18 Haziran 2023 Pazar
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
Rifat Sait
24.Dönem İzmir milletvekili
Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi (BASAM) Başkanı
rifatsait@gmail.com Twitter : @saitrifat
Balkanlarda önümüzdeki günlerde ciddi bir hareketlilik yaşanabilir. Hatta bu hareketlilik haritalarda değişikliklere neden olabilir. Çeşitli teoriler var. Bu hareketliliğe yeni bir Balkanization diyebiliriz. Olası değişikliklerde, Panslavizm, Panarnavut, Pantürk (Turancılık), Ortodoks ideolojisine dayanan Rus Avrasyacılığı, Türk-Slav birliği veya Müslüman unsurlar olan Türk-Arnavut-Boşnak-Pomak birliği etkili olabilir. Aktörler ise Yahudi lobileri tarafından tetiklenen ve/veya Aryan beyaz ırk ve Neocon gibi grupların yönettiği ABD, Rusya, AB (Özellikle Almanlar) ve Türkiye olacaktır. Balkanlarda böyle birçok bilinmeyenli satranç tahtasından bahsediyoruz. Şimdi bu çok bilinmeyenli satranç tahtasındaki oyunları detaylandıralım.
Avusturyalı ekonomist Günther Fehlinger ve Kosova doğumlu (Arnavut kökenli) Belçikalı gazeteci Ekrem Krasniqi’nin EUobserver.com sitesinde birlikte hazırladıkları makaleleri, Balkan Benelüksü ismiyle ilginç bir fikrin doğmasına neden oldu. Makalede, 8 milyon kişilik bir pazarın oluşturulabileceği ve bunun söz konusu ülkelerin AB üyeliğini de hızlandırılacağı, aksi takdirde AB üyeliği için 2030’ların beklenilmesinin gerekeceği savunuluyor. Ancak öneri bir makale boyutunu aştı ve etkisi çığ gibi büyüdü; analistler kadar birçok siyasi de tartışmaya katıldı. AB yetkilileri projeyi benimsedi ve destek açıklamasında bulundular. Karadağ sessiz kalırken, Kosova öneriye çok sıcak bakmadığını ifade etti. Aslında bu proje bir anlamda “Büyük Arnavutluk” teorisini akıllara getirdi. Zira makalede “Benelüks” tabiri, genelde Arnavutların yaşadığı coğrafi bir bölgeyi kapsıyor. Arnavutluk, Kosova, Makedonya ve Karadağ’ı kapsayan bu proje de ister istemez “Büyük Arnavutluk” düşüncesini bu şekilde devreye sokulduğu fikrini doğuruyor. “Büyük Arnavutluk” denilen bölge Çam Arnavutlarının yaşadığı Yunanistan’ın Epir Bölgesi (kuzeybatısı), Karadağ’ın doğusu ile Sırbistan’ın yine Arnavutların yoğun yaşadığı Preşova Vadisi ve hatta esasen Boşnaklara yaşadığı topraklar olan Sancak bölgesini ve Makedonya’nın bir kısmını kapsıyor. ABD’nin desteklediği bu oluşumun sonunda doğal Arnavutluk devletinin kurulması finaldir.
Büyük Arnavutluk’un startı Arnavutluk ile Kosova’nın birleşmesiyle verilir. Bu fikrin Kosova’daki en ateşli savunucularından olan –Kendi Kaderini Tayin Hareketinin (Vetëvendosje) arka plandaki Genel Başkanı- Albin Kurti, Arnavutluk ile birleşme düşüncelerinin ciddiye alınması gereğini savunmaktadır. Kosova’da geçen hafta yapılan erken genel seçimlerde Kendi Kaderini Tayin Hareketi (Vetëvendosje) tek başına girdiği seçimlerde ikinci parti olmuştur. Bu büyük bir başarıdır. Hatta belki de birinci parti dememiz gerekiyor zira birinci olan PAN koalisyonu içinde pek çok parti vardır. Bilindiği gibi Kosova’daki erken genel seçimde en fazla oyu alan Kosova Demokratik Partisi (PDK), Kosova’nın Geleceği İçin İttifak (AAK) ve Kosova İçin Girişim (NİSMA) öncülüğündeki “PAN” ittifakı zaferini ilan etmişti. Önümüzdeki günlerde PAN ile Kendi Kaderini Tayin Hareketi (Vetëvendosje) ortak bir hükümet kurma anlaşmasına giderlerse Kosova ile Arnavutluk giderek yakınlaşacaktır. Tam burada Kosova bayrağı ile ilgili ilginç bir bilgiyi de sizlerle paylaşmak isterim. Kosova’nın bayrağındaki altı yıldız kimilerine göre Türkler de dâhil olmak üzere, ülkede yaşayan 6 farklı etnik grubu temsil ediyor. Ancak başka bir iddiaya göre de Bayrak’taki altı yıldızın Balkanlardaki altı Arnavut toprağını ifade ettiğin düşünülüyor. Yani Kosova, Arnavutluk, Çamerya (Yunanistan Yanya vilayeti) Karadağ, Preşeva vadisi ve Makedonya.
Diğer taraftan önümüzdeki hafta genel seçimlere gidecek olan Arnavutluk’un Başbakanı Edi Rama, yakın tarihte “Politıco” gazetesine verdiği mülakatta, AB ile sıkıntı yaşanması durumunda Arnavutluk’un Kosova ile birleşebileceğini söylemişti. Rama, Balkanlarda barışın korunabilmesi için tek seçeneğin, AB yolunun açık kalmış olması, AB perspektifinin net olması ve AB karşı duyguların pozitif kalması olduğunu vurgulamıştı. Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın Kosova’yla ilgili ifadeleri, hem Sırbistan hem de Kosova’da popülist ve seçimlere dönük olarak yorumlanmıştı. Ancak bu açıklamaları ciddiye alanlar da var. Özellikle Kendi Kaderini Tayin Hareketinin (Vetëvendosje) arka plandaki Genel Başkanı- Albin Kurti’nin Arnavutlukla birleşme düşüncelerini Almanya’nın “Frankfurter Allgemeine Zeitung” gazetesi, “Panarnavut Rüyaları” başlığı altında bir makalede değerlendirmiş ve Kosova’daki bu son genel seçimlerde büyük bir başarı sağlayan “Kendin Karar Al” Hareketinin Kosova muhalefet lideri Albin Kurti’nin “Arnavutlarla birleşmek” konusunda savunduğu fikirlere, diğer Arnavut partilerinden de bazı bireylerin sıcak baktığını yazmıştır. Kurti’nin düşüncelerinin günümüzde kabul edilmez olduğuna dikkat çeken adı geçen Alman gazetesi, Alman parlamentosunda yeşiller milletvekili Mairuluize Bek’in, Batı Balkanlarda sınırların değişemeyeceğinin ve bu yöndeki buna benzeri bir talebin zaten çatışmalarla dolu olan bölge için büyük bir tehlike oluşturduğunu dikkat çekmiştir.
Önümüzdeki hafta yapılacak Arnavutluk seçimleri bütün bu teoriler için oldukça önemli bir etken olabilecektir. ABD’nin destek verdiği bu proje Arnavutların AB’den Uzaklaştırılmasına neden olabilir. Bu bağlamda Amerika’nın Kosova ve Arnavutluk ile kurduğu sıcak bağlar dikkat çekmektedir. ABD’nin Kosova’nın Ferizaj kentine yaptığı Avrupa’nın en büyük askeri üssü (Bonsteel) oldukça önemlidir. Öte yandan “Büyük Arnavutluk” projesinin gerçekleşmesinin mümkün olup olmadığından ziyade gerçekleşmesi durumunda Arnavutların nasıl etkileneceği asıl sorgulanması gereken nokta gibi görünüyor. Kuşkusuz ki projeyi gerçeğe dönüştürme çabaları var, sürüyor. Ancak bir de bunu “Müslüman tehdidi” olarak lanse eden, bu yolla “Ortodoks Ekseni” çizmek ya da “Hıristiyan İttifakı” oluşturmak için destek almaya çalışan başka büyük devlet hayalcileri var. Tarih gösteriyor ki bu coğrafyadaki en büyük katliam ve soykırımlar da bu şekilde gerçekleştirilmiştir. Kullanılan söylemler destek sağlamış olmalı ki, bugün “katliamlara sessiz kalan bir Batı”dan ya da direk yardımcı olan Ortodoks ülkelerden bahsedilebiliyor. Bu olayda Arnavutlar büyük bir tuzağa da çekiliyor olabilir. Çok dikkatli olunması gerekir. Zira ABD’ye hiç güven olmaz. Kosova seçimleri sonrasında Sırbistan Delo gazetesi, seçimleri kıl payı kazanan eski UÇK’lı komutanların ABD’den yardım almış olma ihtimallerini yazdı. Gazetede çıkan makale şu şekilde:
“Bölgedeki birçok uzmana göre, gerek savaş koalisyonunun Kosova’daki zaferinde gerekse paramiliter örgüt UÇK’nın eski asiler liderlerinin seçimlerden güçlenerek çıktığı Makedonya’daki hükümet kabinesinde ABD’nin parmağı var. Aynı uzmanlara göre ABD ile UÇK arasındaki aşk, olgunluk dönemine erişmiş durumda. Bu aşkın meyvesi ise Balkanlarda kurulacak iki ayrı UÇK hükümeti olacak. UÇK hem Priştina hem de Üsküp’teki hükümet yapılarının daima bir parçası olagelmiş olsa da, Tiran’ın açık müdahalesi nedeniyle de Büyük Arnavutluk eğilimlerine karşı temkinli olmakta fayda var. Uzmanlara göre bunun sebebi, uluslararası teşkilatların giderek zayıflayan etkisi.“ Sırp gazetesinin taraflı olduğunu ve bu şekilde abartılı yazdığını biliyoruz. Ancak her şeyi de hesaba katmak gerekiyor.
ABD, Kanada ve Türkiye’de çok güçlü lobileri olan Arnavutlar, Balkanlar’ın geleceğinde artık eskisinden daha fazla söz sahibi olacak durumdadırlar. Bu nedenle eskisi gibi bölünmüş ya da parçalanmış bir Arnavut dünyası değil ama tek ve büyük bir devletin çatısı altında birleşmiş Doğal Arnavutluk’u oluşturabilmenin çabası içindedirler. ABD’nin kontrolündeki bu oluşumların sonucunu izleyip göreceğiz.
ABD’nin projelerinin karşısında AB’nin ve özellikle Almanların de Balkanlar için çalışmaları var. Mart Ay’ında Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecindeki altı Batı Balkan ülkesinin başbakanları, Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’da düzenlenen “Batı Balkanlar 6: Saraybosna Başbakanlar Toplantısı”nda buluştular. Bosna Hersek Meclisi’ndeki toplantıya Bosna Hersek Bakanlar Konseyi Başkanı Denis Zvizdic, SırbistanBaşbakanı Aleksandar Vucic, Kosova Başbakanı İsa Mustafa, Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, MakedonyaBaşbakanı Emil Dimitriev, Karadağ Başbakanı Dusko Markovic’in yanı sıra AB Komisyonu Komşuluk ve Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn ve İtalya Dışişleri Bakanı Angelino Alfano da katıldı. Toplantıda bölgenin ekonomik gelişimine odaklandıklarını kaydeden Hahn, Batı Balkanlar’da “ortak ekonomik pazar” oluşturulması konusunu da ele aldıklarını dile getirdi. Hahn, bölgede ortak bir pazar oluşturulmasının, 80 bin kişiye istihdam olanağı sağlayacağını vurgulayarak, “Ortak pazar, AB üyelik sürecindeki Batı Balkan ülkelerinin gelecekte atacağı adımlar için de önemli olacak.” değerlendirmesinde bulundu.
Çatışmalı bir geçmişi paylaşan altı ülkenin başbakanlarının bir araya gelerek ortak bir geleceği tasarlamaya çalışmaları, olumlu bir gelişmedir. Ancak bölgede çeşitli gerilimlerin devam etmesi, Balkanlar’ın halen “bir barut fıçısı” olduğunu kanıtlar niteliktedir. Balkanların istikrarlı bir ortama kavuşması için yerel liderler, kapsayıcı çözüm önerileri sunma konusunda yetersizdir. Öte yandan AB yetkilileri de bu çözüm önerilerine katkı sağlamakta istekli görünmemektedir.
Altı Balkan ülkesi; bölgesel işbirliği, ekonomi ve ticaret konularında yapılan görüşmelerde bir fikir birliğine varmasına ve ülkelerinin “AB entegrasyonu konusunda ilerleme kaydetmeye devam ettiklerini” vurgulayan ortak bir bildiri imzalamasına rağmen; zirvede, katılımcı ülkeler arasında şiddetli tartışmalar yaşanmıştır. Zirve sonrası Sırbistan Başbakanı Vuciç, gazetecilere: “Zirvede muhteşem fotoğraflar ve harika saç modelleri görüldü ancak zirve bittiği anda çatışmalar tekrar başlayacak.” Demiştir. Bu açıklamalar, zirvede alınan kararların gelecekte uygulamaya konması hususunda tarafların somut adım atmayacağını göstermektedir.
Saraybosna zirvesinin yapıldığı günlerde, Neum şehrinde de ayrı bir toplantı düzenlenmiştir. Bu toplantı, Boşnak ve Hırvat ağırlıklı Bosna-Hersek Federasyonu’nun yeniden örgütlenmesi ve ülkede yeni bir Hırvat çoğunluğun sağlanması yolunu açmaya yönelik olarak Bosnalı Hırvatlar ve Hırvatistan halkı arasında düzenlenmiştir. Toplantıya katılan Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı’nın Hırvat üyesi Dragan Coviç’in “Bosna-Hersek’in geleceğinin belirsiz olduğunu” vurgulaması oldukça dikkat çekicidir. Balkanlar’daki gerginliğin artmasının bölge ve Avrupa için ne kadar tehlikeli olduğu açıktır. Açık bir AB perspektifi çizilmediği takdirde, bazı Balkan ülkeleri AB üyeliğine olan ilgisini kaybedecektir. Dolayısıyla bölgedeki milletlerin geçmişte görüldüğü gibi milliyetçilik dalgasına kapılması muhtemeldir.
Diğer yandan Brüksel’in birkaç yıl önce söz verdiği gibi bazı Balkan ülkelerinin AB’ye katılma perspektifi, uzak geleceğe kalmış durumda. Örneğin Kosova, Bosna-Hersek’teki Boşnaklar ve hatta belki de Arnavutluk. Kosova için geçtiğimiz ilkbaharda, yerine getirilmesi için gerekli koşullardan dolayı tamamen hayali olan gevşek bir Ortaklık Anlaşması görüşülmüştü. Diğer tarafta toplumsal krizin derinleştiği Sırbistan da yükselen milliyetçiliğe tanık oluyoruz. Sırbistan 2014’ten beri AB’ye girme görüşmeleri yapıyor ve hâlihazırda Brüksel’in talep ettiği bazı “reformları” uygulamaya koymuş durumda. Bununla birlikte, AB’nin genel krizi göz önünde bulundurulduğunda, bizzat üye devletlerin çoğu gerçek bir katılımdan giderek uzaklaşıyorlar. Brüksel, Moskova’nın Sırbistan üzerindeki etkisinden kaygıyla söz ediyor. Belgrad, Moskova’dan yılda 10 milyon dolar yardım alırken, AB’den 190 milyon dolardan fazla alıyor.
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’nun Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Üyesi Johannes Hahn, Batı Balkanlar’da ortak bir pazar oluşturulmasının bölgeye daha fazla yatırımcı çekeceğini ve yeni istihdam alanları yaratacağını ifade etmişti. Hahn, Sırbistan’ın başkenti Belgrad’daki temasları kapsamında, Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic ile görüşmüştü. Johannes Hahn, cumhurbaşkanının konuklarını ağırladığı Barış Villasındaki görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında, Batı Balkanlar’da oluşturulacak ortak bir pazarın bölge ülkeleri için iyi bir fırsat olduğunu ifade etmişti. Bu pazarın 20 milyon kişiyi kapsayacağının altını çizen Hahn, ortak pazar kurulmasının eski Yugoslavya ülkeleri ile Arnavutluk’un da buna dahil olması anlamına geldiğini ve bunun, bölgeyi AB üyeliğine hazırlayacağını söylemişti. Doğru olabilir ama uygulama konusunda ne kadar realist olduklarını görmek için beklemek zorundayız.
Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic de Hahn’ın bölgede ortak pazar oluşturulması önerisine destek verdiğini belirterek, “Ortak pazar oluşturmayı başarırsak, bölgeye daha fazla yatırımcı çekeriz. İşte o zaman bugün sahip olduğumuzdan fazlasına sahip oluruz.” Demişti. Ortak pazar oluşturulması konusunda bölge ülkelerinin liderleriyle de görüşeceğini aktaran Vucic, Sırbistan’ın en önemli hedeflerinden birinin de ekonomik büyüme olduğunu vurgulamıştı. .
Peki ya Almanlar? Önceleri Balkanlara hiç karışmayan Almanlar, adeta İngilizlerin yerini alarak sahneye çıktılar ve biz de varız dediler. Balkanlardaki muhtemel hareketlilik için Avrupa Birliğini ve özellikle de Almanya’yı da analiz etmek gerekiyor. NATO güçlerinin, 24 Mart 1999’da Sırp hedeflere yönelik gerçekleştirmeye başladığı müdahaleye Almanya da dahil olmuş ve böylece Almanya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez bir askeri harekâta katılmıştır. Bir başka deyişle 1949’da Batı Almanya kurulduğundan bu yana ilk kez dış politikasında askerî araç kullanılmıştır. Bosna Savaşı’nda yaptırımların ve uçuşa yasak bölgenin denetlenmesi gibi çalışmalara katılmak bile Alman iç politikası açısından ciddi sorun teşkil etmişken, Kosova meselesinde doğrudan savaşa katılması benzer bir duruma yol açmamıştır. İki buçuk ay süren NATO müdahalesine 15 Alman savaş uçağı katılmış ve yüzlerce Alman destek birliği görev almıştır.
Doğu politikası ile Alman dış politikasında yumuşama, diyalog, uyum ve eşitliğin önü açılmıştır. Keskin hatları ile Almanya’yı dış politikada kısıtlayan Hallstein doktrini yerine “Yeni Doğu Politikası” Almanya’nın dış politika alanını özgürleştirmiş; Hallstein’daki tehditler, “Yeni-Doğu Politikasında fırsat olarak okunmuştur. Doğu politikasındaki esneklik Helmut Schmit döneminde de (1974-1982) dış politikada hareket alanı sağlamıştır. Geçenlerde vefat eden Helmut Kohl döneminde ise iç politikaya yoğunlaşan odak noktasına rağmen dış politika ile ilişkiler özellikle ticari düzlemde ihmal edilmemişti.
2006 yılında yayımlanan ve Almanya’nın güvenlik politikasına ilişkin stratejisinin duyurulduğu Beyaz Kitap’ta da belirtildiği üzere: “Batı Balkanlar öncelikle Avrupa’nın ve ardından Almanya’nın güvenliği için elzem bölgedir. Almanya’ya coğrafi olarak son derece yakın olan Batı Balkanlar’da, Almanya’nın hususi çıkarları bulunmaktadır.
Almanya Beyaz Kitap’ta, bu coğrafyada gelecekte yaşanabilecek olası çatışmaların engellenmesi için milli devlet prensipleri ve etnik çeşitlilik arasında uyumun sağlanabilmesi açısından problemli noktaların çözülmesi gerektiğini düşünmektedir. Almanya’ya göre bunları başarmanın esas yolu Güneydoğu Avrupa ülkelerinin “Batı”ya uyum ve entegrasyonundan geçmektedir.
Batı Balkanlar’da yükselen istikrarsızlığın çözümünde Amerika Birleşik Devletleri’nin ana aktör olarak rol alması; yani, Avrupa içindeki bir soruna, Atlantik ötesi bir devletin müdahil olması “Kıta Avrupa’sı devletlerini rahatsız etmiştir. Avrupa’nın “Bu bizim iç sorunumuzdur.” dediği bölgenin istikrarına ilişkin problemlere Almanya; Bosna-Hersek ve Makedonya’daki barışı koruma operasyonlarıyla müdahil olmuş, Kosova’da ise barışı tesis etme operasyonuna katılmıştır. Almanya ve Batı Balkan ülkeleri arasındaki bağlar birden fazla hat üzerinden işletilmektedir. Bu hatlardan biri Avrupa Birliği’dir. Batı Balkanlar, öncelikle Avrupa güvenliği ve entegrasyonu, sonrasında Almanya güvenliği ve istikrarı için önem arz etmektedir.
Balkanlar konusunda uzman olan gazeteci Norbert Mappes-Niediek, kısa süre önce Deutsche Welle’ye şu açıklamada bulunmuştu: “Avrupa bir barut fıçısı ama Balkanlar bir fünye. En tehlikeli şey çatışmalar. Bunlar dışlanamaz. Tam da dünyanın bu kadar istikrarsız hale geldiği ve artık herhangi bir baskın gücün olmadığı mevcut durumda, Balkanlar’daki çatışan tarafların büyük güçler arasında müttefikler araması daha da kolaylaştı. Bu, 1914 gibi bir durum. En önemlisi, bu korkuya yol açmalı.” Meşhur Heidelberg Uluslararası Çatışma Araştırması Enstitüsü’ne (HIIK) göre, şu anda bölgede 18 çatışma gözlemlenebilir durumda. Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü Stiftung Wissenschaft und Politik’in (SWP) Brüksel ofisi başkanı Dusan Reljic, Deutschlandradio Kultur’e şunları söylemişti: “Balkanlar’da Yugoslavya’nın ardılı devletlerarasındaki ilişkiler, yirmi yıldır bu kadar kötü olmamıştı. Balkanlar’da (Bosna’da, Sırbistan’da ve Kosova’da) önde gelen politikacılar, sınırların nasıl yeniden çizileceğini düşünüyor; hatta yeni bir savaş tehlikesinden söz ediyorlar.” Reljic’e göre, Balkanlar’daki milliyetçiliğin “kendi başına bir varlığı” yok; o, toplumsal ve ekonomik koşulların bir ifadesidir. Hatırlanacak olursa Graz Üniversitesi Doğu Avrupa Araştırmaları Merkezi’nden Florian Bieber, “Liberal demokratik bir uzlaşma düşüncesi artık mevcut değil.” Demişti. Güneydoğu Avrupa’daki demokrasi krizi herkes tarafından görünüyor.
Bütün bunlar olurken Rusları asla unutmamak gerekiyor. Rusya, Osmanlı döneminden beri Balkanlara ilgilidir. Rusların, başta Sırplarla birlikte düşündükleri bölgede Slav Birliği (Panslavzim) çabaları vardır. Ayrıca Ruslar Rus akımı denilen doğal gaz enerji nakil koridorunu Balkanlar üzerinden Avrupa’ya taşımak istiyorlar. Rusların elinde Avrasyacılık argümanı da bulunmaktadır. Rus Avrasyacılığında lider Ruslardır. Avrasyacılık çatısı altında pek çok değişik millet bir araya gelmiştir. Bu çatı Tatarları, Slavları, Finleri, Farsları, Kafkas halklarını kendi milli kültürünü de koruyacak biçimde ortak amaç etrafında birleştirmektedir. Fakat Rus Avrasyacılığı önündeki en büyük engel Amerika’dır. Ruslara göre ABD karşısında alınabilecek bir yenilgi Avrasya projesini de başarısız kılacaktır.
Görüldüğü gibi ABD’nin Balkanlardaki planlarının karşısında hem AB hem de Rusya vardır. Zira çıkar çatışması yaşanacağı kesindir. İşte bu güç çarpışmasında Balkanlarda Türkiye’nin kilit ülke olabileceğini görüyoruz. Örneğin Rusya’da son dönemlerde Bagramof’un ortaya attığı “Türk-Slav Birliği” esasına dayanan teori sıkça tartışılmaktadır. Bu yeni teori geçmişte önemli bir tarihi birikime sahip Altın Ordu Devleti bünyesindeki Türk-Müslüman topluluklara Rusya tarihinde hak ettikleri değeri vermeyi öngörmektedir. Avrasyacılığın başarıya ulaşabilmesi için Türk ve Slav topluluklarının birlikte hareket etmelerinin gerektiği üzerinde durulmaktadır. Avrasya tabiriyle coğrafi değil, kültürel birlikteliğin amaçlandığı düşünüldüğünde bu birliktelik ancak Türk ve Slav topluluklarının ortak amaç etrafında bütünleşmesiyle başarıya ulaşacaktır. Avrasya kıtasında Türk-Slav birlikteliğine en fazla ABD ve Almanya muhalefet etmektedir. ABD, Türkiye’nin Rusya ile ortak amaç etrafında birleşmesini kendi çıkarları açısından zararlı görmektedir. Avrasya kültürünün en önemli belirleyici unsurunun Turan (Türk) çizgisi olduğunu gözden kaçırmamak gereklidir. Son dönemde Rusya ile yakınlaşmamız ve Türk-Rus ilişkilerindeki gelişmeler bu bakımdan son derece önemlidir.
Balkanlar’da yeni bir Balkanization yaşanabilir dedik. Balkan coğrafyasındaki muhtemel değişiklikler için çeşitli iddialar var. Örneğin Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Karadağ gibi ülkelerin küçülebileceğinden bahsediliyor. Diğer yandan Macaristan, Makedonya ve Arnavutluk gibi ülkeleri büyüyebileceğinden bahsediliyor. ABD’nin öncülüğünde Macar, Arnavut, Makedon ve Yahudi lobilerinin desteklediği yeni oluşum, şu şekilde tahmin ediliyor: Birinci Dünya Savaşı sonrasında küçültülen Macaristan da tarihten gelen haklarını talep ederek yeniden eski hâline dönmek üzere Voyvodina ve Transilvanya’nın kendisine bağlanmasını isteyebilir. Bir buçuk milyon Macar’ın Romanya sınırları içindeki Transilvanya’da, gene bir milyon Macar’ın da Sırbistan sınırları içinde Voyvodina bölgelerinde yaşaması, Macar milliyetçiliği açısından ciddî bir sorundur. İkinci dalga Balkanizasyon, Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’yı küçültürken, Arnavutluk, Makedonya ve Macaristan’ı büyüterek eski doğal durumlarına getirebilir. Görüldüğü gibi karma karışık bir satranç tahtasında çok sayıda oyuncu ve her birinde farklı stratejilerin olduğu bir Balkan coğrafyası. Boşuna demiyoruz, Balkanlar çok önemli, ihmale gelmez diye.