DOLAR 33,0751 0.23%
EURO 36,0438 0.11%
ALTIN 2.614,461,75
BITCOIN 21258521.33674%
İzmir
36°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

Sessiz Kalmayacağız!

Sessiz Kalmayacağız!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

Çin’de Aralık 2019’da ortaya çıkan korona virüs Avrupa’da Mart ayında hayatımıza girdi. Hayatımızı bir anda alt üst eden, profesyonel iş yaşamını inanılmaz bir biçimde sekteye uğratan virüs Avrupa’da hala güçlü bir biçimde etkisini gösteriyor. Bazı ülkelerde etkisini yavaşlatmış olan virüs ikinci dalga ile tekrar yükselişe geçti. Ülkemizde erken önlem alınması sayesinde Yunanistan’da İtalya ve İspanya’da yaşananlar yaşanmadı, çok şükür! Virüsün etkisini azaltmasıyla birlikte ülkede sıkı tedbirler yavaş yavaş gevşetilerek kademeli olarak kaldırılıyor. İş ve sosyal yaşam kısıtlı da olsa yeniden başlıyor, normale dönüş için ilk adımlar atılıyor. Tüm bunlar yaşanırken İslam alemi için on bir ayın sultanı Ramazan başladı. 

Her birinizin Ramazan ayı mübarek olsun, hayırlara vesile olsun! Virüs nedeniyle alınan önlemler nedeniyle geçmiş yıllarda olduğu üzere hep birlikte iftar sofralarında buluşamıyor, camilerde hep birlikte namaz kılamıyoruz. Aynı şekilde Hıristiyan dostlarımızın Paskalya Bayramı da buruk geçti. Tarihte ilk kez Vatikan’da Papa, cemaatsiz Paskalya ayini gerçekleştirdi. Teknik imkanlar sayesinde ayini tüm Katolikler evlerinden izleyebildi. Katolikler gibi ülkemizde Ortodokslar da Paskalya’yı evlerinde, sevdiklerinden uzakta kutladılar. Toplu dini törenler yasak olduğu için Ortodokslar da ayin için kilisede bir araya gelemedi. Virüs Ortodoks-Katolik ya da Müslüman tanımıyor. Bu zorlu dönemde herkes evlerine kapanmak zorunda  kaldı. Ancak ülkemizde bazı çevreler koronavirüsü bahane ederek fırsat bu fırsat mantığıyla bu mübarek Ramazan ayında çeşitli kısıtlamalar koymaya başladılar. Önce Ramazan boyunca hoparlörden ezanların okunmaması gündeme geldi. Gümülcine’nin Harmanlık mahallesindeki cami ile Şapçı’daki Hamidiye Camii’de cemaatin belirlediği imamlar varken cemaatin rızası olmadan tayinli müftü naibi  yeni imamlar atadı. Ardından ülkede tüm toplu ibadetler yasak olmasına rağmen güya Hebilköy’de imamımız camide toplu namaz kıldırıyor diyerek imamımızı ifadeye çağırdılar. Şimdi de Ramazan boyunca sahurda davul çalınması engellenmeye çalışılıyor.

Tüm bu dini kısıtlamalar hiç bir yasal gerekçe olmaksızın keyfi olarak gerçekleştiriliyor. Bazı çevreler dini gelenek ve  göreneklerimizi hedef almış durumdalar. 

KİMİN SÖZÜ GEÇİYOR?

Sanki bölgemizde hükümet değil başka güçlerin sözü geçiyor! Bu keyfi uygulamalar karşısında ülkemizin  idarecilerini göreve çağırıyorum! Batı Trakya Türkleri olarak çok zor zamanlar yaşadık, biz zor zamanlarda ayakta kalmayı iyi bilen bir toplumuz. Şimdi korona virüs ile mücadele ederken emrivaki ve keyif uygulamalarla dinimize, dini geleneklerimize yapılan müdahaleler karşısında sessiz kalmayacağız, moralimizi de bozmayacağız. Elbette bu zor zamanlar geçecek, biz yine birlik içerisinde yolumuza devam edeceğiz, yeter ki sağlık olsun! Her birinize hayırlı Ramazanlar diler, şimdiden herkesin mübarek Ramazan bayramını can-ı gönülden tebrik ederim.

Devamını Oku

Sahte Gerçeklik Yaratma Peşindeki Yunanistan

Sahte Gerçeklik Yaratma Peşindeki Yunanistan
0

BEĞENDİM

ABONE OL

SAHTE GERÇEKLİK YARATMA PEŞİNDEKİ YUNANİSTAN

Ülkemizi yönetenler uzun yıllardır devam eden müftülük çıkmazını çözmek için nihayet adım attı. Yunanistan Eğitim ve Din İşleri Bakanı Kostas Gavroğlu, “Azınlık geçmişte çılgınca politikalar, baskılar ve kabul edilemez yasalara maruz kaldı. Bu nedenle devlete güvenmiyor” diyerek Batı Trakya Türk toplumuna saygılı bir politika çerçevesinde adım adım müftülük meselesini çözme niyetlerini açıklamıştı. Ülkemizin Başbakanı Aleksis Tsipras da “Yunan devletinin tanıdığı dini liderlerin azınlık tarafından sorgulanmadığı bir noktaya ulaşalım istiyoruz” diyerek bizleri umutlandırmıştı. Ancak, yıllardır söylediğim gibi ülkemiz müftülük konusunda senaryoyu yıllar önce hazırladı, “240 İmam Yasası” ile “action!” diyerek senaryosunun çekimlerine başladı.  Önce ülkemiz, 240 İmam Yasası ile din dersi öğretmeni adı altında devlet okullarında okuyan çocuklarımıza Yunanca dilinde İslam’ı öğretmek üzere pek çoğu gerekli yeterliliklere sahip olmayan isimleri atadı.  Sonra bu isimlere “İslam’ın Kutsal Öğreticileri Derneği” adında bir dernek kurdurdu, bu derneğin çeşitli etkinlikler düzenlemesini sağlayarak bu alanda yaratmaya çalıştığı sahte imajı güçlendirmeye çalıştı. Ülkemiz senaryosuna uygun olarak Şubat ayında Gümülcine’de “Trakya’da Müftülükler ve Şeriat” başlıklı panel gerçekleştirdi. İslam’ın Kutsal Öğreticileri Derneği’nin düzenlediği etkinliğe  devlet tarafından tayin edilmiş müftüler ile Eğitim Bakanlığı Din İşleri Genel Sekreteri de katıldı. Böylece ülkemiz müftü sorununu Batı Trakya Türk toplumu temsilcileriyle birlikte tartıştığı görüntüsü yaratmaya çalıştı. Dahası ülkemiz, kendi eliyle atadığı tayinli müftülerden kurtulmak için yaş haddini gerekçe gösterdi. Hükümet, Ağustos’ta meclise getirdiği yasa ile İskeçe ve Gümülcine’de tayinli müftüleri yaş haddinden zorunlu olarak emekliliğe sevk etti. 

TAYİNLİ MÜFTÜLER

Böylece tayinli müftülerden kurtulan hükümet, senaryosuna uygun olarak müftü sorununa kendi istediği şekilde çözüm bulmak için İskeçe’de ve Gümülcine’de müftü naibleri atadı. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi taslağı ile tayinli müftünün evlenme, boşanma ve aile hukukuyla ilgili usül, kanunlar ve müftünün alacağı kararlarla ilgili ayrıntılar düzenlendi.  Yetmedi, “Müftünün Yetkileri Bürosu” adı altında kurulacak daireler ile müftülüklerin işleyişi tamamıyla devletin kontrolüne alındı. Ancak bu kez hükümet, Batı Trakya Türk toplumuna danışılmadığı yönündeki şikayetleri ortadan kaldırmak için 7 Eylül’e dek internet üzerinden öneri ve yorumların sunulabileceği istişare süreci yarattı. 

Yani ülkemiz, çıplak gerçeklik yerine kendi gerçeğini yaratmaya devam etti! 

Peki gerçekte Batı Trakya Türk toplumu ne düşünüyor?

Batı Trakya Türk toplumuna mensup hukukçularımız, milletvekillerimiz, sivil toplum kuruluşlarımızın temsilcileri açıklama yayınlayarak hep bir ağızdan bu kararname tasarısının kabul edilemeyeceğini söylüyorlar. Zira bu kararname ile müftülüklerin özerkliği tamamıyla ortadan kaldırılıyor, müftülükler devlet dairelerine dönüştürülüyor! Bu kararnamenin kabul edilemeyeceğini yalnızca biz söylemedik! Bir hukukçu da söyledi! Hem de Yunanlı bir hukukçu! 

Trakya Dimokritos Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi’nde görev yapan Yrd. Doç. Yannis Ktistakis, Yunanistan’da Batı Trakya Türk toplumu dışında devletin dolaylı ya da direkt olarak yönetimini seçtiği başka bir dini cemaat daha bulunmadığını söyledi!  Ktistakis’in dediği gibi Yunanistan’da Ortodoks Rum, Ortodoks Ermeni, Katolik, Protestan, Yahudiler ve Yehova Şahitleri dahil olmak üzere hiçbir dini cemaatin içişlerine karışılmıyor, dini içişlerinin özerkliği prensibi ile hareket ediliyor. Ancak konu Müslüman Batı Trakya Türk toplumu olunca hükümet, müftülükler kendisine ait devlet daireleriymiş gibi davranıyor!

Bu durum düpedüz, apaçık din ve inanç özgürlüğüne aykırıdır!  Batı Trakya Türk toplumunun din özgürlüğüne yapılan bu müdahale Yunan Anayasası’nın 13. Maddesinin ihlali demektir. Bu durum aynı zamanda BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ve BM Dine ve İnanca Dayalı Her Türlü Hoşgörüsüzlüğün ve Ayrımcılığın Kaldırılmasına İlişkin Bildiri,  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AGİT Helsinki Nihai Senedi ile AB Temel Haklar Şartı dahil uluslararası insan hakları antlaşmaları ve belgelerine de aykırıdır! Tüm gerçekler böylesine ortadayken ülkemiz sahte bir gerçeklik yaratmaya çalışmakta ısrar ediyor!  Ne var ki güneş balçıkla sıvanmaz! Ülkemizin yöneticileri eğer gerçekten Batı Trakya Türk toplumuna saygılı bir biçimde müftülük meselesini çözmek istiyorsa yapacağı tek bir şey var!  O da bizimle aynı masaya oturmak! Önce samimiyet, sonra karşılıklı anlayış ve diyalog çerçevesinde Batı Trakya Türk toplumunun istek ve çıkarlarını gözeterek birlikte çözüm aramak hedef olmalı!

Devamını Oku

Daha Cesur Adımlar Zamanı

Daha Cesur Adımlar Zamanı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

KENDİNDEN DAHA EMİN, DAHA CESUR ADIMLAR ATMA ZAMANIMIZ GELMEDİ Mİ?

Batı Trakya Türk toplumunun hak ve özgürlükler mücadelesinde liderlik görevi üstlenmiş çok kıymetli Dr. Sadık Ahmet, ölüm yıldönümü olan 24 Temmuz’da Ahmet’i kabri başında saygı ve hürmet ile anılacak. 1995’te Dr. Sadık Ahmet’in trafik kazasında yaşamını yitirmesi ile Batı Trakya Türk toplumu olarak mücadelemizde liderimizi kaybettik. Bu vesile ile liderimize bir kez daha Allah’tan rahmet dilerim, huzur içinde yatsın. Dr. Sadık Ahmet’in ölümü nedeniyle Batı Trakya Türklerinin mücadelesi yarım kaldı. Onun yarım bıraktığı yerden Batı Trakya’da, Almanya’da, Türkiye’de yaşayan Batı Trakya Türkleri olarak mücadelemize devam ettik, bugün de devam ediyoruz.  Ne var ki ülkemiz Yunanistan’ın Batı Trakya Türklerine karşı sağ duyulu ve iyi niyetli bir politikaya sahip olmadığını Avrupa’daki mücadelede görev aldığım 27 yıl içerisinde pek çok kez gördüm, yaşadım. Batı Trakya Türklerini ötekileştirerek tehdit unsuru olarak nitelendiren ülkemiz, bize karşı her zaman samimiyetsiz ve gerçekleri yanıltmaya yönelik bir politika yürütme uğraşında oldu. 

Bu durumu Federasyon’umuzun 30. kuruluş yılını kutladığımız Mart ayında sizlere aktarmış, 6 Mart 2018 tarihli yazımda şöyle demiştim: 

YENİ SÜREÇ

Batı Trakya’da yeni bir sürecin başlaması gerekiyor! Evet, tekrar ediyorum. Mücadelemizde yeni bir sürece gidilmesi gerek! Çünkü bir adım dahi ilerlemiş değiliz. Bu nedenle Batı Trakya Türkleri olarak mevcut gidişatı lehimize değiştirmemiz gerektiğini düsünüyorum. Öncelikle yüzyıllardır yaşadığımız bu topraklarda kendimizi görünür hale getirmemiz gerekiyor. Batı Trakya dışına çıkarak Batı Trakya Türklerinin siyasi ve kültürel  alanda görünürlüğünü sağlamamız lazım. Yunanistan genelinde faaliyet gösteren kuruluşlar ve  Yunan halkı bizi tanımalı. Peki, bunu nasıl yapacağız? Kültürel alanda ülke genelindeki tüm kültürel etkinliklere katılıp bizim de bu ülkenin asli unsurlarından olduğumuzu gösterebiliriz. Bunu da yerel düzeyde mevcut olan siyasi varlığımızla yapabiliriz. Gümülcine, İskeçe, Yassıköy, Kozlukebir, Mustafçova, Şapçı gibi belediyelerimizin  aracılığı ile “Biz de varız, burada biz de bu ülkenin parçasıyız” demeliyiz. Böylece kurulan kültür köprüsü ile Yunan halkıyla diyalog kurmuş olacağız.  Kavala, Selanik, Atina gibi şehirlerde olmak üzere ülke genelinde Batı Trakya Türk kültürünü tanıtıp ülke için tehlike unsuru olmadığımızı göstermiş olacağız. Ayrıca Türk ve Yunan halklarının kaynaşmasını da sağlamış olacağız. Siyasi alanda ise Batı Trakya Türklerinin kurmuş olduğu bölgemizde hizmet veren kurum ve kuruluşlarımızın işbirliği ile partimizin yerel, bölgesel ve genel seçimlere katılmasıyla varlığımızı gösterebiliriz. 

BİZ DE VARIZ!

Böylece “Biz de varız ! Bize rağmen, bizsiz karar alamazsınız!” diyeceğiz. 

Hatırlatmak isterim, partimiz Dostluk, Eşitlik, Barış(DEB) Partisi, “Avrupa, Avrupa Duy Sesimizi!” sloganı ile  Haziran 2014’te Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılmış, seçimlerde Batı Trakya’da Rodop ve İskeçe’de birinci parti çıkmış, Doğu Makedonya-Trakya Eyaleti genelinde ise üçüncü parti olmuştu. 

Şimdi de aynısını yapmalıyız. Hem eyalet, hem de genel seçimlere partimizle katılmalıyız. Eyalet seçimlerinde üçüncü, hatta belki de ikinci güç olma potansiyeline sahibiz. Genel seçimlerde ise baraja takılacak olmamıza rağmen siyasi varlığımızı göstermek için seçimlere katılım gerçekleştirilmeli. Potansiyel siyasi gücümüz ortaya konarak diğer siyasi partiler ile rekabete gidilmesi gerekiyor. Uzun vadede diğer partiler ile aynı masaya oturarak müzakere etme imkanı dahi yaratılması için çalışılmalı. Biliyorum, bunu yapmak oldukça güç olabilir, ama söz sahibi olmamız için bir an önce harekete geçilmesi gerekiyor.

Özgüveni sağlam, kendi ayakları üzerinde durabilen bir toplum olarak kendimize inanmalıyız. Toplumumuzun desteğini arkamıza alarak son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde olduğu gibi sahip olduğumuz gücü ortaya koymalıyız! Eğer mecliste siyaset yapamazsak biz de siyaseti halka taşırız. Bu nasıl olacak? Siyasi alanda gücümüzü ortaya koymak için harekete geçtiğimizde tüm gözler üstümüze çevrilecek. Televizyon kanalları, radyolar, gazeteler bizden bahsedecek. Ülke medyasında yaratacağımız etki ile kendimizi anlatma imkanı yaratmış olacağız! Böylece genel akım medyada taraflı bir şekilde bize yer verilmesine son vererek bölgedeki tüm gelişmeleri başkaları değil, biz kamuoyuna aktarabiliriz. Tabii bunu yaparken her anlamda hazır olmalıyız,  teknolojik araçların tümünü ustalıkla kullanarak gündem yaratabilmeyi, gündemde kalabilmeyi başarabilmeliyiz. Amacımız Batı Trakya dışına çıkarak tüm ülkede varlık göstermek olmalı! Toplumsal düzeyde çoğunluk ile diyalogumuzu artırarak bu ülkede hak ettiğimiz şekilde yaşamaktan başka bir derdimiz olmadığını göstermeli, bu topraklarda pek çok ortak değere sahip olduğumuzu anlatmalıyız. Siyasette ise gündemin aleti değil, sahip olduğumuz güç ile gündem yaratarak sorunlarımızı ilk ağızdan biz duyurmalıyız! 

Bir de böyle deneyelim derim. Artık kendinden daha emin, daha cesur adımlar atma zamanımız sizce de gelmedi mi? 

Devamını Oku

Gagavuz Türkleri

Gagavuz Türkleri
0

BEĞENDİM

ABONE OL


Avrupa Milletleri Federal Birliği(FUEN) Başkan Yardımcısı olarak geçen yıl Kiev ziyareti sırasında tanıştığım Ukrayna Gagavuz Birliği’nin ev sahipliğinde Nisan ayında Moldova’da Gagavuz Türklerini ziyaret etme imkanı buldum.

Bugünkü Moldova Cumhuriyeti’ne bağlı Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi başta olmak üzere Bulgaristan, Ukrayna, Romanya ve Yunanistan’da yaşayan Gagavuzlar, Ortodoks-Hristiyan olan bir Türk topluluğu. Gagavuzlar Oğuz kökenli bir Türk topluluğu, Gagavuz kelimesinin ise Gök-Oğuz’dan türediği düşünülüyor. Gagavuzlar, Balkanlar’a 11. yüzyılda göç eden Peçeneklerin soyundan geliyor. Gagavuz Türkçesi ise büyük ölçüde Türkiye Türkçesine, ağız olarak ise Balkan Türkçesine benziyor. Örneğin geçen yıla Batı Trakyalılar da Gagavuzlar da “bıldır” diyorlar. Elmaya biz “alma” diyoruz, onlar da öyle!

Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi, Moldova’ya bağlı özerk bir bölge. Gagavuzlar, Sovyetlerin dağılmasını takiben Moldova’nın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra 1991’de kendi cumhuriyetlerini ilan ettiler, 1994’te Moldova Meclisi’nin çıkarttığı yasa ile ise Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi olarak özel hukuki statüye kavuştular. Bu yasaya göre Gagavuzlar kültür, bilim, eğitim, iskan, belediye hizmetleri, sağlık, spor, bütçe, ekoloji, finans ve ekonomi alanlarında yasa yapma imkanına sahipler. İtalya’nın Güney Tirol Özerk Yönetimi’ne benzer şekilde geniş kapsamlı özerkliğe sahip olan Gagavuzlar kendi bölgelerinde her türlü vergi toplama hakkına sahipler. Bu yönüyle de kendi bölgelerinin yönetiminde söz sahibi olan yine Gagavuzlar. Moldova’nın başkenti Kişinev’e yaptığım ziyarette Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi Başkanı olan Irina Vlah ve beraberindeki heyet ile tanışma imkanı buldum.  Vlah ile görüşme öncesinde anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı’ndan bir heyetin de Vlah ile bir araya geldiğine tanık oldum.

HER NEREDE TÜRK YAŞIYORSA

Anavatanımızın “Her nerede Türk yaşıyorsa, biz de oradayız” anlayışı ile Gagavuzya’ya da geldiğini bizzat gördüm Anavatanımızın Gagavuzya’da Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ve diğer kamu kuruluşları aracılığı ile Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi ile işbirliği yaptığını öğrendim, ekonomik olarak da Türk yatırımcıların bölgede yatırımlarının olduğunu öğrendim. Gagavuz Yeri Başkanı ile yaptığımız görüşmede FUEN çatısı altında 2013 yılında kurulan FUEN Türk Azınlıkları/Toplulukları Çalışma Grubu’nun (TAG) beşinci yıllık toplantısını Gagavuzya’da düzenleme kararı aldık. FUEN’e üye Türk azınlıkları/toplulukları olarak sonbaharda Gagavuzya’da gerçekleştireceğimiz bu toplantıda Gagavuzlar ile tanışma, Gagavuz Türklerinin tarihini ve kültürünü yakından tanıma imkanı bulacağız. Gagavuz kardeşlerimizin tarihlerini, örf ve adetlerini ve kültürünü yerinde görerek öğrenmeyi şimdiden sabırsızlıkla bekliyorum. Bu vesile ile Batı Trakya Türklerinin ve tüm İslam aleminin yaklaşan Ramazan ayını tebrik eder, Ramazan ayının tüm inananlara bolca huzur ve bereket getirmesini temenni ederim.

Devamını Oku

Azınlıkların Başarısı

Azınlıkların Başarısı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

AVRUPA’DAKİ AZINLIKLARIN TARİHİ BAŞARISI

Sizlerle bu güzel haberi paylaşmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. 

1.2 milyon insandan biri olmak müthiş bir duygu! Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu(ABTTF)’nun üyesi olduğu ve yaklaşık beş yıldır Başkan Yardımcısı olarak yönetiminde yer aldığım Avrupa Milletleri Federal Birliği(FUEN)’in Avrupa’da yaşayan ulusal azınlıklar için Avrupa genelinde bir koruma mekanizmasının oluşturulması ve Avrupa’daki dilsel ve kültürel çeşitliliğin güçlendirilmesi amacıyla başlattığı “Azınlıkları Koruma Paketi Girişimi”(MSPI), Batı Trakya Türkleri arasında bilinen adıyla 1 milyon imza kampanyası 3 Nisan 2018 tarihinde sona erdi. Cluj Napoca, Romanya’daki FUEN 2016 Kongresi’nde resmen başlatılan imza kampanyasında bir yıl içerisinde 1.215.789 imza toplandı.

 

11 ÜLKEDE ULUSAL BARAJ AŞILDI

Kampanyanın geçerli olması için AB üyesi en az yedi ülkeden toplam 1 milyon imzanın toplanması gerekiyordu. Tarihi bir başarı ile kampanyada 11 ülkede ulusal baraj aşıldı. Romanya’dan 303.695, Slovakya’dan 57.890, Macaristan’dan 569.813, Letonya’dan 8.252, Hırvatistan’dan 18.884, İspanya’dan 53.772, Danimarka’dan 12.194, Litvanya’dan 20.284, Slovenya’dan 6.895, İtalya’dan 60.545 ve Bulgaristan’dan 24.691 imza toplandı. Bu rakamlara dikkatle baktığımızda Bulgaristan’da ulusal barajın aşılması için gerekli asgari sayının daha üstünde imza toplanması dikkat çekici. Zira Bulgaristan’dan herhangi bir azınlık kuruluşu FUEN’e üye değil. FUEN ile Bulgaristan’daki Türk azınlığın siyasi partisi Hak ve Özgürlükler Hareketi(HÖH)’nin işbirliği içerisinde ülkede yürütülen kampanyanın böylesi başarılı bir sonuca ulaşması çok sevindirici!

Aynı durum İspanya için de geçerli. FUEN’e İspanya’dan herhangi bir azınlık üye değil. Ancak İspanya’dan kampanyaya 53 binden fazla destek geldi. Göze çarpan bir diğer husus da ülkemiz Yunanistan’dan FUEN’e üye çok sayıda kuruluş olmasına rağmen bu ülkede ulusal barajı aşmak için 15.750 imza gerekirken Yunanistan’dan kampanyaya destek verenlerin sayısı yalnızca 5.166 oldu.

 

NEDEN ACABA?

Kampanyaya destek veren ve en çok imza toplayan 11 ülkeye baktığımızda ulusal barajı aşan ülkelere baktığımızda yukarıda saydığım 11 ülkede yaşayan ulusal azınlıkların her birinin kendi siyasi partileri olduğunu görüyoruz. Partilerin örgütlü yapısı ve güçlü taban çalışması sayesinde bu ülkelerde bu denli çok imza toplanmasının mümkün oldu. Böylece doğru bir kampanya yönetiminin ne denli önemli olduğunu görmüş olduk. Sonuç itibariyle FUEN Avrupa’da gerçek anlamda tarih yazdı! Burada gecesini gündüzüne katarak kampanyanın başarıya ulaşmasını sağlayan FUEN Başkanı Lorant Vincze’yi gönülden tebrik ederim, başarılması zor bu kampanyada gösterdiği azim ve kararlılık büyük bir alkış ve takdiri hak ediyor. Kampanya ile FUEN dokuz maddeden oluşan öneriler sunmuştu. Birincisi kültürel ve dilsel çeşitliliğin korunması ve teşvik edilmesi, ikincisi küçük dil toplulukları için fon programları, üçüncüsü dilsel çeşitlilik merkezinin kurulması, dördüncüsü bölgesel kalkınma fonlarının hedefleri arasına ulusal azınlıkların korunması ile kültürel ve dilsel çeşitliliğin teşvik edilmesinin alınması, beşincisi azınlıkların AB toplumlarına ve Avrupa’ya katma değeri hakkında araştırma yapılması, altıncısı vatansız azınlıklar için eşitlik, yedincisi anadilde hizmetler ve yayın için Avrupa çapında tek bir telif yasası, sekizincisi  azınlık bölgelerinde görsel-işitsel içerik sağlanması ve hizmet özgürlüğü, dokuzuncusu azınlık kültürü, medyası ve kültürel mirasın muhafaza edilmesine bölgesel ve eyalet düzeyinde destek muafiyetinin engellenmesi olmak üzere artık AB Komisyonu bir adım atmak zorunda!

 

ARTIK YETER!

Daha basit bir dil ile artık Avrupa Birliği, Avrupa’da yaşayan ulusal azınlıkların “Artık yeter, Avrupa’da biz de varız” haykırışına sessiz kalamaz. Çünkü Lizbon Antlaşması’na göre Avrupa Birliği  azınlıklara mensup bireylerin hakları dahil insan haklarına saygı temelinde kurulduğu belirtildi, ayrıca antlaşma ile AB’nin kültürel ve dilsel çeşitliliğe saygı duyacağı, Avrupa’nın kültürel mirasını koruyarak güçlendireceğine atıfta bulunuluyor. Ancak hepimizin bildiği üzere kağıt üzerinde yazanlar ile gerçekte yaşananlar bir olmuyor. Haklı olmak yetmiyor, güçlü olmak da gerekiyor! Avrupa Birliği’nin gündeminde, Suriye meselesi, mülteci krizi, Brexit olmak üzere çok daha sıcak konular var.

Bu durum Avrupa’daki ulusal azınlıkların haklarının sağlanması için bir engel teşkil etmemeli, artık AB Komisyonu’nun bu konuda ciddi bir sorumluluğu var. Bununla birlikte imza kampanyasının kahramanları olan siyasi partiler ve Avrupa Parlamentosu’nda görev yapan azınlık kökenli milletvekilleri bu konunun mutlaka takipçisi olacaklar! Ayrıca 2019’da Avrupa Parlamentosu seçimlerinin gerçekleşecek olması nedeniyle tabir-i caizse kartlar yeniden dağıtılacak, Avrupa’daki ulusal azınlıklar da kendi ülkelerindeki seçimlerde varlık göstererek gücünü ortaya koymalı.

 

SON SÖZ

 

Kampanyaya destek veren 1,2 milyon kişiden biri olmak harika bir duygu! Bu tarihi ana tanıklık ederek Avrupa’da ulusal azınlıklar için genel bir koruma mekanizması yaratılması yolunda atılan bu büyük adım Avrupa’da yaşayan azınlıklar için büyük bir umut barındırıyor!

 

Devamını Oku