Balkanlar ve Ardındaki Görünmeyen Gerçekler
Savaşa ara verilmişti amma bu arada savaş sessiz sedasız iki şehirin işgaliyle de devam ediyordu. İşgal edilen iki şehirden biri Arnavutluk ve diğeri ise Batı Tarkya oldu.1913 senesinin ilkbaharına kadar işgal devam etti. 30 mayıs 1913 de Birinci Balkan Savaşı ilk barış antlaşması Londra’da imzalandı. İkinci Balkan Savaşı’nda Bulgaristan, Karadağ, Sırbistan, Romanya güçlü bir cephe tesis edip Osmanlı ya karşı hep birden savaştılar. İttifak aslında çok zayıftı. Ama Osmanlı da bitmişti, bitirilmişti. İttifakın içindeki çatlak sesler kendi aralarında da savaşın çıkmasına sebep vermişti. 1913 senesinin Haziran ayında savaş yeniden başladı. Bir ay sonra da bitti. Müttefikler yaptıkları değişik oyunlarla hem Osmanlı’yı hem de azılı düşmanları Bulgarları yenmişlerdi. Bu savaşın bitiminde de Barış anlatlaşması 1913 Ağustosunda Bükreşte imzalandı. İstanbul içinde böylece İkinci Balkan Savaşı son buldu. Balkanlar, Osmanlı döneminde çok farklı etnisitenin beraberce en az 5 asır yaşadığı bir cografyadır. Tarihte emsali görülmemiş durum, Osmanlı medeniyeti için çok ama çok büyük başarıdır. Dünya da başka bir imparatorlukta buna rastlamak çok zordur. Bu kadar uzun bir süre içinde insanlar arasında problem çıkmaması elbetteki düşünülemez. Osmanlıda da bu türden sorunlar yaşanmıştır. Fakat son 100 yıldır Balkanlardaki yaşadıklarımıza, çözülemeyen problemlere bakınca, insan,”nasıl olduda bu kadar kısa bir sürede bu insanlar birbirlerine bu kadar düşman oldu” diyesi geliyor. Gerçekten inanılması zor bir durum. Osmanlı ve Balkan kültürü ile yoğrulmuş bu topluluğun halen yaşayan bireyleri kendilerine sormalı ve ;” ne oldu ve nasıl oldu da 5 asırlık dostluğumuz zarar gördü.Birlikteliğimiz parçalandı. Nereden bakılsa en az 8-10 kuşak bir arada yaşanılmış birlikteliğimizi kim ve ne mak satla bozdu? Bizleri birbirimize düşman kılan dış güçler kim? Acaba biz bunların oyunlarına mı geliyoruz? Farklı dilden, farklı kültürden ve daha da önemlisi farklı dinden insanlar olarak bizler nasıl oldu da bunca sene, yaşamı birlikte paylaştık? Bizi birlikte yaşamaya sevk eden bu inanılmaz güç neydi? Belki eskiye geri dönmek bu saatten sonra çok zor. Ama 5 asır birlikte yaşamamıza sebep ortak dinamiklerimizi tespit edip gelecek yıllara bu dinamiklerin gölgesinde hareket etmemiz mümkün olabilir mi? “ demeliler. Evet, Osmanlı ne yaptıda bu süreci bu derece uzun koruyabildi. Osmanlı öncesi birbirlerini ezen Balkan dünyası Osmanlı döneminde neden huzurlu bir dönem geçirdi. Neydi bu işin sırrı? Sonrasında ne türden hatalar yapılmış olmalı ki bu birliktelik çatırdamaya başladı. 1800’lü yıllardan başlayarak Balkan insanları birlikte yaşama azminden vaz geçirilmeye çalışıldılar. Neden? Bu durumun irdelenmesi ve sebep-sonuç ilişkisi içinde ortaya konulması elzem. Mutlaka incelenmeli.
DURULMAK BİLMEYEN KARIŞIKLIK
Balkan dünyasında durulma bilmeyen günümüzdeki sorunlara sebep, bu dönemlerde yapılanlar mı acaba? Yoksa vazgeçilen değerlerin yerine ikame edilmek ve ulaşılmak istenen değerler de mi bir hata var? Yoksa birileri, büyük güçler(!),kendi hedef ve amaçları uğruna bu insanları kullanıyorlar mı? Bir parmak bal hükmünde olan ulus olma arzusu yanlış mı zerk edildi. En az 5 asır bu topraklarda etnik kimlik sorunları öne çıkarılmamış iken ne oldu da buradan başlayan tartışmalar çözülemez bir sorun haline getirildi. Uzun yıllar devam eden bu muhteşem birlikteliğe hançer vuran ilk sebep Milliyetçilik olsa gerek. Osmanlı döneminde farklı etnisitelerin milliyet kavramlarına, dillerine, dinlerine, gelenek ve göreneklerine asla müdahale edilmemiş olması, bazı kafatasçı çevrelerce olumsuzluk gibi sunulmuş olsa bile öyle olmadığı bir gerçek. Bazı Avrupalı tarihçilerde bu duruma hem hayranlık hem de merakla bir anlam veremiyorlar.Çünkü Avrupalı İmparatorluklardan herhangi birisi eğer bunca toprağı elde etmiş olsaydı kendi boyası ile mutlaka boyardı diyorlar. Osmanlı sınırları içinde yaşayan Balkan kökenliler arasından, Osmanlı yönetimi sırasında bu nedenden ötürü zorluk çekildiğini de söyleyen hemen hemen hiç kimse yok. Öyleyse ne menem şey ki bu milliyetçilik insanları kan seylaplarına boğmuştur. Birlikte inceleyelim. Milliyetçilik ve ulus kavramı öncelikle Fransız ve Alman şehirlerinde ortaya çıktı. Daha sonra da 19.yy da tüm Balkan coğrafyasına yayıldı. Milliyetçilik müspet ve menfi manada olmak üzere iki kategoride ele alınabilir. Müspet manada milliyetçilik asla reddedilemez bir gerçektir. Herkes kendisinin hangi kökten geldiğini bilerek söylemesine kimsenin bir şey demesi mümkün değildir.Türk,Kürt,Ermeni,Sırp,Bulgar,Arnavut,Yunan, Romen,Macar,Hırvat ve daha nice etnisiteleri kök kabul edip ben buyum demek te asla mahzur yoktur. Bu durum bir düşmanlık sebebi de sayılamaz. Ancak burada yaşananlar menfi milliyetçilik tarafıdır. İnsanların kökenleri itibariyle kendisini diğerlerinden üstün görmesi durumu menfi milliyetçiliği körükler. Bu zaaftan yararlanmak isteyen süpergüçler de kendileri kendi ülkelerinde buna rest çekerken Balkanlarda buna ses çıkartmamışlardır. Bölünme olması için aradıkları önemli bir açık yakalamışlardı. Bundan ötürü de milliyetçiliği şişirip şişirip bu insanların önüne koymasını becermişler ve bölmüşlerdi.O bölünme hala devam ediyor ve ettiriliyor. Milliyetçilik ilk ayrılıkçı etkisini kültürel bağlamda göstermişdi. Balkanlarda yaşayan entellektüeller Balkan toplumlarına ait ana dillerin standardize edilmesi için ciddi gayret sarfettiler. Kendi ana dillerinde okuma ve yazma hürriyetine kavuşmak istediler. Oysa Osmanlı onarın ana dillerinde yazma ve okuma isteklerine müdahale etmemişti.Bu durumu ayrılıkçı istem olarak neden ileri süreler bilinmez. Hiçbir etnisite kendi öz dilini konuşmamazlık yapmadı. Bu durum parçalanmanın temel sebebi olmasa gerek. Bölünmeyi arttırmak için Osmanlı’nın Balkanlara gelmezden önceki ortaçağ Post-Balkan devletlerinin dillerinin yaygınlaştırılmasına çalıştılar. Daha sonrasında da milliyetçilik kavramını politik sebepler yüzünden öne çıkardılar. Ulus devlet kurmak için motive olan Balkan toplulukları dış güçlerin şuur altlarına pompaladıklarını propagandalar sonucu Osmanlılara katlanmak zorunda kaldıklarını iddia ettiler.Ve katlanmak zorunda oldukları yapı darmadağın etmek için var güçleriyle de çalıştılar.Balkan liderleri ulusal devletleri kurduklarında işin başarılacağını zannediyorlardı. Bekledikleri gibi olmadı maalesef. Bu açıdan bakıldığında Balkan toplulukları politik ve ekonomik olarak yeni kuracakları devletlerine örnek olarak Almanya ulusal topluluğunu alıyorlar onlar gibi olmak istiyorlardı. Şimdiki hallerine bakınca istediklerini pek elde edebilmiş değiller.Öyleyse ciddi aldatılmış olmasılar yoksa! Bence öyle görünüyor. Balkan toplulukları bu bağlamda milliyetçiliği jeopolitik bir değer olarak algıladılar ve sistemlerini bunun üzerine bina ettiler. Örneğin: Bulgar isyancısı Vasil Levski 19.yy da “ Biz Bulgar toplumu olarak kendi topraklarımız olan Bulgaristan, Batı Tarkya ve Makedonya da özgür bir topluluk olarak yaşamak arzusundayız” diyerek niyetini ortaya koyuyor ve ayrılıkçılık tohumlarını ekmeye başlıyordu. Batının sunduğu milliyetçilik ve ulus kavramını Osmanlının millet sistemi ile karşılaştırıyorlardı. Osmanlı kötüleniyordu. Hristiyanlık adına yok edilmesi gereken bir düşman olarak ilan ediliyordu. Osmanlının Balkanlara geldiğinde ise kendi Hıristiyan halklarını ezen Hıristiyan yönetimlerinin bu toplulukları ezdikleri günleri öne çıkartmamaya da özen gösteriyorlardı. Millet sistemi yerine Ulus devlet sistemini Balkanlarda ikame etmek arzusundaydılar. Zehirli bal olan ulus devlet sistemi büyük güçlerden biri olan İngilizler adına ve onlar tarafından da Balkan etnisitelerinin ağzına çalınıyordu. Böylece Balkanlardaki tüm etnik gruplar kendi özgür yaşama alanlarını belirlemek istiyorlar, buna zorlanıyorlardı. Osmanlı’nın bu topraklarda yaşayanlara sunduğu millet sistemi, Müslümanlara, Ortodokslara, Katoliklere ve Yahudilere yek diğerlerini karşılarına almadan yaşama imkanı sunmuştu.
Devam edecek.
Savaşa ara verilmişti amma bu arada savaş sessiz sedasız iki şehirin işgaliyle de devam ediyordu. İşgal edilen iki şehirden biri Arnavutluk ve diğeri ise Batı Tarkya oldu.1913 senesinin ilkbaharına kadar işgal devam etti. 30 mayıs 1913 de Birinci Balkan Savaşı ilk barış antlaşması Londra’da imzalandı. İkinci Balkan Savaşı’nda Bulgaristan, Karadağ, Sırbistan, Romanya güçlü bir cephe tesis edip Osmanlı ya karşı hep birden savaştılar. İttifak aslında çok zayıftı. Ama Osmanlı da bitmişti, bitirilmişti. İttifakın içindeki çatlak sesler kendi aralarında da savaşın çıkmasına sebep vermişti. 1913 senesinin Haziran ayında savaş yeniden başladı. Bir ay sonra da bitti. Müttefikler yaptıkları değişik oyunlarla hem Osmanlı’yı hem de azılı düşmanları Bulgarları yenmişlerdi. Bu savaşın bitiminde de Barış anlatlaşması 1913 Ağustosunda Bükreşte imzalandı. İstanbul içinde böylece İkinci Balkan Savaşı son buldu. Balkanlar, Osmanlı döneminde çok farklı etnisitenin beraberce en az 5 asır yaşadığı bir cografyadır. Tarihte emsali görülmemiş durum, Osmanlı medeniyeti için çok ama çok büyük başarıdır. Dünya da başka bir imparatorlukta buna rastlamak çok zordur. Bu kadar uzun bir süre içinde insanlar arasında problem çıkmaması elbetteki düşünülemez. Osmanlıda da bu türden sorunlar yaşanmıştır. Fakat son 100 yıldır Balkanlardaki yaşadıklarımıza, çözülemeyen problemlere bakınca, insan,”nasıl olduda bu kadar kısa bir sürede bu insanlar birbirlerine bu kadar düşman oldu” diyesi geliyor. Gerçekten inanılması zor bir durum. Osmanlı ve Balkan kültürü ile yoğrulmuş bu topluluğun halen yaşayan bireyleri kendilerine sormalı ve ;” ne oldu ve nasıl oldu da 5 asırlık dostluğumuz zarar gördü.Birlikteliğimiz parçalandı. Nereden bakılsa en az 8-10 kuşak bir arada yaşanılmış birlikteliğimizi kim ve ne mak satla bozdu? Bizleri birbirimize düşman kılan dış güçler kim? Acaba biz bunların oyunlarına mı geliyoruz? Farklı dilden, farklı kültürden ve daha da önemlisi farklı dinden insanlar olarak bizler nasıl oldu da bunca sene, yaşamı birlikte paylaştık? Bizi birlikte yaşamaya sevk eden bu inanılmaz güç neydi? Belki eskiye geri dönmek bu saatten sonra çok zor. Ama 5 asır birlikte yaşamamıza sebep ortak dinamiklerimizi tespit edip gelecek yıllara bu dinamiklerin gölgesinde hareket etmemiz mümkün olabilir mi? “ demeliler. Evet, Osmanlı ne yaptıda bu süreci bu derece uzun koruyabildi. Osmanlı öncesi birbirlerini ezen Balkan dünyası Osmanlı döneminde neden huzurlu bir dönem geçirdi. Neydi bu işin sırrı? Sonrasında ne türden hatalar yapılmış olmalı ki bu birliktelik çatırdamaya başladı. 1800’lü yıllardan başlayarak Balkan insanları birlikte yaşama azminden vaz geçirilmeye çalışıldılar. Neden? Bu durumun irdelenmesi ve sebep-sonuç ilişkisi içinde ortaya konulması elzem. Mutlaka incelenmeli.
DURULMAK BİLMEYEN KARIŞIKLIK
Balkan dünyasında durulma bilmeyen günümüzdeki sorunlara sebep, bu dönemlerde yapılanlar mı acaba? Yoksa vazgeçilen değerlerin yerine ikame edilmek ve ulaşılmak istenen değerler de mi bir hata var? Yoksa birileri, büyük güçler(!),kendi hedef ve amaçları uğruna bu insanları kullanıyorlar mı? Bir parmak bal hükmünde olan ulus olma arzusu yanlış mı zerk edildi. En az 5 asır bu topraklarda etnik kimlik sorunları öne çıkarılmamış iken ne oldu da buradan başlayan tartışmalar çözülemez bir sorun haline getirildi. Uzun yıllar devam eden bu muhteşem birlikteliğe hançer vuran ilk sebep Milliyetçilik olsa gerek. Osmanlı döneminde farklı etnisitelerin milliyet kavramlarına, dillerine, dinlerine, gelenek ve göreneklerine asla müdahale edilmemiş olması, bazı kafatasçı çevrelerce olumsuzluk gibi sunulmuş olsa bile öyle olmadığı bir gerçek. Bazı Avrupalı tarihçilerde bu duruma hem hayranlık hem de merakla bir anlam veremiyorlar.Çünkü Avrupalı İmparatorluklardan herhangi birisi eğer bunca toprağı elde etmiş olsaydı kendi boyası ile mutlaka boyardı diyorlar. Osmanlı sınırları içinde yaşayan Balkan kökenliler arasından, Osmanlı yönetimi sırasında bu nedenden ötürü zorluk çekildiğini de söyleyen hemen hemen hiç kimse yok. Öyleyse ne menem şey ki bu milliyetçilik insanları kan seylaplarına boğmuştur. Birlikte inceleyelim. Milliyetçilik ve ulus kavramı öncelikle Fransız ve Alman şehirlerinde ortaya çıktı. Daha sonra da 19.yy da tüm Balkan coğrafyasına yayıldı. Milliyetçilik müspet ve menfi manada olmak üzere iki kategoride ele alınabilir. Müspet manada milliyetçilik asla reddedilemez bir gerçektir. Herkes kendisinin hangi kökten geldiğini bilerek söylemesine kimsenin bir şey demesi mümkün değildir.Türk,Kürt,Ermeni,Sırp,Bulgar,Arnavut,Yunan, Romen,Macar,Hırvat ve daha nice etnisiteleri kök kabul edip ben buyum demek te asla mahzur yoktur. Bu durum bir düşmanlık sebebi de sayılamaz. Ancak burada yaşananlar menfi milliyetçilik tarafıdır. İnsanların kökenleri itibariyle kendisini diğerlerinden üstün görmesi durumu menfi milliyetçiliği körükler. Bu zaaftan yararlanmak isteyen süpergüçler de kendileri kendi ülkelerinde buna rest çekerken Balkanlarda buna ses çıkartmamışlardır. Bölünme olması için aradıkları önemli bir açık yakalamışlardı. Bundan ötürü de milliyetçiliği şişirip şişirip bu insanların önüne koymasını becermişler ve bölmüşlerdi.O bölünme hala devam ediyor ve ettiriliyor. Milliyetçilik ilk ayrılıkçı etkisini kültürel bağlamda göstermişdi. Balkanlarda yaşayan entellektüeller Balkan toplumlarına ait ana dillerin standardize edilmesi için ciddi gayret sarfettiler. Kendi ana dillerinde okuma ve yazma hürriyetine kavuşmak istediler. Oysa Osmanlı onarın ana dillerinde yazma ve okuma isteklerine müdahale etmemişti.Bu durumu ayrılıkçı istem olarak neden ileri süreler bilinmez. Hiçbir etnisite kendi öz dilini konuşmamazlık yapmadı. Bu durum parçalanmanın temel sebebi olmasa gerek. Bölünmeyi arttırmak için Osmanlı’nın Balkanlara gelmezden önceki ortaçağ Post-Balkan devletlerinin dillerinin yaygınlaştırılmasına çalıştılar. Daha sonrasında da milliyetçilik kavramını politik sebepler yüzünden öne çıkardılar. Ulus devlet kurmak için motive olan Balkan toplulukları dış güçlerin şuur altlarına pompaladıklarını propagandalar sonucu Osmanlılara katlanmak zorunda kaldıklarını iddia ettiler.Ve katlanmak zorunda oldukları yapı darmadağın etmek için var güçleriyle de çalıştılar.Balkan liderleri ulusal devletleri kurduklarında işin başarılacağını zannediyorlardı. Bekledikleri gibi olmadı maalesef. Bu açıdan bakıldığında Balkan toplulukları politik ve ekonomik olarak yeni kuracakları devletlerine örnek olarak Almanya ulusal topluluğunu alıyorlar onlar gibi olmak istiyorlardı. Şimdiki hallerine bakınca istediklerini pek elde edebilmiş değiller.Öyleyse ciddi aldatılmış olmasılar yoksa! Bence öyle görünüyor. Balkan toplulukları bu bağlamda milliyetçiliği jeopolitik bir değer olarak algıladılar ve sistemlerini bunun üzerine bina ettiler. Örneğin: Bulgar isyancısı Vasil Levski 19.yy da “ Biz Bulgar toplumu olarak kendi topraklarımız olan Bulgaristan, Batı Tarkya ve Makedonya da özgür bir topluluk olarak yaşamak arzusundayız” diyerek niyetini ortaya koyuyor ve ayrılıkçılık tohumlarını ekmeye başlıyordu. Batının sunduğu milliyetçilik ve ulus kavramını Osmanlının millet sistemi ile karşılaştırıyorlardı. Osmanlı kötüleniyordu. Hristiyanlık adına yok edilmesi gereken bir düşman olarak ilan ediliyordu. Osmanlının Balkanlara geldiğinde ise kendi Hıristiyan halklarını ezen Hıristiyan yönetimlerinin bu toplulukları ezdikleri günleri öne çıkartmamaya da özen gösteriyorlardı. Millet sistemi yerine Ulus devlet sistemini Balkanlarda ikame etmek arzusundaydılar. Zehirli bal olan ulus devlet sistemi büyük güçlerden biri olan İngilizler adına ve onlar tarafından da Balkan etnisitelerinin ağzına çalınıyordu. Böylece Balkanlardaki tüm etnik gruplar kendi özgür yaşama alanlarını belirlemek istiyorlar, buna zorlanıyorlardı. Osmanlı’nın bu topraklarda yaşayanlara sunduğu millet sistemi, Müslümanlara, Ortodokslara, Katoliklere ve Yahudilere yek diğerlerini karşılarına almadan yaşama imkanı sunmuştu.
Devam edecek.