1989 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra görülen en büyük kapsamlı göç olayı gerçekleşmişti. Göçün 30 yılını çeşitli şehirlerde sempozyumlar düzenlenerek anılıyor. Bulgar komünist rejimi tarafından kısa bir zamanda yanlarına alabildikleri özel eşyalarıyla 325 bin kişiyi Türkiye sınırına yığarak göçe zorlamıştı. Sıcak havada günlerce yollarda bekletilen insanlar perişan vaziyette yaşlı çocuk demeden susuz bırakılarak sınıra itilmişlerdi. Bulgar milisi önce Belene adasında ve Cezaevlerinde asimilasyon politikasına karşı gelerek atılanların serbest kalanları yanlarına müsaade edilen birkaç özel eşyaları alarak trenlere bindirilerek Avrupa ülkelerine sınır dışı edilmişti. Avusturya ile Sırbistan büyükelçiliklerine sığınarak o ülkelerden uçaklarla Türkiye anavatana gelmişlerdi. Günün diktatörü Todor Jivkov’un Türkiye’ye sınırlarını Bulgaristan Türklerine açmasıyla kısa bir zamanda sınırdan 325 bin kişi geçmişti. Bulgaristan’dan Türkiye’ye geçen Bulgaristan Türkleri daha düzenli bir şekilde kabul edilmeleri için vize uygulaması getirildi. Böylece düzensiz göç olayın önüne geçilmiş oldu. 1989 yıldan sonra Türkiye’ye gelen Bulgaristan Türklerin sayısı 500 binin üstüne ulaştı. Bulgaristan’dan zorunlu olarak göç eden Türkler ekonomi hayatına sorunsuz adapte olup hayatlarını devam ettirdiler. Bu gün bakıldığında 30 yıl sonda ülke ekonomisinde kıskanılacak yerlere ulaştılar devlet kadrolarında ise zirveleri zorlamaktalar. Bu gün Türkiye’de 30 yıl zorunlu göçten sonra Bulgaristan Türklerin sorunları var mı var ise ne gibi sorunlar çözüm beklemekte. Genel olarak çözülmemiş sorular kalmadı kaldıysa da çözülmeyecek sorunlar değildir.
NE YAZIK Kİ
Zorunlu göçün 30 yıl konferanslarda ne yazık ki o dönemi yad etmekten öteye geçilmiyor. Çorlu Belediyesi’nin öncülüğü ile göçün 30 yıl sempozyumuna Bulgaristan’da tarihçiler de davet edilmiş. Konuşmacılar genelde Bulgaristan komünist rejimin ülkede yaşamaya mahkûm kalan Türklerin ne kadar zor şartlarda yaşadıklarını anlatmakta sınırlı kalınıyor. Bu görüş bugün Bulgar devletinin Türk azınlığına karşı resmi politikasıdır. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan kabul edilen son tarih kitabında Belene kampı Todor jivkov tarafından 1956 yılında kapatıldığı yazmakta. 1984 yılı asimilasyon politikasına karşı gelen Türkler için tekrar açıldığına yer verilmemekte. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1989 yılı Bulgaristan’dan 325 bin kişiyi zorunlu olarak Türkiye’ye göçe zorlanan olay yine tarih kitaplarından yer verilmemekte. Ne yazık ki sempozyumları düzenleyen taraflar 1989 yılı sonrasına değinmeyerek bu gün Bulgar devletin ülkede ikamet eden Türkler ve Müslüman Pomaklara uyguladıkları resmi eritme politikasını desteklemiş oluyorlar. Ne Bulgaristan’da gelen konuşmacılar ne de Türkiye’den katılan konuşmacılar Bulgaristan’da yaşamaya mahkum kalan Türklerin ve Müslüman Pomakların durumuna değinmiyorlar. Bulgaristan’da Türklerin ve Müslümanların bu günkü durumundan hiçbir konuşmacı konuşmalarında yer vermemesi düşündürücü. Zorunlu göçün ardından 30 yıl geçmesine rağmen Bulgar devleti kendi azınlıklara uyguladıkları politikayı iç ve dış politikasında yer vermemekte. Devlet olarak ülkede yaşayan Türkleri etnik Türkler olarak kabul ediyor. Etnik Türk azınlık olarak kabul görmüyor. Bulgar devleti Ukrayna, Moldova o bölgelerde yaşayan Bulgar azınlıklarına devlet olarak en üst düzeyde sahip çıkmakta. Balkan ülkelerinde azınlık olarak yaşayan Bulgar azınlıklarına yaşadıkları ülkelerin devletlerine Bulgar azınlıklarını azınlık olarak tanımazlarsa Avrupa Birliği ve NATO katılım yolunda kesinlikle destek vermeyeceklerini devlet olarak en üst seviyede resmen ultimatom verilmekte.
Bulgaristan kendi ülkesinde Avrupa ülkelerinde en kalabalık azınlık olarak yaşayan Türklere yürüttüğü politika nedir. Bu gün Türk çocukları anadil eğitimi müfredatta zorunlu ders olarak okuyamamaktalar. Müslüman çocukları resmi olarak din dersi alamamakta. Türk dilinde yazılı medya yok denilecek kadar az. Türkçe yayın yapan görsel medya yok. Türkçe yayın yapan ulusal ve yerel radyo yayınlarına izin verilmiyor. Devlet kütüklerinde zorunlu verilen Bulgar isimleri hala silinmedi. Evrak ibrazında Türk isimlerin yanında zorunlu verilmiş Bulgar isimleri yer almakta. 500 binden fazla göç eden Türk vatandaşların sosyal hakları tanınmamakta. Haksız olarak Belene adasında hapsedilen, haksız cezaevlerine yıllardır yatanların, sorgusuz sualsiz sürgün edilen aileler sayısı bilinmeyen işten atılan Türklerin ve Müslüman Pomakların Avrupa standartlarındaki tazminatları Bulgar devleti ödeme yapmadı. En önemlisi Türk azınlığına uygulanan asimilasyon ve soy kırım mimarları hala mahkeme önüne çıkarılmadı. Yaklaşık 30 yıldan bu yana Bulgaristan askeri savcılığı Bulgaristan devletinin anayasasını çiğneyerek akıl almaz bahaneler uydurarak yapılan müracaatlara rağmen asimilasyon politikasının mimarlarına karşı dava açmayı ret ediyor. Bu gün Bulgaristan devletinin ülkede ikamet eden Türklere ve Müslüman Pomaklara karşı resmi politikasında 1989 öncesi politikasından hiçbir değişiklik yoktur. Ne yazık ki çoğunluğu Türklerden oluşan DPS/HÖH hareketi 30 yıldan bu yana dört kez hükümet ortağı olmasına rağmen Türklerin ve Müslüman Pomakların hakları için hiçbir girişimde bulunmamakta ara sıra parlamentoda cılız çıkışlardan öteye geçilmedi. İleri bir tarihte aynı komünist diktatörü Todor Jivkov gibi silah zoruyla Türklerin ve Pomak Müslümanların isimlerini değiştirme emrini vermemesi için Bulgaristan devleti ülkede yasal statüde ikamet eden Türkleri anayasada değişikliğe giderek azınlık statüsü yer vermek zorunda. Bulgaristan devleti her şeyden önce ülkede ikamet eden Türkleri ikinci sınıf vatandaş olarak görmesi ve akabinde potansiyel Bulgar düşmanı olarak bakılmasından kurtularak Türklere güven duymalı. Bulgar devleti İslam korkusundan değil İslamofobi korkusundan kurtulmalı. 1989 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye doğru görülen en kapsamlı göç olayını anma konferanslarını düzenleyenler sadece o dönemi kapsayan konuşmalar sınırlı kalmasalardı. 30 yıl sonda geride kalan Türk ve Müslüman Pomakların bu günkü yaşadıkları gerçek hayat koşullarına yer verselerdi paneller anlam kazanmış olacaktı. Bulgar devletine ülkesinde ikamet eden Müslüman azınlığına güven duymayı ikinci sınıf vatandaş statüsünde görmemesi için mesaj verilseydi sempozyumlar daha da anlam kazanacaktı.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
22 saat önceBALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce