DOLAR 35,2068 0.3%
EURO 36,7672 0.92%
ALTIN 2.968,331,32
BITCOIN 34546755.12609%
İzmir
16°

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

321 okunma

Türkçenin gizli neferi Ethem Baymak‘ın rengi ve dizeleri

ABONE OL
10/02/2014 21:36
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ethem-BaymakOnu Türkiye’de o kadar çok insan bilip sayıyor ve o kadar çok yüreği Kosova’ya bağlıyor ki. Sanırım köprüleri resmetmekten öte bunu hayata geçirmek onun bir yaşam gayesi olmuş. Hayatı onu hep anavatan ile balkanlar arasında bir köprü vazifesi ile onurlandırmış.

Kumruların ötüşündeki bir sabaha uyanmamak ile uyanmak arasında idi satırlarım. Sahi kumrular guguk diye mi öterdi. Geçen gün de bu sesi duymuştum lakin ben guguk kuşu aramıştım ortalarda meğer bu ufaklıkmış şimdi anlıyorum ben ona o bana bakışıyoruz. O sesleniyor ben sesleniyorum ona gel diye. Bahar geldi diye mi daha sevinçli ötüyor. Yoksa o öttüğü için mi bahar. Sesindeki ritimde karıştı yorum bende. Yaşam uyanmış satırlarımda e ben niye uyanamıyorum. İki saat uyursan böyle olur diyor arkadaşım çayımı getirirken şştt diyorum sus yazmam lazım. Ne mümkün kumru ile bakışıyoruz. Oysaki saat kadranı vardı eskiden. Tık tık diye geçen zamanın attığını duyardınız da. Şimdi her şey dijital. Bazen seviyorum da, bazen özlemiyor değilim hani saat kadranının tınısını saman kâğıtlarının kokusunu. Dergilerin o canım rengârenk birinci hamur kâğıt baskısını. Mürekkebi hatta diviti bile… Ne güzeldi eskiden yazı yazmak. Mürekkebin sayfayı yalayıp geçişini görürdün tıpkı bir fırçanın yağlı boyada dans etmesi gibi idi. Yazarlar mürekkep kokusunda, ressamlar boya kokusunda başka bir hayata tutunurlardı. Ya biz öylemi laptopta yazıyoruz tıkırda tıkır. Akrilik boyanın icadında hemen kuruyan mat bir boya ile çoğu zaman yağlı boyadan uzun zaman kaçışarak boyuyoruz resimlerimizi. Zamanı bahane edip ki bu çağda ayak uydurmak ne mümkün kovaladıkça kaçıyor meret ne zaman bir hafta oldu anlamadım bile? Yetişmek için çabuk kuruyor e hızlı yazılıyor, dokunmatiği daha iyi gibisinden tutunup bir kenarından teknoloji ile harmanlanıyoruz. Bazen aklıma gelmiyor değil hocamın o canım tablolarında yağlı boya ile valsını. Ben kumla çalıştığım için benim iş ağır iş. Malzemeyi kar yay derken atölyemi yoksa hafriyat odası mı belli olmayan bir yerde canhıraş bir şekilde çalışıyorum. Oysaki hocam öylemi oturuyor evinin üst katındaki boya, çerçeve kâğıt ve kitap kokularının birbirlerine sinip sarmaş dolaş oldukları ibadethaneye benzeyen mütevazı atölyesinde, ibadet edercesine eğildiği sehpanın üzerinde ufaktan sanat müziği tınısında yavaş yavaş, demlene demlene vuruyor fırçalarını kimi zaman Mostar’ın kimi zaman da bir sokak arasındaki yıkık bir Osmanlı evin taş eşiklerine. Bazen durup düşünüyorum da ne çok şey öğrenmişim ondan. Baba dememde bundandır. İkisi de bana yıllar evvel bir söz demişlerdi birbirlerinden habersiz beni şimdi değil yıllar geçtikçe anlayacaksın. E ikisi de aynı topraktan olduğundan mı bilemem ama ikisinin de bana babalık yaptığı bir gerçek biri mecburen biri ise sırf yürekten. Evet, satırlarım bu hafta Balkanların çok yönlü bir sanatçısını yazacak belli. Ben dursam da onlar akıp gidiyorlar. Şırıl şırıl bir akarsu gibi. Yazdıkça yazasım geliyor. E konuda çok derin hangi yönünü anlatayım ressamlığını mı, şairliğini mi, yazarlığını mı gazeteciliğini mi, kitaplarını mı, dostluğunu mu yoksa zamana bile direnerek yansıttığı eline alıp tutunduğu Türklük için verdiği çabayı mı. Öyle bir derya var ki önümde yazmak için yaz yaz bitmez. Onu Türkiye’de o kadar çok insan bilip sayıyor ve o kadar çok yüreği Kosova’ya bağlıyor ki. Sanırım köprüleri resmetmekten öte bunu hayata geçirmek onun bir yaşam gayesi olmuş. Hayatı onu hep anavatan ile balkanlar arasında bir köprü vazifesi ile onurlandırmış. Bu işi de gayet başarı ile yaptığı bu sene aldığı ödülle belgeleniyor aslında. Gerçi zaten satırlarımın amacı bu idi buradan yola çıkmıştım. Ama yine klasik Fatma Elvin üslubu bir dolanıp geldik esas konuya. Ethem Baymak’tan bahsediyorum. Beş yüz kusur yıllık kocaman ve şanlı bir tarih yelpazesinde atalarımızın inşa edip bizlere miras bıraktıkları o birbirinden güzel ve değerli camilerin, medreselerin, köprülerin, hamamların, çeşmelerin sadık bekçisinden. Yıllardan beri bıkıp usanmadan yüklenip taşıdığı bu kutsal ve soylu misyonla Türk eserlerini bağrında sonsuz bir sevgiyle kucaklayıp hamurlayarak tablolarında yaşatmaya çalışan bir sanatçıdan. Yeni kurulmuş ülkesini canla başla tanıtan bizleri orada ağırlamak için organizasyonlar yapan, bütün sanatçı dostlarını yürekten Kosova’ya bağlayan. Kökenlerimizi buldurtan. Ve hepimizi bir balkan neferi haline getiren soylu bir aydından, can bir dosttan. Çoğumuz için bir babadan bahsetmek istiyorum. Dilim döndükçe bilgim yetiştikçe.

AÇTIM BALKAN GÜNLÜĞÜ’NE

Nerede kalmıştık bir sabah uyandığımda açtım hemen Balkan Günlüğü’mün sayfasını e ne olmuş dün Balkanlarda bilmeliyim. Bizim eller ne âlem de. Bir bakıyorum bir başlık haber aynen şöyle; Prizren Belediyesi Kültür Gençlik ve Spor Müdürlüğü düzenlediği tören ile 2012 yılında en başarılı dernek, festivali sanatçı ve sporcuları ödüllendirdi.Ödül töreninde ödüle layık görülenleri kutlayan Prizren Belediye Başkanı Ramadan Muja, başarılarının devamını diledi. “Doğru Yol” Türk Kültür Sanat Derneği sırasıyla dördüncü kez en etkin dernek ödülünü kazanırken bu yıl Türk sanatçıların rekor sayıda ödül aldığı gözlendi. Ödül Komisyonunda bu yıl Türk toplumunu Prizren Belediye Başkan Yardımcısı Orhan Lopar temsil etti. Prizren Belediyesi Kültür Gençlik ve Spor Müdürlüğü ödüllerini layık görülen Türk dernek ve sanatçıları şöyle:

“Doğru Yol” Türk Kültür Sanat Derneği
“Rumeli” Türk Tiyatro Sanatçıları Derneği, Sanatla Uyanmak Festivali, Kosova Türk Yazarlar Birliği
Sanatçılar: Asım Mongovci -en iyi tiyatro sanatçısı, Ethem Baymak –en iyi ressam, Barış Karamuço – en iyi yönetmen, Enis Tabak -en iyi gazeteci

Bir gurur bir onur tablosunda başım dönüyor. Tebrik ediyorum ve hakkı idi diyorum içimden. Hem sanatla uyanmak festivalinin hem de bu festivali canla başla yokluklarla zorluklarla idare eden Ethem Baymak’ın. Sonrasında epey bir zaman geçirdim bu röportaj için, ben kaleme almaktan gocundum önce yazamadım tıkandım, oyalandım sallandıkça sallandım, bir utandım sebepsizce, bir çekingenlik peydahlandı. Sonra dedim ki ben anlatmaz isem kim anlatacak. İşte satırlar başladı dökülmeye bu güven ile birlikte. Bu arada aramızda kalsın satırlar dökülmeye diye diye tam üç sayfa yazmışım heyhat. Biraz sohbet edelim kendisi ile istiyorum biliyorum hemen utanır övülmek istemez. Ama biraz zorluyor ve satırlarıma konuk olmaya ikna ediyorum kendisini. Ve telefonun öbür ucunda biraz hal hatır sohbetinden sonra soruyorum kendisine sanatçılığının amacında bir misyon yatıyor aslında, bir amaca bağlıyorsun kendini yanılıyor muyum? Peki bu üstlendiğin misyonu anlatır mısın bizlere?

KAYBOLAN OSMANLI ESERLERİ

Ethem-Baymak1“Gerek savaşlar, gerekse ihmaller ve kasıtlar yüzünden Osmanlı döneminden günümüze dek gelip ayakta kalabilen birçok eserlerimiz yok oluyor. Onları unutulmuşluktan, yok olmaktan kurtarıp genç kuşaklara aktarabilmek için yapıyorum bütün bunları, ” diyor mütevazı bir tavırla. Gözlerim karşımda duran Mostar Köprüsü tablosuna takılıyor. Bu Osmanlı şaheseri Ethem Baymak’ın tablosunda tüm görkemliliğiyle canlılığını koruyor gibi hâlâ… Işıkla en iyi oynayan ressamlardan biri olmasından sanırım tablo üç boyutlu gibi. Sağından baksam oradan selamlıyor beni solundan baksam oradan. Biraz hamle etsem kendimi Mostar da bulacak gibiyim. Sanki gizli bir geçit açılacakta içine düşüvereceğim gibi heybetli duruyor karşımda. Bu kadar da canlı yapılmaz be üstat diyorum fısıltı ile konuşmasına komşu. Ne diyorsun diye soruyor. Bahsediyorum ruh halimden. Hemen meşhur hadee narasını patlatıveriyor. Ben onu ne zaman övsem yaptığı gibi uzun bir hade… Sonra kıyamıyor da şükür ki biraz bahsediyor. “O köprüyü savaşta daha Hırvat topçusu tarafından yıkılmadan yapmıştım. Ve bundan da tarif edilemez çok büyük bir mutluluk duyuyorum. Şimdiye dek açtığım sergilerde binlerce sanatsevere takdim edebilmek çok büyük bir zevk, ” diyor. Biliyorum hocam diyorum o zevk bize de ait bize de seyrederken içinde kaybolduğum kaç tablo sayabiliyorum ki bu devirde, yâda atalarımın izini sürebildiğim… Sessizliğimden de sesimden de telefonda olsa bile ruh halini okuyabilen bir sanatçı o. Ne oldu be kız durdun yine? Ne cin sorular döndürüyorsun kafanda beni çok zorlama diye azarla karışık gülümsüyor. Estağfurullah üstadım diyorum. Yok, yok diyor sen ne cadısın biraz gülme molasından sonra hemen geçiyorum soruma. Peki diyorum hiç yorulmuyor musun o etkinlik bu festival koşup duruyorsun. ‘’Koşmaz isem yorulurum işte o zaman yaşlanırım diyor. Hayatın dişlilerine takılmamak için direnmek için hayatla bir hareket etmek lazım diyor. İşim benim enerjim en büyük aşkımsa boyalarım tuvalim, her buluşmama daha bir heyecanla gidip kendimi onun kollarında sakinliyorum. Deli kırmızılarda coşarken, dere mavisinde yıkanıyor. Taşlarda güneşleniyorum. Sonra geriye yaslanıp derin bir rahatlamada bakıyorum her bir mimari canlandıkça tablolarıma. Ama biliyorsun eşim de en büyük desteğim kadıncağızı tutup kolundan onun gözü ile seyretmezsem tablomu hah şimdi oldu diyemiyorum. Saat kaç olursa olsun bitirdim mi tablomu tablom ve ben hanımın karşısındayız. O benim tarafsız gözlerim.” İşte diyorum ne güzel bir eşlik tanımı bu. Zaten başarılarınızdan da belli hocam. Evde huzur ve mutluluk olmasa başarı mı olur? Olsa da ne olur değil mi? Öyle diyor  “ Huzur ve eş sanatçının yoldaşıdır. Hayatı düzgün olmaz ise nasıl yaratabilir ki? Anam, eşim, çocuklarım olmadan ben ne kadar var olabilirdim ki?” Hazır biraz duygusal teline basmışken hocamın belki o güzel şiirlerinden mırıldanır diye önce ben başlıyorum usul bir sessizlik ile en sevdiğim şiirlerinden birine… Bir akşam vakti kar yine yağıyordu ki… Şehir upuzun uykusunda… Sıcacık çorbasını yudumladı dememe kalmadan uzun yıllar gazetecilik ve radyoculuk yapan tok bir ses ile başlıyor dizelerine.

 

Bir akşam vakti kar yine yağıyordu ki

Şehir upuzun uykusunda

Sıcacık çorbasını yudumladı

Zamanın dişleri bir bir dökülüyor

Saatin ters dönen akrebine inat

İki kişi geldi /siyah deri paltolu

Kapıyı çaldılar /babamı aldılar.

Anam / anadilimi ve beni gizledi

Şiirimin son dizesinde…

İkimizde de bir sessizlik. Duruyorum soruyorum gerçekten sakladı mı? Oda bana soruyor sence? Hemen Nobel Ödülü sahibi Yugoslav yazarı İvo Andriç’in “Drina Köprüsü” adlı romanının bir yerinde Osmanlı’nın çekilişinden sonra Balkanlar’da kalan Türkler’den söz ederken “… Ve onlar da sular çekildikten sonra karada kalan su bitkileri gibi, aldatılmış, bırakılmış, kendi alın yazılarıyla baş başa kalmışlardı… ” Cümleleri geçiyor aklımdan dudaklarıma… Ama diyorum her şeye karşın zamana, haksızlıklara, unutulmuşluğa karşı sanatla, sanatlarında atalarından kalan mirasın bekçiliğini yapmakla direniyorsun; ayakta kalmaktan ötesine geçip bizlere bile öğretiyorsun. Gülümsüyor hissediyorum. Ve ekliyor Sanatının özünü de anlatıveriyor aslında bir iki tümceyle:  “Sanatımda halkımın yazgısını, varlığını ve yaşamını, çilelerini yansıtmaya çalışıyorum,” diyor. Sonra da sözlerine “sanatçı önce kendi kültürünü yaratmalı, sonra da evrenselliğe açılmalı…”yolundaki görüşünü ekliyor. Hak veriyorum kendisine. Evet, diyeceklerine söz yok. Resimlerine, şiirlerinde, denemelerinde genellikle hep bu özellikler yansıyor Ethem Baymak’ın. Biraz daha sohbetin bağlarına dem vurduktan sonra helalleşiyoruz ayrılırken… Gün gelecek biliyorum, Ethem Baymak nasıl ki atalarımızdan bize miras kalan o çok kıymetli tarihi ve dini eserleri büyük bir özveriyle satır aralarından, tarihin tozlu yıllarından kurtarıp yaşatmaya çalışıyorsa, genç kuşaklar da, meslektaşlarının aralarında kendisine “Babo” benimse Babam diye hitap ettiğim sanatçı, dost insan Ethem Baymak ‘da kişiliği, sanatı, dertleri ve özlemleriyle bir sonraki kuşaklara aktaracak, ölümsüzleştireceklerdir. Çünkü Ethem Baymak, bu dost sanatçı kökleri yüzyıllara uzanan kocaman bir çınar gibi ayakta dimdik ve de yaprakları kocaman bir çınarın yaprakları gibi umutlu… Kendi de, sanatı da Osmanlının kocaman çınarı ile bütünleşmiş. Gün geçtikçe dallanıyor budaklanıyor. Her bir etkinlikte yeniden yeşerip yapraklanıyor ve meyveleri düşüyor dallarından. Bize ise sırtımızı yaslayıp koltuğumuzda o canım tablolara karşı oturup elimizde Ethem Baymak kitabı, Balkan manzaralarında mısralarda dinlenmek, çoğu zaman düşünmek, belki de geçmişten geleceğe şöyle bir turlamak hatta hatta merakımız uyanıp geçmişi karıştırıp bilgilenmek düşüyor. Ben Nisan’ı iple çekiyorum şahsen neden diyeceksiniz. Aramızda kalsın bu dediklerimi yapmak için yeni taptaze bir fırsatım olacak. Aldığım bir duyuma göre; 23 Nisan Kosova Türkleri Milli Bayramı vesilesi ile Kosova Demokratik Türk Partisi Çerçevesinde Ethem Baymak ‘ın yeni kitabı olan  ‘’ Türkçem Rumeli’nin Onur Bayrağı ( Balkan Türk şiiri üzerine incelemeler) ‘’ yayımlanacak. Az kaldı ve heyecan ile bekliyorum, sabırsızlıkla çünkü ben her bir şiirden öyle bir zevk alıyorum ki. Kitaplarını elimden düşürmüyorum desem yeridir. E şimdi de sırada hem şiir hem yazın hem Türkçe hem de Ethem Baymak kaleminden, daha ne denebilir ki! Bir sonraki yazımızda başka bir edebiyatçımızın sohbet durağında mola vermek üzere hoşça ve sevgi ile kalın.

FATMA ELVİN ÖZTÜRK

 

 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP