26 Temmuz 2024 Cuma
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
Yrd. Doç. Dr. Murat KÖYLÜ[1]
Türklere karşı Vatikan`dan yardım İsteyen Rum Ortodoksları’nın bu isteğine karşılık Papa Nikola, Kardinal İsidore (İzidor),`i büyük bir gemiye iki yüz İtalyan askeri doldurarak İstanbul’a göndermiş, 12 Ocak 1452 günü Ayasofya Kilisesi’nde imparatorla devlet erkânın da hazır bulunduğu büyük bir ayin yaparak Rum patriği Grigorios Mammas’la beraber Ortodoks ve Katolik mezheplerinin birleştirildiğini ilan etmiştir. Mezheplerine vatanlarından çok fazla bağlı olan Bizanslılar imparatorun bu faaliyetini küfür saymışlar ve İstanbul sokaklarında Türk sarığı görmeyi kardinal şapkası görmeye tercih ettiklerini konuşmaya başlamışlardır .[2] Buna rağmen, İstanbul’un fethi, Hıristiyanlığın büyük sarsıntı geçirdiği, Trabzon ve Mora’dan sonra, Elen Ortodoksluğu’nun devlet olarak yaklaşık dörtyüz yıl süreyle büsbütün haritadan silindiği bir başlangıç olmuştu (Ekşi,1997:2). Bizanslı tarihçiler, fetih gününden önceki gece, son imparator Onbirinci Konstantinos’un surlar üzerinde gerçekten yiğitçe vuruşarak öleceği sabah saatlerine kadar, Bizans ileri gelenlerinin Ayasofya’da toplanarak bir ‘‘mucize’’ için Tanrı’ya yalvarıp ilahiler söylediklerini yazar.[3]
GAYRİMÜSLİM TEBAA
Ancak Fatih Sultan Mehmet ortaçağı kapatıp yeniçağı açarken, gayri Müslim tebaaya son derece hoşgörülü davranmıştı. Osmanlı Devleti’nde 1453 yılından itibaren gayri Müslimler millet okulları açarak çocuklarının eğitimine yönelmişlerdi. Çünkü Fatih bütün Latin cemaatlerini dinlerinde ve dillerinde serbest bırakmıştı (Miroğlu,1989: 217–218). Katolik Hıristiyanların yanı sıra, Ortodoks Hıristiyan cemaatine ve Yahudilere inançlarının gereği üzere ibadet edebileceklerini belirtmişti (Miroğlu,1989:218). Fatih’ten önce bu gelenek vardı. Daha sonraları azınlık gayri Müslimler kilise okulları bile açmışlardı. Böylece İmparatorluğun yönetiminde bulunan gayri Müslimlere de Müslümanlar gibi eğitim ve kültür kurumları açma ve yönetme hakkı verilmiştir. Bu okullar ve kurumlar aynı Türk-İslâm okulları ve kurumları gibi devlet tarafından değil, zenginler, hayırseverler ve cemaatler tarafından kuruluyor ve destekleniyordu. Osmanlı Devleti’nin zayıflamasına paralel olarak (Sevinç, 1975:105) azınlıklar, yabancı devletlerin desteklerini de yanlarına alarak, başta Tanzimat ve Islahat fermanları olmak üzere, her fırsatta bu haklarını ve ayrıcalıklarını devletin siyasi birliği aleyhine genişletmişlerdir. Mesela, 1839 Tanzimat Fermanıyla getirilen esasların gerçekleştirilmesi için Abdülmecit tarafından yayınlanan 1854 Fermanıyla azınlıklara daha önce verilmiş hak ve yetkiler, Tanzimat Fermanı ile getirilmiş olan yeni durum ve statüye göre düzenlenmiş ve azınlık çocuklarının devletin askeri ve sivil okullarına, Müslüman çocuklarıyla beraber alınmaları ve gayrimüslim tebaanın da devlet memuriyetine herhangi bir kayda bağlı olmaksızın girmeleri hükme bağlanmıştır(Atuf,1976:54-57). 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ve 1876 Kanun-i Esasisi azınlık okullarının özel okul olduklarını ve bunların devletin nezareti altında olduklarını da kabul etmişlerdir. Burada esas amaç, Müslüman olmayan cemaatleri de Osmanlılık birliği altında toplamaktı. Oysa cemaatlerin amacı Osmanlı Devleti’nden ayrılarak bağımsız devlet haline gelmekti. Azınlıklar, okullarını devamlı olarak devlet denetiminden uzak tutmaya çalışmışlardır. Meselâ bütün Osmanlı eğitimine yeni baştan şekil vermeyi amaçlayan 1909 yılında Maarif-i Umumiye Kanunu Tasarısı azınlık milletvekilleri ve patrikhaneler tarafından engellenmiştir. Bu tasarı ancak kapsamı daraltılarak 1913 yılında Tedrisat-ı İptidaîye Kanun-ı Muvakkati adıyla çıkarılabilmiştir (Cevdet, 1978:106-108).
Bu talimatname azınlık okullarında öğretim dili olarak ilgili cemaatin ana dilinin kullanılmasını kabul etmekle beraber, Türk Dili, Tarih ve Coğrafyası derslerinin Türk öğretmenlerce okutulmasını da hükme bağlamıştır (Ayaş,1998:690).
TÜRKİYE’DEKİ RUM OKULLARI
İstanbul`da en eski Rum Okulu, Patrikhane Mektebi adıyla da anılan Fener Rum Mektebi`dir. Bu okul, İstanbul`un fethinden önce Patrikhane’nin himayesinde ve masrafları da Patrikhane tarafından karşılanmak üzere kurulmuştur. Bu okulda Yunan Dili, Felsefe, Teoloji, Riyaziyat, Fiziki İlimler okutulmaktaydı. Buradan çıkan gençlerin bir kısmı Rum kilise ve okullarında, bir kısmı da Osmanlı Devleti hizmetinde görevlendirildi (Ergin, 1978:737–739).
Rum milletinin en maruf muallim ve meşhur müellifleri, birçok patrik ve despotları ve Babıâli’nin büyük tercümanları ve Eflak ve Boğdan voyvodaları bu mektepten yetişmişlerdir(Sevinç, 1975:171–173). Rumların ikinci önemli okulu, Heybeliada Papaz Mektebi`dir. Miladi IX. Yüzyılda “Ayatıriyada Manastırı” adıyla bir mabet olarak kurulmuştur. İstanbul`un fethinden sonra da manastır olarak çalışan mabede, eğitim yapılan ayrı bir de okul eklenmiştir (Ergin,1978:737-739). Azınlık okulları içinde en çok olanı Rum okullarıdır. Rum okulları bu dönemde devlete karşı iyice başkaldırmışlar ve devlet denetiminden uzak, devletin siyasî birliği aleyhinde faaliyette bulunmuşlardır. Rum okullarında Yunan okullarında okutulan kitaplar okutuluyor ve programlarında Türkçe`ye yer verilmiyordu. Türkçe`yi okutmaları istendiğinde “Eğer bu dersi okutturmak istiyorsanız masrafını da kendiniz ödemeniz gerekir” şeklinde karşılık veriyorlardı. Nihayet Rumlar, Mekâtib-i Hususiye Talimatnamesi gereğince Rum o
kullarında Türk Dili, Tarih ve Coğrafyası derslerinin Türk öğretmenleri tarafından Türkçe olarak okutulmasına razı olmuşlardır(Ayaş,1998:690). Azınlık okulları içinde birinci sırada bulunan Rum okullarının sayısı, Birinci Dünya Savaşı öncesinde 3500`e kadar yükselmiştir. Kurtuluş Savaşından sonra Anadolu`daki Rumlar ile Yunanistan`da -Batı Trakya hariç- diğer bölgelerdeki Türkler değiştirildiklerinden; İstanbul, İmroz, Bozcaada ve İzmir dışında Rum okulu problemi kalmamıştır. Sayıları da bir hayli azalmıştır. Buna rağmen Cumhuriyet dönemine intikal eden azınlık okulları içinde sayı bakımından yine birinci sırayı Rum okulları işgal etmektedir (Ergin,1978:191). Bu dönemde okulların dışında eğitim ve kültür faaliyetlerinde bulunmakla beraber, Osmanlı Devleti’nin siyasi birliği aleyhinde Yunan propagandası yapan kültür kuruluşları da vardır. Bunların en meşhuru Rum Cemiyeti Edebiyesi adıyla bilinen ve daha sonra Beyoğlu Rum Sillog`u adını alan kuruluştur. Yunan milletinin kültür merkezi görevini gören bu Sillog’un İzmir, Yanya, Kıbrıs, Kahire ve İskenderiye gibi merkezlerde de şubeleri vardır (Ergin,1978:789–796).
FENER RUM OKULU’NUN DURUMU
Fener Rum Okulu, Cumhuriyet döneminde, özellikle “Demokrat Parti” iktidarında aradığı özgürlüğü bulmuştu. Ancak okul, 1971’de, yükseköğrenim veren tüm özel okulların devlet bünyesine geçmesini öngören bir yasanın kabul edilmesi üzerine kapandı. Çünkü bu okul ya Türk üniversitelerinden birine bağlanacak ya da kapanmaya razı olacaktı. Patrikhane o zaman ‘‘Bari kapansın’’ dedi (Ekşi,1997:2). Dedi ama ‘‘tekrar açtırmak’’ için o tarihten beri bir günü boş geçirmeden kulis yaptı durdu. Hatta 1986 yılında başbakan sıfatıyla Hindistan’ı ziyaret eden Turgut Özal’dan orada bulup görüşen eski ABD Başkanı Jimmy Carter, “Fener Patrikhanesi’nin bina genişletme amacıyla yaptıracağı inşaata engel olunmamasını ve bir de Heybeliada’daki okulun açılmasına izin verilmesini” istedi. Özal birinci ricayı yerine getirdi ama ikincisini göze alamadı (Ekşi,1997:2). Diğer taraftan 1982`de kabul edilen yeni anayasayla da, okulun açılması önündeki yasal engeli güçlendirilmişti. Anayasanın 24`ncü maddesi dini eğitimi; “Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. ” şeklinde düzenlemişti (Anayasa,1982: 24/e). Buna rağmen patrik, başkanlar değişse de ABD`ye yaptığı her ziyarette kendisinin bir Türk vatandaşı olduğunu unutup, dini mevkisini kullanarak, Türkiye`den isteklerini sürekli dile getirmişti. Bunlar; “Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nu açın. Benim Ekümenik Patrik olduğumu Türk hükümeti de kabul etsin. Patrikhane’ye veya Rumlara ait vakıflardan mülkiyeti yasayla Hazine’ye geçmiş olanları asıl sahiplerine iade edin” diye özetlenebilir (Hürriyet,22.12.2009) Patriğin bu isteklerine temel teşkil eden iddiasına göre, “300 milyonluk Ortodoks camiasının rahip ve papaz ihtiyacının bu okuldan karşılanabileceği”dir. İşin ilginç yanı Patrikhane bu okul sanki dünyanın başka bir yerinde açılamazmış veya açılırsa oradan yetişen papazlar pek de papaz sayılmazmış gibi, ‘‘İlle de Heybeliada’daki (onlar Heybeliada demezler hâlâ ve ısrarla Halki derler) okul açılsın’’ diye tutturdu ve bundan hiçbir zaman vazgeçmedi. Oysa 60 yıldan beri ABD’de Dumbarton Oaks’da bir Ruhban Okulu vardır (Ekşi,1997:2). Patrik Bartholomeos`un 1997 Ekim ayında, kendisine ABD`nin en büyük madalyalarından biri olan Altın Şeref Madalyasının verildiği törene katılmak için yaptığı ziyaretteki temel konu buydu. ABD`de Ekümenik patrik olarak karşılanan Bartholomeos Bill Clinton`la yaptığı görüşmede “Ortodoks inancına göre ilahiyat eğitimi yapan bir okul yoktutur. Okulumuz hiçbir üniversiteye bağlanamayınca kapandı. Oysa Ruhban Okulu, sadece Türkiye’de değil, dünyadaki 270 milyon Ortodoks için din adamı yetiştiriyordu. 27 yıldan bu yana bu okulun Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi için önemli olduğunu” söyledi (Hürriyet, 26.10.1997). Amerikan Kongresinin kitaplık salonunda yapılan törende patrik, Howard Üniversitesi Atina Oda Orkestrasının çaldığı ‘‘İ permacho stratego! (Sen, Ey yenilmez savaşçı)’’ ilahisiyle karşılanmıştı (Hürriyet, 26.10.1997).
TÜRK KAMUOYU’NUN TEPKİSİNİ ÇEKTİ
1997 sonlarında dönemin Hükümeti, ABD ile ilişkilerin iyi yönde gitmesi amacıyla, Ruhban Okulu’nu tekrar faaliyete geçirmek için çareler aramaya başladı. Kasım 1997 ayının sonunda toplanan Milli Güvenlik Kurulu (MGK)`nda gündeme gelen Heybeliada’daki Ortodoks Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasını Yunanistan’dan istenecek karşılıklara bağlanması görüşü benimsendi. İlke olarak okulun yeniden açılmasına ılımlı bakan Ankara, bu konuda hukuki bir formül bulmaya çalışırken, okulun açılışını Atina’nın Batı Trakya’daki Türk azınlığın eğitime koyduğu katı sınırlamaların kaldırılması koşulu ile ilişkilendirdi. Konuyla ilgili çevreler, Batı Trakya’daki Türk azınlığın eğitiminde büyük sıkıntılar yaşadığına dikkat çekerek, ‘‘Bu kısıtlamalar dururken Ruhban Okulu’nun tekrar faaliyete geçirilmesi Türk kamuoyunun büyük tepkisini çeker. Bu nedenle bu konuda bir ilerleme gerekir’’ dediler (Milliyet, 26.10.1997). 17 Ağustos 1999 depreminden sonra Türkiye`ye gelen ABD Başkanı Bill Clinton tarafından tekrar gündeme getirilen “Ruhban Okulu`nun açılması için” ilginç bir çözüm görüşülmeye başlandı. Çözüm, “İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde açılacak olan Yüksek Dinler Kültür Başkanlığı’nda Türkiye’de bulunan azınlıkların ihtiyaçlarını karşılayacak din adamı yetiştirilmesi.” (Sabah, 17.10.1999) Ancak patrikhane bu çözüme de sıcak bakmadı. Kasım 2002 de seçimleri kazanarak iktidara gelen AKP Hükümeti, Ruhban Okulu`nun açılmasını kendi felsefi penceresinden değerlendiriliyordu. Ekim 2003`de kendisini ziyaret eden Patrik Bartholomeos’a Başbakan Erdoğan, ‘‘Adımlar karşılıklı atılır’’ diyerek, öneride bulundu. Erdoğan, 2004 Olimpiyatları için Atina’daki Mustafa Voyvoda Camii’nin açılmasını istedi (Hürriyet, 17.10.1999).
Türkiye`yi sıkıntıya sokan diğer bir gelişme, ABD`nin 2006 Yılı “İnsan Hakları ve Demokrasiye Katkı Raporu`nda” Fener Rum Patrikhanesini “Ekümenik olarak nitelendirerek, Heybeliada Ruhban Okulu`nun yeniden açılması ve patrikhanenim “ekümenik” olarak tanınmasını istemesi olmuştu (Akşam, 06.04.2007). Patrik Bartholomeos`un “kendisini çarmıha gerilmiş gibi hissetmesinden” önceki son gelişme ABD`nin yeni Başkanı Barack Obama`nın Türkiye`yi ziyareti olmuştur. Obama, Ruhban Okulu`nun açılması konusunu hem TBMM`de yaptığı konuşmada, hemde İstanbul`da Fener Rum Patrikhane`sini ziyaretinde açıkça dile getirmiştir (Hürriyet, 10.04.2009).
ÜÇÜNCÜ BÜYÜK HIRİSTİYAN MEZHEBİ
Dünyada üzerinde yaklaşık 19 kilisesi ve iki Ruhban Okulu yaklaşık 170 milyon Patriğe göre 300 Milyon) cemaati bulunan, bu yönüyle sayı bakımından Roma Katolik Kilisesi ve Protestan Kilisesi’nden sonra üçüncü büyük Hıristiyan mezhebinden biri olan[4], Yunanca “orthos” doğru, düzgün ve “doxa” düşünce, inanç sözcüklerinin birleşiminden oluşan Ortodoks inancı;[5]Hıristiyan Katolik mezhebinin baskılarından bıkan doğu Hıristiyanlarının kurduğu “hoşgörü” ve “doğru inanç” temellerine dayanan evrensel bir mezhep olmasına rağmen, her nedense bu evrensellik özelliği her zaman ikinci planda anılmıştır. Osmanlı Döneminden beri, sınırlarımız içinde yaşayan farklı inançlara sahip toplumlara, inançlarını “özgürce” yaşama serbestîsi sağlanmış olmasına rağmen, bu inanç özgürlüğü “milliyetçi” amaçlarla “kötüye “kullanılarak, “Devlet Otoritesine” “ başkaldırı” şeklinde geriye dönmüştür. Kiliselerin yanlarında açılan okullarda amaç sadece papaz ve rahip yetiştirmek olması gerekirken, kötü niyetli patrikler bu okulları “misyonerlik” faaliyetlerine eleman yetiştirmek veya “haçlı” zihniyeti ile hareket ederek, Osmanlının altını oyma girişimlerinin odağı haline dönüştürmüşlerdi. 1821 Mora İsyanı’nda ayaklanan Yunalıları İstanbul Rum Fener Patriği Gregorius kışkırtıyor, ayaklananları cesaretlendirerek isyanın büyümesini destekliyordu. Patriğin bu faaliyetlerini belgeleyen Osmanlı Yönetimi, Padişah II. Mahmud`un Fermanıyla Patrik Gregorius`u, patrikhanenin giriş kapısında asarak idam etmişti. O günden sonra patrikhanenin bu kapısının ismi Ortodoks Hıristiyanlar arasında “Kin Kapısı” olarak anılmaya başlanmış ve İstanbul`un yeniden Rum yönetimine geçmesine kadar kapalı tutulması kararlaştırılmıştı. İnanç özgürlüğü ile hiç bir ilgisi olmayan bu olay bile, tamamen milliyetçi duygularla yapılmıştı. Ne gariptir ki, Türkiye Devleti kendisi için “kin ve nefret” ifade eden bu sembolik uygulamaya yıllardır hiç bir tepki göstermemiştir. Diğer taraftan, Türkiye`den Lozan Anlaşması`nın 40. Maddesine (Öztürk, 2007:311) uygun davranılması istenmektedir. Maddeye göre; “Müslüman olmayan azınlıklara mensup olan Türk vatandaşları hukuk bakımından ve fiilen diğer Türk vatandaşlarına uygulanan işlemlerin ve sağlanan güvencelerin aynından yararlanacaklar ve özellikle, harcamaları kendilerince yapılmak üzere, her türlü yardım, dinsel ya da sosyal kurumları, her türlü okul ve benzeri öğretim ve eğitim kurumları kurma, yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dillerini özgürce kullanma ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma bakımından eşit hakka sahip bulunacaklardır.” Doç. Dr. Sibel Özel de konuyu inceleyen bir kitabında bunun “negatif hak” olduğunu söylüyor (Özel, 2012:735). O nedenle “diğer (örneğin İslam dinine mensup) vatandaşlara tanınmamış hak”kın “gayrimüslim”lere tanınmasının söz konusu olamayacağını savunuyor. Nitekim “Diğer Türk vatandaşları özel yüksekokul olarak teoloji eğitimi veren bir okula sahip iken Heybeliada Ruhban Okulu kapatılmış olsaydı Lozan Antlaşması’na aykırılık söz konusu olurdu” diyor. Lozan Antlaşması`nın aynı Maddesi, Batı Trakya`da yaşayan Türkler için de geçerli olmasına rağmen, Avrupa Konseyi`nin Yunanistan’da ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile ilgili mücadele konularındaki organı olan ECRI’nin, Yunanistan hakkında hazırladığı ve Strasbourg’da açıkladığı dördüncü denetim raporunda (15.09.2009); “Batı Trakya’daki Türk ve Müslüman azınlığın maruz kaldığı insan hakkı ihlallerinin ön plana çıkarıldığı, ülkedeki dini azınlıklara yönelik ayrımcılık ve önyargıların kökeninde Yunan Ortodoks Kilisesi’nin bulunduğu görüşü dile getiriliyor. Yunan Ortodoks Kilisesi’nin Yunan kamusal yaşamında önemli rol oynadığına vurgu yapan ECRI, kilisenin bu nedenle ülkedeki dini azınlıklara yönelik ayrımcılık ve önyargıların “kaynağı” olmaya devam ettiğini belirtiyor. ECRI bu tezini büyük ölçüde Atina’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kaybettiği din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili davalara dayandırıyor. Raporun bu bölümüne şiddetle karşı çıkan Yunan hükümeti, ECRI’ye gönderdiği yanıtta, Ortodoks kilisesinin devlet işlerindeki rolünün “abartıldığını” savundu. Ancak Atina, “tarihi nedenlerden” ve “Yunan halkının çoğunluğunun kiliseye bağlı olmasından ötürü”, Yunan kilisesinin halk arasında “özel bir prestije sahip olduğunu” da itiraf ediyordu. Raporda, Batı Trakya Türkleri ve Müslüman azınlık için önem taşıyan, kısaca 19’uncu madde olarak bilinen eski Yunan vatandaşlık kanunu, istihdam ve eğitimde ayrımcılık, örgütlenme özgürlüğü, müftü ve tayinli imamlar konusu, vakıflar ve kendi kimliğini tanımlama gibi sorunlar da gündeme getiriliyor. Diğer taraftan, Güney Kıbrıs, Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskopos 2. Hrisostomos‘un izniyle Güney Kıbrıs‘taki birçok kilisede geçen pazar ayininde papazlar tarafından dağıtılan, ”dönüşümlü başkanlık” konusuna halkın ”hayır” demeye çağrıldığı broşürde; (www.kibrispostasi.com, 22.01.2010) “Kıbrıs Helenizm’inin görevi öncelikle, ulusal onurunu korumak ve atalarının toprağındaki varlığını güvence altına almaktır” ifadelerine yer verilmiştir. Görevi sadece cemaatine Hıristiyan dininin kutsal değerlerini, hoşgörüsünü anlatmak olan bir kilisenin üyelerinin, alenen “Rum Milliyetçiliği” ve “ Ortodoks Faşizmi” adı altında siyaset yapmaları bir tesadüfü müdür?
Eğer Patrik Bartholomeos; “kendisini çarmıha geriliyor gibi” hissetmek istemiyorsa; öncelikle kendisini bir “Türk Vatandaşı” gibi hissetmeli, Osmanlı`dan beri bir utanç kapısı olan “patrikhane kapısını” derhal açmalı, “Ekümenik” olduğunu iddia ettiği Yunan Ortodoks kiliselerine çağrıda bulunarak, kendilerine gösterilen inanç hoş görüsünü Batı Trakya`da yaşayan Türk ve Müslümanlara da gösterilmesini istemeli, Patrikhaneye bağlı papazlara da “Yunan Milliyetçiliğini” bırakmalarını ve siyasetten el çekerek, kendilerine tebliğ edilen kutsal dinleriyle ilgilenmelerini hatırlatması gerekmektedir. Patrik, kendisinin evrensel bir dinin temsilcisi olduğunu kabul ediyorsa, cemaatine ve rahiplerine inançlarının emrettiği gibi “hoşgörü” “kardeşlik ve “doğru inancı” uygulamalarını istemelidir. Bu samimiyeti hisseden herkes, patriğin bu isteklerine, 600 yıldır olduğu gibi “aynı samimiyetle” cevap verecektir.
KAYNAKÇA :
Anayasa (1982 tarihli)
Atuf, Nafi, Türkiye Maarif Tarihi-1, İstanbul, 1976
Ayas, Nevzat: Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitimi, Ankara 1998
Cevdet, Muallim, Mektep ve Medrese, İstanbul 1978
Ekşi,Oktay, Hürriyet Gazetesi, 26.10.1997
Ergin, Osman: Türk Maarif Tarihi 1–2, İstanbul, 1978Fener Rum Patriği
Miroğlu, İsmet ,“Fetret Devrinden II. Bayezid’e Kadar Osmanlı Siyasî Tarihi”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İstanbul, 1989, C.X,
Özel, Prof. Dr. Sibel, Milletlerarası Özel Hukuk Mevzuatı, İstanbul, 2012
Öztürk, İbrahim Sadi, Sevr Anlaşması, Fark Yayınları, Ankara, 2007
Sevinç, Necdet, Ajan Okulları, İstanbul, 1975,
Bartholomeos`un CBS kanalı söyleşisi, 21.12.2009
Akşam Gazetesi
Hürriyet Gazetesi,
Milliyet Gazetesi,
Sabah Gazetesi
http://www.osmanli.org.tr/yazi-4-144.html 22.01.2010
www.kibrispostasi.com, 22.01.2010
[1] Toros Üniversitesi, İ.İ.B.F, murat.koylu@toros.edu.tr
[2] Osmanlı Araştırmalar Vakfı, http://www.osmanli.org.tr/yazi-4-144.html
[3] Daily News’’ Gazetesi’nin Washington muhabiri Uğur Akıncı’nın yazdığına göre, ‘‘İpermacho stratego! (Sen ey yenilmez savaşçı!)’’ anlamına gelen bu ilahi 1453’te Türkler, Konstantinopolis’e girerken son umutla söylenen ilahiymiş.
[4] Robert Winston, “Human, the Definitive Visual Guide”, Orthodox Church
[5] Oxford Dictionary Of English 2e, 2003 ‘orthodox’