Tüm insanoğlu dünyaya merhaba derken ağlayarak der ve öldüğünde de arkasından ağlayan insanlar bırakarak dünyaya veda eder. Doğum ile ölüm arasında bir fark var mıdır? Yok mudur? Düşünüyorum nasıl olurda fark olmaz ki diyorum? Nasıl ki bizler dünyaya merhaba dediğimizde analarımız, babalarımız ve tüm sevdiklerimiz sevinçten göklere uçarlar, son yolculuğumuza uğurlandığımızda, ardımızda sevdiklerimizin sel olmuş gözyaşları bırakırız. Hiç düşündünüz mü biz yeni doğduğumuzda niye ağlarız diye? Belki ebeveynlerimiz, doktorumuza veya ebemize sormuşlardır. Belki de onlara “ciğerleri açıldığı için “ demişlerdir. Kim bilir? Belki bizde yeni doğduğumuzda ölümlü dünyaya geldiğimizi anlamışızdır! Bu dünyada sevinç ve mutluluk ile beraber, acıyı da yaşayacağımızı o an fark etmişizdir. Birimiz toprağa, diğerimiz beşiğe. Belki de rabbimiz bir canı alırken diğerini veriyordur. Bir yanda sevinç gözyaşları, diğer yanda hüzün. Belki de bir mesajdır bu doğum ve ölüm ağlamakları. Nereden gelip, nereye gideceğimiz gibi. Hayatımızda ne kadar boş şeylere üzüldüğümüzü, insanları boş yere kırdığımızı, kırıldığımızı anlamamız için bir derstir. Ama anlayana tabii ki. Ağlar dövünürüz hayatımız boyunca.
Hayat denilen çarkın içinde, yaşam mücadelesi veririz. Hepimizin bir görevi olmalı yaşadığımız süre içinde. Kimimiz bir insan için, kimilerimiz toplum için, kimileri de birileri için yaşar! Yanılıyorsam bağışlayın ben buradan şu sonucu çıkarıyorum. Bizler kendimiz için değil de, sanki başkaları için geldik bu dünyaya. Başkaları için çalışıp başkalarını mutlu etmek için uğraşırken, yaşadığımız acılar bizlere bir törpü olurken, insan olmanın ve insanca, insanlara davranmanın kapılarını açmamıza yarıyordu bu acılar ve gözyaşlarımız!
Boşuna söylemez miyiz? Şu kelimeyi hayatımızın satır aralarında “Hayatım boyunca çalışırken anam ağladı” diye. Toplum olarak biraz daha duyarlı olabilsek, bu acılarımızı, gözyaşlarımızı mesaja dönüştürebilsek aslında alt tarafı iki damla gözyaşı, bazen fazla söze de gerek duymaz.
KELEBEKLER VE KISRAKLAR
Bahar aylarında kırlarda uçan kelebekler gibi ya da uçsuz bucaksız yeşilliklerde özgürce koşan kısraklar gibi. Amaçsız ve nereye gittiklerini ve niye gittiklerini bilmeden. Belki de bir aşk acısı sonrası yüreği yanık bir kalbe su taşıyor olabilir.
Gözyaşlarımız özgür bir kısrak gibidir dedik ya, bizim gönlümüzden kopan sözlerimizin tıkandığı kalplere ulaşmak için, bekledikleri kapının önünde onlara yol açan gözyaşlarımızdır. Dağın eteklerinden bir gelin edasıyla süzülerek gelen ve gözpınarımızdan dışarıyı çıktığında bir çağlayanı andıran gözyaşlarımız.
Aktıkça akarlar… O gün gözpınarlarımız kuruyunca bizlerin bir başka sıkıntısında tekrar buluşmak üzere vedalaşırlar. Nereye ve neden gittiklerini yine bilmeden? Kimisi yastıklarımızın altına kaçarlar, kimileri yatarken bile bizleri yine yalnız bırakmazlar! Biz insanoğlunu konuşup dururlar. Çünkü geceler uzun, yolumuz uzun ve hayat uzun. Biraz da bu gözyaşlarımızı ve ağlamaklarımızı toplumsal sorunlar içinde saklayalım olmaz mı? Haksızlıklara, hırsızlıklara, yolsuzluklara suskun kalındığı sürece, ağlamaklarımız ve gözyaşlarımız hiç bitmez!! Bir de adına terör denilen lanet olasıca şerefsizliğe…
Sabah uyanıp haber sitelerine girer girmez, yine 7 askerimizin kalleşçe bir saldırıya kurban giderek, şehit olduğunu okuduğumda gözyaşlarımın şakaklarımda donup kaldığını hissettim… Herkese yetecek bu dünyada neyi paylaşamıyoruz neyi? Güzel günleri mutluluk ve huzurla yaşamak dururken, İnsanlar her an birbirinin ensesinde niye? Silahlar acımasızca can alıyor, İnsanlar zalimce vuruyor, kırıyor, saldırıyor. Gözlerden nefret, sözlerden zehir akıyor… Niyeeeeeee? Başkalarının yazdığı içi kalleşlik dolu senaryoları rol ve yol keserek oynayanlar durdurulmadıkça! Ne yazık ki toplumsal gözyaşlarımız akmaya devam edecek gibi gözüküyor…!
HABERLER
16 saat önceHABERLER
16 saat önceKÖŞE YAZARLARI
4 gün önceKÖŞE YAZARLARI
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
15 gün önce