DOLAR 35,3467 0.01%
EURO 36,5377 0.09%
ALTIN 3.038,580,42
BITCOIN 3303202-2.14745%
İzmir
17°

PARÇALI AZ BULUTLU

18:01

AKŞAMA KALAN SÜRE

20 Haziran 2024 Perşembe

    Ünlü sanatçı Edip Akbayram yoğun bakımda – Birlik Haber Ajansı

    Ünlü sanatçı Edip Akbayram yoğun bakımda – Birlik Haber Ajansı
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL


    ANKARA-BHA

    Türk müziğinin önemli isimlerinden şarkıcı Edip Akbayram, yataktan düşerek iç kanama şüphesiyle hastaneye kaldırıldı. 75 yaşındaki sanatçının sağlık durumu, tedavi sürecinin ardından daha net bir şekilde belirlenecek.

    Edinilen bilgilere göre, gece saatlerinde evinde yataktan düşen Akbayram, sağlık ekiplerine haber verilmesinin ardından olay yerine sevk edildi. Sağlık ekiplerinin ilk müdahalesinin ardından Akbayram, İstanbul’daki Sağlık Bilimleri Üniversitesi Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.

    Yoğun bakımda tedavi ediliyor

    Hastaneye kaldırılan Akbayram, entübe edilerek yoğun bakıma alındı. Şu an tedavisi devam eden ünlü sanatçının durumu ciddiyetini koruyor ancak sağlık durumuna ilişkin daha ayrıntılı bilgi verilmedi.

    Sanatçının hayranları, Akbayram için dua ederken, ünlü şarkıcının sağlık durumu ile ilgili açıklamaların yakın zamanda yapılması bekleniyor.

    BHA

    Devamını Oku

    Bakan Yumaklı: Türkiye’nin pestisit kullanım ortalaması AB’nin altında – Birlik Haber Ajansı

    Bakan Yumaklı: Türkiye’nin pestisit kullanım ortalaması AB’nin altında – Birlik Haber Ajansı
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL


    ANKARA-BHA

    Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, Türkiye’nin pestisit kullanımının Avrupa Birliği (AB) ortalamasının altında olduğunu belirterek, son üç yılda yapılan 250 bin denetimle pestisit kalıntı oranının yüzde 35 azaltıldığını söyledi. Yumaklı, ayrıca gıda güvenliği konusunda önemli bir adım atarak, “Gıda ürünlerinin satıldığı veya tüketildiği yerlerde karekod uygulamasını zorunlu hale getireceğiz” dedi.

    Bakan Yumaklı, Ulusal Gıda Referans Laboratuvarı’nı ziyaret ederek, laboratuvarlarda et ürünlerinden zeytinyağına kadar birçok gıda ürününün analiz edildiğini ve güvenilirliğinin test edildiğini açıkladı. Türkiye genelinde, 41’i kamu, 102’si özel olmak üzere toplamda 143 laboratuvar bulunduğunu vurgulayan Yumaklı, bu laboratuvarlara çeşitli desteklerin sağlandığını ifade etti.

    “Denetimler hızla devam ediyor”

    Bakan Yumaklı, gıda güvenliği alanındaki denetimlerin hız kesmeden sürdüğünü belirterek, 2023 yılı itibariyle 1,3 milyon denetim gerçekleştirdiklerini ve bu denetimlerde 1,4 milyar lira idari para cezası uygulandığını aktardı. Ayrıca, gıda güvenliği ihlali tespit edilen yerler için 2024 yılında 610 dosya kapsamında suç duyurusunda bulunulduğunu duyurdu.

    Yumaklı, “Buradaki amacımız ceza kesmek değil, vatandaşlarımızın gönül rahatlığıyla gıda ürünlerini tüketebilecekleri bir ortam yaratmak” diye konuştu. Son dönemde, “Tarım Cebimde” uygulaması üzerinden karekod ile yapılan denetimlerin sonuçlarının şeffaf bir şekilde paylaşıldığını hatırlatan Bakan, bu uygulamanın kapsamının genişletileceğini vurguladı.

    Karekod uygulaması zorunlu olacak

    Yumaklı, restoran, market ve kafeterya gibi gıda ürünlerinin satıldığı yerlerde karekod uygulamasının zorunlu hale getirileceğini duyurdu. Bu sayede, vatandaşlar ürünlerin en son ne zaman denetlendiğini anlık olarak öğrenebilecek. “Sağlıklı ve güvenilir gıda haktır. Taahhüt ettiği gereklilikleri yerine getirmeyen işletmelere tolerans göstermeyeceğiz” diyen Yumaklı, gıda güvenliği konusunda kararlılıkla hareket edeceklerinin altını çizdi.

    Pestisit kullanım oranı Dünyada ve AB’de Türkiye’nin altında

    Pestisit kullanımı ve gıda güvenliği konusundaki yanlış bilgilendirmelere de değinen Bakan Yumaklı, Türkiye’nin pestisit kullanımı ile ilgili Avrupa Birliği ile tam uyumlu olduğunu vurguladı. Son üç yılda 250 bin pestisit denetimi gerçekleştirildiğini belirten Yumaklı, “Pestisit kalıntı oranı yüzde 35 azaldı. Bizim amacımız bunu sıfıra yaklaştırmaktır. Türkiye, pestisit kullanım ortalamasında AB ülkelerinin altında ve dünya ortalamasıyla neredeyse aynı seviyededir” dedi.

    Yumaklı, sadece ihracata yönelik ürünlerin değil, tüm üretim aşamalarındaki ürünlerin denetlendiğini ifade ederek, ihracatla ilgili yanlış algıların önüne geçmek gerektiğini söyledi. Ayrıca, özellikle kuru meyve ve fındık gibi ürünlerdeki “aflatoksin” kalıntıları nedeniyle yapılan ürün iadeleri hakkında da açıklamalarda bulundu.

    Patates ihracatındaki dezenformasyon

    Son olarak, Tunus’a ihraç edilen patateslerle ilgili dezenformasyonlara da değinen Bakan Yumaklı, ürünlerin bitki hastalığı nedeniyle iade edildiğini ve bu tür ürünlerin 2.500 tonunun Mersin Limanı’nda imha edileceğini açıkladı. Yumaklı, “Bu konuda şeffaf bir şekilde süreci izleyen herkesin, imha sürecine dahil olabileceğini belirtiyoruz” dedi.

    Yeni yönetmelik ve uluslararası uyum

    Bakan Yumaklı, Resmi Gazete’de yayımlanan “Türk Gıda Kodeksi Pestisitlerin Maksimum Kalıntı Limitleri Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile gıda ürünlerinin maksimum pestisit kalıntı limitlerinin güncellendiğini de sözlerine ekledi. “Uluslararası güncellemeleri dikkate alarak yeni limitleri belirledik. Bu dinamik bir süreçtir ve biz de her zaman hızlı adaptasyon sağlıyoruz” dedi.

    BHA

    Devamını Oku

    Bakan Kacır’dan sağlıkta Turcorn hedefi – Birlik Haber Ajansı

    Bakan Kacır’dan sağlıkta Turcorn hedefi – Birlik Haber Ajansı
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL


    ANKARA-BHA

    Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, “Ben inanıyorum ki burada temellerini atacağımız işbirlikleriyle, önümüzdeki yıllarda sağlıkta da Turcornların doğuşuna zemin hazırlayacağız” dedi.

    Sağlık Bakanlığı tarafından “Üreten Sağlık” temasıyla düzenlenen “Sağlıklı Türkiye Yüzyılı Tanıtım Toplantısı”, Bakanlar Kemal Memişoğlu ve Mehmet Fatih Kacır’ın katılımıyla gerçekleştirildi.

    Kacır, Sağlık Bakanlığının Bilkent’teki yerleşkesinde yapılan toplantıdaki konuşmasında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde, son 22 yılda AR-GE ve inovasyon alanında sağlam temeller üzerine inşa edilmiş güçlü bir altyapı oluşturduklarına dikkati çekti.

    Savunma sanayisinde olduğu gibi diğer stratejik alanlarda da Türkiye’nin gücünü ve yetkinliğini dünyaya göstermek adına çalışmalarını sürdürdüklerini belirten Kacır, “1990’lı yıllarda İnsan Genom Projesi ile 2,7 milyar dolar gibi devasa bir bütçe harcanarak 13 yıllık uzun bir süreçte erişebildiğimiz gen haritamıza, bugün 1000 doların altında maliyetle bir günde ulaşabiliyoruz.” diye konuştu.

    Türkiye’nin güçlü AR-GE ve inovasyon altyapısı, nitelikli insan kaynağı, kalite ve memnuniyet odaklı sağlık altyapısıyla bu dönüşümü göğüslediğini dile getiren Kacır, “İlaç ihracatımız 160 milyon dolardan 2,5 milyar dolara yükseldi. Üretimimiz 3 milyar kutuya yaklaştı. Halihazırda 11 biyoteknolojik ilaç tesisimiz üretim faaliyetinde bulunuyor. Tıbbi cihaz ihracatımız ise 47 milyon dolardan 1,3 milyar dolara yükseldi.” değerlendirmesinde bulundu.

    “26 yatırım projesini destekliyoruz”

    Kacır, COVID-19 salgını döneminde yaşanan sıkıntıları da anımsatarak, tüm dünya çaresizce yoğun bakım solunum cihazı ararken, Bakanlığın teknoloji geliştirme altyapılarını hizmete açtıklarını, BAYKAR, Arçelik ve ASELSAN’ın destekleriyle BİOSYS’in geliştirdiği yerli solunum cihazını 14 günde seri olarak ürettiklerini anlattı.

    Bakan Kacır, 2022’de ilan edilen “Akıllı Yaşam ve Sağlık Ürün ve Teknolojileri Yol Haritası” ile salgın, yaşlanan nüfus, artan kronik hastalıklar gibi farklı sınamaların sağlık sektörüne etkilerini analiz ettiklerini söyledi.

    Türkiye’nin stratejik hedefleri ve ihtiyaçları doğrultusunda hayata geçirecekleri kritik politika ve projeleri tespit ettiklerini bildiren Kacır, şu bilgileri paylaştı:

    “Geçtiğimiz yıl sağlık endüstrisinde 175 yatırıma teşvik belgesi düzenleyerek 30 milyar liranın üzerinde yatırımı harekete geçirdik ve yaklaşık 3 bin 262 nitelikli istihdamın önünü açtık. Yeni destek ve teşvik mekanizmalarımızı da adım adım devreye alıyoruz. Katma değerli üretimi teşvik etmek ve cari açığı azaltmak üzere hayata geçirdiğimiz Teknoloji Odaklı Sanayi Hamlesi Programı kapsamında Biyobenzer ilaçlardan kanser ve otoimmün ilaçlara, ortopedik cihazlar ve protezlerden yenilikçi eşdeğer ilaçlara kadar toplam büyüklüğü 13 milyar lirayı aşan 26 yatırımı destekliyoruz. HIT-30 Yüksek Teknoloji Yatırım Programı kapsamında sağlık endüstrisinde biyoteknolojik ilaçlardan yenilikçi sağlık teknolojilerine, akıllı tıbbi cihazlardan teknolojik gıdalara uzanan geniş bir yelpazede ekosistemimizi yeni yatırımlarla güçlendirmeyi hedefliyoruz.”

    “17 binden fazla bilim insanı desteklendi”

    Kacır, sağlık teknolojilerinde yenilikçi cihazların ve hizmetlerin fikirden ürüne dönüşmesinin ancak yoğun mühendislik, tasarım, prototipleme ve deney aşamalarından sonra mümkün olduğunu dile getirdi.

    Bu anlayışla gerek TÜBİTAK bünyesinde yürüttükleri gerekse TÜBİTAK eliyle destekledikleri projelerle sağlık alanında birçok yenilikçi ürünün geliştirilmesi ve ticarileştirilmesini sağladıklarını belirten Kacır, son 22 yılda sadece TÜBİTAK burs ve destek programlarıyla, sağlık alanında yürütülen 10 bin projeye ve 17 binden fazla bilim insanı ve gence 50 milyar liranın üzerinde destekte bulunduklarını söyledi.

    Bakan Kacır, TÜBİTAK Aşı ve İlaç Geliştirme Kampüsü’nü hizmete açtıklarını, AR-GE merkezleri ve teknoparkların da sağlık alanında nitelikli AR-GE projelerinin somut ürün ve hizmetlere dönüşmesinde öncü rol üstlendiğini anlattı.

    Bugüne kadar 70 AR-GE merkezi ve teknopark bünyesinde çalışmalarını yürüten 1400’ün üzerinde teknoloji girişiminin 3 bin 500’den fazla araştırma projesine destek verdiklerini bildiren Kacır, şu ifadeleri kullandı:

    “İnanıyorum ki sağlık alanında nitelikli insan kaynağımız ve kurduğumuz güçlü teknoloji ekosistemiyle önümüzdeki dönemde küresel ölçekte bir ivme yakalayarak yeni başarı hikayeleri yazacağız. Türkiye’yi tüm dünyadan sağlık girişimleri için çekim merkezi konumuna taşıma yolunda atılacak her adımın destekçisi ve hamisi olmayı sürdüreceğiz.”

    “Sağlık alanında AR-GE ve üretim kabiliyetlerimizi artıracağız”

    Kacır, “Üreten Sağlık” modeliyle kamudan sanayiye, üniversitelerden girişimcilere kadar sağlık ekosistemindeki tüm paydaşları bir araya getirdiklerine işaret etti.

    Bakan Kacır, söz konusu programa ilişkin şu değerlendirmede bulundu:

    “Birlikte yerli üretim kapasitesini artırmayı, dışa bağımlılığı azaltmayı ve Türkiye’yi küresel sağlık teknolojileri pazarında lider konuma taşımayı hedefleyen bu program doğrultusunda atacağımız önemli adımlardan biri de Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB) ve TÜBİTAK arasındaki sinerjiyi güçlendirmek olacak. Oluşturduğumuz işbirliği modeliyle aşı, tıbbi cihaz ve biyoteknolojik ürünler gibi alanındaki yetkinliklerimizi ortak kullanım esasına dayalı yeni bir yaklaşımla etkin bir şekilde değerlendirme imkanına kavuşacağız. TÜBİTAK bünyesinde yürüttüğümüz projelerle oluşturduğumuz kabiliyet havuzumuzu sağlık ekosistemindeki tüm paydaşların erişimine açarak, bilimsel bilgi birikimini ve teknolojik yetkinlikleri ortak bir zeminde buluşturacağız. Bu sayede kaynaklarımızı daha verimli ve stratejik bir şekilde kullanarak, sağlık teknolojilerinde özgün, yüksek katma değerli ürünler geliştirme yolunda önemli bir ivme kazanmayı hedefliyoruz. Program doğrultusunda bir diğer önceliğimiz de sağlık alanında AR-GE ve üretim kabiliyetlerimizi artırmak ve yenilikçi fikirlerin ticari ürünlere dönüşmesini sağlamak olacak.”

    Sağlıkta Turcorn hedefi

    Türkiye’nin sağlık alanında henüz “Turcorn” çıkaramadığına dikkati çeken Kacır, sözlerini şöyle tamamladı:

    “Ben inanıyorum ki burada temellerini atacağımız işbirlikleriyle, önümüzdeki yıllarda sağlıkta da Turcornların doğuşuna zemin hazırlayacağız. Aşı ve ilaç tedarikinde uzun vadeli planlama ve kamu alım garantileri, temel araştırması veya klinik araştırması Türkiye’de gerçekleştirilen ya da yatırım teşviki verilmiş yatırımlar neticesinde üretilecek ilaçlara ruhsatlandırma süreçlerinde öncelik verilmesi, klinik araştırmaları daha yaygın bir şekilde gerçekleştirilmesine imkan tanıyacak mevzuat adımlarının atılması, üniversiteler, hastaneler, araştırma merkezleriyle teknopark ve AR-GE merkezleri arasında işbirliğinin güçlendirilmesi, temel araştırması gerçekleştirilmiş ürünlerin klinik araştırmalarının desteklenmesi, TÜBİTAK ve TÜSEB arasında yüksek koordinasyon sağlık ekosistemimizin ölçeklenmesi ve genişlemesi için büyük önem arz ediyor.”

    BHA

    Devamını Oku

     Bulgaristan Göçmenleri Arasındaki Sağaltma Temelli Pratiklerden Bazıları 

     Bulgaristan Göçmenleri Arasındaki Sağaltma Temelli Pratiklerden Bazıları 
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Halk bilgisinin alt başlıklarından biri olan “halk tıbbı” ya da “sağaltma” biçimleri, en eski zamanlardan itibaren insanların gerek belirli ruhsal sorunlardan gerekse dış çevrelerden gelen hasarlara karşı geliştirmiş olduğu bir sistemdir. Günümüzde “alternatif tıp” olarak da bilinen bu sağaltma biçimleri, modern tıbbın gelişmediği zamanlarda ortaya çıkmıştır. Günümüzde ise halk arasında hâlâ modern tıbbın yetersiz görüldüğü durumlarda kullanılmaya devam etmektedir. Türk kültüründe, kimi zaman sağaltma işlemleri ocak geleneğine dayansa da kimi zaman da kişilerin kendilerince uyguladıkları sağaltma yöntemlerinin kolektif bir biçimde kullanıldığı görülmektedir. Halk sağlığı konusu, üç başlık altında incelenebilir: 1. Tıbbî sağaltma, 2. Halk hekimliği/ geleneksel sağaltma, 3. Dinsel-büyüsel nitelikte olanlar. Bu yazıda 2 ve 3.maddelerden bahsetmek niyetindeyim.

    Bulgaristan, ormanlarla çevrili bir coğrafyaya sahip olduğundan kullanılan pek çok şifa yöntemi bitkilerden destek alınarak oluşturulmuştur. Kullanılan bitkilerin başında halk dilinde “tetra/ tetere/tetre” biçiminde telaffuz edilen çay ağacı bitkisi bulunmaktadır. Günümüzde özellikle akne ve egzama için üretilen kozmetik ürünlerde kullanıldığı görülmektedir. Bulgaristan göçmenlerinin çay ağacını kullanımı ise birkaç farklı yönteme dayanmaktadır. Çay ağacının güçlü bir antiseptik olması ve mikropları öldürmesi, zamanla halk arasındaki kullanımının artmasında etkili olmuştur. Çay ağacı bitkisi sıcak suda bekletildikten sonra, yaralanan bölgeye bir pamuk yardımıyla sürülür, az bir sürede demlenip içilerek tüketildiğinde çeşitli vücut enfeksiyonlarını tedavi ettiğine inanılır, kuru yaprağını bir balla beraber macun kıvamına getirip yara olan bölgeye sürülür. Günümüzde de yüzde çıkan leke veya sivilceler için çay ağacı yağının kullanımı önerilmektedir. Halk tıbbında kullanılan diğer bitkiler arasında soğuk algınlığında kullanılan ıhlamur vardır. Halk dilinde “ıhlanbır” olarak telaffuz edilmektedir. Öksürük ve ateş durumlarında iyileştirici bir etkisi bulunan ıhlamur, eskiden köy evlerinde sobanın üzerinde kırmızı olana dek kaynatıldıktan sonra içilmekteymiş.

    Vücudun bir bölgesinin darbe sonucunda morarması içinse, bir soğanın kabuğunun ya da direkt olarak içinin tuzla hafifçe ezildikten sonra moraran bölgeye bir bez yardımıyla sarıldığı görülmektedir. Domuz ve domuza bağlı ürünler, Türk yaşamında bir tabu olarak görülse de Balkan topluluklarında domuzun bazı konularda işlevsel olduğunu söylemek mümkündür. Bulgaristan Türkleri arasında yaralanma, yanık ve bunlara bağlı oluşan vücuttaki izlerin tedavisi için domuz yağı kullanılmaktadır. Domuz yağının sürüldüğü bölgede iyileşmenin hızlı bir hâl aldığı görülmektedir. Kabızlığa karşı, fitil bulunmadığı zamanlarda bir sabunun fitil biçimine getirilerek kullanılması yaygındır. Pek çok durumda sıklıkla kullanılan bu yöntemler, günümüzde işlerliğini devam ettirmektedir. Dinsel-büyüsel sağaltmalar arasında ise, “nazar okuma”, muska yaptırma ve kurşun döktürmenin yaygın olduğundan bahsedilebilir. Nazarın, kötü enerjili bir kimseden ya da nazar olan kişiyi çok seven bir kişiden değdiği inancı hakimdir. Nazar okuma, İhlas sûresinin üç kere, Fatiha sûresinin de bir kere okunması şeklinde gerçekleştirilir. Sonunda ise, nazar okunan kişinin elini ve yüzünü yıkaması ardından dışarıya bakması istenir. “Nazar varsa çıksın gitsin dağlara taşlara” diyerek bitirilir. Bir diğer sağaltma, muska yazdırmadır. Genellikle yeni doğum yapmış kadınlara, bebeklere veya çocuklara hazırlanır. Ancak toplumun genelinde kullanımı yaygındır. Kurşun döktürme, Türk kültüründe çok eski zamanlara dayanan bir ritüeldir. Demir kökenli olan kurşun, kötü enerjiyi çekme gücüyle önemini ortaya koymaktadır. Kurşun döken kişi, ocak sisteminden gelmektedir. El alma ve el verme söz konusu olduğundan usta-çırak ilişkisine dayanır.

    Korku, hastalık, nazar gibi durumlarda kurşun döktürülür. Kurşunun dökülme biçimlerinde farklılık olsa da dua ve pek çok malzemenin (ekmek, tereyağı, ateş ve demirin) bulunduğu bir ritüel alanı oluşmaktadır. Hastalıklar ve nazar dışında, küçük çocukların yürüme veya konuşma yaşına gelmesine rağmen bu becerileri kazanamaması, uyurken altına kaçırması gibi durumlarda da kurşun döktürülür. Kurşunun döküldükten sonra ortaya çıkan biçimlerine göre farklı yorumlar yapılır. Kurşun “kül” görünümüne sahipse kişinin bedensel sorunlarının olduğu yorumuna varılır. Ancak farklı şekiller bulunuyorsa bunun altında korku ya da içsel sıkıntı kaynaklı problemlerin olduğu düşünülmektedir. Dinsel-büyüsel sağaltmalarda, halk hekimliğinden farklı olarak inanma ön plandadır. Bu pratiğin uygulandığı kişilerin, söz konusu pratiklere inancının olması hastalığın daha çabuk yok olmasında yardımcı olur.

    İnanç sistemleri, insanın en ilkel duygusunun ortaya çıkardığı bir şeydir. İnsan, dünyada var olmak için ruhsal varlığını koruma altına alma amacıyla belirli pratikler geliştirmiştir. Bu durumda ise bedensel bütünlüğü de korumak insan için temel ilkedir. Söz konusu halk hekimliği, tüm bu açıklamaların bir ürünü olarak varlığını devam ettirmektedir.

    Elif Vatansever
    vatanseverelif72@gmail.com

    Devamını Oku

    Balkanlar’dan Göç Eden Boşnaklar 60 Yıldır İstanbul’da Kültürlerini Yaşatmayı Sürdürüyor

    Balkanlar’dan Göç Eden Boşnaklar 60 Yıldır İstanbul’da Kültürlerini Yaşatmayı Sürdürüyor
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Türkiye Bosna Sancak Derneği Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Hilmi Erdem: – “İki yıl önce Çanakkale Şehitliğine gittiğimde 57. Alay Şehitliğini gezme fırsatım oldu. Mezar taşlarında dikkatimi çeken bir şey vardı, birçoğunda, belki de dörtte birinde ‘Halep’ yazıyordu. Bu, bize Osmanlı’nın mirası olduğunu, Türkiye’nin şu anki sınırlarının çok ötesinde bir gönül coğrafyasına sahip olduğunu hatırlatıyor” – Türkiye Bosna Sancak Derneği Başkan Vekili Ercan Gül: – “Türkiye’yi kim daha çok seviyor, bunu tartışıyorduk. Rumeli’nin en büyük kavgası da budur, Boşnak mı daha çok seviyor, Arnavut mu, Makedonyalı mı, Kosovalı mı? Ben bir Boşnak olarak iddia ediyorum ki, hepimiz çok seviyoruz. İyi ki Türkiye’deyiz”
    İSTANBUL (AA) – ENES TAHA ERSEN – Aileleri 1950’li ve 60’lı yıllarda Balkanlar’dan göç ederek İstanbul’a yerleşen Boşnaklar, İstanbul’daki yarım asrı aşan tarihleri boyunca kültürlerini koruyarak yaşamlarını sürdürüyor.

    AA’nın “İstanbul’un Yüzleri” başlıklı dosyasının altıncı haberinde, İstanbul’un Bayrampaşa ilçesinde yaşayan Türkiye Bosna Sancak Derneği Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Hilmi Erdem ve Türkiye Bosna Sancak Derneği Başkan Vekili Ercan Gül, AA muhabirine, ailelerinin göç hikayesini anlattı.

    Henüz 10 yaşında bir çocukken ailesiyle İstanbul’a gelen Hilmi Erdem, 1966’da Karadağ sınırları içinde yer alan Rojaye şehrinden Türkiye’ye göç ettiklerini ve o dönemi çok net hatırladığını belirtti.

    Erdem, göçmen hayatının kolay olmadığına dikkati çekerek, “Çocuk olarak o zamanları çok net hatırlıyorum, o sıkıntıları, ailelerin ayrılmak zorunda kaldığı anları hatırlıyorum. Annemin babalarını bırakıp ya da babamın oradaki akrabalarını, amcalarını bırakıp Türkiye’ye geldiği zamanı, o ayrılık anlarını ve o gözyaşlarını çok iyi hatırlıyorum. Gerçekten çok zordu.” ifadesini kullandı.

    Türkiye’ye göç etmenin dedesinin hayali olduğunu ve bu nedenle İstanbul’a yerleştiklerini dile getiren Erdem, “Göç etmemizin en büyük sebebi, Türkiye’de bir yaşam kurmanın dedemin hayali olmasıydı. Dedem çocukluğunda çok zor şartlarda büyüdü. Balkan Savaşı’nı, Birinci Dünya Savaşı’nı ve İkinci Dünya Savaşı’nı yaşadı. O zorlukları gören dedem, ‘Gelecek nesillerime, torunlarıma aynı acıları yaşatmak istemiyorum.’ diyerek bizi buraya getirdi.” diye konuştu.

    “Bu ülke bizi birinci sınıf vatandaşı olarak gördü”

    Hilmi Erdem, göçmen olarak yaşamın zorluklarını hissetmelerine rağmen hiçbir zaman ayrımcılığa veya olumsuz duruma maruz kalmadıklarını kaydederek, “Bu ülke bizi birinci sınıf vatandaşı olarak gördü. Bundan dolayı minnettarız.” dedi.

    İstanbul’un kozmopolit yapısını tarih boyunca koruduğunu ve Boşnaklarla Türklerin birbirlerine yabancılık hissetmedikleri için kolayca adapte olabildiklerini ifade eden Erdem, şunları söyledi:

    “İstanbul’un yapısını hepimiz biliyoruz. Farklı yerlerden hem Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden hem de Balkanlar’dan göç olmuş. Dolayısıyla bu insanların birbirlerine uyum sağlaması pek de zor bir şey değildi. Ben burada herhangi bir ayrımcılık yaşadığımı ya da Boşnakların ayrımcılığa uğradığını hiç hatırlamıyorum. Şükürler olsun ki böyle bir şeyle karşılaşmadık.”

    Erdem, artık dünya genelinde çeşitliliğe karşı hoşgörünün azaldığına dikkati çekerek, ancak Türkiye’nin tarihsel olarak pek çok kültürel unsura ev sahipliği yapan, ihtiyaç duyanlara kucak açan bir ülke olduğunu söyledi.

    Erdem, bu durumu, Çanakkale Şehitliğine yaptığı bir ziyarette mezar taşlarında gördüğü yer adlarıyla daha iyi kavradığını dile getirerek, şöyle devam etti:

    “İki yıl önce Çanakkale Şehitliğine gittiğimde 57. Alay Şehitliğini gezme fırsatım oldu. Mezar taşlarında dikkatimi çeken bir şey vardı, birçoğunda, belki de dörtte birinde ‘Halep’ yazıyordu. Bu, bize Osmanlı’nın mirası olduğunu, Türkiye’nin şu anki sınırlarının çok ötesinde bir gönül coğrafyasına sahip olduğunu hatırlatıyor. Bu gönül coğrafyası sadece Balkanlar’ı, Kuzey Afrika’yı ve belki de Doğu’nun büyük kısmını kapsıyor. Biz, nüfusumuzun çeşitliliğini hiçbir şekilde bir sorun olarak görmüyoruz. Bu ülke hepimizin. Bu topraklar, burada yaşamak isteyen, ihtiyacı olan herkes için kapılarını sonuna kadar açmıştır. Allah’a şükür, hepimize kucak açan bir yapıdayız.”

    “Saraybosna’ya duyduğumuz özlem, Boşnak mutfağını İstanbul’a taşımamızla sonuçlandı”

    Bayrampaşa Yıldırım Mahallesi’nde restoran işleten ve Türkiye Bosna Sancak Derneği Başkan Vekilliği yapan Ercan Gül, ailesinin 1958’de Sırbistan sınırlarında kalan Sancak bölgesinden göç ettiğini, kendisinin ise 1964 yılında İstanbul’da dünyaya geldiğini belirtti.

    Gül, ailesinin bu toprakların yabancısı olmadığını, dedelerinin İstanbul’da uzun yıllar yaşadığını aktardı. Dedesi Asım Agovic’in Sancak Türkleri arasında tanınan bir isim olduğuna işaret eden Gül, dedesinin Bosna ile Sancak bölgelerinden göç edenlere ev sahipliği yaparak, iş kurmaları konusunda yardımcı olduğunu dile getirdi.

    Eşi Saraybosnalı olduğu için sık sık Bosna Hersek’e gittiklerini ve Saraybosna’ya duydukları özlemin sürekli olarak arttığını kaydeden Gül, şöyle konuştu:

    “Bosna’ya gide gele orayla Balkan ülkeleriyle derin bir bağ kurduk. Giderken arkadaşlarımıza, dostlarımıza hep ‘Boşnak yemekleri çok lezzetli, etler, börekler harika, Saraybosna’yı çok özlüyoruz.’ derdik. Bir gün dostlarımız bize, ‘Saraybosna’yı İstanbul’a getir. En iyisi, özleminizi burada yaşatın.’ dediler. Sonuç olarak Saraybosna’ya duyduğumuz özlem, Boşnak mutfağını İstanbul’a taşımamızla sonuçlandı.”

    Gül, ailesi İstanbul’a geldiği günden bugüne birçok şey değişse de Türk toplumunun kendilerine karşı her zaman hoşgörülü davrandığını vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Biz belki sonradan geldik ama aslında tarih boyunca hep buradaydık. Bu ülkenin bir parçasıydık. Sadece bir kolumuz Boşnak, vücudumuz Türk. Biz her zaman Türk’tük ve Türk kalacağız. Ana vatanımız, yurdumuz, ülkemiz Türkiye, biz her zaman Türk’tük ve bununla gurur duyuyoruz. O yüzden ötekileştirilme gibi bir durum hiç yaşamadık. Bu ülkenin asli vatandaşıyız ve bununla gurur duyuyoruz. Boşnakların bir özelliği de bu bayrak, bu vatan, bu toprak ve bu Kur’an için burada olmamız. Çanakkale Savaşları’nda, Sancak bölgesinden gelen pek çok dedemiz, büyüklerimiz şehit oldu. Onlarla gurur duyuyoruz.”

    Balkanlar ile Türkiye arasındaki aidiyet ve sevgi bağının tarih boyunca hiç değişmeyen bir kırmızı çizgi olarak korunduğunu belirten Gül, Balkan topraklarında doğup büyüyen herkesin en büyük tartışmasının “Kim Türkiye’yi daha çok seviyor?” olduğunu söyledi.

    Gül, Balkan coğrafyasından gelen arkadaşlarıyla yaşadığı bir anıyı buna örnek göstererek, sözlerini şöyle tamamladı:

    “Pandemi döneminde, Balkan coğrafyasından ve Batı Trakya’dan gelen 3-4 arkadaşım ile birlikteyken, Kosovalı bir arkadaşım da bize katıldı. Ardından bir Arnavut dostum geldi. Ben de Boşnak olarak dörtlü bir masada yemek yiyor, sohbet ediyorduk. Birden aramızda bir tartışma başladı. Konu hızla alevlendi ve tartışma şiddetlendi ama biz aslında neyi tartışıyorduk biliyor musunuz? Sıradan bir mesele değildi. Türkiye’yi kim daha çok seviyor, bunu tartışıyorduk. Rumeli’nin en büyük kavgası da budur, Boşnak mı daha çok seviyor, Arnavut mu, Makedonyalı mı, Kosovalı mı? Ben bir Boşnak olarak iddia ediyorum ki, hepimiz çok seviyoruz. İyi ki Türkiye’deyiz.”

    Devamını Oku