26 Temmuz 2024 Cuma
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
116 yıl evvelinde önümüz bela, ardımız, dağlar ve denizdi. Bu kez kaçacak yer de yok, kurtaracak Osmanlı da. Nefsimizi müdafaa edecek bir narin Girit bıçağı da. Esed’in topları ve Şebbiha ajanları Hamidiye’de. Giritliler ise tam kıyıdalar. Gözleri, umutları, hayalleri ve korkuları ile… Her şey 100 yıl önceki bir hikaye ile çok tanıdık geliyor. Dedelerden kalan bir kader bu kez evlatlarına miras kalıyor. Sesimiz ne olur bu kez duyulsun.
İki buçuk yıldan beridir sürmekte olan ve yakın bir tarihte bitmeyeceği ayan beyan ortada olan Suriye’deki savaşın sancıları, memleketin her köşesinde en kesif şekilde vereceği zararı vermiştir. 1897 yılında, Sultan, II. Abdülhamit han döneminde inşa edilen ve günümüzde Suriye’nin Tartus eyaletine bağlı kalan El-Hamidiye kasabası, Giritli muhacirleri barındırmak üzere kurulmuştu ve adını da kurucusundan almıştı. O tarihte Hamidiye’nin sakinleri, yüzde yüz muhacir Giritlilerden oluşmakta idi. Ancak köyün etrafında 22 Alevi-Nusayri köyünün bulunması, zaman içerisinde kaçınılmaz bir sonuç olarak, orada bulunan Giritlilerin içine sızmış bir parça farklı unsurun da Hamidiye’deki varlığını getirecekti. Günümüzde kasaba nüfusunun yarıdan daha azı, yüzde 40 kadarını oluşturan bir Alevi-Nusayri nüfusu bulunmaktadır. Artık Hamidiye kasabası, Giritlilerin yerleşmesi olmaktan çıkıvermektedir. Yavaş yavaş ve sistemli bir şekilde.
GİRİTÇE’NİN ALDIĞI DARBE
Daha on yıl öncesine kadar köyde Giritçe’den başka bir dil konuşulmaz iken, yaşlıların ölümüyle, Kritika (Giritçe) de ciddi bir darbe almıştır ve zaman içerisinde eriyip gideceğe benziyor. Hamidiye’nin insanları buna karşılık bile vermemektedir aslında. Zira Baas rejimi, Arap milliyetçiliği üzerinde kurulmuş olduğundan, bir kişinin “Ben Giritliyim” demesi, tutuklanıp yargılanmasına yeterli bir neden teşkil etmektedir. Bundan dolayı, Hamidiye kasabasında bulunan herkes, uzun yıllardır “Biz Arabız” demek zorunda kalmıştı. Deniz kıyısında bulunan bu, sekiz bin kişilik kasabanın kuzeyinde bulunan “Arab el Sati” yani “Kıyı Arapları” kasabası ise Hamidiye civarında bulunan tek Sünni yerleşme olup, karma evlilikleri Giritliler en çok oradakilerle yapmaktaydı. Henüz üç yıl öncesine dek, Sünni-Alevi, Arap-Giritli ayrımları ve kelimeleri memlekette hiç duyulmuyordu aslında. Ancak Suriye’de devam eden bu çirkin iç savaş yüzünden ister istemez halk arasında böyle sınıflandırmaların ortaya çıkması, yıllardır beraber yaşamış insanlar arasında ayrımcılığın önce çıkması ve safların belirginleşmesi ap açık ortadadır artık. Tito Yugoslavya’sının Slobodan Miloseviç’in hataları ve dış etkilerle dönüşümü gibidir mevzu biraz da. Aynı Yugoslavya örneğindeki gibi, her bir milletin kendi benliğini haykırarak birkaç hafta içerisinde çöküş ve ayrılığa götürülen Yugoslavyası gibi Suriye de eskiden zikredilmeyen ve aile içinde mahrem bir mevzumuşçasına tek tük konuşulan Alevi-Sünni, Arap-Giritli ayrımları artık sokağa taşınmıştır.
SAFLAR KESİNLEŞİYOR
Saflar artık kesinleşirken herkes bir safa ait olmak zorunda kalabiliyor. Maalesef bu durumda çizgileri önceden çizilmiş saflara doğru hareket etmek kalıyor geriye. Devrilmek istenen ideolojiden intikam duygusu, o ideolojiye asker vermek zorunda olan savunmasız küçük milletleri de hedef alırken galibi bilinmeyen bir çatışmada saf seçmek ve çocuklarının geleceğini kurtarmak doğrusu en zor olanı. Saf seçmeseniz de seçseniz de sonuç değişecek gibi değil. Önünüz deniz, ardınız bela. Entelektüeli de safı da, kanla ve korku ile çizilen safların içerisinde kayboluyor. İşte bu durumda herkesin ardında bir dış güç varken Giritlilerin ardında kim duracak? Kime el açacaklar ve yardım isteyecekler? Aynı dili konuştukları Yunanistan ile hiçbir bağları yok gibidir. Yüz yıl önceki katliamları birinci elden yaşayan kuşağın çocuklarıdır onlar. Yunanistan’a muhtaç olmak mı? Asla! Akıllarına dahi getirmezler bunu. Peki kim ardında duracak Suriye ve Lübnan’daki Giritlilerin?
GİRİTLİLERİN ZOR YOL AYRIMI
Giritliler, zor bir yol ayrımındadırlar. Tartıp biçmelerin sonunda zor bir karar gelecektir. Bu ise oldukları yerde kalıp bir şekilde savaştan uzak kalmak kararıdır bu günlerde. Ama nereye kadar? Yarıya yakını Nusayri olan köyleri, Sünni kardeşlerinin Özgür Suriye Ordusu tarafından saldırıya uğradığında Giritliler ne yapacaklar? Kim sapla samanı birbirinden seçecek? Topa tutulan Hamidiye olursa, Nusayrisi Giritlisi kalmayacaktır o minicik kasabada. Yok Esed güçleri kontrolü ele geçirirse, aynı arap milliyetçiliği devam edecek, Giritliler yavaş yavaş yok olmaya devam edecektir. Bu günlerde bu toplumun içerisinde çok farklı sesler var ancak o seslerini duyuracakları hiçbir mecra bulamamaktadırlar. Tek döndükleri yer ise, Türkiye’dir ve bir dip dalgası bana bunları artık haykırırcasına duyurmam için adeta yalvarır hale geldi. Şu anda Suriye toprakları üzerinde yaşayan insanların derdi, sağ kalmanın yanı sıra, her etnik ve mezhep grubu için, kendi varlığını korumak ve üzerinde yaşadığı topraklara sahip çıkmanın kavgasıdır. Hele ki Giritliler gibi üzerinde kalabildikleri son toprak da ayaklarının altından kaymakta olan bir toplum için artık gidecek tek yer, bir asır kadar önce geldikleri denizden başka bir şey değildir. Nitekim bu dahi onlara aba altından sopa misali ve Giritli kanaat önderlerine duyurular, isimsiz telefonlar ile fısıldanmakta ve herhangi bir direnişe geçmemeleri konusunda tehditler ile yansıtılmaktadır.
“Denizden geldiğiniz gibi, denize geri göndeririz” şeklinde yapılan tehditler ve Giritlileri gemilerle denize geri gönderme lafları ile, onları plajda pikniğe çağırmaktan bahsetmedikleri ise açıktır her halde. Artık Suriye topraklarındaki her etnik grup, her mezhep ve her farklılık, kendi varlığını korurken aslında bir şekilde kendi ulusunu da oluşturmaya çalışmaktadır bu günlerde.
ÇIKAR-ZARAR MUVAZENESİ
Bugünün Suriye’sinde herkes bir çıkar-zarar muvazenesini yapmaktadır. Ortalıkta dönen olayların bir kara yüzü de vardır işin özüne bakılırsa… 1975–1990 yılları arasında Lübnan cumhuriyetinde sürmüş olan iç savaşında olduğu gibi şu an Suriye’de her etnik grup ve mezhep topluluğunun arkasında bir dış güç bulunmaktadır. Bu dış güçler ise destekledikleri etnik ya da mezhepsel topluluklar ile içerideki her şeye karışmaktadırlar. Kamışlı ve Afrin civarındaki Kürtler, kendi sözde coğrafyalarının sınırını çizmeye çalışırken, Amerika ve Batı ülkeleri ise Ortadoğu’da bulunan Hıristiyan azınlıkları sözde korumaya çalıştıklarını söylemektedirler. Ortadoğu’nun sorunlarından kala kala sanki bir tek Sünni-Şii problemi kalmıştır adeta. Bellidir ki insanlar karşılıklı dolduruşa getiriliyor. Birbirlerini katletmek için teşvik ediliyorlar. Suriye topraklarını parçalayıp, bir alevi, Sünni, Dürzî, Kürt ve Hıristiyan devletleri adeta yarın kurulacakmış her şey hazırmış gibi insanlara öğütler veriliyor, vaatler sıralanıyor. Millet de bu sözlere kanıp ona göre hareket etmektedir. Dönelim zavallı Hamidiye’ye. Zavallı kasabamıza. Bütün bu olup bitenlerin içinde Hamidiye’nin yeri ne olacak? diye düşünmemek elde değildir. Yıllardır uyumlu insan olarak bilinen oradaki Giritliler, rejim aleyhine hiçbir zaman bir suç işlememiş, hiçbir ayaklanmada veya gösteride dahi yer almamıştır. Aslında oranın insanı, genel olarak fakir ve eğitimsizdir. Devlet memurları arasında bir Giritlinin bulunması da pek ender bir durumdur Suriye’deki güç dengeleri ve yapının tarihi seyrinde. Bu durumda Giritlilere Suriye devletinde bula bula en fazla “Er” olarak rastlamak doğaldır. İşte bu önemli bir nüanstır. Zira Özgür Suriye Ordusu’na karşı savaşmak zorundadır şu sıralar tüm Suriye Ordusu Askerleri. Yakalanan erlerin ise durumu, onları esir alacak grubun insafına bağlıdır. Hiç yoktan yere Giritli göçmenler Er olarak celp altına alınmakla dahi bir belaya bulaşmış durumdadırlar.
YUNANİSTAN’IN HAMİDİYE’Yİ KEŞFİ
Hamidiye köyünün insanı, en çok çiftçi ve denizci olarak çalışıp ekmek parasını kazanmaktaydı. 70’li yıllarda Yunanistan’ın bu kasabayı keşfetmesiyle oranın gençlerine kaybedilmeyecek bir umut ışığı doğuyordu. “Sizler, zorla Müslümanlaştırılmış Helenlersiniz” propagandasını bir yandan yaymaya çalışan ve oradaki insanlara kabul ettirme gayretinde olan Yunanistan, diğer yandan toplumun ciddi ihtiyaçlarını kullanarak böyle kullanılmaya hazır bir fukaralık kanalından girerek, 100 yıl önce kan revan içinde dedeleri Girit’ten kovulan bu gençlerin ceddinin hikayesini de örtbas ediyordu Yunanistan. İşte bu manipülasyonla kendini bu fakir insanlar için bir şefkatli ana kucağı olarak gösterip ön plana çıkaran Yunanistan’ın karşısında bir Türkiye görmek arzusu ile yazılıyor bu satırlar. Peki Yunanistan’ın insafı nasıldır? Sadece yalan ve manipülasyonlarla dolu bir propaganda ile yetinmeyip, Hamidiyelilere, dede toprağı olan Girit’e geri dönüp asgari ücrete amele olarak çalışma fırsatı vermiştir Yunanistan. Siyaset nedir bilmeyen, strateji bilmeyen o köyün zavallı halkı ise bu işe kanıp Yunanistan’a gidip çalışmışlar. Biraz para toplayıp köyüne dönen bu insanların çoğu yine sefil bir hayat sürdürmek zorunda kalmıştır. Oysa Girit’te bırakılan onca emtia ve arazideki hakları saklı olmasına rağmen bunları geri alma hakları vardır bu insanların. En azından uluslararası hukuka göre vardır. Zira bu insanlar, 1924 mübadelesinde Girit’ten ayrılanlardan olmadıkları için orada bıraktıkları mal varlıkları üzerinde halen işgal eden kişiler oturmaktadır.
EĞİTİMSİZ HAMİDİYE HALKI
Hamidiye halkının büyük çoğunluğu halen eğitimsizdir ve doğru dürüst meslek edinememiştir. Yunanistan’ın bu köyü sahiplenmek ve elinden tutmak gibi bir amacı da asla olmadı. Köyü kalkındırmak, içerisinde faydalı projeler yapmak, okul inşa etmek, kanalizasyon ve su sistemlerini yapılandırmak, sağlık ve tıbbi merkezler inşa etmek gibi şeyler de yapmadı. Onun tek bir çıkarı vardı. O da 100 yıl önce Girit’te cereyan eden tarihi gerçekleri tersine çevirmek ve ileride karşısına çıkabilecek “etnik temizlik” davaları ile tazminat taleplerini birkaç sus payı ile müşfik anne misali hiç ortaya çıkmadan oluşmamasını sağlamak. Zira Hamidiye’nin varlığı dahi bir Etnik temizliğin numunesidir. Bu insanların dedeleri Akdeniz’in doğu kıyılarına binlerce kişi ile tatil yapmak için çıkmadı elbet. Mazlum toplumun anılarına girip doğruları karıştırmak ve babadan kalma hikayeleri bulandırmak, Giritli Türklere zulm eden tarafın Yunanistan olmadığını göstermek ve bunu da beyinlere kazımaktır. Kazıyabilirler ise gelecekte hiçbir Giritli Girit’teki mal varlıklarını almak için girişimde bulunmayacaktır. Bu hesaba göre, Girit’te mal varlığını alarak oraya yerleşme hakkı da alabilecek bir toplum, Girit’in temizlenmiş etnik yapısını tekrardan kirletmeyecekti. Hele ki Müslüman iseler. Bugün ise bu kargaşaların tam ortasında kendini bulan ve ne yapacağını şaşırmış haldeki bu talihsiz ve şanssız toplumun arkasında ne bir devlet var ne de güç. İnsanların kulaklarına (geldiğiniz denize atılacaksınız, nereden geldiyseniz ortaya dönün) cümlesi çok sık gelmeye başlamıştır artık. Zira Libya’daki Giritlilere buna benzer bir cümle, 70’li yıllarda Kaddafi tarafından direkt olarak kullanılmıştı. Giritlilerin soyadlarıyla dalga geçen Kaddafi, yok Serifakis imiş, Kuyumcakis imiş diyerek onları denize atacağını ve Girit’e geri göndereceğini söylemişti. Gerekçesine gelince, Libya vatandaşı olmalarına rağmen ve Osmanlı döneminden beri orada bulunan o insanların kendi memleketlerinin imkânlarını kullanıp, Araplardan daha zengin olmalarını hazmedememesi idi. Suriye’de olup bitenlerden kaçan Hamidiyeli ailelerin boş evleri anında işgal edilmektedir. Bıraktıkları arazi ve tarlalara hemen el konulmaktadır. Çünkü ortada güçlü bir devlet yapısı ve yaptırımları yoktur artık. Elinde silahı olan ve güçlü sayılan, mermisinin menzili kadar sözünü dinletmektedir artık. İşte bu yeni Orta doğu perspektifinde Giritlilerin Hamidiye’si ne olacak? Bu küçük millet, bir güzel Osmanlı rüyasından arta kalan bu halk hangi denklemde hesaba katılacak? Birileri de bu insanları görecek mi?
Kasabada kalanlarla yaptığımız görüşmelerin sonucunda böyle bir gerçeğe vakıf olduk. Aşağıda ise insanların belli başlı sorularını belirtmekte fayda var.
“-Bizler, ne devletten ne de ordudan korkmuyoruz. Onların bize zarar vermeyecekleri kesindir niye versinler ki? Ama ya Alevi-Nusayri militanlar? Onlar her şeyi yapabilir.
-Biz, hiçbir zaman devlete karşı isyanda bulunmadık ve memleketimizin polisine ve güvenlik teşkilatlarına karşı hiç silah çekmedik. Hamidiye’dekiler asla eşkıya olmadı. Ama artık etrafımızdaki Alevi-Nusayri köylerinde bulunan militanlardan endişeliyiz.
-Ya ansızın köyümüzü basarlarsa, bizim halimiz ne olacak? Nefsi müdafaayı yapabilmek için dahi elimizde küçük bir silah dahi yok iken, onlarda her türlü güç imkânları varken acaba bir gün katliam yaşar mıyız?
-Girit adasında dedelerimizin yaşadıkları o acı günleri biz de görür müyüz? Bu kocaman Alevi-Nusayri coğrafyasında Sünni bir kara leke gibi görünen Hamidiye kasabamızı ortadan kaldırmak gibi bir teşebbüste bulunurlar mı acaba?
-Suriye kıyısında bir Alevi-Nusayri devleti kurulacak ise bizi orada bırakmazlar, yaşatmaları da mümkün değildir. “diyen ve yukarıdaki tüm bu soru işaretlerini belirten Hamidiyeliler, korkularını ve endişelerini bu şekilde dile getirmekteler. Henüz Hamidiye’de bir silahlı çatışma başlamadı. Bir buçuk yıl önce kısa süreli bir iki çatışma oldu. Onun da bir başarı elde etme imkanı hiç olmadı çünkü devlet tarafından kaba kuvvet kullanılarak bu hareket anında bastırılmıştı. Ardından köyde bulunan gençlerin büyük çoğu, az ötede bulunan Lübnan’a geçerek Trablus’taki diğer Giritli akrabalarının yanına yerleşmişlerdi. Hamidiye kasabası sakinleri, bir vatan daha kaybetmekten korkmaktalar. Kaderlerinde gizlenen sancılı günlerden ürküyorlar. Girit adasında yaşanan o hüzünlü mazinin anılarından kurtulamadan, daha acı günleri görmek istemiyorlar. Arap dünyasına gelmemiz ne kadar büyük şanssızlıktı diyor herkes. “Bizi taşıyan gemiler batsaydı da buraya gelmeseydik… batsaydı da her gün bizi atacakları denizde çoktan boğulup ölseydik.. “ diyorlar. Giritli muhacirlerin torunları bu kadar üzgün, bu kadar rahatsız!!! Bir millet ki son 150 yıldır önü bela, arkası ise deniz olmuştur. Bu günlerde ise arkası bela, önü denizdir. Nesil değişmiş, asır geçmiş, sadece belanın ve denizin olduğu yönde değişme olmuştur. Mevcut Türkiye gündemi, dengeleri ve yeni kutsalları içerisinde, şaşırarak takip ettiğim “dershaneler meselesi“ kadar gözyaşını biraz da bizler için dökecek olanlara ihtiyacımız var. Esas bıçak, kimsenin değil, belki de bizim gırtlağımızda… Ancak bunu gören yok. Ne bir Tv kanalımız, ne gazetemiz ne de adımızı duyuracak okullarımız var. Büyük Türkiye için ekmek için su için dua etmediğimiz kadar dua etmekte olduğumuz şu günlerde, gözyaşları ve endişe ile kaleme aldığımız bu satırları, halen bir Giritli toplum varken ve onlar henüz katliama uğramadan önceki son uyarılar olarak yapıyoruz
Dr. Ali BEKRAKİ, Lübnan’da yaşayan Giritli Türkler Komitesi Başkanı.
Teşkilat-ı Mahsusa’dan, Kandiyeli Abdülhamit Bekraki’nin Torunu
aberkaki@hotmail.com