30 Ocak 2021 Cumartesi
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
Okurlarıma teşekkür ederek başlamak istiyorum bu yazıma. “Diyorsun ki; bizimkiler Yugoslavya’dan gelmiş” başlıklı bir önceki yazımı okuyan birçok kişi, duygu ve düşüncelerini mesaj yoluyla iletmeyi tercih etti, bu sevindirici bir durum. Bunlardan bazılarını sizlerle paylaşmak isterim.
“Hocam gerçekten çok güzel bir makale. Anadolu göç almaya tarih boyunca devam etmiş ve almaya da devam edecek. Son cümlenizde sorduğunuz ‘Genç adam; sizinkiler tam olarak nereden gelmişler?’ sorusuna katılıyorum. Birçoğumuz da bilmiyoruz. Çünkü yazılı arşiv ve belge yok.”
“Gazetenizi kutluyorum, güzel bir yazı. Özellikle günümüzde bu konuları gündeme getirmenizi çok önemsiyorum. Eşimin ailesi Selanik Kavala Sarışaban’dan mübadelede gelmişler. İlginç hikâyeleri var. Asılları Osmanlı döneminde, Karaman bölgesinden gitmişler. Geçmişine sağlam basmayan geleceğini nasıl kurtaracaktır?”
“Anneannem Florina, dedem Kesriye, babaannem ve dedem Girit Hanya’dan.”
“Göç almak gerçekten zor…ve insan gerçekten geçmişini merak ediyor. Zira her davranışımıza işlenen bir kod var, neden niye yaptığımızı bilmeden. Dobralığı ve savaşçılığı ile bilinen bir İliryalı olarak yazıyorum, güzel bir yazı olmuş, tebrikler.”
Köklerini merak eden, öğrenmek isteyen insanların göç haritalarını belirlerken yaşadıkları zorlukları tahmin edebiliyorum. Buna rağmen, ben, sağlıklı bilgilere ulaşmayı engelleyen en önemli unsurun motivasyon olduğunu düşünüyorum. İnsan yeter ki istesin, çözülemeyecek mesele yok. Nereden mi biliyorum; çünkü yaşadım. Bir “göç hikâyesi keşfi” hatırasını hala içimde saklarım. Hikâye, bağımsızlığının ilk yılında Kosova’nın Slatina köyünde bir eve misafir oluşumuzla başlamıştı. Ev sahibinin kahve ikramıyla devam eden sohbetimiz o kadar derinleşmişti ki, Kosova’dan Türkiye’ye giden akrabalarının akıbetini ara sıra gelen mektuplardan takip ettiğini anlatmış, hatta bazen bu mektupların içinde kendisine gönderilen siyah beyaz fotoğrafları, bir kenarı yanmış eski bir bavulun içinden çıkararak bizlere göstermişti. Mektuplardan birisinde Polis Mehmet, Sakarya’daki gelişmeleri yazmış, Kosova Slatina’daki akrabaları ile hasret gidermiş, aynı zamanda sarı saçlı mavi gözlü üç küçük kızının resmini mektuba iliştirmişti. Bu mektubu hiç unutamamıştım. Önce akrabalardan birisine ulaştım, sonra diğerine, sonra başkasına. Bir film senaryosu gibi gelişen olayların neticesinde geçen yıl bu büyük aile Slatina’da bir araya gelmeyi başardı, bir eksikle. Kızları rahmetli babalarının izlerini keşfetmeyi sevdiler, şimdilerde hatıralarını canlı tutmaya devam ediyorlar. Hatta ailenin bir kısmı Kilis’e yerleşmiş, orada yaşıyorlar, inanılır gibi değil. 80’li yıllarda “Mardin-Münih Hattı” isimli dizi 6 bölüm olarak çekilmiş ve ilgiyle izlenmişti. “Slatina-Kilis hattı”, bir dizi senaryosu olsa 6 bölümden fazla izleneceğinden eminim, ilgilenenlere duyurulur.
Sizlere bu yazımda tavsiye etmek istediğim bir kitap var. Bildiğiniz gibi Balkan edebiyatı, Bizans’ın kültürel mirasıyla, sonrasında 19. Yüzyılla birlikte Fransız edebiyatıyla şekillendi. Geçen yüzyıl, siyasal ve kültürel olayların etkisiyle ortaya çıkan edebiyat eserlerine sahne oldu. Kendi kütüphanemde de mevcut olan bir kitabı sizlere tanıtsam fena olmaz, okumanıza vesile olurum belki.
Geçtiğimiz yüzyılın en büyük romanlarından biri, Drina Köprüsü idi. 1961’de İvo Andriç’e layık görülen Nobel Ödülü, edebiyat dünyasında, özel olarak bu kitaba verilmiş gibi kabul edildi; kitap o yıllarda Türkiye’de de büyük ilgi gördü. Drina Köprüsü, eski Bosna’nın, orada yaşayan herkesin paydaş olduğu hayatına dair, bu hayatın milliyetçilikler çağında nasıl değiştiğine dair bir roman. Belki de bir romans demek lazım. Bir millete ya da kesime değil de bir ülkeye, bir vatana adanmış bir aşk romanı. Osmanlı’da farklı toplulukların nasıl bir arada yaşadığını geniş bir görüşle ve incelikle tasvir ediyor. Anlatılan ne müthiş bir uyum hikâyesi, ne de mutlak bir zulüm hikâyesi. Kimliklerin, dinlerin, devletlerin ve de her şeyin ötesinde, içinde insanların olduğu zengin bir hayat tablosu. Zaten Drina Köprüsü’nü büyük roman yapan da bu: Osmanlı, Boşnak, Sırplar, Hırvat, Müslümanlar gibi meseleleri okura tamamen unutturabilen bir büyük roman. Bu arada; Drina Köprüsünün o dönemin önemli sadrazamlarından birisi olarak kabul edilen Sokulu Mehmed Paşa adına Bosna Hersek’in Visegrad şehrinde Mimar Sinan tarafından yapılan bir eser olduğunu da hatırlatmalıyım.
Son olarak; sizleri Lejla Jusić ve eserleri hakkında bilgilendirmek istiyorum. 1971 yılında Saraybosna’da dünyaya gelen Prof. Lejla Jusić, Saraybosna Müzik Akademisi Solo-Ses bölümününden yüksek dereceyle mezun olmuş, bu başarısı “Gümüş Madalya” ile ödüllendirilmiş. Sahne Sanatları Akademisi’nde akademisyen olarak göreve başlamış ve eş zamanlı olarak da Saraybosna Operası’nda solist olarak çalışmış. Aynı akademide ses kürsüsünde önce doçentliğe ardından da 2013 yılında profesörlüğe ulaşmış. Saraybosna Filarmoni Orkestrasında solist olarak görevler almış ve “Allegro” isimli kadın vokal grubunun kurucuları arasında. Biz Lejla Jusić’i aşina olduğumuz şarkıları seslendirdiği konser kayıtları ile tanıdık. Hatta TRT ekranlarında yayınlanan Alija dizisinde de sesi ile yer almıştı.
Seslendirdiği bir şarkı şöyle başlıyor; “Aydan ayırt edemiyorum ay yüzünü gördüğümde, çekinip bakamıyorum kaşlarını çattığında.” Sizlere tavsiyem, “Hasret Çektim” isimli bu Uygur türküsünü Lejla Jusic’in yorumuyla dinlemeniz olacak. Unutmayalım ki, nerede yaşanırsa yaşansın hasretin dili hep aynıdır.