– Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ile Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneğince yürütülen proje kapsamında hazırlanan kitapta, Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük “zorunlu göçü” ile karşı karşıya kalan Bulgaristan Türklerinin neler yaşadığı gözler önüne seriliyor – Kitapta, Bulgaristan’ın, 1984-1989 yılları arasında Türklere uyguladığı asimilasyon politikasından kaçanların röportajları da yer alıyor – Nefiye Günaydın: – “Gençlere tavsiyem Türkiye’ye dört elle sarılsınlar. Bizim Bulgaristan’da birçok hakkımız ve malımız kaldı. Bana bu işkence ve zulmü yapanlara hiçbir zaman hakkımı helal etmeyeceğim” – Yakup Aksoy: – “Toplum içinde Türk arkadaşlarımız ile Türkçe konuşmaya çekinirdik. Konuşmasak bile etrafımızda olmayan şahitler bulunur, onların ifadesi ile para cezası kesilirdi”
Bulgaristan’ın 1984-1989 yılları arasında Türklere uyguladığı asimilasyon politikasından kaçan yaklaşık 350 bin Türk’ün, Türkiye’ye “zorunlu göçü”nün ardından 31 yıl geçti.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) ile Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneğince (BAL-TÜRK) yürütülen proje kapsamında hazırlanan ve ekim ayında yayımlanan kitapta, o dönem neler yaşandığı gözler önüne seriliyor.
Kitapta birçok bilginin ve belgenin yanı sıra o sene Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük “zorunlu göçü” ile karşı karşıya kalan Bulgaristan Türklerinin röportajları da yer alıyor.
Kocaeli’nin Gebze ilçesinde yaşayan Nefiye Günaydın (66), verdiği röportajda, o dönem Haskovo’da şehir merkezinde tütün işletmesinde çalıştığını belirtti.
İş yerinde bir gün, çalışanlardan bazılarının, kolundan tutulup zorla üst kata çıkarılmaya çalışıldığını anlatan Günaydın, “Merdivenlerden çıkarken nasıl olduğunu hatırlayamadığım şekilde merdivenlerden düştüm veya atıldım. Baygın halde yatarken polisler benim kaburgalarıma basmışlar, kaburga kemiklerim kırılmış. O anda kendime gelip çırpınırken ayağım ile camı kırmışım, kırıkların ayaklarıma battığını hatırlıyorum. Beni o halde bırakıp gitmişler. Arkadaşlarım beni tütün çuvallarına koyarak hastaneye götürmüş. Nasıl yapıldığını bilmediğim şekilde üzerimde sigaralar söndürülmüş, göbek etrafımda ve göğsümde hala bu izler durmaktadır.” dedi.
– “Babam beni ‘Gazi kızım’ diye severdi”
Yaşadıklarını hiçbir zaman unutmadığını vurgulayan Günaydın, şunları kaydetti:
“Beni muayene eden beyin cerrahı benim için ‘3 gün ömrü olur, eğer daha uzun yaşarsa da konuşmaz.’ diyor. Başhekim benim ismim için direndiğimden dolayı bu hale geldiğimi öğreniyor. ‘Bu kadını çıkarın hastaneden. Gidin akıl ve zihin hastalıkları hastanesine götürün gerekirse ama burada görmek istemiyorum.’ diyor. Ailem beni eve getiriyor. Ailem isim değişikliğine maruz kalmamak için köyde kalamayıp, ormanlarda gizlendi. Ben 9 ay yatakta yatalak kaldım, tedavi olmam gerekiyordu. Hastaneye gittiğimizde ismim değişmediğinden, en temel hakkım olan sağlık hakkından dahi yararlanmama müsaade etmediler. Eşim ‘çocuklarımız için tedavi ol’ diyerek beni ikna etti fakat içimden hiç Bulgar ismi almak gelmiyordu. Ben de Bulgarca ‘hayır’ anlamına gelen ‘ne’ ve yine Bulgarca ‘evet’ anlamına gelen ‘da’nın birleşiminden oluşan ‘Neda’ ismini koymalarını istedim. Aslında konulan isimle onlara mesaj veriyordum. Babam beni ‘Gazi kızım.’ diye severdi. Gençlere tavsiyem Türkiye’ye dört elle sarılsınlar. Bizim Bulgaristan’da birçok hakkımız ve malımız kaldı. Bana bu işkence ve zulmü yapanlara hiçbir zaman hakkımı helal etmeyeceğim.”
– “Türkçe konuşmaya çekinirdik”
Çayırova ilçesinde yaşayan Yakup Aksoy da (56) anaokulundan itibaren, Bulgarca bilmediği için azar işitmeye başladıklarını bildirdi.
Haskovo’da lise eğitimi aldıkları dönem, polislerin kendilerini komünizm propagandası yapılan kulüplere zorla götürdüğüne işaret eden Aksoy, oralarda partinin eski yöneticileri tarafından propaganda konuşmalarının dinletildiğini aktardı.
Aksoy, bu kulüplere gitmediklerinde dayak yediklerini belirterek, şu ifadeleri kullandı:
“Bir gün okul müdürümüz bizi çağırdı ve ‘Türk isimlerinizi değiştirmek istemiyorsanız kaçın! Kapılarda polisler var.’ diye bizi uyarmıştı. Daha önceden duyduğumuz şubat ayına kadar isimlerimizi değiştirmediğimizde isimlerimizin Türk ismi olarak kalacağı şeklindeydi. 18 Şubat geldiğinde köye gidip ismimi değiştirmeye mecbur kalmıştım. İsmim Yakup olduğu için görevli memura benim ismimde bir Bulgar filmi olduğunu anımsattım fakat kabul etmedi. İsmimiz değiştikten sonra okula gittiğimizde Bulgar isimlerimizi kullanmamız istendi ancak bazı öğretmenlerimiz anlayış göstererek Türk isimlerimizi kullanmaya devam ettiler.”
Toplum içinde Türk arkadaşlarıyla Türkçe konuşmaya çekinir olduklarını anlatan Aksoy, şunları anlattı:
“Konuşmasak bile etrafımızda olmayan şahitler bulunur, onların ifadesi ile para cezası kesilirdi. Bir akşam arkadaşlarımızla farkında olmadan Türkçe konuştuğumuz için bizi nezarete aldılar ve bizi demir çubuklar kullanarak öfke ile dövdüler. Bir hafta boyunca bu dayağın ağrılarını hissettik. Göç süreci başladığında annemin rahatsızlığı ve yeni evlenmemden dolayı başvuramadım. Daha sonra çocuğumun sağlık sorununu gerekçe göstererek tedavi için Türkiye’ye annesi ile gitmesi konusunda yetkilileri ikna ettim. Onları anavatana gönderdikten 18 gün sonra kaçak yollarla ben de gittim. Biz Türkiye Cumhuriyeti’nde mutlu bir şekilde yaşıyor olsak da Bulgaristan’a karşı da bir özlemimiz devam ediyor. Oralar bize atalarımızdan yadigar topraklar. Biz birlikte bu coğrafyada kardeşçe yaşamalıyız. Biz ana vatana geldiğimizde Türkiye’nin ilerlemesi yönünde geceli gündüzlü çalışarak katkı sunmaya çalıştık. Gençlere tavsiyem, imkanlar verilmişken vatandaşlıklarını alsınlar, oradaki haklarına, atalarının yadigarlarına sahip çıksınlar.”
AA
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce