Bir taraftan baktığımda uzun süredir eğitim alıp öğrencisi olduğum oyunculuğa, diğer taraftan baktığımdaysa henüz daha yeni adım attığım oynamaya veya Eric Morris’in tabiriyle ‘‘Olma’ya’’ yahut Chekhov’un imgelemesine son olarak da Stanislavski’nin çoşku belleğine dair bir yazı yazmak istedim. Yeterince acemi, yeterince hevesli ve yeterince öğrenci olarak bende olan yeni şeyleri tartmak ve düzenlemek adına, diğer öğrencilerinde aynı yollardan geçtiğini düşünerek hevesle başlıyorum. Yol hemen hemen aynıdır. Tümsekler, kavşaklar, uyarılar ve uzunluklar farklıdır. En samimi olan en uzun yola sahiptir. Çünkü bu yolun varış noktası maalesef ki yoktur. Ayakkabılar her zaman değişmek zorunda, yol her zaman aynı şevkle aşılmak zorundadır. Bu işi deli işi yapan tarafı da budur.
Eğitim aldığım çoğu yer bir yetenek yuvası, konuştuğum çoğu üstat birer yetenek avcılarıydı. Deli edici bir şey… Ya bende yoksa? Yeterince deli değil miyim yoksa? Allah’ın bizleri dünyayı göndermeden önce aramızda kura çekip dağıttığı şey mi bu yetenek? Öyle olmamalı. HAYIR ÖYLE!
Yeterince gülünç ve yeterince korkunçlardı.
En sonunda ilk kez üniversitede, hocam Burcu Halaçoğlu ile hemfikir olabildik. Çünkü ilk kez yeteneğe inanmayan, en azından bunun belirleyici etken olmadığını düşünen biriyle tanışmıştım. Evet, her şey ne kadar çalıştığına, ne kadar doğru çalıştığına, ne kadar içsel disiplin sahibi olduğuna ve ne kadar istekli olduğuna bağlıydı. Ama bir sorun vardı. İlerlemeyen ve bende takılı kalan bir şeyler…
Önümde bir metin var ve çözümlenmeyi bekliyor. Öyleyse gece yatmadan önce onu oku, parçaları kafanda birleştir, orayı hisset, karakteri hisset ve yarın aynanın karşısında oyna. Sorun tam da buradaydı… Hayır! Önünde bir metin var ve çözüm beklemiyor, soru bekliyor. Gece yatmadan önce okuyup elde edebileceğin tek şey ezber, parçaları asla kafanda birleştiremezsin. Tekrar tekrar, sahada, sahnede kısacası orada olup oynayarak, susarak, oraya enerjini göndererek birleştirirsin. Bahsettiğin karakter de kim? Öyle biri yok! O, sadece bedeninin kiralayan bir misafir ve ev sahibi sensin. Ayşe, Fatma, Hayriye… Her kimsen eğer. Daha önce çok fazla kullandığım bir cümle, o sahnede ben asla ben değilim. O yüzden yargılanamam. Hayır, orası en çok ben olduğum yer. Benliğimi en çok ortaya çıkarıp, en çok kendimi tanıdığım yermiş meğer…
Bu tıpkı bir yemek gibi. Ortada bir karakter var. Bu yemeğin tuzu, sosu, karabiberi, her ne ise… Hamuru sensin. İçinde gerçekten etkileneceğin meşguliyetlerle var oluyorsun ve metin ağzından öylece dökülüyor. Metin bir kağıt parçası. Metninde KAN yazıyorsa kanın kırmızılığını düşünmek rol yapmak bence. Ama içinde bir yerlerin kanıyorsa, bunu hissedecek bir şey yaşıyorsan, içinde bir şeylerle meşgulken samimi bir hissiyatla dökülen bu kelime daha çok ‘kan’ gibi ve daha kırmızı… Hissiyat demişken, ‘‘Hissiyatı hissetmeyin arkadaşlar’’ Yani samimi olan her zaman bize ait olan tepkiler. Her zaman farklı şekilde etkilenip farklı şekilde tepki verebiliriz. Ama etkilenmişi oynamak ve o etkiden verilecek tepkiyi bir yerlerden çalıp, tahmin edip, gece yatarken düşünüp olmuyor arkadaşlar. Denedim, olmuyor.
Yemeği fırına vermeden önce katacağımız en önemli şey ise imgelerimiz. İşin en zor kısmı bu olsa gerek. Çünkü belleğimiz yanıltıcıdır. Hayal gücümüze anılarımızda karışır ve bu anılar sadece bize ait olanlar değildir. Bir şeyi imgeliyoruz ve üstüne üstlük yarattığımız şeyden etkilenmeye çalışıyoruz. Bu da bitmiyor bu etkiye bir tepki vermek durumundayız. Hakikaten deli işi ama gerçekten etkilendiğimiz zaman tepki vermek zor olan bir şey değil. Anında, içsel ve senden gelen bir şey. O halde sorum ben olsam ne tepki verirdim olmamalı. Bu olaya nasıl tepki verilir hiç olmamalı ki burada devreye başkalarından izlediklerimiz, gördüklerimiz devreye giriyor. Soru şu olmalı; kendimi kendi imgemden etkilenmeye nasıl açarım? Etkiye nasıl açık olurum ve nasıl bir hamur haline gelirim? Sanırım şimdilik rol yapmamak adına meşgul olarak. Dahası, meşguliyetlerimin içinde var olarak.
BÜKRE SENA SAİT KİMDİR?
***ZEYTİN DALI OPERASYONU (Olive Branch Operation) İSİMLİ İNGİLİZCE KLİBİN YAZARI VE YORUMCUSU (https://www.youtube.com/watch?v=S4FREvf4i2c )
* D & R MAĞAZALARINDA YOK SATAN “ DOLUNAY ETKİSİ “ İSİMLİ FANTASTİK KİTANIN YAZARI
* SİNEMA – TİYATRO OYUNCUSU
* BİLGİ ÜNİVERSİTESİ GÖSTERİ VE SAHNE SANATLARI BÖLÜMÜ ÖĞRENCİSİ
* 2000 DOĞUMLU ( MİLENYUM ÇOCUĞU )
* İZMİR VE İSTANBUL’DA PROFOSYONEL TİYATRO EĞİTİM ALDI, BÜYÜ FİMİNDE, İKİZ KARDEŞLER MEMO DİZİ FİMİNDE VE ÇEŞİTLİ REKLAM FİLMLERİNDE OYNADI
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce
Bükreş Sena SAIT, çok güzel bir yazı kaleme almışsın. Hele 3.pargrafta Burcu Hallacoglu Hoca’nın fikri süper. Yetenek diye bir şeye inanmamak ve çok çalışmak. Burda şunu söylemek istiyorum. Bizim milletimizin cahil kesiminin yanlış bir inancı vardır. Başarı için hep on şart olarak zekayı öne sürerler. Çalışmaktan fazla söz etmezler. Birisi üniversite de önemli bir bölüm kazansın tamam o zekali,zekasindanarkasından dolayı başardı. Oysa onun ne kadar çalıştığını ne kadar emek verdiğini,ne kadar zorluk çektiğini arastirmazlar.Sanki O insan üstü bir varlık. Oysa böyle bir şey yok.Işin sırrı çalışma da.Sana başarılar diliyorum.izninle de makaleni defterime yazıyorum.
Sena yardımlarındaki o hissiyat zaten seni hayal edemeyeceğin yere getirmek için gerekli olan ve olmamasıda kaçınılmazdır zaten tebrikler sonsuz başarılar dilerim