Balkan coğrafyası, tarihin hemen her döneminde, oldukça önemli paylaşım ve nüfuz mücadelelerine ev sahipliği yapmıştır. Balkanların bu huyu, havasından mıdır? Suyundan mıdır? Bilinmez… Bilinen bir şey var ki, şimdilerde de Balkanlar da değişen pek bir şey yok. Sizin anlayacağınız havası da aynı suyu da. Yalnızca Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgeye olan asırlık kayıtsızlığı bugün yerini aşırı ilgiye bırakmış durumda. Rahmetli Özal hükümetinden bu yana en fazla ilgiyi gösteren günümüz iktidarı olmuştur.
Bölge için en fazla harcama ile yatırım musluklarının sonuna dek açılması yine bu döneme rastlar. Tarihte hiç olmadığı kadar çok karşılıklı ticari, ekonomik ve siyasi anlaşmalar ardı ardına imza altına alındı. Alındı alınmasına da âli heyetler yurtlarına döndüklerinde işler kimin takibine bırakıldı? Bırakılan işlerin yürüyüp yürümediği kontrol edildi mi? Her şey antlaşma metinlerindeki kadar saf ve durumuydu? Bu takip edildi mi? Sorularının cevaplarını gerçeklerde arayalım. Geçtiğimiz günler bir vesile ile Arnavutluk’a yolum düştü. İşimi bitirip henüz döndüm Türkiye’ye. Ayağımın tozu hala üzerinde. Hazır ben bu haldeyken, ziyaretlerim esnasında gözüme ve kulağıma takılan, ülkemizi de yakından ilgilendiren mevzuları olanca tozu ve toprağıyla sizinle de paylaşmak istiyorum. Bu yazımı, Hükümet organlarınca Balkanlarda “devam ettirilen” bir kısım işlerin coğrafyada seyreden yüzlerini özelliklede hükümetin dikkatini çekmek için kaleme alıyorum. İlgili, etkili ve yetkililerin dikkatine diyorum. 1 ay kadar doktora tezim gereği veri toplamak maksadıyla Arnavutluk’ta bulunduğumu öncesinde de belirtmiştim. Arnavutlukta geçirdiğim bu süre zarfında çok şaşırtıcı, insanı hayrete düşüren bazı şeylere şahit oldum. Ağzım açık müşahede ettiğim mevzuları örneklendirerek oradaki fotoğrafı huzurlarınıza taşıyayım. Afrika’da bir Türk yardım derneği vakti zamanında Afrikalı köylülere çift keçi doğuran keçi dağıtım kampanyası düzenlemişti. Keçiler iyi süt veren ve yem derdi olmayan fazla seçici olmayan hayvanlardır. Ve her yıl ikiz keçi doğuran bu hayvanlar ile Çad, Nijer gibi ülkelerde hayırlı işler yapılmıştı. Gel gelelim birileri bu hizmeti Arnavutluk’a, biraz da büyük ölçekte kopya çekmiş olmalı ki, Afrika’nın keçileri Arnavutluk’ta karşımıza Hollanda inekleri olarak çıkmış durumda. İlginç değil mi? Değerli okurlarım. Hadi gelin derinliklere doğru birlikte biraz dip dalalım. Yer Kuzey Arnavutluk’un “Malesia e madhe” ismiyle anılan cennetten köşe bir yöresi.
NEDEN O BÖLGE
Oldukça dağlık ve bir o kadar da güzel manzaralara sahip bu yörede, ekseriyetle Katolik Arnavutlar yaşar. Mali açıdan Arnavutluk’a göre durumları çok kötü sayılmaz. Zira burası son 20 yıldır İtalya’dan ciddi miktarlarda para yardımı da alan insanların kentidir. İtalyan Katolik yardım “relief” derneklerinden tutun da “Caritas” ve birkaç düzine yardım örgütü ve tabii ki İtalya hükümeti, oradaki dindaşlarını bir an olsun sahipsiz bırakmaz. Bizim ise bölgedeki gözümüz- kulağımız, elimiz- kolumuz ve gururumuz olan Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı yani kısa ismi ile TİKA. TİKA’ da Arnavutluk’ta bazı projeler yapmak için nedense Malesia e Madhe yöresini seçiyor. Hangi kıstasa göre burası seçildi? Bunu da sormakta fayda var. Orada halka Hollanda tipi süt inekleri dağıtılıyor TİKA tarafından. Amaç yöre hayvancılığı geliştirip insanların ekonomik refahına katkı sağlamak. Buraya dek her şey güzel. Ancak bir kaç inekten bahsetmiyoruz. Proje kapsamında ki alımı yapılan ve 300-500 bin Euro’luk rakamlara mal olduğu kulağımıza gelen bir projeden bahsediyoruz.
Hayvanları almakla bitmiyor bu işler. Onun özel yemleri de lazım ve çiftçiler ancak söz konusu yemleri kullanınca verim alınabiliyor hayvanlardan. Cahil köylüler ise hayvanlar bir müddet yeteri kadar süt vermeyince, beslemesi de bin bir meşakkatli geldiğinden hiç polemiğe girmiyorlar. Velhasıl öğrendiklerimize göre Arnavut köylüleri bizim TİKA’nın ineklerini bir bir kesip, bonfile, pirzola, homini gırtlak çoğunu kızartıp, kızartıp yemişler. TİKA’nın inekleri meselesi diye beni Malesia e Madhe köylüleri ile konuşmaya götüren ana sebep işte budur. Gülelim mi? Ağlayalım mı? Şaştık kaldık. Şimdiiii, inekler hangi kıstasa göre dağıtıldı? Çiftçiye baştan hangi eğitimi verdiler? Eğitimi kimler ve nasıl verdi? Süt toplama ve depolama hizmeti konusunda ne tür işlemler yapıldı? .hangi standartlara göre inekleri dağıtacakları aileleri belirlediler? Ne kadar yatırım yapıldı? Bunlar bir proje kapsamında mı yapıldı? Proje kapsamında yapıldı ise “output” yani çıktıları nedir? Kısacası bu yatırımın ardından beklenen hedef nedir? Ve bu hedeflerden kaçı gerçekleşmiştir? Yatırımın takibini nasıl yaptılar ve bu takip nereye kadar yapıldı? Zira kesilen inekler bu yatırımın takibinin yeterince yapılmadığını gösterir nitelikte. En önemlisi de bütün bu başarısız işler konusunda kulağımıza gelenlerden devlet ricali haberdar mıdır? Sayın Başbakan konu hakkında bilgi sahibimidir? Merak edenler için belirteyim. Orada şu anda Tika’nın İnekleri’nden büyük bir kısmı artık yok! İnanmayan varsa gitsin saysın. Verdiklerinin sayısı ile arta kalan saydıklarının sayısını halkımıza da açıklasınlar. Kuzey Arnavutluk’a müteaddit kez gitmişimdir. Her seferinde de köylüler ile konuşmuşumdur. Bu konu, kahve köşeleri ve köy meydanlarının komedi ve alay konusu olmuş durumda. Ülkemiz, TİKA’nın İNEK’leri yüzünden bu inekleri kesip yiyen Katolik köylülerin adeta alay konusu olmuş. İnekleri mideye indiren Arnavutlar hazmı kolaylaştıran kahvelerini yudumlarken; “Sa bujare qenka turqia o more shoku” Yani; ” Yahu şu Türkiye de ne kadar cömertmiş be arkadaş? Demeyi de ihmal etmiyorlar. İşittiğim bu lafın sebebini köylülere sorduğumda da, “Türkiye dağıttı işte. Bizimkiler de Hollanda ineği yemiş oldu.” diyorlar. Oldukça sıkıntı veren bir durum. İnsanın onuruna dokunması gereken bir sözdür bu sarf edilenler. Bu iş bununla da kalmayıp kesemize de dokunmuyor değil elbet.
TİKA’NIN KANALİZASYONUYLA SEÇİM PROPAGANDASI
Bir diğer sorumsuzluk ise belediyeye yapılan kanalizasyon yardımında. TİKA kanalizasyon yapıyor belediyeye katkı, insanlara hizmet olsun diye. Geçtiğimiz bir belediye seçimlerinde oluyor çok yeni bir hikâye değil bu. 2005 yılına aittir. Kanalizasyonu TİKA yapmasa zaten Arnavut devleti ya da belediyesi er geç de olsa yapacak. Yapıyorlar da zaten. Ancak TİKA, kanalizasyonu yaptığında ise sosyalist parti olan PS afişlerinde kanalizasyonu nazara veriyor… Kanalizasyon meselesini çözdük diyor ve bizim TİKA’nın parsasını topluyor. Böylesi saçma sapan işlerle TİKA’nın şuradan şuraya gidemeyeceğini entelektüel Arnavutlardan hatta belki onlardan da ziyade Türkiye dostu halk da anlamış. Çoğu kişiden aynı veryansınlar geliyor. “Türkiye, kaynaklarına ve vaktine yazık ediyor” diyorlar. Yunus Emre Kültür Merkezi için 15-20 bin Euro’luk mekânlar kiralanıyor. Bir müdür ve onca da maaşlı personel. Bana bunu ülkemize sempati duyan önemli bir Arnavut yetkili aynı şu sözlerle bildirdi.
“Biz, Türkiye burada tanınsın, örnek alınsın, gençler o yana baksın istiyoruz. O kiraya yazık daha orada istihdam edilen onca insan. Ama yapılan işten ses çıkıyor mu? Hayır! Bak Türkiye’de o kadar film yapılıyor. Daha buraya Fetih 1453 filmini tanıtan kimse gelmedi. Teklif dahi getirmediler. Bizim burada yapılmış kaliteli bir filme insanımız cebindeki o günlük parasını verir ama yine de gider. Bakın sanat filmleri dahi burada çokça gidiyor. Bir tane sanat filmi dahi gösterilmedi. Türk kısa filmleri haftası yapılamaz mıydı? Gayet tabi yapılırdı. Bu nasıl bir kültür merkezi anlayışı? Ziyan oluyor hem zamana hem mekâna hem de paraya. İtalyanların da yeri var ama kimse bilmiyor nerededir İtalyan kültür merkezi ya da derneği. Fakat Arnavutluk’ta her hafta İtalya’nın üç beş etkinliği var. Etkinlik takvimlerinde bir yılda 150’den fazla etkinlik var. İnsanların İtalya ile yatıp kalkmaları boş değil. Zaten İtalya çok az bir yatırımla bunu hallediyor. Türkiye’nin akıttıkları yanında neredeyse hiç. Üstüne kazanıyor da.”
VAR OĞLU VAR
Araştırdım ve önüme çıkan sonuçlar şunlar.
Arnavut üniversitelerinde İtalyan etkinlikleri ve akademik organizasyonları var.
İtalyan bale ve müzikal haftası var. (Harran da opera ve bale organize edenlerin dikkatine..Haydi iş başına)
İtalyan kısa filmleri haftası var.
Opera binasında, İtalyan haftası yapıyorlar ve İtalya var
Sinema haftası yapıyorlar ve İtalya yine var
İtalyan tiyatro günleri ve İtalya yine sahnede
İtalyan mutfak günleri ve İtalya tabii ki var
İtalyan dans günleri ve İtalya var
Var, var, var… Devam ediyorum.
İtalyan girişimcilik ve haftası yapılıyor, İtalya konuşuluyor.
İtalyan fırsat günleri yapılıyor, İtalya konuşuluyor.
İtalyan eğitim fuarı yapılıyor, gençler İtalya ile yatıp kalkıyor.
İtalyan politika kursları yapılıyor, partilerin gençlik örgütleri İtalya’yı konuşuyor.
İtalyan ürünleri haftası yapılıyor, tüketiciler İtalya’yı konuşuyor.
İtalyan dil ve sanat haftası yapılıyor, sanatçısı ve entelektüeli her camiada İtalya konuşuluyor.
Daha bir yığın şey. Ama sorsanız nerede bu İtalyan Kültür Derneği? Pek kimse de yerini bilmez. Yani çok merkezde olmayan bir yerde 800 ila 1000 Euro’luk bir mekândır kiraladıkları yer. Tamam. Büyük devlet imajımız için önemli bir yerde kendimizi nazara vermemiz güzeldir. Bu tür paraları görmek ve buraya kafa yormak yanlıştır ancak ortaya çıkan işi sorgulamak da lazımdır. Ne çıkıyor? Arnavutluk’ta bir “Ezel” dizisinin meydana getirdiği kadar etki yapmıyor ne Tika ne de Yunus Emre kültür derneğimizin o sözüm ona milyon euroluk faaliyetleri. İnsanlar Ezel’i konuşuyorlar. Kenan İmirzalioğlu’nun ve Haluk Bilginer’in bir sonraki macerasını. Ancak Ezel dizisini izlerken yedikleri bisküvi İtalyan bisküvisi. Reklam aralarında geçen ürünlerin de çoğu yabancı ürünler. Türk dizisi izleniyor ancak Türkiye imajı dizi ile beraber bitiyor. Ertesi sabaha ise Arnavut kafeteryalarında güne “Lavazza”, “Lori cafe”, “İlly” ve “Ama” gibi İtalyan ve diğer Avrupalı kahve markaların kahvelerini içerek başlanıyor Tiran’da. Türkiye ise bolca harcayan ancak en başta da boşa vakit harcayan ülke oluyor yine. Avusturyalılar bile piyasaya yeni girdiler ve Arnavutlukta çılgınca bir Almanca dili öğrenme patlaması var bu sene. Avusturya veya Alman kültür derneği nerede? Diyorsanız, merkezde yok öyle bir yer. O da bilmem nerede bir yerde.
ARNAVUT PROFESÖRÜN İSTEĞİ
TİKA ile görüşmek isteyen bir Arnavut profesörü ile yemek yedim. Üzerine basaraktan “Biz para istemiyoruz. Para meydana getirmek için bir fikrimiz bir iş birliği çabamız var” diyor. Bana, “TİKA ile bir görüşme ayarlamanız mümkün müdür?” şeklinde sordu. İsmi bende saklı olan söz konusu kişi Tiran’daki bir üniversitesinin bilim adamlarındandır. Sıkça TV haberlerine ve haber programlarına konuşmacı olarak çağırılır. Sözü dinlenen fikir adamlarından ve aktif kişilerindendir. Türkiye ile bilim projeleri yapmak istiyor, bilim merkezi kurmak, patent ve icat üzerine çok fazla sayıda iş yapmak istiyor. Tabii ki bu konuda ciddi de bir avantajı var. Zira kendisine dünyanın dört bir yanındaki Arnavut diasporasından bilgi akışı oluyor ve “bunları kullanalım” diye bana özellikle ricada bulunmuştur. Ricaya minnet, elçiye zeval olmaz düşüncesiyle TİKA’yı aradım. Kaç kez derseniz tam. 29 gün boyunca aradım. Yanlış okumadınız, evet, tamı tamına 29 gün boyunca müteaddit kereler aradım. Sekretarya her defasında “Siz misiniz Yüksel bey?” diyene kadar aradım. İnatla değil, İhlâsla aradım. Her seferinde de sekretaryadan aldığım cevap“Notunuzu aldık. Sizi arayacaklar. Sorumlumuz şu anda burada yoklar. Mesai bitti, çıktılar” şeklinde oldu. Sonuçta 30.günde de arayıp aynı cevabı aldım. Zira ekim ayında yapılacak olan IBAC 2012 Balkan Konferansı’nın Tiran’daki organizasyonuna belki katkıları yahut referansları olur diye TİKA yetkilileri ile telefon görüşmesi bile yapmak nasip olmadı. 30 kez arama ve bırakılan 30 not. Ne bir Allah’ın kulu ne de tek bir kimse, ne beni aradı nede geri dönüş oldu. Tüm bu yoğun gayretlerimden sonra anladım ki, inekleri Arnavutlar’a yediren TİKA’dan iş çıkmayacak. Bundan da zinhar emin olduğum için aramayı bırakıp yazmaya başladım. Hikâyemi de böylelikle kaleme almış oldum. Zira Başbakanlık neler olup bittiğini bilmeli. Olanlardan sanırım Başbakanın ve Dışişleri Bakanının haberi yok. Her şey bununla kalsa iyi. Dahası da var. Gelin biraz da dahasına bakalım.. “Komuniteti Myslimani Shqiperise” yani Arnavutluk İslam cemaati. Tiran’a 21 senedir yapmak istedikleri camii için çıkmaza girmiş durumdalar. Bu konuda belki yapılacak tek iş başbakanımızdan gelen bir telefon. Zira arazileri var ancak L harfi şeklinde ve kıbleye bakacak olan camii çok küçük kalıyor. Yanı başlarındaki arsa ise boş. Camiyi yapacakları bu arsa için de 13 milyon Euro isteniyor. Dahası Arnavut devletinin derin kulislerinden gelen bir söz ise çok daha kafa karıştırıcı. “Parayı bulsanız dahi parlamento binasına yakın bu mekâna cami yapmanıza müsaade etmeyiz” diyormuş Arnavutluk’un derini ve dehlizleri sevenleri. Ancak 21 yıldır 21 Kurban, ve 21 Ramazan Bayramı’nda ülkenin devlet kademesinden, cumhurbaşkanından belediye başkanına dek cami sözü veriliyor ve adeta Müslümanlarla alay ediliyor. Parlamento binasının tam arkasına yapılan Shen Pal Katolik Kilisesi ile İskenderbey Meydanı’na yapılan Ortodoks katedrali ise Tiran’daki parmakla sayılacak kadar az olan Hıristiyan nüfus için adeta gurur abideleri. Tüm kiliselerin sayısı ise 100’ün üzerinde. Bu da sadece başkentteki rakamdır. Eskiden Tiran Fotoğraflarında görülen 27 camiden ise günümüzde sadece bir elin parmakları kadarı kalabilmiş. Bir cami yapılsa dahi bu yapılan sadece “sus payı” camii olabilir ancak ona dahi razılar bu masum insanlar. Konuştuğum ve ismini gizli tutacağıma dair kendisini temin ettiğim bürokrat bir Arnavut, bana bu konuda aynen şunu söylemişti. “Türkiye’den Başbakan, bizim Başbakanı aradığında olaylar güzel gelişebiliyor. Ancak Türk Başbakanının bir adamı buradaki Türk elçiliği ya da konsolosluğunu aradığında, konsolosluktan bizim Başbakana o laf rica şeklinde bile değil, tavsiye şeklinde ulaşıyor ve etkisini yitiriyor. Bu kanala dikkatleri çekiyorum. Yoksa köstebek mi diyorum? Ayrıca ekliyor ve “ Siz neden para harcıyorsunuz ki? Dizi yapın.. en iyisi. Onu iyi yapıyorsunuz” diyor bu kişi. Kısacası belki Arnavutların güvenini de kaybetmeye başlıyoruz.
TÜRKÇE UZMANI REHBERİN SÖYLEDİKLERİ
Meseleye bir diğer boyutu ise Arnavutluk’ta Türkçeye en hakim tercüman olarak bilinen değerli dostum Edvin Cami’den geliyor. Diyaloğumuzda bana anlattıklarına tek kelime eklemeden yazıyorum:
“Dediklerin doğrudur Yüksel. Eskiden TİKA’daki idarecilerden biri benden Arnavutluk’taki TİKA faaliyetlerini anlatan bir kitabi Türkçe’den İngilizce’ye çevirmemi istedi. Ben de yaptım. Çevirerek okudum da. Çok iş yapılıyor gibi bir izlenim verilirse de, işin çok olmadığı belliydi, ama her şeyden önce birçok işin bir işe yaramadığı kesindi. Adamlar, Arnavut bir asker adamın Türk-Arnavutluk kardeşliği ile ilgili yazdığı bir kitabın nüshalarını bile satın almışlar ve bunu faaliyet olarak gösteriyorlar. Her ortaya çıkan biri Türkiye’yi ve Atatürk’ü öven bir kitap yazarsa bunlar ne yapacak? Gidip de kitaplarını satın mı alacak? Ama merkezden uzak birimlerin, nazara vermelik İnekli kanalizasyonlu işleri işte.. Ne yaparsın ki? TİKA nedir? Benim için de budur işte. Keşke fazlasını da görsek…”
Belki de TİKA’yı ve Yunus Emre Kültür Derneği’ni kapatmanın ve ‘ Ezel, Muhteşem Yüzyıl ve Öyle bir geçer zamanki’ gibi filmleri daha da fazla desteklemenin zamanıdır. Belki desteklersek o filmlere hiç girmemiş olan milli ve manevi öğeleri de sokmayı başarırız. Malum, Türk dizilerinde hiç ezan okunmuyor ve hiçbir başı bağlı, tesettürlü insan yok. Malum, borç alan, emir de alır. Belki de TİKA ve Yunus Emre’yi kapatmadan bir çözüm bulmak gerekir. Zaten daha 2009 yılında Arnavut basınına dahi yansıyan TİKA Arnavutluk merkezindeki komik kavga hala hafızalarımızdaki tazeliğini korumakta. Vizyonu daha düzgün ve iş yapabilecek, iş üretebilecek, tüccar mantığındaki, kar zarar hesabını bilen insanlarla devam etmeli belki de yolun kalan kısmına. Yoksa nereye kadar adımızı duyurabiliriz ki? Zira memur mantığı Arnavutluk’taki Türk yetkilileri çakılı turistler gibi davetler, açılışlar ve yemeklerde şişirmekten ve dünyalığa saplamaktan öte bir mantık değil. Körler sağırlar birbirlerini ağırlar. Kosova’da, Prizren’deki Sinan Paşa Camii’nin yenilemesinin bile 3 sene kadar uzun bir süre tuttuğunu belirtmekte fayda var. Sanırım bu camii ecdat tarafından yapımı en kısa sürede bitirilen camii 7 ya da 8 ay gibi kısa bir sürede tamamlanan camiinin restorasyonu 3 yıl sürer mi? Demek ki sürüyormuş. Mostar köprüsü değildir bu. Camiidir sonuçta. Yıkılmamıştı ki, yeniden yapılsın. Altı üstü yenileme. Mostar köprüsünün tamiri dahi o kadar uzun sürmemişti. Enteresandır ki, TİKA Arnavutça’da “Bıçak” demektir. Sadece bir tesadüf. Bu bıçak, taştan, mermerden beyhude projelerden köreldiğinde ve yorulduklarında ortada bize bakan yüzüyle ve bizim için Balkanlar kalmayacak. Çok geç kalacağız. Ve işte en son söz! Bunu söyleyen kişi de yine çok güvendiğim, oradaki Türk dostu bir yetkili. Sözlerini çevirerek aktarıyorum:“Bizim kuzeyde, İşkodra’daki Osmanlı camii var. Kurşunlu camii. “Xhamia e Plumbit” diyoruz. Senelerdir suyun içerisinde ve yıkık minaresi ile dahi olsa hala dik duruyor en azından bir süre daha duracak gibi. Ancak zaman, onu da yerle bir edecek. Çünkü iş artık zamana kaldı. Her yanı rutubetli ve dahası Cami yarı beline dek suyun içerisinde yüzüyor ve kimseden ses seda çıkmıyor. Türkiye’den geldiler. Biz bu işe el atalım dediler. Halen ses yok. Kimse bir şey yapmadı. Acaba dalga mı geçtiler Yüksel ne dersin?” Bazen başbakan ve dışişleri bakanı arkasını döndüğünde işler aynı şekilde işlemeyebiliyor ve bunun onlar da farkındalar. Belki bu yüzdendir ki üzerine basa basa, “Bunu duyurursanız seviniriz” dediler. Duyurduk. Dahası Başbakan’a mektup yazan Bektaşi dervişi torunu Tahir amcanın da havada kalan bir isteği vardı. Bu konuda kendisine de ulaştık. Halen bir gelişme yok. “Ben yine de Türkiye’den, Başbakandan ümitliyim. En azından konsolosluğa çağırdılar, sordular meselemi. Bizim hükümet en azından bunu da demiyor. Konsolos sordu, ben de anlattım. Onlar da “bir bakalım” dediler. “Ben de bekliyorum.” Diyor. Sesimizi duyurursanız seviniriz diyenlerin ricası üzerine elimizden geleni dilimizden geldiğince yazdık. Dileriz en yukarıya da ulaşır. Arnavut değilim. Başbakan da değil, Dışişleri Bakanımız da değil. Padişahlar da Arnavut değillerdi. Ancak orayı asırlar boyu şefkatle, sevgi ve hoşgörü ile daima sahiplendiler. Onları kendimizden ayırt etmedik. Çünkü Arnavutlar hep evlatlarımızdı. Türkler ne kadar aynı vatanın evladı ise.
Onlar da o kadar o vatanın evlatlarıydı.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
4 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
6 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
6 gün önceHABERLER
8 gün önceHABERLER
13 gün önce