08 Mart 2015 Pazar
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
HAMİLE
Makedonya’da saf ve temiz kalpli bir ailenin çokta güzel bir kızı vardı.
Bu ailenin erkeği, yaşlı eşeği ile bir şeyler taşıyor, pazarlara gidip geliyor, evini geçindirerek tüm aile bireyleri ile birlikte çok mutlu bir hayat sürüyorlardı. Hemşerimiz yine bir gün kasabaya pazara gider. Pazarı dolaştıktan sonra, eşeğinin yaşlı olduğunu düşünerek, (h)ayvan pazarına da uğrar, eşek fiyatlarını öğrenmek amacındadır. Bakar ki yapılan pazarlıklar da eşek fiyatları 8-10 bin Dinar arasında değişmektedir. Tam pazardan ayrılacakken bir eşek pazarlığına takılır. Satıcı o eşeğe 15 bin dinar istemektedir. Alıcı der ki:
-A be kardaş, eşek fiyatları en fazla 8-10 bin dinar arasında gidiyor. Sen niye 15 bin dinar istersin? Çok pahalı değil mi?
-İyi ama benim eşek 6 aylık hamile. İki tane can taşıyor. O para eder.
Alıcı :
-Öyle mi. O zaman haklısın der ama eşeği almaktan vazgeçer.
Bizim hemşeri bu konuşmalara tanık olduktan sonra oradan ayrılır ve evine döner. Günler günleri kovalar ve bir gün bu hemşerimize dönürcüler gelir. Ee çok güzel bir kızı var ya!
Görücüler kızı çok beğenirler, sıra başlık parasına gelir.
Görücüler bizim hemşeriye sorarlar:
-Ne kadar başlık istersin bu güzel kıza?
60 bin dinar’dan aşağı olmaz der bizim hemşeri.
Dönürcüler:
-İyi ama köyün en güzel kızları için bile şimdiye kadar en fazla 50 bin dinar istiyorlar. Bizim buralardaki başlık parası 40-50 bin dinar arasında geçiyor. Şimdiye kadar 50 bin dinarı geçen hiç olmadı. Sen neden 50 binden fazla istiyorsun?
Bizim saf ve temiz kalpli hemşerimiz kasabadaki eşek pazarlığının etkisinde kalmış olmalı;
” Ama benim kız 6 aylık hamile de ondan ” demiş.
HA SÖYLE DE GÖREYİM
Kum Ali Bulgaristan’da Filibe hayvan pazarında kurbanlık bir koyun alır.
Ne var ki koyun çok inatçıdır ve bir türlü yürümek istemez. Bizim Ali o kadar çok sinirlenmiştir ki koyuna ” Yürü be domuz” diye bağırır.
Bunu duyan hocanın biri Kum Ali’nin yanına yaklaşarak;
-Kardeş bu hayvandan artık kurbanlık olmaz. Çünkü sen ona domuz dedin.
-Peki ne yapacağım şimdi ben?
-Kurban kesmek istiyorsan başka bir kurbanlık alman gerekecek.
Kum Ali çaresiz başka kurbanlık alır, ancak bu kurbanlık diğerinden de inatçı çıkar. Kum Ali ne yapacağını şaşırır. Yalın yalın yalvarmaya başlar.
-Yürü be ayvancazım yürü! Kaşını gözünü azını seveyim yürü be.!
Kum Ali yalvara dursun, yeni kurbanlık bir adım bile atmaz.
Kum Ali bu defa daha da çok sinirlenir ve şöyle der.
-Ahh, aah. Ben sana ne diyeceğimi çok iyi biliyorum ama gel de söyle göreyim!
TABLO
Bizimkilerden Kamber Aga lise çağına gelmiş oğlu Cemal’i sanatla ilgilensin diye resim kursuna yazdırmıştır. Kayıt işlemleri bittikten sonra kursa başlayan Cemal’e birçok resim malzemesi de satın alınmıştır. Hepsi iyi güzel de Cemal’in resim ile uzaktan yakından hiç alakası yok. Sadece babasının gönlü olsun diye kursa gidiyormuş gibi yapıp, arkadaşları ile gününü gün ediyormuş.
Kamber Aga arada oğluna soruyormuş;
-Kurs nasıl gider süle bakayim? Bir şey ügrenebildin mi?
-Kurs mu? Şey baba. Evet çok iyi gidiyo. Haftaya yali buya çalışmasına başlayacez.
Aradan bir 10 gün geçtikten sonra Kamber Aga oğlu Cemal’e yine sorar.
-Yali buya çalişması nasi geçtı?
-Çok iyi baba. (H)atta bu hafta hep tablo çalişmasi yaptık.
Aferin benim koçima diye söze giren Kamber aga ” Ee madam ki yali buya ile tablo çalişmasi ügrendin. Gel bakaym udaya. Bize bi yali buya çalişmasi güster.
Babası Kamber Aga’nın bu şok isteği karşısında ne yapacağını şaşıran Cemal, ister istemez odasına geçer. Tuval’i hazırlar ve resim yapmaya başlar. Yağlı boya ile tuvale çeşitli renkler ile birlikte bol bol rakamlar yazan Cemal kısa bir süre sonra ” Babacim bak işte yali buya tablo resmi bitti” der.
Kamber aga:
-Bu ne biçim yali buya tablosu büle? İçinde (h)ep rakam doli
Cemal cevap verir.
-Babacim bu tablo, boya ile yapilmiş çarpim tablosu. İkisi bi arada.
Haylaz oğlunun bu cevabı karşısında sinirlenen Kamber Aga eşine seslenerek:
-Mori getiresin mutfakten uklavayi. Bu aylaza çarpim tablosi nasi olurmuş bir güzel güstereyim!
ŞAP
İnşaatçı Osman Aga yanına kuzenini alarak işe gider. İş kıyafetlerini giyen Osman Aga başına bir de Şapka takar. Daha önce çalışırken şapka takmayan Osman Aga’ya kuzeni sorar.
-Osman Dayi sen iç şapke takmaz idin. Neden bugün taktin?
-Bilmez misin kuzen. Sana dün de sülemiştim. Bugün ŞAP atacayiz. Onun için ŞAP-ka taktim kafama. Şapka takarsan kafane. Güneş geçmez başina. İşlerimizi de ŞAPPADANEK bitiririz.
Bu cevabı karşısında ŞAPsallaşan kuzen dayısana bir soru sorar.
-Dayicim biz dün üle arasi lokantaya gitmiş idik
-Evet
-Sen ne yemek yemiş idin?
-Dana etinden yapilmiş güveç.
-Ben da duydum ki. Çok dana eti yiyenlerde ileride ŞAP astaliği oluyormuş.
-Ee ne olmuş oliyorsa?
-Hani diyordum da güveç yerken de kafane ŞAP-ka taksan belki ileride ŞAP astaliğine yakalanmaktan kurtulursin.
Dayisi cevap vermiş:
-Ayde ye yemeğini ağzini ŞAP-irdatmadan. ŞAPşel ŞAP-Şel kunuşmaya başladin.
SELFİYE
Boşnak Ramadan kendine yeni çıkan modellerden bir cep telefonu satın alır. Akşam eve gelince karısı Selviye’ye gösterir. ” Bak hanim yeni bi telefon aldım. Bir sürü özellikleri var” istersen gel yanima seninle bir Selfiye çekelim.
Karısı Selviye sorar:
-Selfiye de kim?
-More kadin ne safsin. Selfiye insan deyil. Gel yanima biraz. Şimdi ben telefonu sağ elime alacağım. Karşımızda tutacayim ve seninle beraber ikimizin resmini çekeceğim. İşte bu çekeceğim resime Selfiye denir.
Karısı Selviye cevap verir.
-Abe adam kafanda saç kalmamiş. Bu çekileceğimiz resime Selfiye yerine Kelfiye desek ulmaz mi?
ELİNİN KÖRÜ
Torunu Boşnak İsmail’e soru sormak ister.
-Dedecim isterim sana bir soru sorayim. Bakalim bilecek misin?
-Sor bakayim
-Bir adam 50 yaşına geldiğinde kör olursa ne olur?
Dedesi bakmiş ki torunu onunla dalga geçiyor, cevap vermiş.
-Ne olacak olsa olsa ELLİNİN KÖRÜ olur demiş
BATARKAT
Yurdumuz; özellikle de Ege bölgemiz son bir haftadır şiddetli lodos ve yağışların etkisinde zor günler geçirmektedir. Bu zorlu hava şartlarının kazasız belasız ve zararsız atlatılması en büyük dileğimdir. Köşemiz itibarı ile her hafta Rumeli camiasının renkli simalarının bizlere bıraktığı yüzlerimizde tebessüm yaratan hikayeleri paylaşmaya devam ediyoruz.Bu haftaki hikayemiz de Manisa Rumeli camiasının çok neşeli simalarından olan Müteahhit Bayram Aga’nın çok şiddetli yağan bir yağmur sonrası, bir müşterisine satmış olduğu ” Batarkat’lı dükkanı” ile ilgili. Keyifle okumanız dileklerimle. Yukarıda da izah ettiğim gibi Manisa Rumeli camiasının renkli simalarından olan Bayram aga bizlere sayısız güzel ve tatlı anılar bırakmıştır. Çalışkanlığı, dürüstlüğü ve neşeli hali ile toplumumuzun örnek simalarından olan Bayram aga Manisa’da bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur sonrası neredeyse teslim aşamasına gelmiş inşaat’ın batarkat dükkanlarında küçük sorunlar oluşması nedeniyle dükkanı satmış olduğu müşterisi ile diyaloğunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
-Bayram abicim Nedir bu batarkat dükkanın hali böyle? Daha teslim bile almadan ilk yağmurda batmış.
– Ee bu dükkan adı üstünde Batarkat, yağmurda çamurda anahtar teslimi olmadan batacak tabii ki! Eğer bu durum hoşuna gitmiyorsa, bana dükkanı verdiğin paraya devredebilirsin?
-Nasıl yani?
-Yani sen bana şimdi ne kadar peşinat verdiysen, ben şimdi sana o peşinatı geri vereyim. Seninle anlaştığımız miktar üzerinden ödediklerini düşeriz. Sana iade ederim. Kalan miktarın senetlerini de sana iade ederim.
Dükkan sahibi biraz düşündükten sonra yine cevap verir:
-Valla hiç bir şey anlamadım Bayram aga. Ben şimdi sana bu dükkanı niye devredeyim. Nasıl devredeyim. Ben bu dükkanı almak için kimleri devreye soktum. Şimdi o devreye girenler ne olacak. Bu devir işinde yine devreye girecekler mi?
Bayram aga cevap verir:
– Abe biraz yavaş yavaş anlat. Elektrik trafosu gibi şimdi kısa devre yapıp yanacaksın. Bak ustacim. Ben herkese daire dükkan satmam. Senin için devreye giren hatırı sayılır dostlar sayesinde seninle bir miktar üzerinde anlaştık mı?
-Evet
Seninle peşinat dışında senet yaptık mı?
-Evet
Ee şimdi küçük bir yağmur suyu girdi diye batarkatlı dükkandan şikayet ediyorsan, bende diyorum ki sana, hiç kimseyi devreye sokmadan bu dükkanı bana geri devret.
Senden aldığım peşinatları, seninle tek tek imzaladığımız ve bana ödediğin miktarları ve ödeyeceğin senetleri tek tek iade edeceğim.
Ve bu şekildeki sohbet dakikalarca devam eder.
Müşteriye laf anlatmaktan yorulan bayram aga inşaat’ın hemen bir arka sokağındaki evine telefon açarak eşine; Mori çabuk yandaki inşaata bir sürahi içinde hoşaf getir.
Kısa süre sonra Bayram Aga’nın eşi elinde bir sürahi hoşaf ve bardak ile inşaata gelir.
Hoşaftan bir bardak dökerek müşteriye uzatır.
-İç bakalım şunu.
-Bu nedir?
-İç iç içince ne olduğunu anlarsın!
Müşteri Bayram Aganın uzattığı bir bardak hoşafı içer.
Hoşafı içer içmez Bayram Aga müşteriye tekrar sorar.
-Sen şimdi ne içtin?
-Valla ne içtim inan anlamadım Bayram Aga?
-Bende emin olmak için zaten sana bunu içirdim
Müşteri nası yani der?
Bayram Aga biraz da sesini yükselterek “Bizim oralarda bir söz vardır. Eşeğe laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan bile zordur” der.
Müşteri yine Bayram Aga’ya dönerek.
-Bayram Aga şimdi eşşek kim, deve kim? der.
Bayram Aga biraz daha sinirlenerek ” sana bu dükkanı satan o eşek benim ben Allah”ın devesi”
İLGİNÇ KUR HİKÂYESİ
Makedonya’dan göç edip Manisa’ya yerleşen Sülko (Süleyman), uzun yıllar birçok ekonomik ve sosyal zorluklarla mücadele ederek ayakta kalma savaşı vermiş, bu zorlu mücadele sonrası ticarete atılıp başarılı olmuş, yıllar sonra ekonomik rahatlığa ulaşmıştır. Kendisi ekonomik rahatlığa ulaşmış ama, Makedonya’da kalan bazı yakınları çok kötü şartlarda yaşamlarına devam ediyorlarmış. Bir gün Makedonya’daki yakınlarından İdris ağa’nın oğlu Bafto (Bahtiyar) telefon açarak yarım Türkçesi ile ” Mico, burada artık eskisi gibi iş bulamıyorum. Çok zor durumdayım. Manisa’ya yanına gelip bir süre çalışmak istiyorum” der.
Karşılıklı görüşmeler sonrası Makedonya’dan yola çıkan Bafto Manisa’ya gelmek üzere tren ile yola çıkar. Uzun bir yolculuk sonrası tren İstanbul’a ulaşır.
Sülko’da (Süleyman) Bafto’yu karşılamak üzere Manisa’dan İstanbul’a gitmiştir.
Tren garında özlemlerini gideren iki akraba Manisa’ya doğru yola çıkmadan önce Süleyman (Sülko) Bahtiyar’a (Bafto) dönerek ” Abe Bafta Madam ki geldik İstanbul’a Manisa’ya gitmeden önce gel seninle biraz İstanbul’u gezelim” der.
BAĞ-KUR
Süleyman’ın araba ile yola koyulurlar. Hava güzeldir. Pencereler açık, yolda seyir halindeyken yolun sağ tarafında büyük bir yazı Bahtiyar’ın Bafto’nun dikkatini çeker. Aynen şöyle yazıyordur: “Bağ-KUR İstanbul İl Müdürlüğü”.
Bağ ile her hangi bir bağ kuramasa da yanındaki kelime bizim hemşerinin oldukça dikkatini çekmiştir. Kısa bir süre daha gittikten sonra yine büyük bir binanın tam ortasında yine büyükçe bir tabela
” Çay-KUR İstanbul işletme Müdürlüğü”
Bizim Bafto şaşkın şaşkın bu tabelalara bakıp araba ile yol almakta iken bir tabela daha gözüne ilişir.
” İş-KUR İstanbul İl Müdürlüğü” biraz daha yol almışlar. Arabayı bir yere park edip yemek yemek için bir lokantaya giderler.
Lokanta da Kuru fasulyesi ile ünlü bir lokantadır. Masada bekleyen her müşteriye servis yapan garsonlar ” Buyur abim KUR-un geldi. Yanında pilav ister misin?
Çek İbram dayıma da bir KURU vs.
Bizim Bafto bu kelimeleri duyduktan sonra kuru yemek istemez! Garsona başka ne yiyeceği olduğunu sorar. Garson ” Abicim istersen KURU köftemiz de var. Yanında da bol limonlu KURU-soğan. Bu sözleri duyan Bafto’nun Bahtiyar’ın gözleri iyice açılmıştır. Lokanta’dan hiç bir şey yemeden çıkar. Süleyman’nın (Sülo)da canı sıkılmıştır.
-Bafto (Bahtiyar) niçin lokanta’da hiç bir şey yemedin?
Bir şeyler söylemek istese de içine atar Bafto. Sessiz kalmayı tercih eder.
Yakın akrabasının bir şey yememiş olmasından canı sıkılan Sülko (Süleyman) akrabasını lokantanın yanındaki pastaneye götürür. Uygun bir masaya otururlar. Az sonra sipariş almak için garson yanlarına gelir. Lokanta’da iyice karnını doyuran Sülko sütlaç ister. Gördükleri ve duydukları karşısında şaşkınlığını üzerinden atamayan Bafto (Bahtiyar) Lokanta’da ne yiyeceğini bilemez. Garson yardımcı olma düşüncesi ile ” Abimiz misafir galiba. Çek usta bir porsiyon KUR-ABİYE! Hem sıcak yeni geldi. Tadından geçilmez.
Vay efendim sen misin öyle söyleyen!
Hışımla yerinden kalkan Bafta (Bahtiyar) ” onu sen ye ” der ve pastaneden hızlı bir şekilde çıkar. Hesabı ödeyen Sülko (Süleyman) durumdan hiç bir şey anlamaz. Bafto’nun peşinden gider.” Bafto akbaram. Neden hiç bir şey yemezsin diye ısrarla sorar ” Bafto (Bahtiyar) yine sessiz kalmayı tercih eder.
Hazır İstanbul’a gelmişken her ne kadar akrabası bir şey yemese de Sülko akrabası Bafto’yu kapalı çarşıya götürüp ona bir iki hediye almak ister. Kuyumcuları gezerken gözlerine tabelalar ilişir.
” Döviz KURU bozulur”
Bu yazıyı da gördükten sonra iyiden iyiye bozulan ve kendi kendine KURU-lan Bafto sessizliğini bozarak;
-Abe akraba sizin ülke ne kadar çok KUR-a meraklı bir ülke olmuş böle!
Akrabası Bafto’nun (Bahtiyar) neye canı sıkıldığını iyiden iyiye anlayan Sülko(Süleyman) bozuntuya vermez ve şöyle cevap verir.
-Hemşerim bu sene çok KUR-ak geçti KUR-ak ondandır ondan!
Not: Bu hikâyeden bir şey anlamadıysanız, kafanızı hiç KUR-calamayın. Ama hikâyenin ana mesajını almakta ısrar ediyorsanız, bu hikâyeyi bir de Makedonca’yı iyi bilen birine okutmanız gerekecektir.
SIR’AT KÖPRÜSÜ
Manisa Balkan Türklerinden olan ve bundan 7-8 yıl kadar önce kaybettiğimiz
camianın sevilen simalarından Naki ağabeyimiz vardı. Lakabı da Terzi Naki.
Naki ağabeyimizi küçük yaşlarda geçirmiş olduğu kaza sonrası bir ayağını kaybetmişti. Bir yakının yanında çırak olarak başladığı terzilik mesleğini öğrenmiş ve yaşamı boyunca bu mesleğini ifa etmişti. Ta ki, bundan 7-8 sene önce geçirmiş olduğu bir trafik kazası sonucu hayatını kaybedene kadar…
Naki ağabeyimiz bir akşamüstü evine doğru giderken, trafiğin az yoğun olduğu bir zamanda caddeden karşı karşıya geçmeye çalışırken bir ayağının sakat olması nedeniyle hızlı hareket edememiş ve karşı yönden gelen bir arabanın altında kalarak vefat etmişti. Naki ağabeyimizin bu ani ölümü camiamız içinde derin bir üzüntüye yol açmıştı. Naki ağabeyimizin Almanya’daki yakınları, vefatının 52. günü nedeniyle yakınları yemekli mevlid ile tüm yakın akrabalarını davet etmişlerdi. Davete katılım çok yoğundu. Mevlid öncesi davete katılanlar cenaze sahiplerinin ikram ettikleri yemeklerini yedikten sonra, mevlid okunmaya başlamıştı. 45 dakika sonra Mevlid okunması bitmiş sıra dua’ya gelmişti. Mevlidi okuyan hoca efendi;
Ey her şeyin hâlıkı, rabbi ve sahibi olan yüce Allah!
” Ülkemizi ve vatanımızı, halkımızı ve milletimizi, Müslümanları ve alem-i İslamı her nevi semavi ve arzi musibet ve belalardan muhafaza eyle. Birliğimize, dirliğimize ve kardeşliğimize göz diken iç ve dış düşmanlara fırsat verme yarabbi ” diyerek başlayan dualar;
“Ey yüce Rabbim: Bundan 52 gün önce elim bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrılan ve sevgili Naki ağabeyimize Sır’at köprüsünden tüm günahlarından sıyrılarak geçmeyi nasip et. Cennet bahçelerinden bir gül nasip eyle, cehennem çukurlarından sen koru yarabbi” dediğinde, Mevlid’e davetliler arasında bulunan Kaymak Cevdet alçak sesle yanındakilere seslenerek:
” Aman be hoca efendi. Rahmetli bir sakat ayağı ile caddeden karşı karşıya geçemedi. Sırat köprüsünden nasıl geçecek” dediğinde mevlid-i şerife katılanlar gülmemek için kendini zor tutuyorlardı.
SÜZME
Makedonya Radoviş’in köylerinden birinde yaşayan Hoca Efendi’nin oğlu Ali’nin 10 çocuğu olmuştu. Öyle ki onuncu çocuğu doğduğunda Tito’dan bahşiş bile gelmişti! Ali artık çocuk yapmamaya karar vermişti, ama bu işi nasıl yapacaktı bilmiyordu. Onun kasabada ortaokulda okuyan bir yakın akrabası vardı. Okulda tabiat bilgisi okutulduğundan az çok bilgisi vardı.
Mitoz, Amitoz çoğalma nedir? diye sorduğunuzda onlardan bile anlıyordu!
İşte bu yakın akraba Ali ağabeyini görünce ona konu ile ilgili olarak tavsiyelerde bulunur.
-Ali Aga “Aptekya’ya (Eczane) gideceksin. Parmak balona benzer bir şey isteyeceksin ve devamlı onu kullanırsan hiç çocuğun olmaz” der.
Ali merak eder sorar:
-Nasıl bi şey bu?
” Orta parmaktan biraz daha kalın ve uzun, balon gibi bir şey” diye tarif etti arkadaşı. Hoca’nın Ali, utangaçlıktan ve üşengeçlikten aptekyaya gitmez, Aynı özellikleri taşıyan parmak şeklinde çorap yumağından bir şeyi tarif ettiği gibi karısına ördürür ve onu kullanmaya başlarlar. Artık başka çocukları olmayacak düşüncesi içinde oldukça rahat hareket ediyorlardı. Günler geçmeye başladıkça Ali’nin eşinin karnı şişmeye başlar ve bir süre sonra da 11. çocuğu dünyaya gelir. Kız çocuğu o kadar güzeldir ki, büyüdükçe güzelliği tüm mahalleye ve bölgeye yayılır. Mahalle’de Ali’yi kim görse kızının güzelliğinden bahsetmeden durmazdı.
” Ali ne ka güzel kızın var ” “Ali ben hayatımda böyle güzel kız görmedim ” diye kızının güzelliğini metheden mahalleliye Ali şöyle cevap verirdi.
” Ee bu 11. çocuk SÜZME de ondan ” dermiş..