DOLAR 33,0556 0.12%
EURO 36,0235 -0.02%
ALTIN 2.580,760,44
BITCOIN 0%
İzmir
33°

PARÇALI AZ BULUTLU

SABAHA KALAN SÜRE

Bir gün ülkemde…

Bir gün ülkemde…
7

BEĞENDİM

ABONE OL

hayvanlar bir araya gelip okul açmaya karar verdiler.
Bir tavşan, bir kuş, bir sincap, bir balık ve yılan balığı yönetim kurulunu oluşturdu.
Tavşan, müfredatta koşmanın bulunmasını istedi.
Kuş, uçmanın dahil olmasını, balık yüzmenin dahil olmasını ve sincap, ağaca tırmanmanın mutlaka zorunlu dersler arasında olması gerektiğini söyledi.

Bütün bunları bir araya getirip, bir müfredat programı yaptılar ve bütün hayvanların bu dersleri görmesini istediler.
Tavşan koşu dersinden A alıyor olmasına rağmen, ağaca tırmanmak onun için çok ciddi bir sorundu. Sürekli kafa üstü düşüyordu.
Bir süre sonra beyni hasar gördü ve eskisi gibi koşamadı.
Artık koşuda A almak yerine, C alıyordu. Ve tabii, ağaç tırmanmada ise her zaman zayıf alıyordu. Kuş, uçmada çok başarılıydı, ama sıra toprak kazmaya geldiği zaman, o kadar başarılı değildi.
Sürekli gagasını ve kanatlarını kırıyordu. Bir süre sonra toprak kazma notu hala F olmasına rağmen, uçma notu C’ ye düşmüştü. O’ da ağaca tırmanmada çok zorlanıyordu.
Sonuçta sınıf birincisi olan hayvan her şeyi yarım yapabilen, geri zekalı yılan balığı oldu. 

Ancak eğitimciler çok mutluydu, çünkü herkes bütün dersleri görüyordu. (Oslo Sezgi kitabı)

Programlar birilerinin mutlu olması için hazırlanıyordu!!

Yıl 1924

Türkiye Cumhuriyetinde;

Milli mücadele sonrası en önemli önceliğin eğitim olduğunu bilenler,

3 Mart 1924’te Tevhid_i Tedrisat ilan ettiler.

Daha sonra yine 1924 yılında  “İlk mektepler Müfredat Programı”nı hazırladılar.

Sonra yine birileri toplandı,

1926, 1936, 1948, 1983, 1990, 1998 ve 2005 yıllarında programları değiştirdiler.

bazı dönemlerde hazırlanan programlar sanki öğrenciler bir şey öğrenmesin diye hazırlanmıştı…

Vertikal değil horizontal eğitim anlayışına sahip ülkemde,

Her bakan değişiminde bakanlar bir önceki bakanın yaptıklarını kaldırdı.

1923 yılından 2024’e kadar 101 yıllık süreçte 69 bakan değiştirenler (ortalama bakan ömrü 1,2 yıl);

programları da sürekli değiştirdi, değiştirdi…

Programlar geliştirilmedi, değiştirildi. 

Çünkü programlar politikacılar için entelektüel bir savaş alanıydı.

Toplumsal değişimin en hızlı olduğu,

Toplum 5.0’ın gündemde olduğu

Yapay zeka vb yıkıcı yeniliklerin eğitimi alt üst ettiği bir dönemde,

Adı “Milli” olup yıllarca milli olmayan uygulamalar yapan,

Milli Eğitim Bakanlığı programları değiştireceğiz,

programda çok kazanım var, “seyrelteceğiz”, 

programları beceri temelli yapacağız dedi.

Gerçekten de dünya üzerinde en çok kazanım bizim programlarda yer almaktaydı. 

Ve emeli(amacı) çok olanın elemi de çok olurdu. 

Öğretmenler, öğrenciler sayısız kazanımları kazanmama noktasına gelmişlerdi. 

Yıllarca ayaklı ansiklopedi yetiştirildi.

Ezberci, yaşam becerilerinden yoksun nesiller yetiştirildi.

Konu merkezli yaklaşımın çıktılarının çoktan seçmeli testlerle ölçüldüğü süreçte birçok nesil heba edildi.

Çoktan seçmeli testleri geliştiren kişi bile artık bu testlerin kullanılamayacak düzeyde ilkel olduğunu belirttiği halde nesillerin gelecekleri bu testlerdeki başarılarıyla ölçüldü.

PISA vb sınavlarda başarısız olmamızın sebepleri arasında bu yok muydu? 

Konu merkezli programdan beceri temelli programa geçiş olması gerekendi. 

Artık bir şeyler yapma zamanı gelmişti…

Programlar güncellenmeliydi…

Program güncellemesi için gerçekçi ihtiyaç analizi yapıldı!!

Bakanlığa göre 10 yıl uzun soluklu bir ihtiyaç analizi raporu hazırlandı…

Yayınlanmayan, içeriği bilinmeyen bu ihtiyaç analizine göre program geliştirme süreci başlatıldı.

Program geliştirmek için program değerlendirme yapmak gerekirdi. 

Etkili program değerlendirme çalışmaları yapıldı!!

Bu süreçte, alandan uzmanlar davet edildi.

Cemaat, tarikat veya ideolojik temsilcileri davet edilmedi.

Eğitim sistemimizdeki en önemli sorunlardan biri farklı ideolojilerin savaş alanına dönmesi olmuştu.

Ülkenin geleceği için bu programın,

devletin kendi resmi ideolojisi dışındaki,  tüm görüşlerden, çatışma ortamından uzak kalması gerekirdi.

John Dewey’in “Benim hayalimi gerçekleştirmişler” dediği ilk milli modellerimizden olan Köy Enstitülerinin politize olması sonucunda kapatılması gibi tecrübelerimiz vardı.

Programlar politize olmamalıydı.

Yeni programların adına “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” denildi.

Bazılarına göre bu ideolojik bir başlıktı…

Bazılarına göre Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. Yılında bu sisteme karşı olumsuz bir görüşün içten yansımasıydı. 

Türkiye yüzyılı, Türk asrı dediğimiz,

Savunma sanayindeki her yenilikçi teknolojimize Türkçe isimler bulurken,

Savunma sanayinden eğitime her alanda millileşmeden bahsederken, 

Arapça kökenli bir kavram neden tercih edilmişti?

Bunun yerine daha güzel kavramlar bulunamaz mıydı?

Model demek tüm unsurları ile sistemsel değişikliği de ifade etmez mi?

Maarif modeli demek yapılanları yansıtan bir kavram mıydı? 

Ayrıca yapılan sadece programların güncellenmesi değil miydi?

Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinin  herkesin anlayacağı dilde ifade edilmesi gerekirdi.

Birileri bunun için ortak metin hazırladı.

İlk defa bir program metninde açık açık felsefe yer aldı. 

İlk defa ontoloji, epistemoloji ve aksiyoloji kavramlarından bahsedildi.

Ama maalesef ortak metni hazırlayanlar bu başlıklardan sanki bihaberdi.

Ontoloji Niçin? demekti.

Ama bu metinde Niçin? sorusunun cevabı var yoktu.

Yetiştirilmek istenen insan tipi yoktu.

Yetkin ve erdemli insan ne demekti?

Günümüz paradigmasında bunun karşılığı neydi?

Programın paradigması, felsefesi kuramsal dayanağı neydi?

Üzücü olan “Türkiye yüzyılı Maarif modelinde” Cumhuriyet,  Atatürk, neden yoktu?

Programın ortak metni ile programın esas temeli arasında uçurumlar vardı. 

Emek verilerek hazırlanan programların retorik yani kendini ifade etme kısmı çok kötü değil miydi?

Öğrenme çıktılarının beceri temelli hazırlanması güzeldi.

Sınıflarda akranlarına nazaran ileri düzeyde veya geride kalmış öğrenciler için “farklılaşma” adı altında alternatiflerin sunulması çok gerekliydi.

Okul temelli planlama harika düşünülmüştü. Bu uygulama resmi program ile uygulanan program arasındaki boşlukları azaltacaktı. 

Öğrenme yaşantıları da detaylıydı. Bu hem avantaj hem dezavantaj olabilirdi. Öğretmen için yeni süreçte programı nasıl uygulayacağı konusunda muğlaklık ortadan kalkabilirdi. Ama tam tersi, öğretmen belirtilen öğrenme yaşantılarını yeterli görerek onun dışına çıkmayabilirdi.

Bu durumda öğretmen esnekliği ortadan kalkabilirdi.

Disiplinler arası ilişkilendirme ilk defa daha somutlaştırılmıştı. Ama uygulama süreci daha önemliydi. 

Programların güzelliklerinden biri ölçme değerlendirmeydi.

İlk defa ölçme değerlendirmenin önem ve gerekliliğine inanıldığının somut göstergeleri vardı. 

Ölçme ve değerlendirme sürecinin öğrenme kanıtları üzerinden kurgulanması ve süreç temelli olması önemliydi. 

Test sonuçlarına odaklanıldığı sonuç odaklı ölçme-değerlendirme yerine süreç temelli öğrenme yaklaşımı önemliydi.

Öğrenmelerin değerlendirilmesi değil öğrenme için değerlendirme yapılması önemliydi. 

Programlar ilk defa olması gerektiği gibi olmaya başlamıştı.

Ama; 

“Aklı selim kalbi selim” gibi tanımlamaların özü neydi?

Bu tür içeriklerin programdaki beceriler ile ilişkisi nasıl açıklanacaktı?

Alan becerilerin, kavramsal becerilerin ve diğer becerilerin teorik dayanağı ve bilimsel çerçevesi neden belirtilmemişti?

Programda değerler güzel ama karakter eğitimi daha da güzel olabilirdi.

Her ne olursa olsun “yaşamak için öğrenmek” gerekliydi.

Programlar bu nedenle beceri temelliydi…

10 yıllık ihtiyaç analizi sonucunda hazırlandığı belirtilen programlar için,

10 gün içinde görüş ve öneriler istendi.

Taslağa 67 bin 284 görüş ve öneri iletildi.

MEB’e göre öğretmenlerden 38 bin 865

sivil toplum kuruluşları, eğitim platformları ile eğitimin diğer paydaşlarından 28 bin 419 görüş ve öneri geldi.

Ama bu görüşler alındıktan 16 gün sonra yeni model kabul edildi.

Görüş ve öneriler dikkate alındı mı?

Dikkate alındıysa bu kadar kısa sürede bu kadar görüş ve öneri nasıl incelendi ve programda nasıl düzeltmeler yapıldı?

Yoksa bu sadece görüş aldık demek için mi yapıldı??

Programların okulöncesi, ilkokul 1. sınıf, ortaokul 5. sınıf ve lise 9. sınıftan başlamak üzere kademeli şekilde uygulanması kararlaştırıldı.

Öğretmenlerin eğitimi aşamasına geçildi. 

Programı uygulayacak olan öğretmenlerin program okuryazarı olmaları çok önemliydi.

Ama pilot uygulamalar yapılmadı. 

Halbuki eğitimle ilgili alınan bir yanlış kararın etkilerinin uzun yıllar sonra çıkacağı bilinen bir şeydi.

Pilot uygulamalar yapılmadan ülke genelinde başlanacak olması gerçekten çok riskliydi…

Hata olursa bunun hesabı kime sorulacaktı?

Gerçi şimdiye kadar kime soruldu ki?

Değişim gereklidir.

Değişim süreçlerinin ana lokomotifi eğitimdir.

Eğitim sistemlerinin ana unsuru programlardır. 

Yıllarca program yerine müfredat denilerek olayın özünün anlaşılmadığı hep ortadaydı.

Programların bilimsel temelli olarak geliştirilmesi önemliydi.

Ülkemizde bu konuda adımlar atıldı.

Eleştiri ve değerlendirmeler olacak mı? 

Evet mutlaka olmalıdır.

Ama bazı eleştiriler özellikle beceri geliştirme aşamasında uzun bir süredir emek harcayan bilim insanlarını üzmemelidir.

Eğitimle ilgili alınan kararların tüm paydaşlar tarafından kabul edilmemesi halinde başarıya ulaşamayacağı,

Açıktan olmasa bile pasif direnişe geçmelerinin programların etkisini azaltacağı unutulmamalıdır.

1924 programları en az uygulamada kalan program olarak tarihe geçmişken,

2024 programı da yapılan yanlışlarla umarım en kısa süreli program olarak tarihe geçmez.

Programla yetişecek yeni nesiller ülkemize, insanlığa dünyanın her yerindeki zulme dur diyecek bireyler olarak yetişirler.

Programda emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Devamını Oku

KORKMA!!!

KORKMA!!!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Korkma!!!
Yıl 2023
Yer Gazze
Gazze de bir çocuk sakin sakin;
“Gazze ile iletişimin kesildiği doğrudur.
Ambulanslar ve sivil savunma ekipleri ile iletişimin kesildiği de doğrudur.
Bütün dünya ile iletişimin kesildiği de doğrudur.
Ama Alemlerin rabbiyle iletişimimiz kesilmedi” dedi…
Gazze’de çocuğun yüzünde korku yoktu.
Ağır yaralı olan küçük kardeşine Kelimeyi şehadet getirtmeye çalışan çocuğun da,
Cesetler arasında babasını arayan çocuğun da
Ve ölen bebeğinde,
yüzünde korku yoktu.
Kaybedecek bir şeyleri de artık yoktu.
Gazze’de çocuklar korkmuyordu….


Gazze’de
Hastaneler bombalandı.
Okullar bombalandı.
Öğrencilerin tümü öldüğü için okullar dönem bitmeden kapandı.
Bebekler emzik yerine kurşunla, bombayla tanıştı.
Babalar çocuklarının parçalarını elleriyle topladı.
Dünyanın en zalim milleti,
dünyanın gözü önünde tarihin en acımasız eylemlerine devam etti.
Tüm olanlar karşısında
Türkiye korkmadı…
Latin ülkeleri gibi az sayıda ülke korkmadı.
Ama
Tüm dünya halkı sokaklara dökülürken,
Müslümanların ilk kıblesi
Kudüs’te bunlar yaşanırken,
Arap ülkeleri korktu.
İnsan hakları savunucuları korktu.
Korktu herkes…


Ben haksızlık karşısında durmazsam benden sonra kimse duramaz diyen
Hz. Hüseyin korkmuyordu.
Derisi yüzülen Türk edebiyatı şairi Aşık Seyyid Nesimi korkmuyordu.
Ve “ben cihana sığmazam” diyordu.
Düşman gemilerini görünce geldikleri gibi giderler diyen
Rahmetle andığımız Atatürk korkmuyordu.
doğu Türkistan’da yok edilen çocuklarda korkmuyordu…
Gazze’de çocuklar da korkmuyordu
Sadece kırgınlardı, üzgünlerdi.
Biliyorlardı “Hasbinallahu ve nimel vekil” cümlesinin anlamını
Bunu bilen, Allaha güvenen hiçbir şeyden korkmazdı…
Ve çocukların gözlerinden Aliya İzzetbegoviç’in şu sözleri okunuyordu:
“her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.

            ***

Korku…
İnsan korkar.
Belki de korku üzerine kuruludur hayatı.
Korku ayrı korkaklık ayrıdır.
Bazıları Allah’tan korkar
Ölümden korkar
Öte dünyadan korkar
Cehennemden korkar
Bazıları kul hakkı yemekten
Bazıları inandığı gibi yaşamayıp yaşadığına inanmaya başlamaktan korkar
Bazen kötülüğün
William Shakespeare dediği gibi,
insanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkar
Sevilmekten korkar, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkar, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkar, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkar, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkar, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkar, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkar aslında yaşamayı bilmediği için.
Korkar insan….


İnsan bazen de başarısız olmaktan korkar.
Kaybetmekten korkar.
Başarısız olduğu takdirde gerçekleştiremeyeceği hayallerinden korkar.
Bu nedenle başarısız olma lüksü yoktur.
Hep başarılı olmak zorundadır.
Başarısızlıktan korkmak zorundadır.
Bu anlamda korku bazen iyidir.
Korkunun içinde umut vardır.
Umutlarımızın gerçekleşmesi için korkmamız gerekir belki de.
Ülke olarak da başarısız olmaktan korkmalıyız.
Birbirimizi daha çok severek, kenetlenmezsek
Eskisinden daha çok çalışarak başarılı olmazsak
Kaybedeceğimizi bilmeli, anlamalıyız.
Başarısız olmak durumumuz yoktur.
Korkmaz ve başarısız olursak çocuklarımız korkabilir…


Korku…
Biz nasıl korku içindeyiz
Birisini sevince onu kaybetmekten mi?
Sevdiğimizi kaybedince acı çekmekten mi korkuyoruz?
Kırılmaktan mı korkuyoruz?
yoksa tekrar kırılmaktan mı korkuyoruz?
Alışmaktan mı korkuyoruz?
Cenap Şahabettin’in dediği gibi sevdiğimizden mi korkuyoruz ?
Yoksa korktuğumuzu mu seviyoruz?
Yapıyorsak korkmuyor ya da korktuğumuz için yapmıyor muyuz?
Korkuyor mu korkak mıyız?
Ölümden mi korkuyoruz yoksa korktuğumuz için binlerce kez ölüyormuyuz?
Hep tek başımıza olduğumuz için kimsenin yokluğundan korkmuyor muyuz?
Başarısız olmaktan mı korkuyoruz?
Korktuğumuz için hayatı hep dışarıdan mı izliyoruz?
Yoksa korkmuyor korkuyor gibi mi görünüyoruz?
Biz korkak mıyız?
Yoksa korkulacak olan korkunun kendisi mi?

Ez Cümle,
Yol arkadaşı Allah olanlardan, korkusuzlardan eylesin…


Not: Aşık Nesimi’nin Mezarı Gaziantep Aktoprak köyündedir.

Devamını Oku

Kime Bayram

Kime Bayram
0

BEĞENDİM

ABONE OL

KİME BAYRAM!
Bayram
Badram,
Oğuzlarda “Beyrem”
Kırgızistan’da Maryam”
Kazakistan’da “Meyram”
Araplarda Eid al-Fitr
Her dilde her kültürde var bayram.


Bayrama,
Kültürümüzde herkes bir başka anlam yükler.
Kimi;
Amin bağırma,
Abdal Musa lokması,
Bayram çıkarma
Bayram konatı
Bayram sofrası
Bayram yemeği
Buhur yakma
Ferfene
Helesa
Kahke, gerebiç
Keşkekle
anlamlandırır.
Bayramlar anlam ve kültürel kodlar yüklüdür.


Ergenekon’dan çıkışı kutlarsak,
Mitolojik bayram olur.
TBMM açılışını ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlarsak
Tarihsel bayram olur.
Ramazan ayı sonunda kutlama yaparsak,
Dinsel bayram olur.
Kış derki bahar benim içimdedir.
Kıştan bahara geçiş “Çille” olarak adlandırılır.
Büyük Çille 40 gün, Küçük Çille 20 gün ve Boz Çille Nevruz’a kadar devam eder.
Çille, aslında üç kez ölüp dirilmedir.
Nevruz’da ise nihai diriliş vardır.
Baharın gelişini Nevruz olarak kutlarsak
iklimsel bayram olur.
Aslında her güzel şeyin başlangıcıdır belki de bayram..


Ramadi…
Müslümanlar,
Ramazan ayı boyunca oruç tutarlar.
Ramazan kelimesinin “ramadi” kelimesinden gelir derler.
Ramadi,
Yağmur.
Yaz sonunda ve güz mevsiminin başlarında yağıp
yeryüzünü tozdan temizleyen “yağmur”
yağmur yeryüzünü temizler
ramazan ayı boyunca tutulan oruç da (sadece açlık değil) ise
insanın ruhunu ve günahlarını temizler derler.
Yağmur tanesi toprağa düştüğünde nemli ama
muhteşem bir toprak kokusu sarar
Ramazan ayında da insanın ruhu önce yanar.
Tutulan oruçların sonunda ruha yağmur yani “ramadi” yağar ve
İnsanın ruhu topraktan çıkan nem kokusu gibi olur.
İnsanın ruhu “yenilenir”
Belki de bayram demek yanarak yenilenme demektir.


Ramazan ayında insanlar sahura kalkar,
Akşam iftar açarlar.
30 günün sonunda,
Orucu tamamlama imkanı veren Allah’a şükrederler.
Neticede her şey nasip meselesi değil mi?
Kulun “rabbim” demesi Allah’ın “kulum” demesinden değil mi?
Bayram demek
Nefesi aldığına, nefesi verdiğine ve şükredebildiğine şükredebilmektir.
Bayram demek şükür demektir.


Bayram demek;
Kimileri için
Araplarda olduğu gibi
IYD’UL- FITR yani “YEME İÇME” bayramıdır.
Ramazan bayramı namazından sonra
Evlerde yöresel olarak yapılan yemekler,
Börekler
Tatlıların
Bayram süresince bir araya gelinerek tüketilmesiydi.
Kimilerine göre bayram sadece yeme içmedir…


Bayram demek
Bir zamanlar zengin fakir fark etmeksizin
Bayramdan önce alınan ama
Bayram gününden önce giyilmeyen
Bayram öncesi yatağın kenarına konularak
Hayaliyle uyunan
Yeni kıyafetler, ayakkabılar demekti.
Bayram demek kimileri için
“Bayramcalık” demekti.


Bayram demek;
Çocuklar için mahallede şeker ve
Arefelik adında bayram harçlığı toplamaktı.
Çocuklar için Ramazan bayramı
Şeker bayramı demekti.
Bayram yerlerinde salıncağa binmekti.
Bayram, neşe sevinç demekti.


Bayram bir zamanlar kültürel kod aktarımı demekti.
Bayram temizliğinin yapıldığı
Bayram alışverişlerinin yapıldığı,
Mezar ziyaretlerinin yapıldığı,
Bayram günü erken kalkıldığı,
Büyüklerin ziyaret edildiği,
Otomatik bayram mesajlarının atılmadığı,
Herkesten uzaklara gidip tatil yapılmadığı,
Çocukların, gençlerin büyüklerin ellerini öptüğü
Büyüklerin geçmiş hikayelerinin dinlendiği
Kültürel kod aktarım süreçleriydi.
Bayram demek gelenek, görenek demekti…


Bayram demek,
Bayram temizliği demekti.
Günler öncesinden evlerin temizlenmesi.
Bayram günün kadar her şeyin temiz kalmasıydı.
Ama bu bayram…
Temizlenen evler değil enkazlar oldu
Bu bayram kara geldi…
Deprem vurdu herkesi
Kimi anasını, babasını
Kimi evlatlarını
Kimi eşini,
Kimi işini kaybetti.
Karalar bağladı bu bayram herkes.
Evde yakın biri öldükten sonra gelen bayrama “ilk bayram” denilirdi
Bu bayram maalesef on binlerce vatandaşımızın depremde vefatı nedeniyle
Türk milletinin karalar bağladığı “ilk bayramı” oldu.
Şehit ana babalarının eşleri için,
Ve yetim çocuklar için her bayram zaten “ilk bayram”dır.
Onlar için “bayram gelmiş neyime” türküsüdür.
Kimileri için bayram demek, kaybedilenlerin tekrar geleceğinin hayalinin kurulduğu,
Karalar bağlanan, ilk bayram demektir


Ez cümle
Karaların bağlanmadığı,
Ramadi yağmurlarının yüreğimize yağdığı,
Her günümüz bayram olsun…

Devamını Oku

DERDİM DERMANIMMIŞ…

DERDİM DERMANIMMIŞ…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

DERDİM DERMANIMMIŞ
Vaktiyle adamın birinin gözleri kör oldu.
Gözlerinin tedavisi için dolaştı durdu.
Çare bulamadı derdine.
Bir gün bir hekimle karşılaştı.
Hekim ona “derdinin dermanı kolay” dedi.
“Git derdi olmayan birini bul, onun gömleğini gözlerine sür, gözlerin açılır” dedi.
Sevindi bizim adam.
Gezmeye başladı.
Her karşılaştığına “derdin var mı?” diye sordu.
Herkes “derdim var” dedi.
Umudunu yitirdi adam.
Bir gün çobanla karşılaştı.
Umudunu yitirmişken sordu çobana;
“Derdin var mı?”
“Yok çok şükür” dedi çoban.
Adam sevindi. “İyi dedi gömleğini ver gözlerim açılsın” dedi.
Çoban “iyi de benim gömleğim yok” dedi..
Gömleğin varsa “Derdin var”


Dert.
Herkesin bir derdi var.
Kiminin evladı, kimin işi, kiminin hastalığı,
Kiminin derdi, başka birinin nimeti.
Dert;
Kimi için imtihan, kimi için musibet.
İnsanın yaratılışı dert, gam yüklü.
İnsanın yaratıldığı çamurun üzerine 40 gün yağan yağmurun
39 günü hüzün 1 günü neşe-sürur.
İnsanın hüznü, sürurundan fazla.
İnsanın yaratılışı dert, gam…
Gamzedeyiz. Gam zede
Gam vurgunu…
Dünyanın tek galibi dert, gam


Niyâzî-i Mısrî
“Dermân aradım derdime, Derdim bana dermân imiş
Bürhân aradım aslıma / Aslım bana bürhân imiş” demiş.
Aşıklığın, dervişliğin birincil şartı dert ehli olması nedendir acaba.
Derdimiz dermanımız mı acaba?
Hasta olduğunda şifayı kaptım demek;
dert ile birlikte dermanın da geleceğini gösterir.
Derdi veren dermanı içinde gizlemiştir.
Demiri öldüren pas,
İnsanı öldüren kendisi.
Demiri kendi pası, insanı kendi düşüncesi mi kurtarır.
Dut lekesini dut yaprağı temizler.
Susuzluktan kurtulmanın yolu susuz kalmaktır.
Ateşi söndürmenin yolu ateşe odun atmamaktır.
Yani dert nereden geliyorsa deva oradadır.


Sana verilmeyeni, sana lazım olmayan bil..
Başkasında imrendiğin, sende olmayanı; olsaydı, felaketin bil..
Ne ki eksiğin, olsaydı; fazlalığın olurdu..
“Allah herkese layık olduğu cevheri verdi.
Kedinin kanadı olsaydı, serçenin nesli tükenirdi.“ dedi Şadi Şirazi
Dertte dermana dönüşür.
Eğer,
Beklentilerimizi kaldırırsak,
Üzerimizde ne kadar az gömleğimiz olursa,
Dünyayı değiştirmek yerine kendimizi değiştirirsek
Derdimiz dermana dönüşür.


Deprem,
Başımıza gelen en büyük dertlerden birisi
Hikayeler, hikayeler…
Aslında herkes deprem bölgesini görmeli,
Dert dediğimiz şeylerin başkalarının nimeti olduğunu görmeli
Sahip olduklarımızın ne kadar değerli,
Sahip olmadıklarımızın neden olmadığını anlamamız için görmeliyiz.
Anne babası ablası ve seni kurtaracağım kardeşim diyen abisini kaybeden çocuğu,
Eşini, babasını, evladını,
Servetini kaybedenleri görürsek,
Deprem bölgesinde derdimizi tanımlar,
Her şeyin ne kadar boş olduğunu anlarsak,
belki dermanımızı da buluruz.
Yabancı arama kurtarma görevlilerinin
“Tanrıyı bu kadar kızdıracak” ne yaptınız sorusunu anlasak,
Kendimizi sorgulasak,
Temizlensek,
Hatalarımızı fark etsek,
Birbirimizi affetsek, sarılsak, ayrıştırmasak,
Kendimizi yeniden canlandırsak,
Şah Hatayi “Bir derdim var bin dermana değişmem” dediği gibi der
Ve..
Derdi dermana dönüştürürüz belki..


Ez cümle;
Ne güzel demiş Aşık Veysel;
“Derdim dermanımmış ben yeni bildim.”
Rabbim derdini dermana dönüştürebilenlerden eylesin ve acılarımızı unutturacak acı vermesin…

Devamını Oku

DEPREM VURDU BİZİ

0

BEĞENDİM

ABONE OL

DEPREM VURDU BİZİ!!
Özlem,
Küçük bir kız çocuğu,
Gece uyurken yakalandı depreme
Saatler sonra kurtarıldı.
Günler sonrası yoğun bakımdan çıkınca ilk isteği küpe oldu.
Kilis gıda bankası fedakar sorumlusu Burcu hanım bu isteği yerine getirdi…
Özlem’in artık annesi, babası ve kardeşi yok.
Kaybetti onları… artık hem öksüz hem yetim.
Hikayeler, hikayeler
Annesinin sütünü emerken ölen bebekler,
Gece izne gelerek ailesine sürpriz yapmak isteyen
Ama merdiven boşluğunda depreme yakalanarak şehit olan Mehmetçiğimiz..
Daha yeni düğününe gittiğimiz cennet yüzlü Malatyaspor kalecisi küçük yaşta yetim kalan Eyüp kardeşimiz…
Enkaz başında ölmüş ama sadece eli görünen çoçuğunun elini tutan babası,
Enkaz başında günlerce yakınlarına ulaşmaya çalışan insanlar,
Evsiz kalan, işsiz kalan, varlığını kaybeden binlerce insanımız.
O kadar çok ki hikaye…
Deprem sadece binalarımızı vurmadı…
Deprem yüreğimizi, geleceğimizi
yıkılan şehirlerde tüm hatıralarımızı vurdu..
Deprem vurdu bizi…


Deprem vurdu!!
Liyakatı,
Ahlakı,
Vicdanı,
Bilimi,
Konfor alanından çıkmayan bilim insanlarını,
Bilime inanmayanları,
İşini iyi yapmayan herkesi,
Bir liralık malı 3 liraya satmaya çalışanları
Yasal olan ama helal olmayanları,
Depremi konuşarak durduğunu,
Ve
“Allah’ın helak edin dediği köyde, melekler yaşayan bir salih kulumuz Allah’ım dediğinde;
ilk o salih kulu helak edin, çünkü o kötülüklere sessiz kaldı” cevabını verdiği gibi
her şeye “sessiz” kalan bizleri
Deprem vurdu…


Deprem vurmadı!!
Millet olarak fedakarlığımızı,
Birlik ve beraberliğimizi,
Deprem bölgesine yardım değil, herkesin birbiri üzerinde hakları vardır diyerek
Dünyanın her bölgesinden “emanetleri” gönderenleri,
Bu emanetleri ulaştıranları,
Mustafa Demir, Oğuzhan Yılmaz, Ümit, gibi İslahiye Sosyal yardımlaşma Vakfı gönül erlerini
Yurtdışından gönüllü olarak gelip, milletimiz bu halde iken otelde kalamayız diyerek arabada yatan Aydoğan, Ferhat ve Kürşat gibi kardeşlerimizi,
Tek başına olsa da uyarılarını yapan bilim insanlarını,
“oku” ile başlayan dinin bilime verdiği değeri anlayanları,
Yaraya merhem olup görünmeyenleri,
İşlerini sağlam yapan iş insanlarını,
Ve kurtarma ekipleri, sağlık çalışanları ve öğretmenlerimiz gibi görevlendirilmiş olsa da olmasa da “adanmış” olarak çalışan gönüllülerimizi ve
işini yapan “devlet insanlarını”
ve en önemlisi devletimizi
Deprem vurmadı..


Deprem Hatırlattı!!
2 yıl önce çıkamadığımız,
şimdi ise giremediğimiz yuvalarımızın,
en önemlisi sahip olduklarımızın ne kadar değerli olduğunu,
Derdimizin başkalarının dermanı olabileceğini,
Ölümün bile hayırlısının olduğunu,
İyi bir ölüm için iyi bir ömrün gerekli olduğunu, iyi bir ömrün ise hayatı sade ve temiz yaşamaktan geçtiğini,
Ülkemizi bölmek isteyenlerin her ortamda fırsatı yine kolladıklarını
Devletimizin her zaman daha da güçlü olması için daha çok çalışmamız gerektiğini,
En önemli önceliklerimizden birinin deprem olması gerektiğini
Deprem hatırlattı.


Deprem Öğretti!!
Asıl yaşam üçgeninin “akıl, bilim ve en önemlisi vicdan” olduğunu,
Araba alırken boyalımı, hasar kaydı var mı diye gösterdiğimiz hassasiyeti
ev alırken göstermemiz gerektiğini,
afet master planımızın olmadığını,
deprem öncesi, deprem anı ve sonrasında yapmamız gerekenleri bilmediğimizi,
binaların yanı sıra inancımızı da sağlamlaştırmamız gerektiğini,
bir şehri inşa etmeden insanı inşa etmemiz gerektiğini,
şehrin altyapısının gösterişli, israf olan etkinliklerden daha önemli olduğunu,
zengin fakir statü ayrımının olmadığını,
Allah isterse herkesin saliseler içinde aynı şartlara düşebileceğini
Son model Mercedes’ten inan iş insanının bir parça ekmek bulduğuna şükredebileceğini,
Betonun soğuğunun havanın soğukluğundan daha kötü olduğunu,
Sessiz sessiz içten ağlamayı,
Yunus peygamberin balığın karnında iken dediği,
“Sen her türlü noksanlıktan, eşi-ortağı olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum” dediği gibi başımıza gelenlerin sebeplerini dışarıda değil içeride kendimizde aramamız gerektiğini
Deprem öğretti


Ez Cümle;
Özdemir Asaf’ın dediği gibi, kazandıklarımız bitti, yitirdiklerimiz kaldı, söylediklerimiz gitti, dinlediklerimiz kaldı, öğrettiklerimiz gitti öğrendiklerimiz kaldı.
Deprem vurdu bizi, acılarımızı acı kattı..
Deprem vurdu, hatırlattı, öğretti bize…

Devamını Oku