmasına müteakip olarak meydanın arkasındaki diğer bir camii olan Yeni Pazar Camii (camia pazari te rri) açılır ve eski mimarisinden geriye kalan ne varsa o şekilde camiye dönüştürülür. Bir başka caddede sadece duvarları ayakta kalabilmiş olan Dine Hoca Camii ise Rruga Kavaja caddesindeki tek camiidir. Ve Tiran’ın son camii ise Rruga Elbasan Caddesi üzerindeki Tabakhane Camii’dir. (Camia Tabakeve) İşte Tiran’da günümüzde belli başlı bütün camiiler bunlardır. Sondan başa, baştan sona saymak isteyenler de aynı rakamı bulacaklardır. 4 tane. Tabii ki bu durum Cuma namazları için çok ciddi problemler meydana getirmektedir. Şehrin uzun yıllar belediye başkanlığını yapmış olan ve geçen seçimlerde koltuğunu kaybeden Hıristiyan kökenli belediye başkanı Edi Rama ve ülkede işleyen gizli bir politika sebebi ile, Müslümanlar yirmi yıldır camii talep etmekteler iken şehirde resmi olarak 114, gayri resmi olarak ise 140 kadar kilisenin yapılması sağlanmıştır.
Dahası adeta şaka gibi bir belediye kararı ile Parlamento binasının arkasındaki en görünür noktaya devasa bir Katolik kilisesi olan “Shen Pal” Kilisesi ile şehir meydanında eski Müslüman vakfı olduğu iddia edilen bir arazi üzerine Avrupa’nın en büyük ve lüks Ortodoks kiliselerinden birisi inşa edilir. Bu Ortodoks kilisesi ile Müslümanların ricası bir parça daha zedelenirken, cami yapılması için gereken boş alanların sayısı çok daha azalmış olur. Sonuç ortadadır ve şehirde 4 camiye karşın ve 114 kilise inşa edilmiştir. Buna rağmen adeta bir sus payı olarak bayram namazları Tiran’da şehrin en orta yerinde meydanda kılınmaktadır. Bayram namazı saatinde bütün şehir camileri kapatılıp sadece bu meydanda namazın kılınması Arnavutluk’ta bir gelenek haline gelmiştir. Edi Rama ki bir zamanlar Cami’yi de taşımayı ve ezanı duyulmayacak bir noktada yeniden inşa etmeyi düşünmekteydi. Ancak nedense bundan vazgeçer. Gariptir ki bütün bunlar Müslüman çoğunluklu bir ülkede gerçekleşmektedir. Ardından belediye seçimleri yaklaştığında cami taleplerini yatıştırmak için, söz konusu bir yeni ibadet mekanının inşa edileceği duyurulur. Ancak inşa edilmesi imkansız ve tartışmalı bir merkezi özel mülk üzerinde bu tür bir camiinin inşası hem mümkün değildir hem de Fransızlara çizdirilen yeni şehir imar planında bu camiye yer verilmemiştir. Kısacası Arnavutluk halkı kandırılmaktadır. Buna prim vermeyen Arnavutlar Edi Rama yerine Lulzim Başa’yı seçerler. Başa iş başına geçtiğinde bir sürelik dinginliğin ardından Tiran Camii projesini yeniden ele alır. Hali hazırda parlamento binasının arka bahçesine bakan bir Namazgah arazisi bulunmaktadır ve burası güzel havalarda bayram ve Cuma namazlarını açıkta kılmak için kurulu bir mekandır. Ancak senelerden beridir boş tutulan bu mekanın camii olarak imarı bir parça sıkıntılıdır zira arsa 2 bin 800 metre kare alan kaplayan bir halde olsa da L harfi şeklindedir ve bu “L” harfinin uzun bacağında kıbleye doğru inşa edilecek bir mimari yapı da küçücük kalmaktadır. Bu durumda yandaki boş bir arsanın da camiye katılması kısacası L harfinin içinin doldurulması da lüzumlu gelmektedir.
ÇATLAK SESLER EKSİK OLMUYOR
Camii için kimi çatlak sesler de yok değildir. Camiinin yapılacağı alanın parlamento binasının hemen yanında bulunmasından dolayı ülkenin laik vizyonuna zarar vereceğini söyleyen şahsiyetler nedense parlamento binasına bitişik bulunan az ötedeki “Shen Pal” Katolik Kilisesi’ni es geçmektedirler. İşte bütün bu laf kalabalığı içerisinde aklıselim ile düşünen Arnavut idarecileri şu günlerde Tiran Camii fikrini ciddi düşünüyor görünmekteler. Camii için proje yarışmaları düzenlenmesi fikri de gündemde hatta.
Camii planlarını ise Ankara’dan bir Türk mimar çoktan göndermiş bile. Muharrem Hilmi Şenalp, geleneksel bir mimari ile çizdiği projeyi Tiran Camii projesine bağışlamış. Ve şimdilerde akla gelen bir soru da şu: Camii Türk mimarisi ile mi yapılmalı? Özgün bir mimari ile mi? Ve bu günlerde Tiran’da, milliyetçiliğin işin içerisine girdiği bir nokta olarak camiye ömür boyu ayak basmayan kişiler dahi bu konuda görüş belirtmeye başlamış haldeler. Söz konusu camii, Arnavutluk’ta İslami yeniden doğuşun simgesi olacağı için yapılması çok şey ifade ediyor. “Vahhabiler” olarak bildiğimiz Selefi Müslümanların Tiran’daki önemli isimlerinden Ahmed Kalaja ise camii yapılsa da bayram namazlarının şehir merkezindeki meydanda kılınması gerektiğini belirtiyor. “Komuniteti Musliman Shqiperise” yani Arnavutluk Müslüman Cemaati yetkilileri ise bu konuda, tıpkı birçok konuda olduğu gibi işlerini yapıp polemiklerden uzak duruyorlar. Görünen o ki, Tiran Camii er ya da geç yapılacak. Ancak camii yapılmadan önce Arnavutluğun Avrupa Birliği’ne alınması konusunda ülke yöneticilerinin Avrupa’dan bir ses duymaları hükümetin elini hızlandıracak gibi görünüyor. Zira yaygın bir görüşe göre Arnavutluk’ta şehirlerin İslami kimliğe büründürülmemesi için bir gizli politika mevcut. Bu gizli politikanın tek sebebi AB’ye girme isteği. Bize bu durumda yine de ümit var olmak düşüyor. Arnavutluk, Türkiye’ye dost ve kardeş bir ülkedir. Ve illaki birilerine benzeyecekse öncelikle önünde kendisine model olabilecek ve hızla gelişen bir ülke olan Türkiye’ye benzeyebilir. Zaten bu benzerlik, ülkenin tarihine ve insanlarının gelenekleri ve genlerine işlemiş olan bir olgudur. Bir bölgede cami veya kiliselerin yapılması önemsiz bir olgu değil, ispatlanmış sonuçları ile insanların inançlarına tesiri saptanmış sosyolojik bir gerçektir. Yükselen binaların kimliği, gençlerin ve gelecek neslin eğilimini belirler. Yükselen her yapı yükselen inancı “in” yani moda hale getirirken, geride bırakılanı ise “out” yani eski moda kılar. Bunun psikolojik boyutunu bilenler ise çoktandır sahnededir ve Arnavutluk sahnesinde aktörler değişse de oyun nedense pek değişmemektedir. Ancak son yıllarda seyirciler salonu terk etmektedirler. Zira Arnavutluk nüfusunun 1/3’ü artık ülkede yaşamıyor. Son 20 yılda ülkeyi terk edenlerin sayısı milyonla ifade edilir boyutta. Ülkeye dinamizm getirecek olan projeler ise sadece kardeş ülke Türkiye’nin desteği ve rehberliği ile ortaya konabilir ve yönetilebilir. Arnavutluk bölgesinde küçük boyutuna rağmen büyük ya da daha doğrusu etkili bir ülke olmak istiyorsa, Türkiye Arnavutluk için çıkar hesabı yapmayan kara gün dostu tek ülkedir. Dileriz bu iki ülkenin dostluğu kıyamete dek sürsün ve her iki ülke de uluslararası arenada hak ettikleri yeri layığı ile alsın. Zaten olacağı da eninde sonunda budur. Bize ise sadece dua etmek değil daha çok duyurmak ve bilgilendirmek kalıyor.
Yüksel HOŞ
HABERLER
2 gün önceHABERLER
2 gün önceKÖŞE YAZARLARI
6 gün önceKÖŞE YAZARLARI
10 gün önceKÖŞE YAZARLARI
16 gün önce