04 Temmuz 2014 Cuma
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
Yüzyılın başında sahibi olduklarımızın birçoğu artık bizim değil. Balkan coğrafyası da bunlardan biri. Yitirdiklerimizin belki de en önemlisi. Bir varmış, birde bakmışız ki yok olmuş. Kayıp gitmiş avuçlarımızdan o canım topraklar. Peşinde dağ gibi sorunlar bırakarak, kaderiyle baş başa kala kalmış. O günlerin bakiyesi mi? Sadece, üzerinde Cumhuriyetimizin kurulduğu anavatanımız. Fevkalade zorluklarla Cumhuriyetimizi “son kalemiz” ilan edebilmişiz. Cumhurun ispat-ı vücut edebildiği yeni bir rejim. Ülke gidişatına yön verebileceği ve kaynağı halkımız olan, varlığımız olan, demokratik bir sistem. Ancak onunla “varız” diyebileceğimiz bir tarz. Milletimize ait elde kalan “son kale”. Anayasal hak ve hürriyetlerimizi teminatı altına alan, demokrasi ve hukuk surları ile teçhiz edilmiş dev bir kale. Ama “son kale…” Cumhuriyet, böylesi bir fazilet. Hak ve hukuk rejimi. Hal böyle iken, geçmiş bazı uygulamaların bu yönde olmadığı da aşikârdır. Hukuk ihlalleri; siyasi, sosyal ve ekonomik yaşamımızı sık sık zora sokmuştur. Demokrasiyi durma noktasına getirmiş. Hatta zaman zaman da durdurmuştur. Yakın tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. Gelin bunları biraz açalım.
SEVGİ, SAYGI VE HOŞGÖRÜ
Milletimizin hamuru, asırlar boyu sevgi ve hoşgörü ile yoğruldu. En zor zamanlarında bile barış ve kardeşlik dedi. Anlayış dedi. Tahammül ve karşılıklı tolerans istedi. Toplumsal diyalogun olmazsa olmazlarıydı dilenenler. Cumhuriyet dönemine kadar da bu böyleydi. Fakat bu dönemdeki hukuk dışılıklar, bu değerleri allak bullak etti. Doğrularla yanlışların yeri değiştirildi. Diyalogsuzluk adına ne varsa, bir bir sahnelendi. Figüran olarak, geniş halk kitleleri kullanıldı. Acımasızca, pervasızca, öldüresiye kullanıldı. Toplumsal barış, uzlaşı ve kardeşliğin yerini güvensizlik aldı. İnsanlar birbirine selam vermeye korkar oldular. Karanlık eller, yıllarca ülke yönetimine sözde “yön” verdiler. Halkın değerlerini hiçe sayma pahasına yapıldı bunlar. Dizi dizi ölüm ve katliam haberleri yıllarca manşetlerden inmedi. Ekseri “aydınlar” halktan bihaber, nifak tohumlarının serpilmesine göz yumdular. Sonuçta, toplumsal diyalogumuz bitirildi. Çoğu meselelerin çözümü şiddette arandı. Kan gövdeyi götürdü. Memlekette kıtlık zuhur etti. Ekmek karneye bağlandı. Temel ihtiyaç maddeleri ise artık karaborsadaydı. Toplumsal huzur ve refahımız kalmamıştı. Kin, nefret ve düşmanlık toplumun her katmanına hâkimdi. Ardından da olaylar sökün etti. 1930’da düzmece bir Menemen olayı senaryolandı. Şeyh Said İsyanı, Dersim İsyanı ve daha birçoğu milleti sarstı. Milli Şeflik döneminden itibaren kamplara bölündük. Komünist-antikomünist, Laik-anti laikler türetildi. İslam’a olmadık saldırılar düzenlendi. Birçok Cami, ya kapatıldı yâ da başka maksatlarla kullanıldı. 1960’da darbe yapıldı. Bir Başbakan ve bazı Bakanlar asıldı. Aslında, asılan Cumhur’un iradesiydi. Ardından 61 anayasası geldi. Bu kez de sağcı ve solcu dediler. Zemin hazırdı. 70’li yılların siyasi olayları için düğmeye basıldı. Evladın babasını, kardeşin kardeşi vurduğu olaylar. Malatya, Çorum, Maraş olayları ve diğerleri. Burada da Alevi ve Sünni diye ayrıştırıldık. Kimimiz yezit oldu. Kimimiz kâfir. Millet farklı cephelerden bakar oldu birbirine.
ÖNCE KAOS SONRA YENİ DÜZEN
Sırada, 12 Eylül 1980 darbesi vardı. O da oldu. Önce kaos oluşturuldu. Sonra, “yeni düzen” kurduruldu. 650 bin kişi gözaltına alındı.517 kişi için idam istendi. 50’si idam edildi. 1.6 milyondan fazla insan fişlendi. On binlercesi hak mahrumiyetine uğratıldı. Vesayet anayasası olan 82 anayasası huzurlarımızdaydı. Aynı süreçte, Ermeni terör örgütü peyda oldu. Değişik ülkelerde, 50’nin üzerinde elçimizi öldürdü. Asala, yerini PKK’ ya devretti. Yedi düvelin omuz verdiği PKK maskeliler sahnedeydi artık. Marksist-Leninist ideoloji sahipleri, Müslüman Kürt kardeşlerimizin sözde ”hak arayıcıları” oldu. Kanlı eylemlerine, önce onların bebelerini öldürerek başladı. 50 binin üzerinde insan yitirildi. Ocaklar söndü. Göçler yaşandı. Onlarca gazeteci, yazar, düşünür ve din adamı öldürüldü. Laiklik mi? O, her zaman devredeydi. Dinsizlikle bir tutuldu. Her kesim için iki ucu keskin kılıç gibiydi. En çok da inananlara zarar verdi. Kız öğrenciler, başörtüleri ile okuyamaz oldular. Onlar için ikna odaları kuruldu. Ordu’dan binlerce kişi atıldı. Derken, 1993’de Madımak senaryosunu izlemeye başladık. Şimdi de Ergenekon zuhur etti. Özel yetkili mahkemeler kuruldu. Bugünlerde kaldırılıp yerine terör mahkemeleri kuruldu kurulacak. Çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü ve demokratik sivil anayasamız hala raftaki yerini muhafaza etmekte. Binlerce faili meçhul mü? Onların ekserisi hala meçhul. Ve daha niceleri… Velhasıl; Balkanların yitirildiği o günlerden, Son Kalemiz Cumhuriyet’e kolay gelmedik. Son kaleye sahip çıkmak adına, Muhterem bir zat’ın da dediği gibi, “sinelerimizi ummanlar gibi açabildiğimiz kadar açalım, birbirimize saygı, sevgi ve hoşgörü sunalım. El uzatmadığımız mahzun bir gönül, çalınmadık bir kapı bırakmayalım.” Zira “son kale” Cumhuriyetimizdir, Şu an üzerinde yaşadığımız ülkemizdir. Ona gözümüz gibi bakmak her Türk vatandaşının asli vazifesidir. Afiyetle kalın.