DOLAR 34,6252 0.16%
EURO 36,3970 0.22%
ALTIN 2.920,690,13
BITCOIN 3230873-4.24274%
İzmir

KAPALI

06:27

SABAHA KALAN SÜRE

Prof. Dr. Erdal BAY

Prof. Dr. Erdal BAY

24 Ekim 2024 Perşembe

Bir gün ülkemde…

Bir gün ülkemde…
8

BEĞENDİM

ABONE OL

hayvanlar bir araya gelip okul açmaya karar verdiler.
Bir tavşan, bir kuş, bir sincap, bir balık ve yılan balığı yönetim kurulunu oluşturdu.
Tavşan, müfredatta koşmanın bulunmasını istedi.
Kuş, uçmanın dahil olmasını, balık yüzmenin dahil olmasını ve sincap, ağaca tırmanmanın mutlaka zorunlu dersler arasında olması gerektiğini söyledi.

Bütün bunları bir araya getirip, bir müfredat programı yaptılar ve bütün hayvanların bu dersleri görmesini istediler.
Tavşan koşu dersinden A alıyor olmasına rağmen, ağaca tırmanmak onun için çok ciddi bir sorundu. Sürekli kafa üstü düşüyordu.
Bir süre sonra beyni hasar gördü ve eskisi gibi koşamadı.
Artık koşuda A almak yerine, C alıyordu. Ve tabii, ağaç tırmanmada ise her zaman zayıf alıyordu. Kuş, uçmada çok başarılıydı, ama sıra toprak kazmaya geldiği zaman, o kadar başarılı değildi.
Sürekli gagasını ve kanatlarını kırıyordu. Bir süre sonra toprak kazma notu hala F olmasına rağmen, uçma notu C’ ye düşmüştü. O’ da ağaca tırmanmada çok zorlanıyordu.
Sonuçta sınıf birincisi olan hayvan her şeyi yarım yapabilen, geri zekalı yılan balığı oldu. 

Ancak eğitimciler çok mutluydu, çünkü herkes bütün dersleri görüyordu. (Oslo Sezgi kitabı)

Programlar birilerinin mutlu olması için hazırlanıyordu!!

Yıl 1924

Türkiye Cumhuriyetinde;

Milli mücadele sonrası en önemli önceliğin eğitim olduğunu bilenler,

3 Mart 1924’te Tevhid_i Tedrisat ilan ettiler.

Daha sonra yine 1924 yılında  “İlk mektepler Müfredat Programı”nı hazırladılar.

Sonra yine birileri toplandı,

1926, 1936, 1948, 1983, 1990, 1998 ve 2005 yıllarında programları değiştirdiler.

bazı dönemlerde hazırlanan programlar sanki öğrenciler bir şey öğrenmesin diye hazırlanmıştı…

Vertikal değil horizontal eğitim anlayışına sahip ülkemde,

Her bakan değişiminde bakanlar bir önceki bakanın yaptıklarını kaldırdı.

1923 yılından 2024’e kadar 101 yıllık süreçte 69 bakan değiştirenler (ortalama bakan ömrü 1,2 yıl);

programları da sürekli değiştirdi, değiştirdi…

Programlar geliştirilmedi, değiştirildi. 

Çünkü programlar politikacılar için entelektüel bir savaş alanıydı.

Toplumsal değişimin en hızlı olduğu,

Toplum 5.0’ın gündemde olduğu

Yapay zeka vb yıkıcı yeniliklerin eğitimi alt üst ettiği bir dönemde,

Adı “Milli” olup yıllarca milli olmayan uygulamalar yapan,

Milli Eğitim Bakanlığı programları değiştireceğiz,

programda çok kazanım var, “seyrelteceğiz”, 

programları beceri temelli yapacağız dedi.

Gerçekten de dünya üzerinde en çok kazanım bizim programlarda yer almaktaydı. 

Ve emeli(amacı) çok olanın elemi de çok olurdu. 

Öğretmenler, öğrenciler sayısız kazanımları kazanmama noktasına gelmişlerdi. 

Yıllarca ayaklı ansiklopedi yetiştirildi.

Ezberci, yaşam becerilerinden yoksun nesiller yetiştirildi.

Konu merkezli yaklaşımın çıktılarının çoktan seçmeli testlerle ölçüldüğü süreçte birçok nesil heba edildi.

Çoktan seçmeli testleri geliştiren kişi bile artık bu testlerin kullanılamayacak düzeyde ilkel olduğunu belirttiği halde nesillerin gelecekleri bu testlerdeki başarılarıyla ölçüldü.

PISA vb sınavlarda başarısız olmamızın sebepleri arasında bu yok muydu? 

Konu merkezli programdan beceri temelli programa geçiş olması gerekendi. 

Artık bir şeyler yapma zamanı gelmişti…

Programlar güncellenmeliydi…

Program güncellemesi için gerçekçi ihtiyaç analizi yapıldı!!

Bakanlığa göre 10 yıl uzun soluklu bir ihtiyaç analizi raporu hazırlandı…

Yayınlanmayan, içeriği bilinmeyen bu ihtiyaç analizine göre program geliştirme süreci başlatıldı.

Program geliştirmek için program değerlendirme yapmak gerekirdi. 

Etkili program değerlendirme çalışmaları yapıldı!!

Bu süreçte, alandan uzmanlar davet edildi.

Cemaat, tarikat veya ideolojik temsilcileri davet edilmedi.

Eğitim sistemimizdeki en önemli sorunlardan biri farklı ideolojilerin savaş alanına dönmesi olmuştu.

Ülkenin geleceği için bu programın,

devletin kendi resmi ideolojisi dışındaki,  tüm görüşlerden, çatışma ortamından uzak kalması gerekirdi.

John Dewey’in “Benim hayalimi gerçekleştirmişler” dediği ilk milli modellerimizden olan Köy Enstitülerinin politize olması sonucunda kapatılması gibi tecrübelerimiz vardı.

Programlar politize olmamalıydı.

Yeni programların adına “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” denildi.

Bazılarına göre bu ideolojik bir başlıktı…

Bazılarına göre Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. Yılında bu sisteme karşı olumsuz bir görüşün içten yansımasıydı. 

Türkiye yüzyılı, Türk asrı dediğimiz,

Savunma sanayindeki her yenilikçi teknolojimize Türkçe isimler bulurken,

Savunma sanayinden eğitime her alanda millileşmeden bahsederken, 

Arapça kökenli bir kavram neden tercih edilmişti?

Bunun yerine daha güzel kavramlar bulunamaz mıydı?

Model demek tüm unsurları ile sistemsel değişikliği de ifade etmez mi?

Maarif modeli demek yapılanları yansıtan bir kavram mıydı? 

Ayrıca yapılan sadece programların güncellenmesi değil miydi?

Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinin  herkesin anlayacağı dilde ifade edilmesi gerekirdi.

Birileri bunun için ortak metin hazırladı.

İlk defa bir program metninde açık açık felsefe yer aldı. 

İlk defa ontoloji, epistemoloji ve aksiyoloji kavramlarından bahsedildi.

Ama maalesef ortak metni hazırlayanlar bu başlıklardan sanki bihaberdi.

Ontoloji Niçin? demekti.

Ama bu metinde Niçin? sorusunun cevabı var yoktu.

Yetiştirilmek istenen insan tipi yoktu.

Yetkin ve erdemli insan ne demekti?

Günümüz paradigmasında bunun karşılığı neydi?

Programın paradigması, felsefesi kuramsal dayanağı neydi?

Üzücü olan “Türkiye yüzyılı Maarif modelinde” Cumhuriyet,  Atatürk, neden yoktu?

Programın ortak metni ile programın esas temeli arasında uçurumlar vardı. 

Emek verilerek hazırlanan programların retorik yani kendini ifade etme kısmı çok kötü değil miydi?

Öğrenme çıktılarının beceri temelli hazırlanması güzeldi.

Sınıflarda akranlarına nazaran ileri düzeyde veya geride kalmış öğrenciler için “farklılaşma” adı altında alternatiflerin sunulması çok gerekliydi.

Okul temelli planlama harika düşünülmüştü. Bu uygulama resmi program ile uygulanan program arasındaki boşlukları azaltacaktı. 

Öğrenme yaşantıları da detaylıydı. Bu hem avantaj hem dezavantaj olabilirdi. Öğretmen için yeni süreçte programı nasıl uygulayacağı konusunda muğlaklık ortadan kalkabilirdi. Ama tam tersi, öğretmen belirtilen öğrenme yaşantılarını yeterli görerek onun dışına çıkmayabilirdi.

Bu durumda öğretmen esnekliği ortadan kalkabilirdi.

Disiplinler arası ilişkilendirme ilk defa daha somutlaştırılmıştı. Ama uygulama süreci daha önemliydi. 

Programların güzelliklerinden biri ölçme değerlendirmeydi.

İlk defa ölçme değerlendirmenin önem ve gerekliliğine inanıldığının somut göstergeleri vardı. 

Ölçme ve değerlendirme sürecinin öğrenme kanıtları üzerinden kurgulanması ve süreç temelli olması önemliydi. 

Test sonuçlarına odaklanıldığı sonuç odaklı ölçme-değerlendirme yerine süreç temelli öğrenme yaklaşımı önemliydi.

Öğrenmelerin değerlendirilmesi değil öğrenme için değerlendirme yapılması önemliydi. 

Programlar ilk defa olması gerektiği gibi olmaya başlamıştı.

Ama; 

“Aklı selim kalbi selim” gibi tanımlamaların özü neydi?

Bu tür içeriklerin programdaki beceriler ile ilişkisi nasıl açıklanacaktı?

Alan becerilerin, kavramsal becerilerin ve diğer becerilerin teorik dayanağı ve bilimsel çerçevesi neden belirtilmemişti?

Programda değerler güzel ama karakter eğitimi daha da güzel olabilirdi.

Her ne olursa olsun “yaşamak için öğrenmek” gerekliydi.

Programlar bu nedenle beceri temelliydi…

10 yıllık ihtiyaç analizi sonucunda hazırlandığı belirtilen programlar için,

10 gün içinde görüş ve öneriler istendi.

Taslağa 67 bin 284 görüş ve öneri iletildi.

MEB’e göre öğretmenlerden 38 bin 865

sivil toplum kuruluşları, eğitim platformları ile eğitimin diğer paydaşlarından 28 bin 419 görüş ve öneri geldi.

Ama bu görüşler alındıktan 16 gün sonra yeni model kabul edildi.

Görüş ve öneriler dikkate alındı mı?

Dikkate alındıysa bu kadar kısa sürede bu kadar görüş ve öneri nasıl incelendi ve programda nasıl düzeltmeler yapıldı?

Yoksa bu sadece görüş aldık demek için mi yapıldı??

Programların okulöncesi, ilkokul 1. sınıf, ortaokul 5. sınıf ve lise 9. sınıftan başlamak üzere kademeli şekilde uygulanması kararlaştırıldı.

Öğretmenlerin eğitimi aşamasına geçildi. 

Programı uygulayacak olan öğretmenlerin program okuryazarı olmaları çok önemliydi.

Ama pilot uygulamalar yapılmadı. 

Halbuki eğitimle ilgili alınan bir yanlış kararın etkilerinin uzun yıllar sonra çıkacağı bilinen bir şeydi.

Pilot uygulamalar yapılmadan ülke genelinde başlanacak olması gerçekten çok riskliydi…

Hata olursa bunun hesabı kime sorulacaktı?

Gerçi şimdiye kadar kime soruldu ki?

Değişim gereklidir.

Değişim süreçlerinin ana lokomotifi eğitimdir.

Eğitim sistemlerinin ana unsuru programlardır. 

Yıllarca program yerine müfredat denilerek olayın özünün anlaşılmadığı hep ortadaydı.

Programların bilimsel temelli olarak geliştirilmesi önemliydi.

Ülkemizde bu konuda adımlar atıldı.

Eleştiri ve değerlendirmeler olacak mı? 

Evet mutlaka olmalıdır.

Ama bazı eleştiriler özellikle beceri geliştirme aşamasında uzun bir süredir emek harcayan bilim insanlarını üzmemelidir.

Eğitimle ilgili alınan kararların tüm paydaşlar tarafından kabul edilmemesi halinde başarıya ulaşamayacağı,

Açıktan olmasa bile pasif direnişe geçmelerinin programların etkisini azaltacağı unutulmamalıdır.

1924 programları en az uygulamada kalan program olarak tarihe geçmişken,

2024 programı da yapılan yanlışlarla umarım en kısa süreli program olarak tarihe geçmez.

Programla yetişecek yeni nesiller ülkemize, insanlığa dünyanın her yerindeki zulme dur diyecek bireyler olarak yetişirler.

Programda emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Bir gün ülkemde…

8

BEĞENDİM

ABONE OL