DOLAR 34,6090 0.14%
EURO 36,2021 -0.32%
ALTIN 2.903,73-0,47
BITCOIN 3235286-4.42057%
İzmir

KAPALI

06:27

SABAHA KALAN SÜRE

Oksana Kozak

Oksana Kozak

16 Temmuz 2024 Salı

    Türkiye Neden Üretim Ekonomisine Geçmiyor

    Türkiye Neden Üretim Ekonomisine Geçmiyor
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    “Türkiye üretim ekonomisine geçmeli” doğru bir tespit fakat üretim ekonomisine geçmek ne yazık ki çok zor

    Türkiye’nin ekonomik düzeni ne yazık ki devamlı enflasyon üreten bir sistem; enflasyon, piyasada ürünlerden daha fazla para olmasını ifade eder, bu sorun iki şekilde çözülür ya piyasadaki fazla para piyasadan çekilir/çektirilir ya da piyasadaki fazla paranın karşılığı olacak kadar piyasaya ürün sürülür. Üretim ekonomisine geçmek ikinci yöntemdir.

    Peki, Türkiye’de enflasyonun devamlı sorun olmasını engelleyecek kadar üretimin rakamsal kaşlığı nedir? yüzlerce milyar dolarlık ürün! bu kadar büyük bir meblağın üretimi için gereken yatırım nedir? en azından trilyon dolar!

    Peki, biz bu trilyon dolar ile ifade edilen üretime nasıl ulaşabiliriz?

    1. doğrudan yatırım: Türkiye’ye en iyi zamanında yıllık 25-30 milyar dolar doğrudan yatırım geldi, şu an ise bu oran yarı yarıya düşmüş durumda. Bizim en iyi zamanımızdaki rakamlarla bile bu sorunu doğrudan dış yatırımlar ile çözmek mümkün değil. 

    2. yerli finansman: Türkiye’de tasarruf oranları %12-13(yakın zamanda değişmişse bankacı arkadaşlar bilgi versin düzelteyim.) bizden zengin ya da fakir ülkelere göre çok çok az, bu rakamlarla çok daha küçük ihtiyaçlar bile karşılanamaz, trilyon dolarlık yatırım ise sadece hayal… bizim tasarrufumuzun az olmasıyla beraber ,tasarruf alışkanlığımız yüzünden yerli sermaye ile yatırım yapma ihtimali tasarruf oranımıza göre bile az çünkü yerli yatırımcı uzun vadeli tasarruf yapmıyor, aylık yatırım yapıyor, bir yatırımı finanse edebilmek için 10 yıl gibi vadeli kredilere ihtiyaç vardır. Geriye kalıyor yabancı finansman (dış borç)

    3. dış borç: Türkiye’de uzun vadeli krediler ne yazık ki hep yabancı finansman (yerli banka ile olsa bile banka yabancıdan borçlanmak zorunda kalıyor) ile sağlanıyor, Türk ekonomisinin dış borç kapasitesi yıllık milli hasılanın %50’si civarında bu oranın ne zaman üzerine çıkarsak ekonomide sorunlar baş gösteriyor ve bu borçlanma kapasitesi de ne yazık ki üretim ekonomisine geçmemiz için gereken sermayeye göre çok az.

    Bunlar olmayınca da enflasyon sorunu para politikası ile çözülmeye çalışıyor ama onun da önünde demografi problemi var.

    Peki, bir finansman sorunu çözülse Türkiye üretim ekonomisine geçer mi? 

    Hayır, mümkün değil çünkü Türkiye’nin üretmeme kadar üretememe problemi de var yani para olsa her şeyi üretebilecek kapasitemiz yok, bu da ancak eğitim ile sağlanır o konuda da iyi değiliz. Peki, eğitim sorunu da çözüldü (5-10 senelik bir süreç ve çok çetrefilli, girdi çok uzun olmasın diye ayrıntıya girmiyorum) o zaman üretim ekonomisine geçer miyiz? hayır çünkü üretim ekonomisine geçmenin birinci adımı bunu istemektir, bizim iş dünyasında “bir şeyler üretmek isteyen yok”.

    İSO 500 (Türkiye’nin en büyük 500 şirketi) içinde geçen sene araştırma ve geliştirmeye harcanan para %0,5 idi (daha önceki senelere göre düşmüş) biz her şeyi bulduğumuz için arama derdimiz yok 🙂 bir de yanlış anlaşılma olmasın İSO 500 içinde araştırma ve geliştirmeye para harcayan 254 şirketin ortalama harcaması bu, 246 adet şirketimizin zaten çöpe atacak parası yok. Peki bu büyük çabanın sonucu ne? teknoloji yoğunluğuna göre üretilen katma değerin sadece %3-4’ü yüksek teknoloji, (bence fazla bile) düşük teknoloji %60 civarında.

    Türkiye’deki mevcut güçlü şirketler bu kafa ile giderse üretim ekonomisine geçmek bir yana mevcut durumumuzu korumak bile bence son derece iyimser.

    Şu anda Dünya’daki en büyük tekil yatırımcı, Norveç’in ulusal fonu

    1990’dan beri, tam 1 trilyon dolarlık birikim yarattılar ve Dünya’daki tüm borsalarda işlem gören hisselerin %1.4’üne sahipler. Sadece 2017 yılında bu fonun getirisi 131 milyar dolardı. Norveç 5 milyonluk bir ülke, Ankara kadar hepi topu. Neredeyse hiç çalışmadan, sırf bu fonla geçinebilirler. Birleşik Arap Emirlikleri ve katar gibi ufak ülkelerin de yüz milyarlarca dolarlık fonları var.

    Chavez de bunu yapabilirdi, Dünya’nın en büyük petrol rezervlerinden birine sahipti. Ama onun kurduğu fonun asıl amacı, özel sermayeyi devleştirmek ve denetimsiz biçimde devşirmekti. Petrol parasını akılcı yatırımlara değil, yandaş beslemeye ve popülist projelere kullandılar.

    Örneğin 2015’te iç piyasada petrolün fiyatı, galon başına (3.78 litre) sadece 6 sentti. Bunu “halk hizmeti” sananlar şunu anlamıyor: sudan ucuza petrol satan ülke vatandaşına kötülük yapıyor demektir. Devlet bütçesinin çeyreğini bu şekilde heba ettiler. Sübvansiyonların gerçek maliyetini kavrayamayan ahmaklar için kahraman oldu Chavez.

    Zaten ABD ile olan sürtüşmeden de puan kazanıyordu (en büyük ticaret ortağı ABD olmaya devam etti gerçi). Bu sayede, ülke batarken bile kötü yönetimi değil, dış güçleri suçlayan milyonlar oluştu. Tanıdık geldi mi?

    Kısa süre önce tamamen petrole bağlı bir ülkenin 2020 hedefi ne biliyor musunuz? petrol dışı gelirlerini %80’e çıkarmak.

    Hele Dubai iyice ilerde: petrol ve gaz GSMH’nin sadece %5’ini oluşturuyor. Bugün petrol bitse, bu herifler tık demeyecekler. Türkiye’deki muhalif kesimin pek beğenmediği Arapların kafası, Chavez ve benzerlerinden daha iyi çalışıyor…

    Türkiye’nin Venezuela’dan farkı

    Merkeziyetçilik, popülizm, yandaşlar, zenofobi, ideolojik parasal yönetim, kuvvetler ayrılığı, denetimsiz fonlar… hepsi tanıdık geliyordur. Mesela varlık fonu içinde bugün THY, Halkbank, ziraat, PTT, BOTAŞ, borsa, ne ararsan var. Bizdeki yeni zenginlik yaratmak için kurulmuş bir düzen değil maalesef…

    Türkiye, turizmde olduğu gibi dört beş saatlik mesafede erişilebilen, 365 derecedeki bütün komşularına, Afrika ülkelerine, Avrupa Birliği’nin tamamına ve Amerika Birleşik Devletleri’ne ihracat yapma kabiliyeti yüksek bir ülke. Bu fırsat yerli yerinde değerlendirilip, kitlesel bir motivasyona dönüştüğünde, önümüzdeki yıllarda Güney Kore ve Almanya modeli bir üretim tipi karşımıza çıkmış olacaktır. Zaman zaman Çin modeli benzetmeleri yapılsa dahi, Türkiye’nin ne demokratik tutumu ne sanayi altyapısı ne de ölçeği Çin ile benzer değildir. Türkiye daha çok Japonya, Güney Kore ve Almanya modelinde bir ülke olma yolunda yürümelidir.

    Aslında bir ülkede üretimin devrime dönüşmesi, teker teker başlıklar ile ilgili değil, toplumsal ruh ile ilgilidir. Türk milleti mücadele etmeyi, krizle baş etmeyi, devrim yapmayı sever. Teyakkuz, cesaret, baş etme ve devlerle yarışma, bu milletin mayasında var. Yeter ki milletin azmine rehberlik edecek bir devlet mekanizması bu işin bayraktarlığını yapsın.