Geçtiğimiz hafta beş günlük kısa bir tatil amacıyla İzmir ve Ayvalık’a gittik. İlk iki günümüzü İzmir’de, geriye kalan üç günümüzü de Ayvalık’ta geçirdik. İzmir’in öğrencilik yıllarımdaki yeri bir başkadır. O yıllardaki İzmir ile ilgili anı ve maceralarımız oldukça çoktur. Öyle veya böyle ben İzmir’i çok seviyorum. Ayvalık’a bugüne kadar hiç gitme imkânım olmamıştı. Ayvalık’ı çok beğendik. Cunda Adası’na gittik, gördük, gezdik, orası da çok güzel bir yer.
Ayvalık’a varışımın akabinde, ilk iş olarak Midilli’ye ertesi gün gitmek için Jale feribotlarından bilet temin etmek oldu. Midilli’nin geçmişte bir Osmanlı Adası oluşu, gitme nedenlerimin başında geliyordu. Ayvalık’taki ikinci günde, takriben iki saatlik bir feribot yolculuğundan sonra Midilli’ye vardık. Midilli oldukça büyük bir sahil kenti; sahildeki ana caddeyi baştan sona kadar dolaştık. Gözlerim hep Osmanlı’dan kalma tarihi bir şeyler (yapılar) arıyordu sanki. Dayanamayıp birisine “Burada hiç Osmanlı eseri yok mu?” diye sordum. Aldığım cevap beni hayretler içine düşürdü. Midilli yüzyıllarca Osmanlı yönetiminde bulunmuştu. Bugün ise Osmanlı’dan kalma beş eser bulunduğunu, bunların ikisinin Midilli kentinde, diğer üçünün diğer öteki beldelerde olduğunu söyleyerek uzaktan uzağa minaresinin yarısı olmayan bir cami gösterildi. Daha iç sokakları dolaşarak “Osmanlı eserleri hariç” şehrin geçmiş dokusunu muhafaza etmişler. Tekrardan sahil caddesine inerek oradaki bir pastaneye girip oturduk. Pastanenin binası belli ki eskiden kalma restore edilmiş bir yer. Orada üç fotoğraf dikkatimi çekti. Bu fotoğraflar 1912’de çekilmiş, büyütülerek devasa panolar halinde pastane duvarını boydan boya kaplıyordu.
MİDİLLİ LİMANI
Fotoğraflar o günkü Midilli Limanı’nı, küçük sandallardaki fesli büyük, küçük (çocuk) Türklerin Midilli’yi terk edişlerini gösteriyordu. Pastanede olduğum süre içerisinde panolardaki Türklerin yüzlerindeki endişe ve üzüntülerini seyredip kendi kendime kahredip hüzünlendim. Sonuçta o panoları gördükten sonra, Midilli’ye gittiğime pişman oldum diyebilirim. Birinci Balkan Savaşı (1912 – 1913) Rusya’nın ve Batı’nın kışkırtması ile ilk olarak 8 Ekim 1912 Karadağ, daha sonra 17 Ekim 1912’de Bulgaristan ile Sırbistan ve 19 Ekim 1912’de Yunanistan’ın topluca Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesiyle başlamıştır. Osmanlı Ordusu, gerek coğrafi durumun olumsuzlukları, gerek ulaşım ve iletişim araç ve gereç noksanlıklarından, gerek seferberlik ve takviye işlerini yapamaması gibi sebeplerden her cephede bozguna uğrayıp yenilmiştir. Osmanlı orduları Bulgarlar karşısında Çatalca’ya kadar çekilmek zorunda kalmıştır. Balkanlardaki bütün vilayetlerde, şehirlerde Osmanlı orduları bozguna uğrarken Selanik 8 Kasım 1912’de, kendiliğinden tek kurşun atmaksızın Yunan ordusuna teslim olmuştur.
Osmanlı ordusu yalnızca Edirne, Yanya ve İşkodra’da savunma yapabilmiştir.
BOZGUNU FIRSAT BİLEN YUNANİSTAN
Osmanlı’nın bu bozgununu fırsat bilen Yunanistan, 18 Ekim 1912 tarihinde donanmasını Pire Limanı’ndan demir alıp Çanakkale Boğazı’na gönderdi. Çanakkale Boğazı ağzını tutan Limni Adası’ndaki Türk askeri yok denecek kadar azdı. Yunan donanması 21 Ekim günü savaşsız Limni Adasını teslim alır. 31 Ekim 1912’de Gökçeada ve Taşoz, 1 Kasım 1912’de Semadirek, 4 Kasım’da Pısara, 7 Kasım’da Bozcaada, 17 Kasım’da Nikarya, 21 Kasım’da Midilli ve 24 Kasım’da Sakız Adası düştü. Bu adalar 1 ay içinde hemen hemen savaşsız Yunan işgali altına girdi. Osmanlı Devleti’nin denizde aldığı yenilgilerde ve donanmasının güçsüz kalmasında başta İngiltere’nin ve Batı’nın rolü büyüktür. İşte o güzelim Midilli Adası da yukarıda görüleceği üzere ötekiler gibi elimizden su gibi akıp gitmiştir.
İkinci Dünya Harbi sonrası elimize bazı altın fırsatlar geçmesine rağmen, o günün iktidarı, bu adalar üzerindeki haklarımız hususunda tüyünü bile kıpırdatmamış, adeta Kıbrıs üzerine söyledikleri gibi bizim “12 Adalar diye bir sorunumuz” yoktur demeye getirmişlerdir. Bugün Kıbrıs’ta Maraş üzerinde oynanan oyunun sonuna geliyoruz. Eğer aynı kafayla gidersek, Maraş da, Girit gibi, Midilli gibi elimizden gidecek bu da sonumuzun başlangıcı olacaktır. Uzun bir süreden beri, Maraş üzerinde uçuşan leş kargaları (AB, ABD, İngiltere) oyunun son perdesini hazırlamaktadırlar. Bu konuda Kıbrıs Türk halkı olarak Cumhurbaşkanımız Sayın Dr. Derviş Eroğlu’na tümden destek çıkmalıyız. Haftaya Maraş konusunu tekrardan bu sütunlara taşıyacağız.
HABERLER
1 gün önceHABERLER
1 gün önceKÖŞE YAZARLARI
4 gün önceKÖŞE YAZARLARI
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
15 gün önce