27 Aralık 2019 Cuma
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
Ben sanatı, şiirselliği (poetikayı) sevdiğim günden bu yana, siyasete de o denli uzak kalmış ve asla bir yanlısı olmamıştım. Fakat bir gün AK Parti’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı Nihat Zeybekçi bana siyasi görüşümü sorduğunda ona bir görüşüm olmadığını zira sadece sanatla ilgilendiğimden dem vurmuştum. O da bana gülüp siyaset en büyük sanattır cevabını vermişti. Haklıymış.
Sanatçı ve politikacının benzerliği
Filozoflar büyük bir siyasetçi oldukları kadar büyük bir sanatçıydılar. Antik Yunan ve Antik Roma bunun kanıtlarıyla doludur. Sanat bir arayıştır. Nasıl ki Sokrates soru sorarak öğrenmenin bir timsali olmuşsa, onun siyasi arayışı da bilim, sanat, varoluşa ve ahlaki değerlere yönelikti. Ahlaktan bahis vermişken yine onun arayışında olan İmmanuel Kant’da yargıyı incelerken siyaset felsefesinin içinde bulunmuştur. Eğer Rönesans’a doğru yola çıkarsak, çok daha belirgin izler bulmak mümkündür. Thomas Morus ve onun ütopyası…
Adı üstünde: Ütopya!
Ütopya kurumunu bizlere sunan Thomas Morus şiirselliğe özgü siyasi bir çığır açtı. Ütopya öylesine ayrıntıyla tasarlanmıştı ki, tek eksiği o ülkenin haritalarda bulunmamasıydı. Onun dışında, bir ülke olması için gereken her şeyi mevcuttu. Sadece etik ve ahlak bünyesinden Ütopya ’ya bir göz gezdirdiğimizde, sürrealizm ve poetikayı görebiliyorduk. Aynı şekilde Dante Alighieri’nin İlahi Komedyası bir poetik & politik karmaşası içindedir. Şiirselliğin ve sanata özgü anlatımın İlahi Komedya ’da bulunduğunu inkâr edemeyiz. Fakat içerik oldukça politik ve davaya özgü bir seyahatten ibaretti. Şahıslar, kurumlar, inanışlar ve görüşler ele alınmıştı. Antik Roma’da ise Cicero, hitabet becerisi neticesinde bir devlet büyüğü (consul) olmuştu. Onun yazılarından ilham alan ve mektuplarını bulan Francesco Petrarca’da defneyle taçlandırılmış bir şairdi. Poetik ve politik nasıl da yakındı birbirine, adeta birbirini izleyen ve devindiren bir çark gibi birbirlerine dönüyorlardı.
Sanatın buyruğundaki politika
Politika yıllarca sanatı boyunduruğu altına aldı. Bu Ortaçağ’da da böyleydi, ne yazık ki yirmi birinci yüzyılda da böyle. İşin vahim tarafı, iyi hatip olan sanatçılar diğer sanatçılara boyunduruk vurabiliyor. Arayışlarını kendine ve kendi yoluna yönlendirebiliyorlar.
Ortaçağ’a dönersek Antik Yunan’dan Aristophanes’e bakalım. O bir komedya yazarıdır fakat onda diğerlerinde olmayan bir şey var. Sabahattin Eyüboğlu’na göre Aristophanes’in eserlerinde sanat politikanın buyruğu altında değil, politika sanatın buyruğu altındadır. “Eşekarıları” oyununda yerdiği Atina’nın hukuk sistemi gibi birçok eleştiriyi bünyesinde barındırdı. Fakat bunları, eleştirmek ve bir devrim haline getirmek için yapmadı. Bunların ciddiyeti üzerinden eğlenceye başvururken aslında poetikayı politikadan üstün tuttu.
Söz sanatının kullanıldığı politika
Platon’un öğrencisi Aristoteles’e gelirsek eğer, Poetika kitabında birçok detaya ışık tutuyor aslında. Şiir sanatı ve tragedya başta olmak üzere her birinin birer ‘‘mimesis’’ (taklit) olduğunu ve bunların ses, ritim, melodi ve söz (logos) aracılığıyla gerçekleştiğini söylüyor. Ayrıca Aristoteles ‘‘Tragedya, acıma ve korku yoluyla bu gibi duygulardan bir arınma sağlamak için, çeşnilendirilmiş bir dil kullanarak (ritim, melodi ve logos) davranışlarda bulunan insanlar aracılığıyla taklit edilmesidir’’ diyerek özetliyor. Öyleyse politikada büsbütün bir tragedyadır. Yani aslında politika, söz sanatının kullanıldığı başlıca yerdir. Bir diğer deyişle retoriktir. Acıma, etik ve mantık yoluyla bir hitabet becerisi kazandırır politikacılara. Öyleyse onlara siz sanatçı değilsiniz demek hayli zordur. Zira retoriğe hâkim ve her daim yaratıcı olma zorunluluğunda bulunan kesim poetikayı bünyesine bulunduruyordur.
Kılavuzu hakikat olanlar ve olmayanlar
Sanatçıların ise politikayı kullandıkları örneklerle mevcut, yani malumun ilanıdır. Çünkü sanatçı hayatı kolaylaştırmak, arayışı ile insanlığa ışık tutmakla mükelleftir. Yani sanatçıların her biri, doğuştan birer liderdir ve savunacak tek kılavuzları vardır. İster şiirsel ve doğaüstü, ister gerçekçi ve logos olsun, bu her daim hakikattir. Zira hakikat ve erdemden yoksun bir sanatçı olsa olsa beceriksiz bir zanaatkâr, bir politikacı ise zalim bir siyasetçiden öteye geçemez.
Bir taraftan baktığımda uzun süredir eğitim alıp öğrencisi olduğum oyunculuğa, diğer taraftan baktığımdaysa henüz daha yeni adım attığım oynamaya veya Eric Morris’in tabiriyle ‘‘Olma’ya’’ yahut Chekhov’un imgelemesine son olarak da Stanislavski’nin çoşku belleğine dair bir yazı yazmak istedim. Yeterince acemi, yeterince hevesli ve yeterince öğrenci olarak bende olan yeni şeyleri tartmak ve düzenlemek adına, diğer öğrencilerinde aynı yollardan geçtiğini düşünerek hevesle başlıyorum. Yol hemen hemen aynıdır. Tümsekler, kavşaklar, uyarılar ve uzunluklar farklıdır. En samimi olan en uzun yola sahiptir. Çünkü bu yolun varış noktası maalesef ki yoktur. Ayakkabılar her zaman değişmek zorunda, yol her zaman aynı şevkle aşılmak zorundadır. Bu işi deli işi yapan tarafı da budur.
Eğitim aldığım çoğu yer bir yetenek yuvası, konuştuğum çoğu üstat birer yetenek avcılarıydı. Deli edici bir şey… Ya bende yoksa? Yeterince deli değil miyim yoksa? Allah’ın bizleri dünyayı göndermeden önce aramızda kura çekip dağıttığı şey mi bu yetenek? Öyle olmamalı. HAYIR ÖYLE!
Yeterince gülünç ve yeterince korkunçlardı.
En sonunda ilk kez üniversitede, hocam Burcu Halaçoğlu ile hemfikir olabildik. Çünkü ilk kez yeteneğe inanmayan, en azından bunun belirleyici etken olmadığını düşünen biriyle tanışmıştım. Evet, her şey ne kadar çalıştığına, ne kadar doğru çalıştığına, ne kadar içsel disiplin sahibi olduğuna ve ne kadar istekli olduğuna bağlıydı. Ama bir sorun vardı. İlerlemeyen ve bende takılı kalan bir şeyler…
Önümde bir metin var ve çözümlenmeyi bekliyor. Öyleyse gece yatmadan önce onu oku, parçaları kafanda birleştir, orayı hisset, karakteri hisset ve yarın aynanın karşısında oyna. Sorun tam da buradaydı… Hayır! Önünde bir metin var ve çözüm beklemiyor, soru bekliyor. Gece yatmadan önce okuyup elde edebileceğin tek şey ezber, parçaları asla kafanda birleştiremezsin. Tekrar tekrar, sahada, sahnede kısacası orada olup oynayarak, susarak, oraya enerjini göndererek birleştirirsin. Bahsettiğin karakter de kim? Öyle biri yok! O, sadece bedeninin kiralayan bir misafir ve ev sahibi sensin. Ayşe, Fatma, Hayriye… Her kimsen eğer. Daha önce çok fazla kullandığım bir cümle, o sahnede ben asla ben değilim. O yüzden yargılanamam. Hayır, orası en çok ben olduğum yer. Benliğimi en çok ortaya çıkarıp, en çok kendimi tanıdığım yermiş meğer…
Bu tıpkı bir yemek gibi. Ortada bir karakter var. Bu yemeğin tuzu, sosu, karabiberi, her ne ise… Hamuru sensin. İçinde gerçekten etkileneceğin meşguliyetlerle var oluyorsun ve metin ağzından öylece dökülüyor. Metin bir kağıt parçası. Metninde KAN yazıyorsa kanın kırmızılığını düşünmek rol yapmak bence. Ama içinde bir yerlerin kanıyorsa, bunu hissedecek bir şey yaşıyorsan, içinde bir şeylerle meşgulken samimi bir hissiyatla dökülen bu kelime daha çok ‘kan’ gibi ve daha kırmızı… Hissiyat demişken, ‘‘Hissiyatı hissetmeyin arkadaşlar’’ Yani samimi olan her zaman bize ait olan tepkiler. Her zaman farklı şekilde etkilenip farklı şekilde tepki verebiliriz. Ama etkilenmişi oynamak ve o etkiden verilecek tepkiyi bir yerlerden çalıp, tahmin edip, gece yatarken düşünüp olmuyor arkadaşlar. Denedim, olmuyor.
Yemeği fırına vermeden önce katacağımız en önemli şey ise imgelerimiz. İşin en zor kısmı bu olsa gerek. Çünkü belleğimiz yanıltıcıdır. Hayal gücümüze anılarımızda karışır ve bu anılar sadece bize ait olanlar değildir. Bir şeyi imgeliyoruz ve üstüne üstlük yarattığımız şeyden etkilenmeye çalışıyoruz. Bu da bitmiyor bu etkiye bir tepki vermek durumundayız. Hakikaten deli işi ama gerçekten etkilendiğimiz zaman tepki vermek zor olan bir şey değil. Anında, içsel ve senden gelen bir şey. O halde sorum ben olsam ne tepki verirdim olmamalı. Bu olaya nasıl tepki verilir hiç olmamalı ki burada devreye başkalarından izlediklerimiz, gördüklerimiz devreye giriyor. Soru şu olmalı; kendimi kendi imgemden etkilenmeye nasıl açarım? Etkiye nasıl açık olurum ve nasıl bir hamur haline gelirim? Sanırım şimdilik rol yapmamak adına meşgul olarak. Dahası, meşguliyetlerimin içinde var olarak.
BÜKRE SENA SAİT KİMDİR?
***ZEYTİN DALI OPERASYONU (Olive Branch Operation) İSİMLİ İNGİLİZCE KLİBİN YAZARI VE YORUMCUSU (https://www.youtube.com/watch?v=S4FREvf4i2c )
* D & R MAĞAZALARINDA YOK SATAN “ DOLUNAY ETKİSİ “ İSİMLİ FANTASTİK KİTANIN YAZARI
* SİNEMA – TİYATRO OYUNCUSU
* BİLGİ ÜNİVERSİTESİ GÖSTERİ VE SAHNE SANATLARI BÖLÜMÜ ÖĞRENCİSİ
* 2000 DOĞUMLU ( MİLENYUM ÇOCUĞU )
* İZMİR VE İSTANBUL’DA PROFOSYONEL TİYATRO EĞİTİM ALDI, BÜYÜ FİMİNDE, İKİZ KARDEŞLER MEMO DİZİ FİMİNDE VE ÇEŞİTLİ REKLAM FİLMLERİNDE OYNADI