30 Kasım 2024 Cumartesi
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
Göz Teması Kurmak Neden Önemlidir?
Göz teması sözsüz iletişimin en güçlü öğelerinden biridir. İnsanlar birbirleriyle göz teması kurduklarında birbirlerinin göz rengini ve yapısını görmekten çok birbirlerine gerçek duygularını aktarırlar. Göz teması kurmak, karşımızdaki kişinin söylediklerine önem verdiğimizi göstermemizin bir yoludur böylece bağ kurmaya da yardımcı olur. Aynı zamanda göz temasının sağlanması iyi bir dinleyici olmamızı da sağlar.İletişimi güçlü, güvenilir kılar. Sürekli göz temasında bulunmak uygunsuz ve ürkütücü olabilir, eksik göz teması kurmak bizi ilgisiz, dikkatsiz ve kaba gösterebilir. Gözlerimizi dikmeden uygun göz temasını kurabilmek için 50/70 kuralını uygulayabiliriz. Yani konuşurken zamanın %50’sinde ve dinlerken zamanın %70’inde göz temasını sürdürmemiz yeterli olacaktır.
Göz teması kurmak neden bazıları için zordur?
Bazı nörolojik bozukluklar dışında göz teması kurmakta zorlanan insanlar, çocukluk çağı zorlu yaşam olaylarına, aile içi sorunlara ya da sosyal kaygıya sahip olabilirler. Baskıcı ailelerde büyüyen çocuklar kendilerine güvenmekte zorluk yaşayabilir ve göz temasında bu zor duyguların başkalarıtarafından görünmesinden korkabilirler. Sosyal kaygıya sahip kişiler eleştiri almaktan, bire bir göz teması kurulmasa bile başka gözlerin kendi üzerinde olmasından rahatsızlıkhissedebilirler. Başkaları tarafından görünmek kendimizle ilgili farkındalık geliştirmemizi sağlar. Kaygı yaşayan bireyler bu farkındalıkları olumsuz yorumlayabilirler.
Göz teması kurmanın faydaları nelerdir?
Yapılan çalışmalar göz temasının konuşulanları hafızada tutmayı kolaylaştırdığını ve öz farkındalığı geliştirdiğini göstermiştir. Ayrıca empati göstermek, başkalarına ilgi göstermek, duyguları yönetmek, iletişime yardımcı olmak için göz teması sıklıkla kullanılır. Böylece duygusal zekasıgelişmiş yetişkinler olmak hayat kalitemizi ve başarımızı arttırır.
Göz teması kurmayı nasıl arttırabiliriz?
Öncelik olarak güvendiğimiz yakınlarımızla göz teması kurmaya başlamak önemli olacaktır. Böylece göz temasını diğer insanlarla da rahatça gerçekleştirmeye başlayabiliriz.Gevşeme egzersizleri, nefes egzersizleri ve pozitif durumlara odaklanmak göz teması kurmaya çalışırken ihtiyacımız olabilecek tekniklerdir. Pes etmeyin, başlarda istediğiniz gibi olmayabilir ama zamanla geliştiğinizi göreceksiniz. Çocuklarda bazı oyunlar göz teması kurmada kolaylık sağlayabilir. Örneğin yüz boyaması yapmak, aynaya resimyapmak, gözlerle bir şeyler anlatmaya çalışmak hem eğlenceli hem de göz temasını geliştirici olacaktır. Çocuğunuzla göz hizasında iletişim kurdukça da göz temasınız kolaylaşacaktır.
İletişim hayatımızın önemli bir parçasıdır ve göz teması kurmak iletişimin gücünü arttırır, öğrenmeyi kolaylaştırır.Çocuklarımıza bu beceriyi kazandırmak hem duygusal hem bilişsel zekalarının gelişimine yardımcı olacaktır.
Başa çıkma kavramı hayatımızı zorlaştırıcı durumları kolaylaştırmak, stres düzeyimizi azaltmak anlamında kullanılır. Üstelik doğal afetler, boşanma, ölüm gibi zorlu yaşam olaylarından çok gündelik hayatın zorluklarıyla baş etmek için daha fazla mücadele ettiğimiz araştırmalarla desteklenmiştir.
Herkesin kendince, hayatın içinde zorlandığı konular vardır. Bu nedenle herkes öğrendiği ya da hayatına uygulayabildiği kadarıyla baş etmeye çalışır. Bu baş etme stratejileri işe yaramadığında ise daha öfkeli, uyku düzeni bozulmuş belki sağlığına dikkat etmeyen, düşüncelerinde dağınıklık oluşmuş bireyler haline gelebiliriz. Kısaca baş edememe durumu hem duygusal hem bilişsel hem bedensel hem de davranışsal durumlarımızı etkilemektedir.
Baş etmemiz gereken konuların zihnimizde dolaşması oldukça rahatsız edicidir. Bazı davranışlara başvururuz. Bazen oluruna bırakmayı, bazen çözüm yollarını denemeyi bazen de hiçbir şey yapmadan sadece anlatmayı paylaşmayı isteyebiliriz.
Hangi davranışı benimsersek benimseyelim başa çıkma becerisi, esneklik göstermeyi yani belki öğrendiklerimize ek yeni yollar denemeyi, bazen daha farklı açıdan görmeyi bazen de bizim bu zamana kadar denemediğimiz başa çıkma stratejilerini kullanmayı içerebilir.
Dikkat edilmesi gereken konu ise olaylara yüklediğimiz anlam başa çıkma becerimizi arttırabilir veya işleri karma karışık hale getirebilir. Eğer sağlıklı anlamlar yüklemezsek; farklı çözüm yolları deneyelim derken denemekten yorulmuş, sınırlarımızı kaybetmiş halde kendimizi bulabiliriz.
Bu nedenle; kendimize bazı soruları sormak, kendimizi dinlemek, ihtiyaçlarımızı anlamak ve kendimize saygılı davranmakla başlayabiliriz. Çünkü kendimizle kurduğumuz ilişki dünyayla, sosyal ortamlarımızla kurulan ilişkinin önemli bir belirleyicisi olmaktadır.
Yine araştırmalar göstermiştir ki yakın çevresiyle olumlu ilişkiler kurabilen kişiler daha kolay baş etme becerileri göstermektedirler.
Olumlu ilişkiler kurmak duygusal zeka kavramının da önemini vurgulamaktadır. Duygusal zeka düzeyleri yüksek bireyler hem kendi duygularına bakma hem de karşı tarafın duygularını anlama konusunda oldukça başarılı olmaktadırlar.. Duygusal zekanın bileşenlerine baktığımızda öz bilinç, özyönetim, sosyal bilinç ve ilişki yönetimi şeklindedir. Yani zor bir durumla baş etmek için kendimizde neler olduğunu görebiliyor olmamız başa çıkma becerilerimizin vazgeçilmezidir.
Bize bu becerileri kazandıranlar, ilk öğrenme merkezimiz olan ailemiz olabilir, eğitim ortamlarımız, yakın çevremiz, öğrenme kaynaklarımız(sosyal medya, yazılı sözlü kaynaklar)olabilir. Hayatımızda var olan stres durumlarını hafifletmek için; hayatın bize öğretmek istediklerine kulak vermek de önemlidir.
Herhangi bir konuda stresin azalmasını sağlamak için psikolojik destek almayı düşünmek de normaldir.
Sağlıklı günler dilerim
Bazen hayatla ilgili bazı konular; zor, içinden çıkılamayan, uğraşlarımızla değişmeyen, bir yere de koyamadığımız durumlar olabilir. Bu durumlar, hayatın değişmesi, travmatik anılar, yas veya kendi ölümümüzü düşünmek olabilir.
Ölüm bazılarımızın çocukluğunda tanıdığı ve gidenin arkasından çaresizlik hissettiği bir duygu olabilir. Bazen hastalıkla gelen ölümler gözümüzün önünde birinin güçsüzleşmesi, buna şahit olan kişinin ölüme yaklaşmayı ya da ölümle ilgili düşüncelerini yetersizlik olarak değerlendirmesine neden olabilir. Ani ölümler travmatik etki oluşturabilir ve hayata karşı belirsizliği yoğun hissettiğimiz güvensizlik duygusunu tetikleyebilir. Çoğunlukla da ölümle ilgili düşüncelerimiz hayatı ne kadar anlamlı yaşayıp yaşamadığımızı sorgulamayı yani ölüme ne kadar hazır olduğumuzla ilgilidir.
Karşılaştığımız ölümlerde kendi ölüm algımızı oluştururuz. Ölüm algısı, gidenin arkasından hissettiğimiz duygulardır ve kendi ölümümüzde de benzer şeyler yaşanacağını düşünürüz. Halbuki bu durum farklılık gösterebilir. Örneğin; vefat edenin arkasından yoğun çaresizlik yaşayan biri kendi çocuklarının ya da yakınlarının da yoğun çaresizlik yaşayacağını düşünebilir. Tabiki ölüm beraberinde olumsuz duygular ve yas süreci getirir elbette, diğer taraftan bazılarımız sadece yasını yaşarken ek zor yaşantılar yaşamayabilir. Ölen kişinin bıraktığı anılar hep hatırlayacağı ve huzurlu hissettireceği duygular olabilir.
Ölümle ilgili düşünceler olumsuz duygular dediğimiz üzüntü öfke,çaresizlik, endişe gibi duyguların yoğun yaşanmasına neden olur. Bu duygular, kaçınılması, düşünülmemesi gereken şeyler değildir. Belli bir anksiyete oluşturduğu bir gerçek olsa da ölümle de diğer korkularla olduğu gibi yüzleşilmeli, onu analiz etmeli, ölümle uzlaşmaya varılmalı ve bu sınırlı yaşantı da neleri anlamlandırmak ve nasıl bir yaşam bırakmak istediğimiz sorularını kendimize sormalıyız.
Çünkü bir durumu inkar etmek, içsel hayatımızı daraltabilir, mantığımızı köreltebilir ve kendimizi kandırmamıza neden olabilir. Özümüzü fark etmek daha anlamlı bir hayat yaşamak için kendi yaşantımıza tümüyle bakabilmek ve bir sonu olduğunu bilmek hayatımızın elimizden uçup gitmesinin önüne geçer.
Bugün 10 Kasım. Bu vesileyle dolu dolu bir hayat yaşayıp, güzel eserler bırakan Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ü saygıyla anıyorum. Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, diyerek ölümle ilgili kabullenişini göstermiş ve önemli olanın yaşarken yaptıklarımız ve bıraktıklarımız olduğunu hatırlatmıştır. Karşılaştığı ölümler ve yaşadığı zorluklar içinde ölümü anlamlandırıp hayatında ve bizim hayatımızda da güneşe bakabilmeyi sağlamıştır. Minnetle.
Psikolojik Danışman Duygu CEYLAN
Hayat, çeşitli seçimler başarılması gereken görevler, yaşanması gereken duygular, uyum sağlamak, bazen yüksek sesle konuşmak, ikna etmek, kendimize inanmak ya da bazen işler gerçekten elimizde olmadığında kabul etmekle ilgili. Tüm bunlar yaşadığımızı hissettiren aynı zamanda zor olan yaşam durumları.
İnsan ilk var oluşundan bu yana mücadele eden bir varlık. Aynı zamanda oldukça da kırılganız. İstediğimiz şeyler olmadığında, başarısızlık yaşadığımızda, inandığımız şeyler ihtiyaçlarımızı karşılamadığında düşüncelere dalıyoruz. Her şey umutsuz gibi gözükebiliyor. Tekrardan bir şeyleri düzene koymak, toparlanmak zaman alıyor. Bazen teselliye ihtiyaç duyuyoruz.
Teselli, Arapça kökenli bir kelime olup gönlünü alma unutturma anlamlarına geliyor. Çok yoğun olumsuz duygular yaşadığımızda teselliye ihtiyacımız oluyor. Çevremizde bizi dinleyen birilerinin olması, ya da bizi olumsuz hissettiren duygular yaşadığımızda olayla ilgili konuşmak, bazen bunun yerine mutlu eden olaylara aktivitelere yönelmek, bazen sadece çikolata yemek bile teselli olabilir.
Teselli bize yardımı dokunan ama uzun süreli olarak hayatımızda kullanamadığımız bir kavram. Çünkü bazı acılar yaşanmaya değer. Bazı olumsuz yaşantılar sindirilebilir.
Olumlu duygular anda kalmamızı, hayatın tadını çıkarmayı sağlarken olumsuz duygular harekete geçmemizi önlem almamızı sağlar. Başarısızlıklar, kayıplar, istenmeyen yaşantılarla karşı karşıya kaldığımızda acı yaşanır. Yaşadığımız bu acı durumu ilk başta şok, inkar,öfke daha sonra üzüntü ve kabullenme olarak belirtilse de araştırmalar her insanda aynı evrelerin olamayabileceğini söylüyor. Yani herkes acıyı aynı evrelerde atlatmayabiliyor.
Teselliler hayatımızda yalnız olmadığımızı, bizim için bir şeyler yapılmaya çalışıldığını gösteren, bazen zihnimizdeki karanlığı aydınlatan bir faktör oluyor. Fakat bazı teselliler de gerçekten işe yaramayabiliyor. Örneğin yaşanan olumsuz durumu küçümsemek, teselliye ihtiyaç duyulan zamanda kişinin abarttığını düşünmek, iğnelemek, acıları hafife almak gibi. Bazen de etrafımızda teselliye ihtiyaç duyanlara karşı hiçbir şey yapamayacağımızı düşünüp elimiz kolumuz bağlı çaresiz hissetmek. Sadece o anda yanında olmak ve yardıma hazırım demek bile çok büyük teselli olabilir.
Diğer taraftan ne kadar zor veya çok zor da olsa, yaşadığımız olumsuz durumlarla baş etme gücüne sahibiz. Çevremiz bu gibi durumlarda kolaylaştırıcı olsalar da sonuç olarak içimizde olayları gözden geçirme anlamlandırma mekanizmamız var. Yaşadığımız olumsuz deneyimlere de sahip çıkmak, bununla baş edebileceğimizi bilmek ve kendimize biraz zaman vermek önemli. Tüm duygular yaşanabilir.
Kariyere giden yolculuk; kendimizi tanıma, yeteneklerimizi keşfetme, ilgi alanlarımızı belirleme, karşımıza çıkan fırsatları değerlendirme gibi çok yönlü süreçleri içeriyor. Tabi bunun için önümüzde birkaç yıldan fazlası oluyor. Gerçek şu ki anne karnından itibaren çevremizdeki olaylarla ve kendimizle bağ kuruyoruz. Meslekleri keşfetme eğitim hayatımızda; okul öncesinde başlasa da, aileden ve çevremizden aldığımız gizil öğrenmelerle ne yapmamız gerektiğini, bu yaptıklarımızın hangi amaçlarla olduğunun alt yapısını oluşturuyoruz. Okul hayatımız bu ilgi ve yeteneklerin keşfi için imkan sunuyor. İlgiler belirli bir yaşa kadar zaman zaman değişebilir ama ilgi duyduğumuz alanı diğer alanlara göre daha kolay yapabilme durumu olan yetenekler, daha belirgin ve daha az değişen bir durum. Yeteneklerimizin belirgin olmasını sağlayan ise birkaç ilgi alanını denemek, neleri daha iyi daha kolay yapabildiğimize dair fikir oluşturmak.
Okuldaki katıldığımız kulüpler, sosyal faaliyetler, başarılı olduğumuz dersler, gelecekteki kariyer seçimlerimizde belirleyici etkiye sahip. Sadece okulla sınırlı kalmıyor tabi. Bu görece daha kolay seçimleri yaparken “bunu yapmayı seviyor muyum, istiyor muyum, keyif alıyor muyum?” gibi soruları kendimize sormak, diğerlerinin bizimle ilgili hangi konularda iyi olduğumuza dair dönütleri almak, nelerde daha başarılı olduğumuzu fark etmek, mesleklere bakışımızı şekillendiriyor.
Şunu kabul etmeliyiz ki insan, meraklı, gözlemci, problem çözmeyi seven ve güçlüklerle baş edebilecek bir donanıma sahip. Özellikle sevdiğimiz işi yaparken, karşımıza çıkan zorlukların üstesinden gelmek daha az yıpratıcı oluyor. Sevdiğin işi yaparsan bir gün bile çalışmazsın kavramı bence biraz genel bir ifade. Çünkü sevdiğimiz işte bile sevmediğimiz alanlar, bize zor gelen durumlar olabilir.
Aileler çocuklarının para kazanabilecekleri garanti bir kaç meslek fikrine genellikle sahipler. Bazı meslekleri popüler kılan durumlar da var. Saygınlık, maddi kazanç, kadın ve erkek cinsiyetine uygunluk, tatil imkanları gibi durumlar geleneksel anlayışta epey yer tuttu ve tutmaya devam ediyor. Ama tabi nüfusun çoğunun bu mesleklerde çalışması zor gibi (Tüm meslekler için çalışan haklarının daha geniş olduğu yasalar çıkarılabilir). Özellikle genç nüfusun fazla olduğu gelişmekte olan ülkelerde üniversiteden mezun olduktan sonra işe atılım, işe yerleştirilme kolay olmuyor. Önceden dolmuş kontenjanlar, bazı mesleklere aşırı yığılım gibi durumlar iş imkanlarını kısıtlıyor. Devlet memuru olmak için yapılan yoğun sınav çalışmalarında ise yine ailenin belli bir süre gence maddi ve manevi destekte bulunması gerekiyor. Yani eğitim hayatının zorluğu bir yana işe atılım, işe yerleşme, tecrübe kazanma gibi kariyer süreçleri gerçekten zor. Özellikle son zamanlardaki ekonomik sorunlar maddi anlamda doyum verici bir iş imkanını zorluyor. Bu olumsuzluklarla başa çıkabilmenin ilk adımının her işin değerli, geliştirici olduğunu bilmek ve mesleklerin alt üst sınıflamasının olmamasından başlanması gerektiğini düşünüyorum.
Önceden bir mesleği öğrenme ve hayat boyu o mesleği sürdürme durumu daha belirgindi. Şimdi ise kariyer değişimleri görece daha kolay. Öğrenmenin daha kolay ve erişilebilir olduğu dijital çağda çoğu bilgi ve beceri daha kolay kazanılabilir hale geldi. İster devlet memuru ister özel sektör çalışanı olsun büyük ve küçük şehir ayrımı yapmaksızın insanlar birden fazla iş kolunu denemeye, tanımaya başladı. Girişimcilik kavramı son zamanlarda hayatımızda daha fazla yer edindi. Herkes tarafından kabul gören değer biçilen geleneksel mesleklerde bile çalışanların birden fazla alanda donanımlı(teknoloji, iletişim, yabancı dil) olması bekleniyor. Özellikle yapay zekanın, insan gücüne, donanımına ihtiyaç duymadan işleri kendi başına çözebilmesi bazı meslekleri ortadan kaldıracağını düşünürsek, mesleki gelişime daha bütün bakmamız gerekiyor. Karamsar bir çerçeve çizmeyelim, yapay zekanın bazı iş kollarının yerini alması daha ilerleyen bir zamanda daha göz önünde olabilir ama kariyer planlarımızı daha esnek ve çeşitli hale getirmek mümkün olabilir mi?
Çocuklarımızın çok yönlü geliştirilmesi, yetiştirilmesi bir yana, içsel denetimli olması çok fazla seçenekten kendine uygun olanı bulması önemli. Meslekler daha detaylandırılıp uzmanlık alanları çeşitlendirildiği için (ki böyle olmasaydı bile) insanlar arası iletişim becerilerini kolaylaştıran duygusal zeka dediğimiz duyguları yönetme, empati kurma becerileri hem kişinin kendisi hem de çalışma hayatı için önem kazandı. Yine zaman yönetimi, internet kullanımı, sosyal beceriler gibi ders başlığı olmayan alt alanlarda daha çok bilinçlenmemiz gerekiyor. Umarım bunlar en kısa zamanda ilkokuldan itibaren bugüne hitap eden dersler olarak işlenmeye başlar. Hepsinden önemlisi ise kariyer planlamada kritik dönemler olsa bile kariyer planlamanın sadece belirli bir dönemi kapsamadığını bilmek, çocuklarımızı öğrenmeyi keyifli gören bireyler olarak yetiştirmek ve kendi hayatını kurmasını sağlamak için cesaretlendirmek.