22 Eylül 2015 Salı
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
Kritik Eylül toplantısında Fed faizleri artırmamayı ve beklemeyi tercih etti. Genel beklentiler tam bir ayrışmayı işaret ediyordu. Sadece piyasa oyuncularının değil, finans kurumları ve hatta gelişmekte olan ülkeler bile kendi içlerinde iki gruba ayrıldı: Fed’in faiz artırması gerektiğini düşünenler ve bunun tersini düşünenler. Özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki bu temenni ayrışması dikkat çekiciydi. Bu da aslında gelişmekte olan piyasalardaki asıl meselenin Fed değil, iç dinamikler olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla iç dinamikleri ve riskleri fazla olan ve dış finansmana ihtiyaç duyan gelişmekte olan ülkeler için görünüm kısa vadede rahatlama yaratsa da, uzun vadede belirsizlik devam etmektedir. Fed’in sopası Demokles’in kılıcı misali bu kırılgan piyasalar üzerinde sallanmaya devam edecektir.
VOLATİLİTE
Yumuşak bir geçiş aslında piyasaları beklentisini gerçekleştirmesi ve belirsizliği ortadan kaldırması, aynı zamanda dışsal risklerin de gözetildiğini gözler önüne sermesi açısından daha olumlu bir görünüm yaratabilirdi. Fed açısından da geç kalan ve olması gerektiğinden daha hızlı olan faiz artırımlarının maliyetindense, kademeli ve yavaş yavaş artan faizin maliyeti daha tercih edilebilir olacaktı. Ancak gördüğümüz kadarıyla enflasyonun zayıf seyri ve küresel piyasalardaki olumsuz hava FED’i bu karardan alıkoymuş. Fed belirsizliğinin devam etmesi ilerleyen dönemde piyasalarda yüksek volatiliteyi işaret etmektedir. Fed balon oluşumuna neden olabilir, dolayısıyla faiz 2015’te veya 2016’da, ne zaman olursa olsun çok geç kalmamalıdır. Yellen’in de dediği gibi; ilk faiz artırımının zamanlaması çok fazla abartılmamalı. Fed bir gün bu faizi artıracak, yani bol likiditeye veda etme zamanı yaklaşıyor. Fed’in güncellediği faiz projeksiyonları 2015 için yüzde 0,625’ten yüzde 0,375’e revize edildi. 2016’da da yüzde 1,625’ten yüzde 1,375’e revizyon söz konusu. Fed’in hali hazırdaki projeksiyonları, Eylül’de faiz artırımı yapılmadığı için sonraki toplantılarda bir faiz artırımı olacağı şeklinde revize edildi. Bu faiz artırımının olacağı toplantı Aralık olabilir. Yellen konuşması gösteriyor ki, veri izlemeye devam edeceğiz. Türkiye’nin Aralık Fed toplantısına kadar içeride kırılganlığı artırıcı faktörleri ortadan kaldırması gereklidir. Dış finansman ihtiyacı yüksek, bu nedenden dolayı dış finansmanın ülkeden çıkışını hızlandıracak siyasi belirsizlik ve güvenlik riskleri gibi negatifliklerin ortadan kaldırılması gereklidir. Yani Türkiye’nin durumunu düzeltmek için 3 ayı daha vardır. Yapılması gereken; güvenlik risklerini kalıcı olarak ortadan kaldıracak tedbirler almak ve 1 Kasım seçimlerinden sonra hızlı bir şekilde hükümetin kurulması olacaktır. Dolar/TL kuru kısa vadede rahatlar, ancak Fed etkisi geçtikten sonra iç olumsuzluklar piyasaya hakim olabilir ve kur 2,90’lı seviyelerde kalıcı olamayarak yükselebilir.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın daha önce yayınlamış olduğu veriler baz alındığında, gelen veriler sürpriz değil. Öne çıkan unsur aynı anda azalan ithalat ve ihracat olarak göze çarpıyor ki Temmuz ayında ihracattaki düşüş daha keskin olmuş. 2015 yılı verileri itibarıyla dış ticaret hacminde bir daralış olduğunu gözlemliyoruz. Tabii bu durumun oluşmasına neden olan temel faktörler; dışarıda küresel ekonomilerin neredeyse büyümüyor olmalarının ihracat üzerine baskı oluşturması. İçeride ise yaşanan istikrarsızlık ve belirsizliklerin yüksek kur üzerinden ithalat faturasına katkıları var. Türk lirası son 1 yılda dolara karşı yüzde 26, Euro’ya karşı ise yüzde 15 değer kaybetmiş. İhracat üzerinde asıl belirleyici olan Euro/Dolar paritesinde ise son 1 yılda yüzde 15 değer kaybı söz konusudur. Bu durumun yansıması, ihracatımızın yüzde 45’lik kısmını oluşturan Avrupa Birliği’ne yapılan ihracatın yüzde 13,8 azalması olarak karşımıza çıkmış durumdadır.
YAPISAL BOZUKLUK
Bir diğer önemli konu ise yapısal bozukluktan kaynaklanan bir şekilde ihracat maliyetlerinin TL olmaması, dolar olması; bu durumun da yüksek kur avantajını ortadan kaldırması. Normalde yüksek kur ucuzlayan TL nedeniyle ihracat fiyatlarını düşürebilecekken, ithal girdi ve ara malı ile üretim yapılması maliyetleri yukarı çekmektedir. Haliyle yüksek kurun ihracat kanalı üzerinden avantaj yaratması gibi bir durum Türkiye açısından geçerli olmamaktadır. Burada sağlanması gereken durum fiyat istikrarını sağlamaktır. Kurdaki istikrarsızlık sektörlerin rekabetçi fiyatlama yapmasının da önüne geçmektedir. Kurun seviyesinden ziyade de istikrarı ve oynaklık derecesi önemlidir. Tabii Çin gibi bir tehdidi es geçmemek gerekiyor. Çin’den yapılan ithalat Temmuz ayında 2 milyar 86 milyon dolar oldu, bu da ithalat kompozisyonumuzda şimdilik Çin’i ilk sıraya taşıdı. Çin’e yapılan ihracat ise Temmuz ayında 222 milyon dolar. İki ülke arasındaki ticari ilişkilerin tek taraflılığından ziyade en önemli olan konu ise ekonomik büyümesi yavaşlayan Çin’in, bu soğumanın önüne geçmek üzere başta ihracat kanalı olmak üzere sağa sola saldıracağı gerçeğidir. Çin’in kendi para birimine müdahaleleri ihracat fiyatlarını Türk ihracatçısının inemeyeceği seviyelere çekecek ve başta Türkiye olmak üzere birçok gelişmekte olan ülkenin ihracat pazarları tehdit altında olacaktır. Türkiye’nin ihracat kompozisyonunu değiştirici ve ithal girdi bağımlılığını azaltıcı yapısal düzenlemeler yapmadan kalıcı iyileşme sağlaması zor görünmektedir. Mevcut model içerisinde ise sağlanması gereken unsur fiyat istikrarıdır. Oynak fiyatlar girdi fiyatlarını ve enflasyon beklentilerini yukarı çekmektedir, oluşan belirsizlik ortamı da ihracat üzerinde baskı kurmaktadır. Fiyat istikrarı için ise her şeyden önce içeride belirsizliklerin çözümlenmesinin gerekliliği gözler önüne serilmektedir.
Küresel ekonominin en büyük aktörlerinden birisi olan Çin’de son dönemde işler iyi gitmiyor. Geçtiğimiz yıldan beri büyüme ivmesi yavaşlamış bir ekonomi ve bu sarmaldan çıkarak büyümesini tekrar ilk etapta yüzde 9 seviyelerine yükseltmek isteyen bir yönetim var karşımızda. Uzun süredir de düşen ekonomik büyümeyi desteklemek amaçlı önlemler alındı. Kamu harcamalarının artırılması, altyapı yatırımlarının artırılması gibi etmenler aslına bakılacak olursa, ekonomide yapısal değişiklikler içeren önlemler değildi. Çünkü Çin ekonomisi, bildiğimiz üzere devlet kontrolünün ağırlıkta olduğu bir ekonomi ve mevcut önlemler de aslında yenilikçi adımlar sunmuyordu. Ancak bu süre içinde de sürekli ek teşvik spekülasyonlarıyla yükselen borsa, kötü ekonomi ekseninde eninde sonunda balon korkuları oluşturmaya başladı ve bu süre içinde açığa satışlarda yaşanan büyük artışla beraber bir borsa çöküşü geldi. Çin borsadaki düşüşü biraz militarist önlemlerle durdurmaya çalıştı.
VERİLERDE BÜYÜK DENGESİZLİK
Ekonomideki zayıflıkla beraber PMI verilerinin düşük gelmesine alıştık. Bir başka önemli konu da dış ticaret fazlası veriliyor olmasına rağmen, ülkenin ihracatındaki zayıflık. Çin’de ihracat verileri büyük bir dengesizlik gösteriyor. Son açıklanan Temmuz ayı verisine göre de ihracat, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 8,3 daralmış. Büyüme endişelerinin sıklıkla gündemde yer işgal ettiği böyle bir dönemde, devalüasyonun temel amacı da yuanı zayıflatarak ihracatı artırmak. Bu çözüm kısa vadede en etkin çözüm yolu gibi görünüyor, çünkü daha önce çift hanelerde bir büyüme trendi olan Çin’in, geçen yılı ve bu yılı kaybettiği düşünülürse, ekonomik büyümeyi kısa vadede yüzde 9’lara doğru desteklemek öncelikli hedef olarak görünüyor. Bu kapsamda da Çin’in başta değersiz yuan ile ihracat ve aynı zamanda son dönemde artmakta olan işçi maliyetlerini dengelemek istemesi durumu söz konusu. Çünkü Çin’de ekonominin büyümesiyle beraber yüksek maaş talebi artmaya başladı ve bu da şirketlerin Çin’deki üretimlerini, artan maliyetler nedeniyle başka ülkelere alması durumunu beraberinde getirebilir. Bunlar Çin’in rakipleri olan Asya ülkeleridir. Asya’da güneydoğuda net ihracatçı olan ve ucuz maliyete üretim yapılan ülkeler, kuzeydoğuda da ileri teknoloji ihracatçısı ülkeler Çin’in rakibi. Çin’in devalüasyon hamleleriyle ihracatını artırıyor olması ve ihracat fiyatlarının düşecek olması çevre ülkeleri bu kanaldan büyük sıkıntıya sokacaktır. Benzer hamleler, diğer Asya ülkelerinin merkez bankalarından da gelebilir. Vietnam, Kazakistan, Tayvan ve Güney Kore ve hatta Japonya bu ülkelerden birkaçı. Rekabeti artırmak için gevşek para politikası hamlelerinin veya devlet eliyle müdahalelerin birbiri ardına gelmesi, Asya kaynaklı bir stresin bütün dünyaya yayılmasına yol açabilir. Çin’in dünya ve bölge ekonomisi içindeki ağırlığı düşünüldüğü zaman, ticaret kanalı üzerinden etkilerini bütün dünyada hissetmek mümkün.
ZAYIF ÇİN EKONOMİSİ
Açıkçası zayıf Çin ekonomisi emtia ve petrol talebini olumsuz etkilediğinden fiyatları baskılıyor ve bu durum özellikle Türkiye’nin cari açığı açısından olumlu bir görünüm yaratıyordu. Çin’in atağa kalkması Türkiye’nin lehine olmaz, çünkü Çin’in indiği fiyatlara Türkiye’nin hali hazırda düşük olan ihracat kar marjları nedeniyle inememesi durumu, birçok pazarın Çin’e kaptırılması durumunu ortaya çıkaracaktır. Dolayısıyla ihracatçıyı Çin kaynaklı zor günler bekliyor. Hali hazırda parite etkisi ve komşulardaki sorunlar ihracat kanallı olarak ekonomimize daraltıcı etki yapmakta. Türkiye’nin ise bu hamle karşısında yapabilecekleri, TL’de artık gevşetici hareket alanı kalmadığı için kısıtlı. Çünkü kur halen, iç politik belirsizlikler ve Fed unsuru nedeniyle çok yüksek. Çin’in devlet eliyle yapmış olduğu devalüasyon hamleleri, kısa vadeli hedeflere ulaşmak için yetersiz. Yuanın yüzde 10 değersizleştirileceğine dair spekülasyonlar da yersiz değil. Çin Merkez Bankası, her ne kadar aksini iddia etse de, Çin’in rakiplerinin bu kur savaşı içine istemsiz olarak çekilmeleri ve peşi sıra panik hamleler yapmaları, Çin’in yuandaki değersizleştirmeyi daha da genişletmesi olasılığını da artıracaktır. Bu açıdan bakıldığında, dünya için asıl tehlike Çin’den geliyor diyebiliriz.
Dünyanın gündeminde bu hafta küresel bazda doların değer kaybetmesi ve FED’in yayınladığı tutanaklarda yer işgal etti. Dolar endeksi bu haftayı iyi geçirmedi. Haftanın başında ABD’den kötü veriler geldi. Petrol fiyatlarının gerilemesi ve enerji maliyetlerinin aşağı yönlü baskı oluşturması sebebiyle ABD’den açıklanan enflasyon verileri beklentilerin altında kaldı. ABD’de açıklanan FED toplantı tutanaklarında faiz artırımı için zamanının yaklaştığına işaret edilirken büyümenin ılımlı toparlandığını daha net bir büyüme için daha fazla kanıta ihtiyaçları olduğunu söylediler. Tutanaklarda dolardaki değerlenme ve emtia fiyatlarındaki düşüşün enflasyonu aşağıya doğru çektiği belirtilirken reel ücretlerde yaşanan artışın beklenilen düzeyde olmadığının altı çizildi. Tutanaklarda Eylül’de faiz artışına ilişkin somut bir açıklamada bulunulmadı. Ancak FED’in Eylül ayında faizleri artırması ihtimali de ortadan kalkmış değil, doğal olarak bundan sonra açıklanacak ABD verilerinin dikkatle izlenmesi gerekecek.
YUNANİSTAN’DAKİ GELİŞMELER
Euro Bölgesi’nde hafta genelinde Yunanistan gelişmeleri izlendi. Eurogroup üyesi ülkeler kendi meclislerinde 86 milyar Euro’luk kurtarma paketini onayladı. Eurogroup ülkeleri, Yunanistan için kabul edilen yardım paketinden 26 milyar Euro’luk ilk kredi dilimini serbest bıraktılar. Böylelikle Yunanistan Avrupa Merkez Bankası’na borcu olan 3 milyar 400 bin Euro’luk ödemeyi gerçekleştirdi. Yunanistan aynı zamanda Başbakan Aleksis Tsipras’ın istifasının ardından ani bir kararla 20 Eylül’de erken seçim kararı aldı. Eurogroup tarafından gösterilen ilk reaksiyonlar ise, Yunanistan’ın reformlarının erken seçim nedeniyle kesintiye uğramasının beklenmediği şeklinde oldu. Haftanın son işlem gününde ise PMI verileri gündeme konu oldu. Fransa’da ve Almanya’da imalat PMI verileri beklenti altında gelirken, Euro Bölgesi imalat PMI verisi beklentilere paralel geldi. Yurt içinde siyasi gündem, terör olayları ve Merkez Bankası’nın piyasalarla iletişimi ekseninde sıra dışı bir haber akışı fiyatlandı. Siyasi belirsizliklerin yanında terör risklerinin de artmasıyla beraber yurtiçinde tahvil faizlerinin sert bir şekilde yükselerek yüzde 11 – 12 bandı içine girmesi, dolar kurunun ise psikolojik eşik olan 3,00 seviyesi üzerini görmesi piyasaların çok kritik bir dönemeçte olduğunu gösteriyor. TCMB politika faizini yüzde 7,50 seviyesinde sabit bıraktı. Banka ayrıca koridorun üst bandını yüzde 10,75’te tutarken alt bandını da yüzde 7,25 seviyesinde bıraktı. Piyasalar Merkez Bankası’nda faizler konusunda yeni bir sadeleşme hareketi beklerken piyasa beklentilerinin karşılanamadığını gördük. TCMB yaptığı açıklamada ‘’Faiz koridoru bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı etrafında daha simetrik bir hale getirilecek ve daraltılacaktır’’ dedi. Bu hamlesiyle koridorun daraltılarak ağırlıklı ortalama fonlama maliyetinin koridorun üst bandına yaklaştırılacağı ve bu şekilde sıkılaştırma yapılacağını anlıyoruz. Piyasalar kurlarda görülen yüksek volatiliteden dolayı haftanın sonuna doğru Merkez Bankası’nın olağanüstü faiz artışı tartıştı. Merkez Bankası’nın bir hamle yapıp yapmayacağı merakla bekleniyor. Erken seçim ihtimallerinin kuvvetlenmesi ile birlikte tarihi zirvelerini yenileyen döviz kurları Merkez Bankası’nın manevra alanını oldukça kısıtladı. 3,00 seviyesi test edildikten sonra gevşeyen kurun, piyasa beklentileri ve risk algısına bağlı olarak yeniden yukarı doğru hareketlenmesini bekleyebiliriz. Bu durum borsada da aşağı yönlü risklerin devam etmesi durumunu beraberinde getirecektir. Aynı zamanda gösterge tahvil faizinin de son derece kritik bir aralıkta olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Yurtdışında da dolar endeksi üzerinde ciddi etki yapabilecek verilere gelecektir. Özellikle ABD’den gelecek olan 2. çeyrek büyüme verisi ve dayanıklı mal siparişleri verileri izlenebilir. ABD’de ekonomik büyümenin ikinci çeyrekte yüzde 2,3’ten yüzde 3,2’ye revize edilmesi bekleniyor. Söz konusu dönemde yatırımcı ne yapmalı sorusuna yanıtlamak oldukça zor. Finansal piyasalarda belirsizliğin fazla olduğu dönemlerde yeni kazanımlar elde etmekten çok eldeki varlığı korumak daha önemlidir. Bu dönemde borsada görülen aşağı yönlü riskler genel anlamda döviz piyasalarındaki hareketliliğe bağlı olarak görülebilir. Bu durumda da Türk lirasının değeri borsadaki hareketler açısından da kritik olacaktır. Endeksin 75.000 seviyesine tutunması 77.500’e doğru bir toparlanma getirebileceği gibi, 75.000 aşağısında kalması da aşağı yönlü riskleri beraberinde getirecektir. Bu durumda kısa vadede 72.500 ve 70.000 gibi destekler takip edilecektir.”
Siyasi risk uzun süredir gündemde yer işgal ediyor. Buna son dönemde artan terör olayları ve güvenlik riski, bunun paralelinde tırmanan siyasi gerilim ve bir türlü ortaya net bir model konamayan koalisyon görüşmeleri de eklenmiş durumda. Bu da uzun vadeli belirsizlik ortamı çerçevesinde risk algısını yükselttiğinden dolayı, bir türlü düşmemiş olan borçlanma maliyetlerinin yükseliş eğiliminde olduğunu görüyoruz. Mevcut durum Türk lirasının ve Türk lirası cinsi varlıkların günden güne cazibesini yitirmesine neden oluyor. Hal böyleyken, dışarıdan gelebilecek rüzgârların ekonomimize etkisinin de fırtına seviyesinde olması ihtimali son derece kuvvetli. Erdem Başçı’nın Eylül’de olması beklenen FED faiz artırımına karşı hazırlıklı olduklarını belirtmesi, güzel bir haber. Ancak “para politikalarında sadeleştirme” adı altında olacak düzenlemelerin ve Merkez Bankası’nın ABD’deki gelişmelere paralel olarak ne gibi müdahaleler yapılabileceği konusundaki ayrıntılar çok fazla su yüzüne çıkamadı. Aynı zamanda enflasyon beklentileri konusunda da iyimser bir Merkez Bankası görüyoruz. Yılsonu enflasyon beklentisi orta noktası 0,1 puanlık bir oynama ile yüzde 6,9’a yükseltildi. Ancak gıda enflasyonu beklentisi yüzde 9’dan yüzde 8’e çekildi. Bu da kur hareketlerinin gecikmeli etkisinin enflasyonda iyileşmeyi sınırlandıracağı ve geciktireceği durumunu gözler önüne seriyor.
PARA POLİTİKASI
Ancak konuşmanın ana hatları para politikasına yönelik öngörülebilirlik faktörünü daha çok sorgulatacak gibi görünüyor. Para politikasında sadeleştirme önemli bir adım olur. Ancak ayrıntılarını incelemek gerekiyor. Piyasa oyuncularının ne olduğunu bilmediği ve kullanmadığı birçok politika aracı mevcut. Daha sade ve anlaşılır Merkez Bankası politikalarına ihtiyaç var. Mevcut araçların birçoğunun anlaşılırlığı ve efektifliği sıkıntısı var. Ancak FED faiz artırdığında Merkez’in daha anlaşılır, daha proaktif para politikası hamlelerine piyasanın ihtiyacı olacak. Siyasi çıkmaz, terör riski ve zayıf ekonomik göstergeler FED etkisinin olması gerekenden daha fazla olmasına neden olacaktır. Kullanılırlığı sınırlı olan enstrümanları düzenlemek, miktarsal müdahaleler veya en kötüsü rezervleri kullanmak; dolar hareketinin önünü alamayacaktır. Merkez’in yapabileceği en olumlu hamle, böyle bir senaryoda, güvenilirliğini inşa edecek proaktif hamleler yapmak olacaktır. Ancak uzun vadede iyileşme ancak mali reformların yardımıyla olabilir. Sağlıklı mali reformlar da ancak güçlü bir hükümet modeli ile gerçekleşebilir. Kalıcı düzelme sağlayabilecek yapısal reformların ekonomi yönetimi tarafından yapılabilmesi önemli. Ekonomide yapısal olarak kalıcı düzenleme sağlanabilir ve başta gıda fiyatlarında oynaklık, yüksek cari açık gibi kronikleşme eğilimi gösteren sorunlar çözülebilirse, ekonomi dış şoklara karşı daha dayanıklı olacak ve Merkez Bankası da ekonomik dengeleri bozmadan gerektiği yerde gerekli adımları atmada başarılı olacaktır. Tabii en büyük para politikası riski, gerektiğinden fazla veya erken gevşeme olacaktır. Özellikle Eylül ayında çözüme kavuşmamış siyasi açmazlar devam ederse, oluşabilecek dış şoklar Merkez Bankası’nın faizde artırım yolunda adım atmasını gerektirebilir. Ancak Merkez Bankası’nı hiç olmaması gerektiği kadar siyaset ile ilişkilendiriyoruz. Bu da “Merkez Bankası hükümet belli olmadan bir adım atmaz” yargısını genel geçer bir kural haline getiriyor. Bu da elbette kurumların bağımsızlığı ilkesi ile bağdaşmıyor ve güven unsurunu zedeliyor.