22 Aralık 2024 Pazar
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecinde hüzün tüm coğrafyaların ortak paydasıydı. Üç kıtaya yayılmış vatanın her köşesinde cepheler açılmış ve yokluk içerisinde sürdürülen bu savaşlarda hazin öyküler yaşanmıştı. Dağılma sürecinin önemli noktalarından biri de Balkan Savaşları idi. Önümüzdeki yıl yani 2012 Balkan Savaşları’nın 100. yıldönümü. Balkan Savaşları, Osmanlı Devleti tarihinin en önemli safhalarından birisini oluşturur. Bu savaşlarda Osmanlı Devleti; Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ ile çarpıştı. Zulmü ve acıyı zikretmek noktasında ketum oluşumuzun içimize sakladığı acılar, yüz yıla varmadan tarihimizi bize nasıl da unutturmuştur. Daha dün bir arada yaşadığımız bu topraklarda Evlad-ı Fatihan hala bizi anmaktadır. Bana göre Balkan Savaşları’nı ve toprağa verdiğimiz aziz vatan evlatlarını anmak, ihanete uğramış ancak bütün bunları daima sinesine çekmiş insanımıza, harp esnasında göç yollarında hunharca katledilmiş şehitlerimize vefa borcudur. Balkan Savaşı’nda Karaağaç’taki Edirne Kızlar Okulu Müdürü olan Angele Gueron, 30 Ekim 1912 ile 27 Mart 1913 tarihleri arasında tuttuğu günlükte, aylarca kuşatma altında tutulan kentte yaşanan acıları, sivil hayatın zorluklarını anlatmış. Sizlerle kan, gözyaşı ve elemle yazılmış bu satırları paylaşmak istedim:
“Angele Gueron, seferberliğin ilanından sonra Edirne’den İstanbul’a hareket eden son trenle sevdiklerini yolcu etmiş. Aynı trenle, okulda öğrenime son verildiğini bildiren 24 Ekim tarihli mektubunu da yollamış İstanbul’daki üstlerine… Gueron, 30 Ekim 1912 tarihinden itibaren de günlük tutmaya başlamış:
“Şimdi boş vaktim olacak, böylelikle vatani borcumu yerine getirme fırsatım olacaktır. Dış dünya ile her türlü irtibatımız kesildi. Bugünden itibaren ceryan edecek olayları içerecek bir günlük yazmak niyetindeyim. Bu günlüğün elinize geçeceği şüpheli…
Şehri terk sahnesi 27 Ekim pazar günü son trenin İstanbul’a hareket etmesiyle son buldu. Son trene, düne kadar sapasağlam olan genç gazilerin ve muhacirlerin binmeleri en acıklı sahnelerden biri olmuştur. Demiryolu telgraf hattı artık çalışmıyor…. Karaağaçtaki bütün aileler İstanbul’a göç ettiler. Ben burada kalan tek kadınım. Dışarı çıkmaya korkuyorum.”
Yukarıda kısa alıntılar yaptığımız günlüğün ilk sayfası bu satırlarla bitiyor.
Angele Gueron’un, 27 Mart 1913′e kadar tuttuğu günlüğün her sayfasında, açlık, yoksulluk, savaşın getirdiği korku ve acı var. Balkan Savaşı öncesinde Edirne’de yaşayan 17 bin Yahudi’den birisi olan Angele Gueron, aynı zamanda Edirne aşığı bir yurtsever. Fırsatı olduğu halde şehri terketmeyen Gueron, kuşatma boyunca yoksul ve çaresizlerin yanında yer almış, düşmana karşı direnen askerlere destek vermiş…
“Otuz saattir şiddetli top atışı altındayız.” 8 Kasım 1912
“Haber, telgraf, gazete gelmedi” 9 Kasım 1912
“Bayan Roza Avigdor ile maşterek, Musevi evlerinden yaralı ve hasta askerlerimize
verilmeküzere, bir reçel toplama kampanyası açtık. Soruç ümidimizin üstünde oldu. Kırk okka reçel, bir top patiska bezi ve kırk Fransız frangı topladık. Kırk frank tütün satın aldık. Bütün bu bağışı bir mektupla birlikte Vali Hazretlerine takdim ettik.” 10 Kasım 1912
“Sultaniye mektebinde açılan hastahanenin müdürü Hüseyin Bey resmen, hastahenede bir dikiş atölyesi açmamı rica etti. Derhal cevap verdim. Faaliyete geçen atölyede çamaşır dikilmekte, pansuman içil gerekli malzeme hazırlanmaktadır” 13 Kasım 1912
Angele Gueron’un günlüğünden savaş sırasında Yahudi cemaati arasında çekişmeler yaşandığı da anlaşılıyor:
“Resmi makamlar, Sultaniye’de açtığımız dikiş atölyesi için samimi takdirlerini ifade ettikleri halde cemaatimizde beni çekemeyenler bu teşebbüsü gözden düşürmek için her türlü gayreti göstermeke. Mektebimizin, İdare heyeti azası Bay İzak Barizak tatlı bir ifade ile benden Sultaniye’de açtığım atöyeyi kapatmamı rica ediyor. Bunun, Hahambaşılık tarafından alınan karar icabı olduğunu da ilave ediyor.” 20 Kasım 1912
Kuşatma sırasında Yahudi cemaati arasında farklı tavır sergileyenler oluyor. Ancak, Angele Gueron savaşın vurduğu Edirne’nin ve yoksul halkın yanında yer alıyor. Dikiş atölyesini de kapatmıyor. Aııgele Gueron’un günlüğünün her satırında savaşın sivil halk üzerinde yarattığı korkuyu, çaresizliği görüyoruz:
“Vaziyet günden güne daha tehlikeli oluyor. Düşman, toplarım mevzilerimizin yanma yerleştirmeye muvaffak oldu. Şehri durmadan topa tutuyor. Hedef, tabyaların cephanelikleri ve tek muhabere merkezinin bulunduğu Selimiye Camii. Dün, Kıyık semtine düşen bir bomba bazı evleri yıktığı gibi yer yer yangın çıktı. 17 yaşında bir müslüman kıza isabet eden bomba onu paramparça yaptı… “ 22 Kasım 1912
“Artık, havan mermisi (obüs)ile şarapneli daha yaklaşmadan ayırt ediyoruz… Ölüm bir piyangoya dönüştü. Herkes ben öleyim, yeter ki yakınlarım yaşasın diye dua ediyor. Bulgarların, sessiz sedasız, sulh içinde yaşayan masum bir halkı, çoluk çocuk ayırt etmeden öldürmeleri vahşetin delili değil mi.? ” 24 Kasım 1912
“Bombardıman sürekli devam etmektedir. Sinirlerimin zayıfladığım hissediyorum… Dün gece Selimiye yakınına bir bomba düştü. Akıbetimiz ne olacak? Tek ümidimiz kurtarıcı Şark ordusunun ulaşması… Zavallı yurdumuz! Ne hale geldi ve geleceğiz. Müttefikler bir yandan saldırırken Avrupa devletleri bir vurdum duymazlık içinde.” 26 Kasım 1912
“Millet şaşkın ve ümitsiz, herkes konsolosların ikamet etmesi nedeniyle kısmen ateş altında tutulmayan Karaağaç a ulaşmaya çalışıyor. Çoluk çocuk, yaşlı genç, sağlamı hastası bir insan seli gibi Karaağaç istikametine akıyor. Bugüne kadar Karaağaç’ta boş olan bütün evler şehirden kaçanlar tarafından işgal edildi… Bulgarlar buraya göç edildiğini fark ettiler. Karaağaç’ı da ateş altında tutuyorlar…. Günden güne şehirde erzak azalmakta. Gazyağı, şeker, tuz ve ispirto piyasadan çekildi. Yakacak kıtlığı had safhada. Bir parça ekmeğe nail olabilmek için saatlerce fırın önlerinde beklemek lazım...” 2 Aralık 1912
GERÇEKLİĞİN İSPATI
Angele Gueron’un günlüğünden anlaşılıyor ki; bir yandan bombardıman bir yandan yokluk ve soğuk, halkı iyice ümitsizliğe sürüklemektedir. 4 Aralik’ta “Bugün resmen ateşkes ilan edildi” diye günlüğüne not düşen Gueron, kuşatmanın sona ereceğine yönelik ümitlerin giderek nasıl boş çıktığım anlatıyor. Angele Gueron’un günlüğünde yazılanlar, Hafız Rakım Ertür’ün Balkan Savaşı anılarıyla örtüşüyor. Örneğin, Rakım Ertür, ateşkesin ilanından sonra 22 Aralık’ta düştüğü notta, “Bulgar trenleri askerin gözü önünde akşam sabah geçerek kendi askerlerine yiyecek taşıyor. Henüz teslim alınmamış kaleden düşmanın böyle yiyecek geçirmesi bilmem ki nasıl siyaset?” diye yazmakta.
Angele Gueron ise günlüğünün 19 Aralık 1912 tarihli sayfasına şunları yazmaktadır:
“Biz zaferimizden şüphe etmeye başladık. Mütareke ile başlayan tren seferleri, bizler yerine düşmana yük taşıyor. Trenler, düşmana erzak ve cephane vagonları ile önümüzden geçiyor… Ahali boynu bükük ve sinirli…”
Angele Gueron’ın satırlarından kuşatma altındaki şehirde yiyecek sıkıntısının olduğunu, özellikle yoksul kesimin açlık ve hastalıktan kırıldığını anlıyoruz:
“Yiyecek bakımından öğretmenlerimin hali perişan. Bir haftadır yalnız haşlanmış mısır tanesi yiyiyorlar. Açlıktan bir öğretmenim bayıldı. Bu feci durumdan cesaret alarak, un fabrikası ortaklarından Fındıklayan’ın dul hanımına 8 çuval un vermesi ricasında bulundum” 21 Ocak 1913
Rakım Ertür ise anılarında Fındıklayan’ların savaş sırasında tahıl ticareti yaparak “etekler dolusu para” kazandığını yazar. Her iki günlükteki bu örtüşmeler kuşatmanın Edirne halkını vurduğunu çarpıcı şekilde ortaya çıkartıyor. Yokluğun, pahalılığın, karaborsanın kuşatma günlerinde askerin ve halkın moralini bozan, direnişi kıran en önemli etkenler olduğu görülmektedir. Kentin zenginleri karaborsada satılan astronomik fiyatlı yiyecekleri alabiliyorken, yoksul kesim yiyecek de yakacak da bulamamaktadır. Fırınların önünde izdiham yaşanırken, asker tarafından çembere alınan fırınlara yaklaşan halk, dipçiklenmeye bile razı olmaktadır. Kenti yönetenler ise bu beslenme ve iaşe sorununu, emirlerindeki aç askerlerle çözmekte zorlanır:
“Çoluk çocuğun asker çemberini yarmak için yaptığı mücadeleyi tarif etmek imkansız. Muhakkak bu zavallılar bu manzarayı rüyalarında bile görüyorlar. Bu manzarayı yaşayan kahraman askerler de geceyi huzur içinde geçirmiyor. Nitekim, günlerden bir gün, fırın önünde bekleyen bir asker bu acıklı durumdan müteessir olarak “Bu ekmek kavgasıdır, zavallılar ne yapsın” diyerek nöbeti terketmiş.” 4 Şubat 1913
Angele Gueron, 3 gündür aralıksız bombalandıklarım yazdığı 22 Mart tarihli notlarında, Edirne’nin işgalini de haber vermektedir: “Büyük olaylar öncesi hüküm süren bir sessizlik cereyan ediyor. Bulgar cemaat idarecileri aldıkları bir habere göre kat’ı taaruzun 26 Mart günü olacağını söylüyorlar.” Gerçekten de 48 saat süren taarruzun ardından 26 Mart’ta şehir düşer. Angele Gueron, günlüğünün son sayfalannda “İçimiz kan ağlarken dışardan bando mızıka ve marş sesleri geliyor. Sarhoş askerler hora tepiyor” diye yazar. Türk askerleri için ise üzgündür: “Türk askeri, neticenin ne olacağını bildikleri halde ahudane bir şekilde şehri müdafaa ettiler. Vatan için kanlarım döktüler, şehit düştüler. Esir olmaktansa ölümü tercih ettiler. Yazık ki bu kadar fedakârlığa rağmen bu güzel beldenin düşman eline geçmesine mani olmadılar.” Günlüğünü, Bulgarların eline geçmesin diye deniz yoluyla İstanbul’a ulaştıran Angele Gueron’m son satırlarında yazdığı ve hiçbir zaman cevap alamadığı sorusu ise onun gelecekten beklentisini yansıtmaktadır:
“Bizler Osmanlı ile olan tarihi bağlarımızı koparmayacak ve onun saf ve temiz, müşfik bir millet olduğunu hatırımızdan çıkarmayacağız. Ne zaman onların idaresi altına tekrar kavuşacağız. ?”
Balkan şehitlerinin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.