DOLAR 35,2068 0.3%
EURO 36,7672 0.92%
ALTIN 2.968,331,32
BITCOIN 34546755.12609%
İzmir
16°

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

Doç. Dr. Emin Serin

Doç. Dr. Emin Serin

30 Ocak 2021 Cumartesi

    Diyorsun ki; bizimkiler Yugoslavya’dan gelmiş

    Diyorsun ki; bizimkiler Yugoslavya’dan gelmiş
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

     

    – Tam olarak nereden gelmişler?
    – Pek bilmiyorum aslında.
    – Yani, bir yer ismi falan?
    – Kosova..Yeni Pazar..Filibe falan diyorlardı.
    – Tamam tamam, durum anlaşıldı.

    Özellikle genç neslin birçoğu böyle; ailenin bir kısmının Yugoslavya’dan, Balkanlardan gelmiş olması hoşlarına gidiyor, hatta gurur duyuyorlar. Ancak kökenlerini araştırma konusunda pek başarılı sayılmazlar. Birçoğu bilmiyor tam olarak nereden geldiğini. Bilmek için araştırmak lazım. Aradan yıllar geçmiş, kolay da sayılmaz böyle karmaşık bir konuyu anlayabilmek. Eski Yugoslavya’nın topraklarında şimdilerde bağımsız devletler var, o devletlerin her birinin etnik dinamikleri, karmaşık göç hikâyeleriyle dolu.

    Göç etmek aslında, birey veya aile için oldukça zor karar verilen, bilinmeyen sulara yelken açmak ve risklerle dolu bir yolculuğa çıkmak demek. İster gönüllü ister zorunlu olsun; kişinin doğup büyüdüğü, alışık olduğu yerleri terk etmesi ve yabancısı olduğu yerlere yerleşmek üzere yola çıkması, birçok riski de içinde barındıran bir süreç. Bu riskleri göze alabilmek için, bireyleri veya toplulukları harekete geçirecek önemli motivasyon unsurlarının olması gerekir.

    Göç ve göçmenlik üzerine yapılan araştırmaları incelediğimizde, ‘göçmen’ kavramının tek bir tanımının olmadığını görüyoruz. İnsanlar, maddi koşullarını iyileştirmek için, kendilerine ya da ailelerine dair beklentilerini yerine getirmek için veya başka birçok sebepten dolayı bir ülkeden başka bir ülkeye göç etmekteler. Birleşmiş Milletler; sebepleri, gönüllü olup olmaması, göç yollan, düzenli veya düzensiz olması fark etmeksizin yabancı bir ülkede bir yıldan fazla ikamet eden bireyleri göçmen olarak tanımlıyor.

    Okuyucularımı göç ve göçmenlik kavramları hakkındaki sıkıcı tespitlerle boğmak istemesem de, ülkemizde yaşanan göç süreçlerinin sistematiğini kısaca hatırlatmakta fayda görüyorum. Osmanlı İmparatorluğunun mirası olan topraklardan gelen Türk ve Türk kültürüne bağlı toplulukların göçleri ile harmanlanan genç Türkiye’ye yapılan göçler, Cumhuriyet kurulduktan sonra da devam etmiştir. Bu göçlerin en dikkat çekici olanı Cumhuriyet’in “büyük mübadele” olarak bilinen Türk-Yunan nüfus değişiminin yaşandığı Lozan Mübadelesi olmuştur. Anadolu, sonraki yıllarda da yakın tarihe kadar Balkanlarda yaşanan baskı, tehcir ve soykırımdan kaçanların sığınağı olmuştur. “Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde Göç Hareketleri” ismini taşıyan çalışmada Cumhuriyetin kurulmasından sonra Türkiye’ye yönelen göçlerin 1923-45 arası, 1945-80 arası ve 1980 sonrası olmak üzere üç döneme ayrılarak ele alındığını görüyoruz.

    Sosyolojik bir kavram olan göçün nasıl yaşandığını, nasıl ortaya çıktığını, göç süreci sona erdiğinde kurulan yeni hayatta ve yeni düzende bireyin var olma mücadelesini, bireyin toplumdaki yerini belirleme macerasını anlamak çok önemli. Yerleşik ile göç eden arasındaki kaçınılmaz etkileşimden doğan değişimi, kültürel farklılıklar nedeniyle ortaya çıkan yadırgamaları veya kültürel farklılıklar nedeniyle ortaya çıkan özenmeleri anlamak ta çok önemli.

    Göç konusunu doğu-batı eksenindeki kentleşme-modernleşme algısı ya da kaygısı olarak düşünmek işimizi kolaylaştırabilir. Bugünün Türkiye’sinde göçün sosyolojik etkilerini anlamımızı sağlayacak fazlaca örneğimiz var. Büyük aile bireylerinin Balkan coğrafyasının bilmediği bir yerinden Türkiye’ye göçmüş olması, o kişi için bir zenginlik, gurur, ayrıcalık, hatta daha Batılı olmanın ispatı. Bu, güzel bir duygu olsa gerek. Asla itirazımız yok. Ancak nereden gelindiğini, nereye gidildiğini, kökenini, varsa yaşayan aile bireyleri ile olan bağların akıbetini araştırmak kaydıyla. Bireylerin merakı, araştırma hevesleri ve göçmen duygusallıkları, bizlere yeni hikâyeleri araştırmamız ve yazmamız için yol gösterici olmakta.

    Yeri gelmişken ortaya bir de “göç/göçmen duygusallığı” kavramını atayım. Yukarıda da yazdığım gibi, göç etmiş ailelerin genç üyelerinin araştırma hevesleri, sanki atalarına olan bir borcu öder gibi besledikleri merak duyguları, yeni hikâyeleri yazmamıza yardımcı olacak kadar veriyi bizlere sunuyor. Bu muhteşem bir imkân, hakkını teslim etmeliyim. Ama duygusallığın bütünü anlamak için yeterli olmadığını hatta yaratıcılığı ve serbest düşünmeyi engellediği için zarar veren bir şey olduğunu düşünenlerdenim.

    Bugünün Türkiye’si ile Balkan coğrafyası arasındaki güncel göç ilişkisini ortaya koyan çalışmaları yürütürken “göçmen duygusallığı” nın “uluslararası ilişkiler”, “diplomasi”, “diaspora” gibi kavramlarla harmanlanması, çalışmaların performansını artıracaktır. Geçmişini araştırmak isteyen gençlerimiz, göç hikâyelerinin verdiği duygusal keyifleri yaşarken aynı zamanda eski topraklarının hangi ülke sınırları içinde olduğunu, o ülkenin göçmenlerle ilgili yasal mevzuatlarının ne olduğunu, güncel vatandaşlık uygulamalarını, mal varlıklarının akıbetleri hakkında ilgili ülkenin aldığı kararları ve büyük aile bireylerinin göç haritalarını daha detaylıca araştırırlarsa hatıralarına daha saygılı ve sorumlu davranmış olurlar.

    İlginizi çekeceğini düşündüğüm bir bilgiyle yazımı tamamlamak istiyorum. Ülkemizde göç alanına ilişkin politika ve stratejileri uygulamak, bu konularla ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere kurulmuş bir kurum var, adı; Göç İdaresi Genel Müdürlüğü. Bu güzide kurum, geçtiğimiz aylarda “Uluslararası Göç Filmleri Festivali” düzenledi. Bir haftada yaklaşık 30 milyon izleyiciye ulaşan, dünyanın en geniş katılımlı ve kapsamlı tematik film festivali olarak kabul edilen bu etkinlikte “En İyi Uzun Metrajlı Film” ödülünü “Sama İçin” (For Sama) isimli yapım kazandı.

    Belki incelemek istersiniz diye ödül kazanan diğer yapımları da buraya yazıyorum. En iyi ilham veren senaryo: “Oğlum Gibi”, Jüri özel ödülü: “Oskar ve Lilli”, UNICEF’in en iyi kısa film ödülü: “Kıyının Çocukları”, Aynı gemi en iyi kısa film ödülü: “Orada”. Bu etkinlik kapsamında 30 ülkeden 45 film gösterimi yapılmış, atölyeler, konserler ve son teknolojilerin kullanıldığı yeni nesil sergiler açılmış. Göçlerin tarih boyunca tüm milletlerin yaşadığı ortak bir hikâye olduğu vurgusu yapması ve bu konuda farkındalık oluşturmak amacını taşıması bakımından önemli bir organizasyon olduğunu söyleyebilirim. Eminim ki; arka planda, göçün duygusal izlerini teknik verilerle harmanlayan profesyonel ekiplerin yoğun çalışmaları vardır.

    Şimdi tekrar sorayım: genç adam; sizinkiler tam olarak nereden gelmişler?