08 Ağustos 2014 Cuma
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
Selânik Limanı’nda 28 Nisan 1903 günü Bulgar ve Makedon Komitacılar GUADALQUİVİL adlı bir Fransız Gemisini 50 adet dinamitle havaya uçurmuşlar, aynı gün Selanik’teki Elhamra Tiyatrosu ve Olimpos Meydanı’ndaki birahaneler bombalanmış ve 180 kişi ölmüştür. Osmanlı hiç bir suçu olmadığı halde batırılan Fransız gemisi için tazminat ödemiştir. Osmanlı’nın bu teröristlere sert davranmaması mümkün mü. 1903 yılının Mayıs-Haziran ve Temmuz aylarında Osmanlı takriben 1000 dolayında komitacıyı öldürmüştür.
2 Ağustos 1903 günü Ortodoksların Aziz İliya yortusunda Bulgar komitacılar bazı Makedon komitacılarla birlikte büyük bir ayaklanma başlatmışlar ve Müslüman köylerine saldırarak katliam yapmışlardır. Kruşevo’da Cumhuriyet kurduklarını ilân etmişlerdir. Üsküp civarına da yayılan bu isyan aynı yıl Ekim ayı sonunda bastırılmıştır. Üçüncü Ordu Komutanı Şemsi Paşa ve Kurmay Başkanı Binbaşı Mustafa Fevzi (Çakmak) büyük bir gayret sarf ederek, Arnavutlara bu İsyana destek vermemelerini, destek vermeleri durumunda, Osmanlı’nın Rumeli’yi kaybı gerçekleşirse; Sırp ve Bulgar egemenliğine gireceklerini anlatmış ve Arnavutlar bu isyanda Osmanlı’nın yanında yer almıştır. Her şeye rağmen, yine de bir savaş yeteneği ve tecrübesi olan Osmanlı’nın; Dış güçlerin yardımı olmaksızın, Balkan Devletleri’nce mağlup edilip Rumeli’den atılamayacağı anlaşılmıştır. Osmanlı sadece Balkanlar’da değil, aynı anda Suriye Cephesinde İngilizlerle, Trablusgarp’ta savaşmış, Hicazda ve imparatorluğun birçok yerinde asker bulundurmak zorunda kalmıştır. Bu süreçte Osmanlı’nın samimi bir müttefiki de yoktur. Yani Osmanlı hep yalnızdır. Ancak 1914 yılında Osmanlı’nın Almanlar’la müttefik olması ve Birinci Dünya Savaşı’na katılması, Almanların mağlup olması imparatorluğun sonunu getirmiştir.
RUS KONSOLOSUN ÖLDÜRÜLMESİ
Manastır’da Rus Konsolosu Aleksandır Arkadiyeviç Rostovski’nin 8 Ağustos 1903 tarihinde öldürülmesi: Ruslar 1861 yılından itibaren Manastır’da konsolosluk açmışlardır. 1877-1878 yılları arasındaki Osmanlı -Rus savaşı dönemi hariç bu konsolosluk kapatılmamıştır. 1895 yılında Ruslar Manastır’a bir Rus asilzadesi olan Alkesandır Arkadiyeviç Rostovski’yi atamışlardır. (1860-1903) . Bu konsolos diplomatik teamüle aykırı davranışları ve nobran tavrıyla zalimane tutumuyla ve Osmanlı tebaasını küçük gören bir anlayışla halkın tepkisini çekmiştir. Adeta olay çıkarıp, Osmanlı’ya yabancı güçlerin müdahalesini gerektirecek davranışlar sergilemiştir. Müslüman ahali tarafından sevilmeyen bu Konsolos; bir keresinde arabasının arkasına asılan bir çocuğu bizzat feci bir şekilde dövmüş, bu çocuğu konsolosun elinden bir Osmanlı neferi kurtarmıştır. Yine kendisini tanımayıp selam vermeyen bir Osmanlı neferini azarlayıp tokatlamıştır.(Dr. Hasip Saygılı’nın araştırmaları) Bütün bu iddialar Manastır’daki İngiliz Konsolosu Mc Gregor tarafından İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na sunduğu raporda da teyit edilmiştir. O tarihlerde Manastır’da 13 ülkenin konsoloslukları vardır. Bu yüzden Manastırlılar halen Manastıra Makedonca ” Gradot Na Konzulite” yani Konsolosluklar Kenti derler.
8 Mayıs 1908 sabahı Rus konsolosu yazlık rezidansının bulunduğu Manastır yakınındaki Bukova’dan yanında Bulgar öğretmen Misirkov olduğu halde, Manastır’a doğru hareket eder. Konsolos aracıyla Nüzhetiye Karakolu’nun önüne geldiği zaman, orada görevli bulunan Halim adlı Osmanlı neferi kendisini muhtemelen tanımayıp selam vermemiştir. Kaldı ki konsolos resmi Üniforması’nı da giymemiştir. Buna çok hiddetlenen konsolos Rostovski, Osmanlı neferine ağır sözler söyleyerek aracından iner ve kamçısıyla vurmaya başlar, nefer de tabancasını çekerek konsolosu öldürür. Görgü tanıklarına göre konsolos tabancasına davranmış ve iki el ateş etmiştir. Olaydan sonra da bu tabanca konsolosluğa götürülüp teslim edilmiştir. Manastır Valisi Alim Rıza Paşa (Daha sonra Damat Ferit Paşa’nın yerine Sadrazam olacaktır) Konsolos için bir doktor gönderir, ancak bu Ruslarca kabul edilmez. Olayın yakınındaki bir yerde bulunan ve silah sesini duyan Erkânı Harp (Kurmay) Yüzbaşı Enver (Enver Paşa) derhal olay mahalline gelir ve Nefer Halim’in elindeki silahı alır. Asker ise soğukkanlı bir şekilde “ben vurdum ” der ve silahını teslim eder.
Ruslar bu olay üzerine Osmanlı’ya diplomatik teamüllere pek uymayan çok sert bir Nota verirler. Osmanlı ise faillerin en kısa sürede cezalandırılacağını bildirir. Hatta Sultan Abdülhamit oğlu Şehzade Ahmet’ i İstanbul’daki Rus Sefiri’ne taziyeye gönderir. 31 Mart 1903 günü Mitroviçe’de öldürülen Rus Konsolosu için fazla bir tepki vermeyen Ruslar bu sefer bu olayı tahmin edilemeyecek boyutta büyütmüşlerdir. Çar İkici Nikola Romanof 17 Ağustos’ta Karadeniz’de İğneada açıklarına Karadeniz Rus Donanması’nın bir filosunu gönderir. Aynı tarihlerde Selanik açıklarında bir İngiliz savaş gemisi de vardır. Yabancı güçlerin müdahalesinden çekinen Padişah Abdülhamit, Rusların bu konuda verdiği ikinci Nota’yı da kabul eder. Bu satırlarımızda Abdülhamit Han’ın imparatorluğun dağılmaması için ne kadar çok gayret sarf ettiğini ve çok zor günler geçirdiğini anlatmaya çalıştık. Konsolos’un öldürülmesinden sonra, Bulgar komitacılarının Manastır’daki diğer konsoloslara suikast düzenleyeceği dedikodusu yayılır. Bunun üzerine batılılar Osmanlı’nın bu konuda güvenlik önlemlerini arttırılmasını talep ederler. Konsolos Rostovski’nin cenazesi Manastır’da 19 Ağustos 1903 günü abartılı bir törenle kaldırılırken, Osmanlı iki taburluk bir kuvveti güvenlik için görevlendirmiştir. Çünkü anılan tarihte İlinden isyanı henüz bastırılmamıştır. Bu cenaze töreninde Yüzbaşı Enver birliğiyle törene katılmak istememiştir. Ancak cenazenin geçişi sırasında beş adet top atışını görevi gereği yaptırmıştır. Ancak Yüzbaşı Enver Bey (Paşa) bu olay için çok utandığını ifade etmiştir. Bu olaydan sonra Yüzbaşı Enver, Sultan Abdülhamit ile olan gönül bağını koparmıştır. 1902 yılında Makedonya’ya atanan Yüzbaşı Enver 1908 İkinci Meşrutiyet’in ilânına kadar bu topraklarda kalmıştır. Bu bölgeyi avucunun içi gibi bilen bu kahraman ve cesur Osmanlı Subayı, bu süre içerisinde özellikle Tikveş bölgesinde tam 54 kez Bulgar ve Makedon komitacılarla çatışmıştır. Konsolosun cenazesine gelince, cenaze 19 Ağustos günü Manastır’dan Selanik’e getirilmiş ve oradan deniz yoluyla bir gambota bindirilerek, İstanbul Boğazından geçerek, 26 Ağustos 1903 günü Odesa’ya ulaşmış ve aynı gün orada toprağa verilmiştir. Bu gün için Manastır’daki Hıristiyan Mezarlığında bulunan Konsolos Rostovski’ye ait mezarda ise konsolosun gömülen iç organları bulunmaktadır. Ruslar bu olayın iyice araştırılıp bütün suçluların cezalandırılmasını istemiş, Vali Ali Rıza Paşa’yı gerekli tedbirleri almadığı gerekçesiyle sorumlu tutmuşlardır.
VALİ ALİ RIZA PAŞA’NIN SÜRGÜNÜ
Osmanlı yönetimi Vali Ali Rıza Paşayı İstanbul’a uğratmadan doğrudan Trablusgarp’a tayin etmiştir. Bu suikast olayından, 1912 Balkan Savaşları’na kadar Makedonya’da komitacılar 3 bin 300 siyasal cinayet işlemişlerdir. Osmanlı’nın son kazandığı savaş Yunanlılarla yaptığı Tesalya Savaşı’dır. Burada Dömeke savaşını kazanan Osmanlı Ordusu Komutanı Müşir Ethem Paşa’ya Sultan Abdülhamit, yıldırım savaşı emrini vermiştir. Bundan maksadı Batılıların bir müdahalesiyle karşılaşmadan Yunan Ordusu’nun işini bitirmektir. Sadrazam Halil Rıfat Paşa, Sultan Abdülhamid’e, ordunun Atina’ya girmesini ısrarla önerir. Zeki bir Padişah olan Abdülhamit aynen şu cevabı verir. “Olmaz Düveli Muazzama o zaman müdahale eder ” cevabını vermiştir. Nitekim bir gün sonra Rus Çarı İkinci Nikola Romanof, Abdülhamid’e, bir telgraf göndererek İngiltere ile anlaştıklarını beyanla savaşın durdurulup barış anlaşması yapılmasını istemiştir. Bu savaşı kazanan Osmanlı olmasına rağmen Yunanistan Batı Devletleri’nin desteğiyle savaş tazminatı ödemediği gibi toprak bile kazanmıştır. Gelelim 26-30 Ağustos 1922 tarihleri arasındaki Büyük taarruza. Bu savaşta Yunan ordusunun 100 bin dolayında asker kaybı vardır ve Yunan Ordusu tamamen dağılmıştır. Bu bozgundan sorumlu tutulan başkomutan Hacıanestis ve ayrıca beş General, Yunan Başbakanı ve iki Bakan Yunanistan’da kurşuna dizilmişlerdir. Kahraman ordumuzun İzmir’e girdikten sonra Büyük Atatürk’ün Selanik’ten samimi arkadaşı olan Nuri Conker, Atatürk’e ” Paşam Yunan Ordusu dağıldı, Selanik’teki eviniz aynen duruyor, Refet Paşa’ya (İstanbul’da bulunan 6. ncı Kolordu Komutanı Tümgeneral Refet Bele) emir veriniz gidip Selanik’i geri alsın” Büyük Asker ve Büyük Devlet Adamı Atatürk ise ” Olmaz Nuri, o zaman Batılı Devletler bize karşı birleşebilirler” cevabını verir. Bu yazımızın son satırlarına doğru son derece duygulandım. Yazımızda ismi geçen bütün kahramanlarımızı rahmetle anıyoruz.
Bugünkü yazımızda Batı Devletlerinin o günkü tabiriyle Düveli Muazzama’nın Osmanlı’nın bir an evvel parçalanması ve Balkan coğrafyasındaki varlığının sona ermesi için birbirleriyle nasıl yarıştıklarını anlatmaya çalışacağım. 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’ndan sonra Selânik- Manastır ve Kosova Vilâyetleri Azınlıklarla ilgili olarak ağır şartları içeren bazı reformlar yapılması şartıyla Osmanlı’ya bırakılmıştır. Bâb-ı Âli ise Rumeli’nin kaybına sebep olacak bu reformları haklı olarak ötelemektedir. Başta Bulgaristan-Yunanistan-Sırbistan ve küçücük bir prenslik olan Karadağ ise bu reformların bir an önce gerçekleştirilmesini istemektedir. Özellikle Makedonya’da Bulgarlar yanlarına Makedon Komitacıları da alarak diğer yandan da Yunan Komitacı çeteleri Müslüman Köylerini basarak katliam ve soygunlar gerçekleştirmektedirler. 1902 yılında Avusturya ve Macar İmparatorluğu ve Ruslar ise bu reformların gerçekleşmemesi durumunda ” Dış Güçlerin ” müdahale edeceği tehdidinde bulununca, Sultan Abdülhamid acele olarak
“Rumeli Hakkındaki Tâlimat” adıyla bir reform paketini yürürlüğe koymuştur. 8 Aralık 1902 tarihinde faaliyete geçen Selânik Merkezli bu kuruluşun başına da Hüseyin Hilmi Paşa getirilmiştir. Bu reformlara göre bölgedeki nüfus oranı dikkate alınarak Hıristiyanlardan da jandarma alınacak ve ayrıca mahkemelerde Hıristiyan memurlar görevlendirilecektir. Bulgar çeteleri Jandarma olacak olan Hıristiyanları öldürmekle tehdit etmiş ve bazı Hıristiyan Jandarmaları da öldürmüşlerdir. Affedilen siyasi suçlular ise tekrar komitacılık faaliyetlerine devam etmişlerdir.
RUSLARIN MİTROVİÇE’DE KONSOLOSLUK AÇMASI
16 Ocak 1903 tarihinde Ruslar Osmanlı’nın karşı koymasına rağmen Mitroviçe’de bir konsolosluk açmışlardır. Osmanlı; Siyasi suçların affı ve Arnavutların kanun dışı faaliyetlerinin engellenmesi talebini kabul etmiştir. Arnavutlar Mitroviçe’de konsolosluk açılmasını ve Hıristiyan Jandarma alınmasını istemiyor. Bu yüzden Yeni Pazar -İpek -Priştine-Yakova-Mitroviçe ve Vuçitırın’da 30 Mart 1903 günü binlerce Arnavut ayaklanmıştır. 18. Nizamiye Taburu başarılı bir şekilde bu ayaklanmayı bastırmıştır.
MİTROVİÇE’DEKİ RUS KONSOLOSUNUN ÖLDÜRÜLMESİ
31 Mart 1903 günü bir Arnavut Neferi Mitroviçe’deki Rus Konsolosu Grigori Şerbina’yı öldürmüştür. Osmanlı bu askeri idama mahkûm etmiş, ancak Rus Çarı Nikola, Sultan Abdülhamid’e ricada bulunarak bu askerin idam edilmeyip cezasının hapse çevrilmesini istemiş ve bu asker idam edilmemiştir. Bu talep o günkü Rus siyasetiyle ilgilidir. Arnavutların İpek ve Yakova’daki isyanı 1903 yılı mayıs ayında tamamen batırılmıştır. Osmanlı topraklarında bulunan batılı sefirler Sultan Abdülhamid’e, Rumeli’de faaliyet gösteren çetelere şiddet uygulanmaması konusunda baskı yapmaktadırlar. Sonuçta Osmanlı çaresizdir ve Rumeli’yi kaybetmemek için bu tavizleri vermek zorunda kalmıştır. Bu yüzden Rumeli’nin kaybı ile sonuçlanan Balkan Savaşları’na, savaşan taraflara bakıldığında ben “HAÇLI SEFERİ” olarak nitelendiriyorum.
DEVAM EDECEK
Gerçek hikâyemizin kahramanı da bir Türk baba ile bir Arnavut anneden doğmuş olup ismi Mentor Bey’dir. (Arnavut ismi) Babasının ismi Hamdi Bey, Arnavut olan annesinin adı ise Ayet Hanım’dır. Kendisi 1910 yılında Osmanlı döneminde Tiran’da doğmuş ve köklü bir aileye mensuptur.
Şakir İLYASOĞULLARI
Değerli okurlarımız bu günkü yazımızda gerçek, üzücü ve bir o kadar da ilginç bir olaydan bahsedeceğim. Bilindiği gibi Osmanlı’nın Rumeli’yi fethinden sonra, orada yaşayan Arnavutların yüzde 90’ı Müslümanlığı kabul etmiş ve yüzde 10’u da Katolik dinini tercih etmiştir. Bu tablo bu gün için de böyledir. Osmanlı’nın bir Din Devleti olması sebebiyle Rumeli’de Osmanlılar birbirleriyle ve Müslüman olan Arnavutlarla evlilikler yapmışlardır. Gerçek hikâyemizin kahramanı da bir Türk baba ile bir Arnavut anneden doğmuş olup ismi Mentor Bey’dir. (Arnavut ismi) Babasının ismi Hamdi Bey, Arnavut olan annesinin adı ise Ayet Hanım’dır. Kendisi 1914 yılında Osmanlı döneminde Tiran’da doğmuş ve köklü bir aileye mensuptur. İtalya’da Milano Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş ve büyük bir aşkla sevdiği yine Arnavutluk’un zengin ve köklü ailelerinden biri olan Fikriye Hanım’la 1942 yılında evlenmiştir. Mentor Bey merhum babam Remzi Bey’in amcasının torunudur. Kendisini ilk defa 1961 yılında Ankara’da gördüm ve tanıdım. Roma’da yaşıyordu, son derece eğitimli, şık giyimli, uzun boylu ve yakışıklı bir adamdı. Roma’da saygınlığı ve geniş çevresi olan ve Papa ile görüşebilen biriydi. Bizim nesil bilebilir, kendisi ünlü Alman aktör Curd Jugners’e benzerdi. Bilindiği gibi İkinci Dünya Savaşı başladığında Arnavutluk ve Yugoslavya krallıkları Almanların müttefiki idi. Daha sonra bu iki savaşçı Balkan ülkesi Stalin’in telkinleriyle bu ittifakı 1941 yılı başında bozmuşlardır. Bu olayı bazı tarihçiler İkinci Dünya Savaşı’nın dönüm noktası olarak görürler. Çünkü 1941 yılı kış aylarında 65. Alman Motorize Tank Tümeni Sn. Petersburg’u (Leningrad’ı) kuşatmış ve neredeyse Leningrad düşecektir. Sinirli bir mizaca sahip ve bir kurmay gibi düşünemeyen Hitler Leningrad cephesindeki Yedi Motorize Tank Tümeni’ni Yugoslavya’ya sevk ederek Yugoslavya’yı bir hafta içerisinde yerle bir ederek işgal etmiştir. Gerek Arnavutluk ve gerekse Yugoslavya’da Komünistler büyük bir direniş göstermişler ve Almanların savaşı kaybetmesi üzerine 1944 yılının sonunda Yugoslavya’da ve Arnavutluk’ta krallık rejimi sona ermiş ve Komünistler iktidara gelmişlerdir. Arnavutlukta Kral Ahmet Zogo gitmiş yerine Enver Hoca Komünist Yönetimi işbaşına gelmiştir. Yugoslavya da durum aynıdır, genç kral İkinci Petar Karagorceviç İngiltere’ye kaçmış, Tito yönetimindeki Komünist Partisi iktidara gelmiştir.
STRUGA’DA ÇIKAN MUHALİF VE CESUR GAZETE
Hikâyemizin kahramanı Mentor Bey, komünizm rejimine karşıdır ve bu fikirlerini Arnavutluk sınırına bu gün için 12 kilometre mesafede olan Makedonya’daki Struga kentinde çıkardığı bir gazete ile savunur. 1944 yılında komünistlerin iktidara gelmesiyle Mentor Bey canını kurtarmak için, o tarihte bulunduğu Tiran’dan gizlice Duruss (Draç) kentine kaçar. Duruss Kenti Tiran’a 30 kilometre mesafede olup Adriyatik Denizi sahilinde bir liman kentidir. Buradan çok berrak bir havada İtalya’nın Calabriya Bölgesi görünür. Tıpkı Mersin Taşucu- Kıbrıs arası gibi. Oradan da kiraladığı bir motor ile gizlice İtalya’ya kaçmayı başarır. Ancak bu kaçış sırasında o tarihte henüz 27 günlük olan biricik Kızı Valbona’yı (Arnavutluk’ta bir nehir adı) ve eşi Fikriye Hanım’ı Tiran’da bırakmak zorunda kalır. Kendisi Tiran’a döndüğü takdirde iktidarda bulunan Enver Hoca’nın kendisini öldürteceğini gayet iyi bilmektedir. Ancak bir gün bu rejimde bir yumuşamayı düşünerek artık Roma’da yaşamaktadır. Eşi ve kızına kardeşi Buşi bakmaktadır. Buşi Arnavutluk’ta Milli Atlet ve Milli Futbolcu’dur. Mentor Bey defalarca Arnavutluk Hükümeti’ne başvurarak eşi ve çocuğunu yanına almak istediğini bildirir. Ancak her başvurusu reddedilir ve kendisinin Arnavutluk’ a gelmesi istenir. Bu Mentor Bey için ölüm demektir. Hatta Roma’da yaşadığı sürede kendisi birçok yabancı ülkeye gitmiş, ancak tutuklanır korkusuyla hiçbir komünist ülkeye gitmemiştir. Kızına İtalya’dan para gönderir, mektup gönderir, bu eşine ulaştırılmaz. Kardeşi ve eşi ile kızını Enver Hoca yönetimi komünizme karşı olan aydınların mecburi ikamete tabi tutuldukları bir beldeye yerleştirmiştir.
VEREM HASTASINA İZİN VERİLMEZ
1949 yılında Valbona beş yaşındayken, annesi Fikriye Hanım verem hastalığına yakalanır. Bilindiği gibi verem aşısı 1955 yılında keşfedilmiş ve o tarihe kadar verem hastalığı ölümcül bir hastalıktır. Fikriye Hanım aileden zengin biridir. Tedavi için İsviçre’ye Abetina’ya gitmek ister. Doktorlar da bu konuda kendisine rapor vermişlerdir. Fikriye Hanım İsviçre’ye kızıyla beraber gitmek ister. Ancak Enver Hoca yönetimi bu izni vermez. Çünkü İsviçre’ye Mentor Bey gelip eşi ve çocuğunu alıp Roma’ya götürecektir. Fikriye Hanıma bu izni, kızını Arnavutluk’ta bırakması koşuluyla verirler. Nasılsa Fikriye Hanım çocuğunun hasretine dayanamaz ve Arnavutluk’a dönecektir düşüncesindedir komünist yönetim. Nihayet Fikriye Hanım İsviçre’ye gider gitmez eşini arıyor ve Mentor Bey de İsviçre’de eşiyle buluşuyor. Başarılı bir tedavi sonucunda Fikriye Hanım iyileşir. Bu arada Arnavutluk’a dönme konusunu eşiyle değerlendirirken, nasılsa ilerde bu rejimde bir yumuşama olur düşüncesiyle Fikriye Hanım büyük bir aşkla evlendiği Mentor Bey’in yanında kalmayı tercih eder ve Arnavutluk’a dönmeyip eşiyle Roma’ya gider. Ancak Komünist yönetim bu olaya çok kızmıştır. Artık kızıyla bütün irtibatı kesilmiştir.
1962 YILINDA ANKARA’YA GELİRLER
1962 yılında Mentor Bey eşi Fikriye Hanım’la Ankara’ya ikinci kez geldi, bu gelişinde eşi Fikriye Hanımı da getirmişti. Rahmetli eşi de çok kültürlü ve her yönüyle asil biri idi. Ben o tarihte yirmi yaşındaydım. Bu sorunu çözmek için kızı Valbona’nın Ankara’ya getirtebilmek için rahmetli amcam Azmi Bey ve Mentor Bey bir çare düşündüler. Muvazaalı bir şekilde beni Valbona ile nişanlı gösterip Ankara’daki Arnavutluk Büyükelçiliği’ne başvuruda bulundular. Mentor Bey Çokay (Çoku) soyadını kullanıyordu. Bizim soyadımız ise İlyasoğulları idi. Akrabalık belli olmaz düşüncesinde idiler. Ankara’daki Arnavutluk Büyükelçiliği bu talebi uygun bularak Tiran’a iletti, ancak Tiran yönetimi olayı fark edip bu nişana izin vermedi. Enver Hoca ve kurduğu aşırı komünizm rejimi buna izin vermedi. Mentor Bey ve Fikriye Hanım yıllarca evlat hasretiyle yaşadılar.
KOMÜNİZMİN SON TEMSİLCİSİ RAMİZ ALİA
Kızları Arnavutluk’ta evlendi ve iki çocuğu oldu, Kardeşi Buşi de Arnavutluk’ta öldü. 1985 yılında ise Enver Hoca öldü. 1989 yılında dünyada Komünizm’in yıkılmasıyla birlikte Arnavutluk rejiminde de bir gevşeme oldu. Komünizm rejim en son Arnavutluk’ta 1991 yılında çöktü. 1990 yılı Ocak Ayı sonunda Arnavutluk’a üç konser vermek üzere davet edildim. İktidarda komünizmin son temsilcisi Ramiz Alia, Devlet Başkanı’ydı. 28 Ocak 1990 tarihinde Arnavutkluk’a, Struga (Makedonya) üzerinden kara yoluyla gittim. Beni çok güzel bir şekilde ağırladılar ve Arnavutluk Kültür Bakanlığı bana bir resmi araç ve mihmandar tahsis etti. İtalyanların 1941 yılında Tiran’da inşa ettiği Dayti Oteli’nde kaldım. Bu otel sadece yabancı uyrukluların gidebildiği ve Arnavut vatandaşlarına yasak olan bir otel idi. Arnavutluk Medyası bana büyük bir ilgi gösterdi. Ancak ben Arnavutçayı bilen biri olduğum için oradaki baskı rejiminin farkındaydım. Bunu anlamak için orada 10 gün kalmak yeterliydi. Tiran Operası’nda her gün prova yaptığım piyanistim Johan Botka ile Tiran’daki bir restoranda karşılaştık. Kendisi yanıma gelemedi, hata selam bile vermekten çekindi. Çünkü o zamanki rejimde Arnavut vatandaşlarının yabancılarla görüşmesi yasak olduğu gibi Arnavutluk da dünyaya açılmamış bir kapalı kutu idi. 1991 yılında Arnavutluk’ta Komünist Rejim yıkılınca Botka beyi Ankara Devlet Operası’na çalışması için davet ettik. Kendisi halen Ankara Devlet Operası’nın Baş Piyanistidir.
STRUGALI TÜRK SEDAT OHRİ
Benim Arnavutluk’ta bulunduğum tarihte T.C. Tiran Büyük Elçisi Sn. Teoman Sürenkök idi. Protokol gereği Enver Hoca’nın mezarına gidip bir çelenk koymamız gerekirdi. İnançlı bir insanım. Ancak yıllarca ülkesini dikta ile yönetmiş ve muhaliflerini ya ortadan kaldırmış ya da tutuklatmış ve sürgüne göndermiş olan ve dini yasaklayıp ibadet yerlerini kapatmış ya da yıktırmış olan bu şahsa dua etmek içimden gelmiyordu. Mezarına çelenk koyarken dudaklarımdan sadece ve kerhen “Allah senin taksiratını affetsin” sözleri döküldü. Tiran’da Strugalı bir Türk olan Sedat Ohri ile karşılaştım. Kendisi Mentor Amcamı ve Valbona’yı tanıyordu. Ona Valbona’yı görmek istediğimi söyledim. Bana ” boşuna böyle bir talepte bulunma, bunu reddederler” dedi. Ben de öyle yaptım. 1991 yılında komünist rejimin yıkılmasından sonra Mentor Bey 27 günlük iken bıraktığı kızı Valbona’yı 47 yaşında ilk kez gördü. Kızını ve damadı ile iki torununu Roma’ya yanına aldı. Ben kendisine Arnavutça Amca anlamına gelen Caca derdim. Roma’ya telefon edip kendisini tebrik etmek istedim. O zarif Rumeli Türkçe şivesiyle ağlayarak bana aynen şunları söyledi. “A be Şakirim. Ben artık 81 yaşındayım. Kızıma 47 sene sonra kavuştum. Ancak Fikriyemin kalbu bu hasrete dayanamadı ve iki yıl evvel durdu. Onun kızına kavuşması öbür dünyaya kaldı”
Ben de kendimi tutamadım ve ağladım. Mentor Bey’in itibarı Arnavut Hükümeti’nce iade edildi. Kendisi 1996 yılında öldüğünde vasiyeti gereği Tiran’da ama devlet töreniyle gömüldü. Valbona ise bu gün artık 70 yaşında olup Tiran’da eşiyle yaşamaktadır. Enver Hoca için söyleyecek söz bulamıyorum. Mentor Bey Amcam ile Fikriye yengeme Allah gani gani rahmet eylesin ve Nurlar içerisinde yatsınlar.
Bilindiği gibi Makedonya 1991 yılı 8 Eylül’ünde Yugoslavya Federatif Devleti’nden ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiştir. Anılan tarihten önce Komünist bir iktidarın yönetiminde olan Makedonya’da, Atatürk ve kökeni ile ilgili bir araştırma yapmak elbette zordu
Şakir İLYASOĞULLARI
Değerli Okurlarımız; bundan önceki yazılarımızda, Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün babası Ali Rıza Efendi’nin, artık bu gün Makedonya topraklarında bulunan Ohri İline Bağlı (Osmanlı Döneminde Manastır İline bağlı) Debre Kazası, Jupa Beldesi, Kocacık köyünde doğduğunu ifade etmiş bulunmaktaydık. Bir Yörük köyü olan bu köyde halen sekiz Yıllık Atatürk İlköğretim Okulu bulunmakta olup orada sadece Türk Soydaşlar yaşamaktadır. Bilindiği gibi anılan Köyde TİKA “ Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı” tarafından geliştirilen bir proje ile Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi için bir Anı evi inşa edilmiş olup, 19 Mayıs 2014 tarihinde, Ankara’dan ATO Kongre Merkezi Salonu’ndan gerçekleştirilen telekonferans ile Sn. Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan ve çok sayıda Bakanımızın katılımıyla bu evin resmi açılışı yapılmıştır. Bu açılışa ben de davetliydim ve bu törene katıldım. Makedonya’da Kocacık’taki açılış törenine ise Makedonya Cumhurbaşkanı Sn. George İvanov, Başbakan Yrd. Sn. Emrullah İşler, Makedonya Kültür Bakanı Sn. Elizabeta Kançevska Mitrevska, T.C. Üsküp B.Elçisi Sn. Gürol Sökmensüer, Kosovalı Bakanımız Sn. Mahir Yağcılar, Makedonyalı eski Devlet Bakanı Sn. Hadi Nezir, Makedonya’daki üç Türk siyasi partinin Başkanları ve çok sayıda seçkin davetli katılmışlardır.
IVANOV’UN SÖZLERİ
Makedonya Cumhurbaşkanı Sn. George İvanov‘un Anı Evi’nin açılışı dolayısıyla özetle aşağıdaki sözleri söylemiştir. “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük devlet adamı Atatürk’ün babasının Makedonya topraklarında doğmuş olması ve Atatürk’ün Askeri Liseyi Manastır’da bitirmiş olmasından dolayı halkım adına onur duyuyorum.” Bu yazıyı yazmamın nedeni son zamanlarda bazı gazetelerde Atatürk’ün babasının Kocacıkta doğmadığı şeklindeki tezlere açıklık getirmek içindir. Hele bir Gazete’de bu evin yer tespitinin TİKA ve Makedonya Cumhurbaşkanı George İvanov tarafından gerçekleştirildiği şeklindeki iddia ise tamamen gerçek dışıdır. Ben bir Kültür adamıyım, siyaset dışında, kültür, sanat ve bazı tarihi konularda yazılar yazıp değerlendirmelerde bulunmaya çalışmaktayım. Aşağıda arz edeceğim bilgiler tamamen belgelere dayanmaktadır. Bu konuyu tartışmak üzere 20 Haziran 2014 tarihinde 21.00 – 23.00 saatleri arasında Tek Rumeli TV kanalında bir Açık Oturum düzenlendi. Canlı olarak yayınlanan bu açık oturuma, Tarihçi Yrd. Doç. Dr. Emekli Albay Sn. Ali Güler ve tarih araştırmacısı hemşerimiz Sn. Mustafa Bereketli ile beraber katıldık. Açık oturumun Moderatörlüğü’nü ise genç bir yetenek olan Ali Bakan üstlenmişti. Bu arada Tek Rumeli Kanalı’nda haberleri de sunan bu gencimizin, Tek Rumeli TV’nin yönetimini üstlenmesi konusunda TV kanalının Yön. Kurulu Başkanı Sn. Atilla Baykal’ın yapmış olduğu tercih tebrik ve teşekkürü muciptir.
MAKEDONYA’NIN 1991 YILINDAKİ BAĞIMSIZLIĞI
Bilindiği gibi Makedonya 1991 yılı 8 Eylül’ünde Yugoslavya Federatif Devleti’nden ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiştir. Anılan tarihten önce Komünist bir iktidarın yönetiminde olan Makedonya’da, Atatürk ve kökeni ile ilgili bir araştırma yapmak elbette zordu. Ben Ohri’de doğdum ve anavatan Ankara’ya Orta Okulu bitirdikten sonra ailece göç ettik. Rahmetli Nenem (1891-1979) bana “ Atatürk’ün babasının Kocacık Köyü’nde doğduğunu söylerdi. Tarih elbette belge ister. Kaldı ki ben de tarihçi değilim. Ancak bu konuyla ilgi araştırmalarım 1999-2002 yılları arasında Üsküp’te T.C. ilk Kültür Müşaviri olarak görev almamla da ilgilidir. 1999 yılında 21. Dönem İzmir Milletvekili olan Ohri’den sınıf arkadaşım Sn. Kemal Vatan, Türkiye – Makedonya Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Başkanlığı görevini yürütüyordu. Beni önce telefonla arayarak, Kocacık’ta yıkıntıları bulunan Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin evinin inşası ile ilgili olarak TBMM den bir karar çıkartılarak buraya bir Ata Evi’nin yapılacağını ve bu konu hakkında Dış İşleri Bakanlığımız, Kültür Bakanlığı ve Kocacık Köyü’nün bağlı bulunduğu Jupa Belde Belediye Başkanı Sn. Nevaip İsmail ile temasa geçildiğini aktarmıştır. Derhal Kocacık Köyü’ne gittim ve orada karşılaştığım bir öğretmene “ Kırmızıların evi nerededir” diye sordum. (Atatürk’ün soyadı Kırmızı’dır) “ Taşlık Mahallesi’ndeki en son ve taş yığını şeklinde olan yerdir “ cevabını aldım. Öğretmenimiz beni, bu alana götürdü, Bu yer şimdi Anı Evi’nin inşa edildiği alandır. Daha sonra buraya tekrar 09 Mayıs 2000 tarihinde Ankara Gazi Lisesi’nden sınıf arkadaşım olan eski Kültür ve Devlet Bakanı Sn. Namık Kemal Zeybek ile beraber giderek, anılan taş yığınını fotoğrafladım. Bu fotoğraf bende mevcuttur. Dolayısıyla bu alanda herhangi bir kalıntı yoktu ya da buradaki kalıntıyı biz bulduk şeklindeki iddia doğru değildir. O halde buradaki evin tespitini kim yapmıştır. Buradaki tespiti Merhum Prof. Dr. Süreyya Sofuoğlu yapmıştır. Makedonya bağımsızlığına kavuştuktan sonra iki defa Kocacık’a gidip oradaki halkla görüşüp bu evin yer tespitini yapmıştır. Merhum Prof. Dr. Süreyya Sofuoğlu‘nun 1996 ve 1997 yıllarında iki defa bu konudaki Konferansını dinlemiş ve kendisine bu bilgiye hangi belgelerle ulaşıldığını sormuştum. Kendisi bana adres olarak Cumhuriyet döneminin ilk tarihçilerinden biri olan merhum Enver Behnan Şapolyo’yu gösterdi.
ENVER BEHNAN ŞAPOLYO
Enver Behnan Şapolyo 1972 yılında Ankara’da ölmüştür. 1958-1962 yılları arasında Ankara Gazi Lisesi’nde benim tarih öğretmenliğimi yapmış olup, biz onun tarih kitabını okumuştuk. Kendisine “ Ben Ohri’liyim deyince bir gün bana “ Sen Atatürk’ün hemşerisisin, Atatürk’ün Babası Ali Rıza Efendi Kocacık’ta doğmuştur” dedi. Yardımcı Doç. Dr. Emekli Albay Ali Güler’in verdiği bilgiye göre, Atatürk’ün annesi merhume Zübeyde Hanım ile görüşen tek gazeteci Enver Behnan Şapolyo’dur. Enver Behnan Şapolyo’nun 1944 yılında Ankara’da Berkalp Yayınları tarafından neşredilen “ Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Yılları “adlı kitabının 42. sahifesini aynen aktarıyorum.
“ Atatürk’ün babasının Kocacıklı olduğu meselesine gelince: Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanımefendi beni severdi. Zaman zaman ellerini öpmek için Köşk’e giderdim. Bu ziyaretlerden faydalanmak maksadıyla, Atatürk’ün çocukluğuna ait bilgiler sorardım. Konuşmalarımız arasında Ata’nın annesi, eşi Ali Rıza Efendi’nin Manastırlı olduğunu söylerdi. Ben bunu incelemek üzere Ata’nın babasını tanıyan Aydın Mebusu Tahsin San’a müracaat ettim. Bu zat bana dedi ki; Atatürk’ün babası ve aile efradı Kocacık’tan gelip Selanik’e yerleşmişlerdir. Aynı meseleyi eski mebuslardan Hacı Mehmet Beye sordum. Bu zat bana dedi ki; Atatürk’ün dedesi Ahmet Efendi ve oğlu Ali Rıza ile Selanik’e gelip yerleşmişleredir. Atatürk Manastır’ın Debrei Bâlâ İlçesi’ne bağlı Kocacık köyündendir. Kocacıklı olduğunu Atatürk’ün Kızkardeşi Makbule Ata’dan da soruşturdum. O da Kocacıklı olduğunu söyledi.” Makbule Hanım 18 Ocak 1956 tarihinde Ankara Gata‘da vefat etmiştir. Mezarı Ankara’da Cebeci Asri Mezarlığı’ndadır. Bir Kocacıklı olan ve 2002 yılında T.C Kültür Bakanlığı’nca bastırılan “Atatürk ve Kocacık Türkleri “ adlı kitabında ise Sn. Numan Kartal, Ali Rıza Efendi’nin Kocacık’ta doğduğunu belirtmektedir. Tarihçi Sn. Yrd. Doç. Dr. Ali Güler ise Osmanlı arşivindeki 1830 yılına kadar olan Kocacık ile ilgili belgelere ulaşıldığını, Atatürk’ün dedesi Ahmet Hafız’ın 1830 yılarından sonra Selanik’e göç ettiğini ve Ali Rıza Efendi’nin muhtemelen 1839 yılında Selanik’te doğmuş olabileceğini söylemektedir. 15 yıldan bu yana Atatürk’ün kökeni ile ilgili araştırmalar yapan Sn. Ali Güler’in bu konuda basılmış kitapları da vardır. Diğer bir araştırmacı olan Sn. Mustafa Bereketli ise Ali Rıza Efendi’nin doğduğu yer konusunda ise mutedil davranmakta ve şu an için Osmanlı arşiv belgelerinin kayıp olduğu ve bu belgelerin bulunması durumunda ise gerçeğin ortaya çıkacağını ifade etmektedir. 24 Dönem Kayseri Milletvekili olan Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Sn. Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ise Ali Rıza Efendi’nin Kocacık’ta hiç yaşamadığını ve Selanik’te Atatürk’ün doğduğu aynı evde dünyaya geldiğini ifade etmektedir. Şimdi bu konuda gelinen ortak nokta Atatürk’ün dedesinin yani, atalarının Kocacıklı olduğudur. O halde burada bir Anı Evi yapılması son derece doğrudur. Bence Enver Behnan Şapolyo’nun verdiği bilgilere de itibar etme gereğinin göz ardı edilmemesidir. Ancak tarih yazılı belge ister.
MAKEDONYA DEVLET ARŞİVLERİ GENEL MÜDÜRÜ
Sn. Mustafa Bereketli halen Makedonya Devlet Arşivleri Genel Müdürü Sn. Zoran Todorov ile irtibat halindedir. Makedonya’da 1642 ile 1912 yılları arasındaki dönemi kapsayan Osmanlı Arşivi mevcuttur. Bu Arşiv 2013 yılında İstanbul Osmanlı Arşivleri Müdürlüğü’ne mikrofilm olarak gönderilmiş, ancak bu belgeler açılamamıştır. Bu belgeler yeniden gönderilecektir. Bilindiği gibi Osmanlı Arşivi büyük bir intizam ve disiplinle kayıt altına alınmıştır. Selanik’te bulunan Osmanlı Arşivinin büyük bir bölümü 1917 yılında çıkan bir yangında yanmıştır. Osmanlı’da ilk resmi nüfus sayımı ise II. Mahmut Dönemi’nde 1830 yılında yapılmıştır. Bu konuda ilerde elde edineceğimiz bilgileri sayın okurlarımızla paylaşacağız. Gelelim Ali Rıza Efendi’nin Evi’nin uzun süren inşa öyküsüne. Bu evin inşası için Türkiye ve Makedonya Parlamentoları arası Dostluk Grubu’nun kararı alınmıştır. 01 Şubat 2000 tarihinde Türkiye- Balkan Devletleri Parlamentolararası Dostluk Grupları Başkanları, Dönemin Kültür Bakanı Sn. İstemihan Talay’a bir yazı göndererek, Atatürk’ün Babası Ali Rıza Efendi’nin Makedonya’nın Ohri İli, Debre Kazası Jupa Beldesi Kocacık Köyü’nde bulunan evinin inşasını talep etmişlerdir. Bu bilgi Dışişleri Bakanlığımıza da ulaştırılmıştır. Bu yazıda imzası bulunan Milletvekilleri; Sn. Kemal Vatan (İzmir Milletvekili), Sn. Hayati Korkmaz (Bursa Milletvekili), Sn. Turan Tayan (Bursa Milletvekili), Sn Fahrettin Gülener (Bursa Milletvekili), Sn. Hüseyin Kansu (İstanbul Milletvekili) Sn. Turan İmamoğlu (Kocaeli Milletvekili) 2000 yılının Ağustos ayında dönemin Makedonya Kültür Bakanı Sn. Ganka Samuilova Cvetanovska ve Yardımcısı Blagoya Çorevski ile yaptığım görüşmede bu konuya sıcak baktıklarını söylediler ve bu konuyu da Kültür Bakanlığımıza 22 Ağustos 2000 tarihinde yazdığım bir yazı ile bildirdim.
JUPA BELEDİYE BAŞKANI NEVAİP İSMAİL
2000 yılı Haziran ayında Jupa Belediye Başkanı Sn. Nevaip İsmail Kocacık’ta bulunan Ali Rıza Efendi’nin doğduğu evin kalıntılarını temizletmiş ve orada 500 metrekarelik bir arsa edilmiştir. 19 Mayıs 2014 tarihinde açılışı yapılan ev, bu arsa üzerinde inşa edilmiştir. T.C. Üsküp Büyükelçisi Sn. Fazlı Keşmir Bey 2001 yılı haziran ayında Makedon makamlarıyla yaptığı görüşmede Kocacık’ta bir Ata Evi yapılması konusunda gerekli izni almıştır. Bunun üzerine 2001 yılı Ağustos ayında Kocacık’a dönemin Güzel Sanatlar Genel Müdürü Sn. Mehmet Özel ve bir mimar ile iki mühendis Kocacık’a gelerek, anılan alanı gezerek fotoğraflamış ve halen bende bulunan projeyi çizmişlerdir. Manastır’da bulunan ve 23 Temmuz 1908 tarihinde İkinci Meşrutiyetin ilan edildiği Hamidiye Caddesi (şimdiki Şirok Sokak) Restore edilip 08 Nisan 2002 tarihinde bir törenle trafiğe kapatıldı. Bu törene dönemin Üsküp Büyükelçisi Sn. Mehmet Taşer Bey, Makedonya Başbakanı Sn. Ljupço Georgievski tarafından davet edilmiş bulunmaktaydı. O tarihte Ankara’da bulunan Sn. Büyükelçimiz bu davete benim katılmamı uygun bulmuşlardır. Makedonya Başbakanı, yanında bulunan Kültür Bakanı Sn. Ganka Samuilova Cvetanovska ile beraber bu açılışı yapmış ve bu caddenin sonunda bulunan Manastır Askeri İdadisi’ndeki müzeyi ziyaret etmiştir. Daha sonra verilen yemekte, aynı masada oturduğum Sn. Başbakan Georgievski’ye Kocacık’taki Ata Evi projesinden bahsettim. Kendisi bundan memnun olacağını ifade etti. Nihayet 27 Mayıs 2002 tarihinde İzmir Milletvekili Sn. Kemal Vatan dönemin Müteveffa Cumhurbaşkanı Boris Traykovski ile bir görüşme yaptı. Bir Türk dostu olan Traykovski ile yapılan bu görüşmede tercümanlığı ben yapmıştım. Bu projenin gerçekleşmesini çok arzu ettiğini ifade etmiş bulunmaktaydı. Makedonca dilini konuştuğumda bir Makedon benim Türk olduğumu anlayamaz. Bu itibarla Kültür Bakanlığı’na bildirdiğim bu yazıların suretleri bende mevcuttur. Bu evin inşası için Başbakanlık Tanıtma Fonu tarafından 150 bin ABD Doları tahsis edilmiş bulunmaktaydı. Mevcut proje iki katlı ve fazla büyük olmayan bir evdi. 25 Ağustos 2002 tarihinde Makedonya’yı ziyaret eden Türk Dünyasından Sorumlu Devlet Bakanı Sn. Reşat Doğru, Başbakanlık Tanıtma Fonu sorumlusu Sn. Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin ” Bu evin inşası için gereken ödeneğin fazla olması durumunda, gereken miktarın hemen gönderileceğini ifade etti”
O halde bu ev neden o zamanlar inşa edilemedi ve bunun için tam 14 yıl beklendi.
KONUYU BAŞBAKAN’A KEMAL VATAN AKTARDI
Nihayet Kemal Vatan 09 Mart 2009 tarihinde İzmir’de davetli olduğu bir yemekli toplantıda Sn. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a bu konuyu açmış ve Kocacıktaki Ata Evi’nin yapılması ricasında bulunmuştur. Sn. Başbakanın TİKA’ya verdiği talimatla bu ev için şimdiki proje yapılmış ve aynı yıl temeli atılmıştır. İnşa süresinin uzaması üzerine, Sn. Doç. Dr. Ali Güler’in verdiği bilgiye göre, Sn. Başbakan bir yıl önce bu evin yapılmasının çabuklaştırılması konusunda talimat vermiş ve uzun yıllar ve çabalar sonucunda, mutlu sona ulaşılarak bu anı evi inşa edilmiştir. Bu konuda herkese teşekkür etmek lâzım. Sn. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Sn. İstemihan Talay, Sn. Kemal Vatan, Sn. Mustafa Bereketli, Jupa Belediye Başkanlar Sn. Nevaip İsmail, Sn. Dr. Nuzi Şahin, Mazlum Hasan, şimdiki Belediye Başkanı, Dönemin Makedonya ve T.C Cumhurbaşkanlarına, Dışişleri Bakanları ile Kültür Bakanlarına, hülasa bu konuda az ya da çok emeği geçen herkese teşekkürü borç bilirim. Bu arada TİKA’ya da bir sitemim olacak. Makedonya’daki açılış törenine en azından, Sn. Kemal Vatan ile şahsım ve bir iki kişi daha davet edilemez miydi. Bizler Balkan aşığı ve bu konuya gönül vermiş insanlarız. Temenni edelim ki biz hayata veda etmeden önce TİKA ya da bu konuyla ilgili kurumlar, bizlerin deneyimlerinden yararlanırlar. Tek Rumeli TV Programında yaptığımız açık oturumda da belirttiğimiz gibi bizlerin bu hizmet için herhangi bir maddi talebimiz yoktur. 20 Haziran 2014 tarihinde Tek Rumeli TV ‘deki Açık Oturum imkânını sunan Rumeli TV Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Atillâ Baykal’a teşekkür etmek isterim. Bu Açık Oturumda konuşmacıların sözlerini hiç kesmeden yöneten ve herkese eşit konuşma hakkı tanıyan genç Moderatör Sn. Ali Bakan’ı da kutluyorum.
Sayın okurlarımız; bu günkü yazımızda size Makedonya hakkında bazı tarihsel bilgiler aktarmak istiyorum. Aşağıdaki bilgileri, Manastır Askeri İdadisi’nde Atatürk’ün de hocası olan tarihçi Binbaşı Tevfik Bey’in, Makedonca’ya çevrilmiş 1911 tarihli kitabından aktarıyorum. Manastır kenti şimdiki adı Bitola 1382 yılında Birinci Murat Han (4. Padişah) zamanında Timurtaş Bey’in kumanda ettiği birlik tarafından savaşmadan teslim alınmış ve Osmanlı topraklarına katılmıştır. 1385 yılında ise Manastır’ın 73 kilometre kuzeyinde bulunan Ohri fethedilmiştir. O tarihte Manastır’ın adı Kriva Vodenitsa’dır. (Eğri Değirmen) Osmanlı ise bu kente Kiliselerin çokluğu nedeniyle Manastır adını vermiştir. Manastır, 1831 yılından 1912 yılına (Yani Osmanlı egemenliğinin sonuna kadar) Rumeli’nin başkenti ve Üçüncü Ordu Komutanlığı’nın merkezi’dir. Manastır’da 13 adet konsolosluk vardır. Bu yüzden Manastır’a Makedonlar, “Gradot Na Konzulite” yani “Konsolosluklar şehri ” derler. Üçüncü Ordu komutanlarından biri olan merhum Müşir İbrahim Paşa’nın kızı Feride Hanım benim büyükannemdir. Yani Paşa benim büyük dedemdir. Müşir İbrahim Paşa’nın bende bir fotoğrafı da mevcuttur. Kendisi Üçüncü Ordu Komutanlığı’na hayli ileri bir yaşta tayin edilmiş olup Plevne Savaşı’nda Gazi Osman Paşa’nın birinci yardımcısıdır. Ancak babam ve annem arasında yaş farkı olduğu için, annem babamla evlendiğinde Feride Hanım hayatta değilmiş. Manastır Via İgnatia yani İpek Yolu üzerinde olduğu için cazip bir ticaret merkezidir ve bu yüzden birçok kez yağmalanmıştır. 1382 yılında Sırp Çarı Duşan’ın hâkimiyetindedir. Timurtaş Bey, ordusuyla Manastır’ın kuzeyine gelmiş ve Manastır’ın kuzeyinde bugünkü Sv. Nedela Kilisesi’nin bulunduğu yerde ordugâhını kurmuştur. Bundan tedirgin olan Manastır halkı, Osmanlı’nın şehri alacağını bildiği için, kentin Papazları aracılığıyla, Timurtaş Bey’e elçi olarak ellerinde sepetler ve bu sepetlerde şarap ve yiyecekler bulunan 10 kadar genç kızı göndererek, şehrin yağmalanıp yıkılmamasını rica etmişlerdir. Timurtaş Bey; bu kızlar aracılığıyla papazlara haber gönderir ” Kimsenin kılına dokunulmayacaktır” diye. Ayrıca bu kızların sepetlerine de 10’ar adet altın koyar. Ancak hava kararmak üzeredir. Timurtaş Bey tedbirlidir. Bu kızların güvenliğini düşünerek, onların orada gecelemelerine karar verir. Bu meyanda ise kızlar için o gece 3 çadır tahsis eder ve çadırlara nöbetçi olarak güvendiği 10 kadar yeniçeri askerini görevlendirir. Tedirgin olan Manastır halkı o geceyi uykusuz geçirir, ancak sabahın erken saatlerinde bu genç kızların sağ salim ve memnun bir şekilde dönmeleri üzerine Manastır Halkı, kenti Osmanlı ‘ya direnmeden teslim etmiştir. Osmanlı’nın gelişiyle kent imar edilmiş, el sanatları geliştirilmiş, susam, tütün, pirinç ve pamuk tarımına başlanmıştır. Osmanlı’nın o büyük gücüyle Ohri’yi 3 yıl sonra ve Manastır’a sadece 170 kilometre uzaklıkta bulunan Üsküp’ü tam 10 yıl sonra 1392 yılında Sultan Yıldırım Beyazıt Han tarafından fethetmesinin nedeni elbette anlaşılmaktadır. Osmanlı bu yerleri kan dökmeden ve ikna yoluyla fethetmeyi tercih etmiştir.
1400 TAŞINMAZ ESER
Osmanlı’nın Manastır’da 530 yıl Ohri’de 527 yıl ve Üsküp’te ise 520 yıl süren hâkimiyeti sırasında, şu an için 25 bin metre kare büyüklüğünde olan bu küçücük Balkan ülkesinden Birinci Balkan Savaşı’nın kaybedilmesiyle, 1912 yılı Kasım Ayı sonunda ayrılırken 1400 dolayında taşınmaz eser bırakmıştır. Bu yapılar; İdari Binalar-Hanlar-Hamamlar-Köprüler-Medreseler-Çarşılar-Bedestenler-Camiler-Türbeler-Çeşmeler-Şadırvanlar, İmaretler-Hastaneler v.s. taşınmazlardan ibarettir. Bu gün için ise bu yapıların takriben 237 si ayaktadır.
Osmanlı Padişahlarından, Yıldırım Beyazıt Han, Fatih Sultan Mehmet ve Beşinci Mehmet unvanıyla Sultan Reşat, Makedonya’ya gelmiştir. Sultan Reşat’ın 1911 yılındaki Manastır ziyaretinde ikamet ettiği rezidans, bugünkü Sveti Kliment Üniversitesi’nin Rektörlük Binası’dır. Sultan Reşat’ın bu ziyareti Balkanlar’da Sinema Kamerası (İngiltere’de satın alınan Bioscop marka) kullanan Manaki kardeşler tarafından elbette sessiz olarak çekilmiştir. Elde kalan ve 17 dakikalık bu kaydın bir kopyası Makedon makamlarınca, ülkemize verilmiştir. Üsküp için Büyük Şairimiz Yahya Kemal Beyatlı ” Kaybolan Şehir” adlı şiirindeki ilk mısrası aşağıdaki gibidir.
” Üsküp ki Yıldırım Beyazıt Han diyarıdır
Evlad-ı Fatihan onun yadigârıdır”
Bilindiği gibi Yahya Kemal Beyatlı 1884 yılında Üsküp’te doğmuş ve 1902 yılında 18 yaşındayken ailesiyle İstanbul’a göç etmiştir.