23 Ağustos 2018 Perşembe
15 Temmuz
AB’de Anlaşmazlıklar Devri
Vefa Tiyatrosu Yeni Sezonun İlk Oyunu ile Perdelerini Açtı
İsviçre’de silah talepleri arttı
Beyaz Eşyalarda Artık Sararma Olmayacak!
Yunanistan' ın Su Krizi ve Yangınlarla Mücadelesi: Turizm ve İklim Krizinin Çifte Darbesi
Ağaçlar kalem ve denizler mürekkep olsa, yinede Rabbimin sözleri tükenmeden hepsi tükenirdi. An geliyor ve insanoğlunun sözleri bitiyor ve ne diyeceğimizi bilmiyoruz. Hakikat bilincinin olduğu yerde o kadarda fazla kelâma ihtiyaç yok esâsında çünkü hakikatin lisânı tüm sahteliklere üstün gelecek güçdedir.
Dikkat ederseniz daha evvelki yazılarımda bizlerin gelecekde karşılaşabileceğimiz belâlardan ve kötülüklerden herdaim bahsettim ve başımızdaki seçilenleri uyardım. Ne dedim? Dedimki, suçluyu hep dışarıda aramak ve suçu başkasına atmak yapılabilecek en basit ve bir okadarda erdemsiz bir davranış biçimidir. Çünkü böyle yapmakla suçu başımızdan savmış ve kendi hata ve kusurlarımızı saklamış oluyoruz.
Batı felsefe ilminde argument fallcies denilen tartışma sırasında karşı tarafa üstünlük sağlamak için yapılan bel-altı vuruşlarıda denilen hatalar vardır ve çoğu insan maksatlı veya maksatsız bu hataları yapmaktadır. Bunlardan birisi olan base rate fallacy yani içinde bulunulan duruma göre karşı tarafı suçlamayı bizler çok iyi beceriyoruz, bizler yani tüm inananlar ve kendilerini İslam dinine tâbi kılanlar. Kılmayanlar için zaten sorun yok. Endülüs islam devletinin çöküşü, fransız ihtilalinin vuku bulması, osmanlı devletinin tarihden çekilişi, siyonizmin devlet haline gelişi, dünya savaşları neticesinde müslümanların birçok yerden çekilmek zorunda kalmaları ve sömürge konumuna düşmeleriki osmanlının yıkılışından sonra buna bizim devletimizde dahil olmuşdur, askeri darbeler, sekularizmin dayatmaları, tüm kanun ve nizamlarımızın batıdan kopya edilmesi, kuran hükümlerinin hayatımızdan tamamen çıkartılmaları, 15 Temmuz hain emperyalist darbe ve en son dolar darbesi tüm bu olanları nereye koyuyoruz ve dahada önemlisi bilimsel olarakdan nasıl analiz edebiliyoruz?
Batı felsefesinnden misâl veriyorum çünkü biz felsefe yapmayı bile yasakladığımızdan ve okullardan felsefe derslerini çıkarttığımızdan beri düşünemez ve ilerisi için kendi kendimize istikâmet çizemez olduk ve herdaim batının dayatmalarına maruz kaldık ve kalmayada devam ediyoruz. Bunun son misali olan dolar darbesindede aynı hatayı papağan gibi tekrarlıyor ve bizleri dış güçlerin ve emperyalizmin yıkmaya çalışdığını söyleyip duruyoruz aynı 15 Temmuz darbesinde yaptığımız gibi. Peki bu bir çözümmüdür? Hayır, böyle bir çözüm zaten olamaz çünkü düşünme kabiliyetimizi kullanmadan tembelcilik yaparak karşı tarafı suçluyoruz. Endülüs islam devleti niçin tarih sahnesinden çekilmek zorunda kaldı ve son üçyüz yıldır bizler niçin hertürlü aşağılanmaya maruz bırakıldık, sosyal, siyasi ve ilim alanlarında meydanı niçin batıya bırakdık? Bunun bilimsell olarak analizini yapan tek bir üniversite, vakıf, cemaat veya içimizden düşünenler topluluğu varmı?
Bakınız dolar darbesinden sonra devlet yetkililerinin ve insanların çoğunluğu hep bir ağızdan anlaşmışlarcasına bunun dış güçlerin işi olduğundan, Türkiyeyi kıskandıklarından gibi bilindik kılişeler kullanmakda olduklarını görmekde ve bu gibi söylemlerin kendimizi dahada içe kapanmamıza ve milliyetçilik denen tuzağın içersine daha hızlı şekilde çekilmemize sebebiyet vermekde olduğunun farkına varmamızın gerekliliğine inanıyorum. Artık ümmet olmakdan, birleşmekden kimse bahsetmeyip, daha fazla milliyetçi, yerli, Türk olmak gibi kavramların kullanılmaya başlandığını ve bununda bizleri ümmet olarak daha fazla içe kapanmaya hatta ufak devletcikler haline gelmemize sebebiyet verdiğini üzülerek analiz etmekdeyim. Yeryüzüne hak metod yani hak, doğru, esas, gerçek nizam olarak inen, Ademden Muhammed peygambere kadar devam eden bu silsilenin varisleri olan biz insanlar, evet insanlar diyorum çünkü Kuran sadece müslümanlara değil tüm insanlığa inmiş bir kitap olarak ilmin kapısını her insana açık tutmuşdur ve tutmaktadır. Bizler Allahın bu sünnetine aykırı davranarak kendimizi milliyetçilik hapishanesine hapsediyor ve dünya ile ünsiyetimizi kesiyoruzki şahsıma göre bu çok vâhim bir hatadır. Bizler niçin suriye, ırak, iran, afganistan, pakistan, azerbaycan ve daha nice kendini kuran hakikatine bağlı kılan topluluklar biraraya gelipde emperyalist zincirleri kıramıyor aksine onların tuzaklarına düşüp kendi kendimizi hapishanelere mahkum ediyoruz? Suriye sınırına çekilen beton duvarları görünce düşünmeden edemiyorum ve kendi kendime sual ediyorum, acaba diyorum, vahiy ile tüm insanlığa tebliğ edilen ve gerçek manâda küreselleşme çağını açan bir hayat sisteminin yani hakikatin tâ kendisini sistem dışına çıkartan, hâkikat sınırları içersinde olması gereken bir küreselleşmeyi yani hakiki ve kardeşsel manada birleşmeyi önlemeyi şiâr edinmiş emperyalist tuzaklara nasıl bu şekilde alet olabiliyoruz? Siyonizmin kalesi israil devletide, emperyalizmin kalesi amerika devletide sınırlarına beton duvar örmüyormu? Bunuda milli güvenlik şemsiyesi altında yapıp içeriden kendilerini küreselleşme ile soyutluyorlar fakat dışarıda ise varlıklarının mevcut olmadığı ne bir saha nede bir yer mevcut. Siyasetden eğitime, eğtimden askeriyeye, askeriyeden sağlığa, sağlıkdan felsefeye heryerde söz sahibiler. Ne yazıkki bizlerde sınırlarımıza duvar örmek ve dahada içe kapanmakla meşgulüz.
Acizâne olan fakat bir okadarda düşünmesini seven aklım ümmet olarak yaptıklarımızın çok hatalı ve gelecekde dahi başımıza gelebilecek belâları önlemede temeli olmayan çözümsüzlükler olduğunu söylüyor. Filistin, suriye, ve daha nice yerlerde bizler acı çekiyoruz ve bu gibi sorunlar için nasıl bir çözüm öneriyoruz? Milliyetçilik, içe kapanma, sınırlarımıza beton duvar örmek bize bir fayda sağlamaz, aksine yaralarımızı derinleştirir. Descartes’in dediği gibi ’I think therefore I am“ “düşünüyorum öyleyse varım’. Ilginç ve doğruluk yanı olan bir söz şahsımca çünkü insan düşündüğü müddetçe vardır lakin bu varlık fiziki mânada var olmakdan daha ötede bir var oluşdur, ilim ve bilimde kendini bulmak ve dolayısı ile hayatın can damarlarında dolaşmakdır. Bu ancak düşünmekle olur yani felsefe ilmiyle. Düşünmeyi yani felsefeyi terk ettiğimizden beri işlerimiz hiç rast gitmedi farkındamısınız? Ey bu makalami okuyan güzel insan!, ne demek istediğimi kavrayabiliyormusun? Ben diyorumki, insan düşündüğü müddetçe insandır ve doğaya hakim olabilir.
Bir çok defa yazdım bizler emperyalist bir sistemin içersinde kısır bir döngüde döndüğümüzü dahi fark edemiyoruz ve sadece başımıza gelen her bir bela sonrası şok dalgaları ile sarsıliyoruz. Bedenimize aldığımız her ahlaksız darbe sonrası, şimdi diyorum, belki şimdi uyanırız ve hakikat aleminde yerimizi alırız ama her şimdi değişimden sonra ümitlerim yerle yeksan oluyor. Her beladan sonra daha fazla sekuler, demokrat, milli ve içe kapanık oluyoruz. Halbuki karşımızdaki düşmanı onların elimize bilerek verdikleri silahlar ile alt edemeyeceğimizi çokdan öğrenmiş olmamız ve bu analizi çokdan yapmış olmamız gerekmezmiydi? Soruyorum sana benim güzel kardeşim, düşünen insan, niçin herdaim onların tuzaklarına düşüyoruz? Demokrasi onların, sekülarizm onların, kapitalizm onların, liberalizm onların ama niçin bizler hepsini onlardan daha fazla sahiplendik? Bankalarımız adeta faizde yarışıyor, eğitim sistemimiz onların eğtim sistemi ile çcuklarımızı eğitiyor, siyaseti bile onların kurduğu temeller üzere yapıyoruz. Demokrasinin sadece sayıları üstünlüğü üzerine inşa edilmiş ve esas maksâdının kapitalist sistemin ayakda kalmasını sağlamak olup hakkaniyetten uzak ucube bir sistem olduğunu dahi anlayamıyoruz. Rakamlara göre belli bir çoğunluğu alan kişi veya parti zafer ilan ediyor ve karşı tarafa kendi görüşlerini, felsefesini, siyasetini dikta edebiliyor. Ya diğer tarafın hakkı huku ne olacak? Küresel ölçekde tek sistem yerine niçin Osmanlıda olduğu gibi çok hukuklu sistem olan “millet” hukuk sistemini insanlara sunmuyoruz? Dünyada kendini kuran ilkelerine bağlı adleden bir insan niçin kuran ilkeleri ile hayatını idâme ettiremiyorda illa sekuler veya herhangi bir sistemin kanunlarına göre yaşamaya mecbur bırakılıyor? Bu bir zulüm değilmidir? Hem sekuler hemde kuran ilkeleri ile işleyen mahkemeler, eğitim kurumları pekiala olabilir. Kaldıki şahsıma göre “nasıl istiyorsanız öyle yönetilirsiniz” mesajıda böyle bir sisteme yeşil ışık yakıyor gibi.
Nasıl ve niçin kendi kendimize zulm edebiliyoruz bu bana çok anlamsız geliyor, yani bizler, siyasetçilerimiz, sokakda gezinen insanlarımız her defasında müslümanız elhamdülillah diyen bizler nasıl oluyorda hakikat dilini kullanmayı, hakikat yasalarını hayatımıza uygulamayı ve iddia ettiğimiz gibi yönetilmeyi reddediyoruz? Tek istediğimiz ve iddia ettiğimiz daha çok demokrat, sekuler ve milliyetçi olmak. Güzel, lakin demokrasi, milliyetçilik ve sekülerizm çok uzun bir müddet denendi ve küresel olarakda tecrübe edildi ve ediliyor lakin sonuçlar hiçde iç açıcı cinsden olmayıp tam aksine insanlığı büyük bir felaketin eşiğine getirmiş durumda. Demokrasi, kapitalizm ve sekülerizmin insanlık olarak bizleri getirdiği noktaya bakacak ve misâl verecek olursak, her on yılda bir yaşatılan ekonomik krizleri, askeri darbeleri, sebebsiz insan ölümlerini, toplu intiharları, toplumda artan ahlâksızlıkları, genç insanların uyuşturucu müptelası olmalarını, toplumda kısırlıkdaki artışın normal görülmesini, cinayet ve hırsızlık vâkalarında yaşanan artışı, dünyanın büyük bir kısmının açlık çekmesi ve zenginliğin sadece parmakla sayılır bir kaç kişide toplanmasını ve en önemlisi insanların inandıkları gibi hayatlarını idâme ettirememeleri bunlardan sadece bazılarıdır. O halde bizlere ne oluyorki bu sahte düzene hakikatmiş gibi yapışıyor ve onların ekmeğine tereyağı sürüyoruz!?.
Bazen düşünüyorum devlet yetkililerinin kendi akıllarını kullanmak yerine niçin devletin parasıyla danışman diye yanlarına insanlar atayıp devletten maaş ödüyorlar, yani neyi danışıyorlar, danışılanlar bu hataları hiçmi görmeyip başkanları, başbakanları, valileri, kaymakamları vesaire uyarmıyorlar! kimse bu kötü gidişhati görmüyormu? Danışmanları işi sadece amerikan mallarını boykot ediyoruz, amerikan cep telefonu yerine çin malı kullaniyoruz vesaire gibi sözler olmamalı aksine bu gibi insanlar ilimde ve bilimde ileri olan ve felsefe yapabilen insanlar olmalıki tüm ümmetin sorunlarını analiz etme kabiliyetinde, milliyetçilik ve içe kapanma yerine hakikat dili ve ışığında küreselleşmeyi ve iktidarı ele geçirmeyi tavsiye edip yol gösterebilsinler.
Bir çok defa, uyardık hainler gelecekler dedik geldiler, duryamacaklar dedik durmadılar ve tekrar söylüyoruz hainler alçaklar daha fazla gelecekler hemde kıyâm gününe kadar durmadan! lakin bizler ümmet olarak olanları doğru analiz etmedikçe her vakit kurban olmaya devam edeceğiz hemde küresel ölçekde ve şahsımca ümmet olarak kurban olmayı ve kurban olmaya müsait olmayı terk edip hakikat ile hal olmaya başladıkdan ve tüm emperyalist değerleri terk edip çiğnedikden sonra kurban bayramını kutlamak daha manâlı olacakdır ve zaten her sene kâbeyi ziyaret yerine tam mânasıyla bir kere hac etsek ne emperyalizm, ne demokrasi, ne siyonism ne liberalism ne şu ne bu kalır ve hakikâtin sabahın ilk ışıkları gibi üzerimize doğduğunu görürüz ve tüm insanlığa rehberlik yaparız…
Hepinizin Kurbanını tebrik ederim.
Evet, secimler tamamlandı ve normal hayat devâm ediyor..mu acaba? Yoksa gerçekden bu bizim normal hayatımızmı? Hangi hususdan bahsettiğimi sanırım anladınız. Türkiyemizin kanayan yaralarından bir tanesi ve hatta çok vâhim bir hâl almış olan toplumda ve ailede şiddet olaylarından bahsedeceğim bugünkü makâlemde.
Son günlerde çok elem verici bir şekilde artış gösteren şiddet olaylarını neye bağlayabiliriz bunu hep düşünmekteyim zira kendimi bildim bileli ve şahsen aile içi şiddete birinci elden şahit olmuş bir fert olarak şiddetin toplumumuzun bir parçası haline geldiğini üzülerekden görüyorum. Süt kokan yavrularımız, kadınlarımız, analarımız ve zavallI korumasız hayvanlar herdaim şiddete maruz kaldılar ve bu artarak devam etmektedir. Fakat niçin şiddet? Bilimsel olarak araştırıldığında bunun çeşitli sebeblerinin olduğu açıkca anlaşılıyor. Yaptığım araştırmalar sonucu aile ve toplum içi şiddetin sebeblerinden bir tanesinin genetiğiyle oynanmış ve ingilizcede GMO olarak bilinen sözde besinlerden kaynaklandığını öğrendim. ABD’nin Wisconsin eyaletinde bulunan Appleton Wisconsin lisesinde vuku bulan bir gelişmedir bu. Uzun zamandır okulun kantininde abur cubur tabir ettiğimiz yiyeceklerle beslenen öğrencilerin ki bunların çoğunluğu katkı maddeleri içeren ve genetiğiyle oynanmış gıdalarla beslenirlerdi, birçok kez okula silah sokup vukuatlara karışmışlar ve sınıfda kavgaya sebebiyet vermişlerdir. Okul idaresinin aldığı bir karar ile kantinde satışa sunulan tüm katkılı ve genetiğiyle oynanmış gıdaların yerine organik, temiz ve katkısız halis gıdalar getirilerek öğrencilerin satışına sunulmuşdur. Belli bir süre sonra ögrencilerin hal ve hareketlerinin normale döndüğü, sakinleştikleri ve derslerine sıkı sıkıya çalıştıkları tecrübe olunmuşdur.
Yukarıdaki hâdise açıkca göstermektedirki yediğimiz besinler hem vücudumuza vedahi hayatımıza olumlu veya olumsuz olarak etki etmektedir. Science Direct dergisinin yaptığı bir araştirmaya göre Türkiyede kullanılan soya fasülyesi ve yan ürünlerinin çoğunun genetiğiyle oynanmış olduğu tespit edilmiş olup hayvanlarında bu ürünlerle beslendikleri ayrıca ortaya çıkmışdır. Bu çok vahim bir gelişmedir. Bunun yanı sıra Avrupa ve ABDde çok yaygın olarak görülen kısırlık hastalığıda son zamanlarda kendisinden çokca bahsettirmekde olup genetiğiyle oynanmış gıdalar sonucu Turkiyemizdede binlerce insanımızın başına bela olmaktadır. İnsanlarımız göz göre göre zehirlenmekde ve ortaya hastalıklı ve kısır nesiller çıkmaktadır.
Dikkat edersek, son on senedir refah seviyesinin yükselmesi ile ters orantılı biçimde asabiyet, hırsızlık, sahtecilik, cinayet, tecavüz, çocuk kaçırma ve hayvanlara işkence olaylarında artış görülmektedir. Bu açıkca göstermektedirki toplumun refah seviyesinin yükselmesi demek o toplumun hak ve hukuk kurallarına dahada riayet edip, hakkı gözeteceği, teraziyi tam tartacağı, birbirlerine güzel söz söyleyip hatalarını affedeceği, sevgi ve merhamet duygularının artacağı manâsına gelmiyor. Gün geçmesin bir işkence, tecavüz, cinayet, hırsızlık, sahtecilik, dolandırıcılık ve daha nice benzer dehşet verici haberler duymayalım. Bizler böyle değildik, bizler birbirine kardeş olan ve düşmanına birlikde hâsımlık yapan, güzeli, iyiyi, doğruyu emreden, kötülükden, çirkinlikden alıkoyan, anaya babaya saygılı, her işinde istişare eden, tartıyı tam tartan, herdaim hak ve adalet içersinde olan, ufak bir tebessümün dahi ibâdet olduğu anlayışında daima güler yüzlü olan bir toplulukken niçin bu fena hale düşdük?
Bu sabah saygı değer Cumhurun Başkanı bir toplantısında şöyle diyordu “Bizlere ne oldu? Nerede hata yaptık, niçin rey oranımız bazı yerlerde ve hatta eskiden başarılı olduğumuz yerlerde dahi düşdü? Millet kibirli olanı sevmiyor ve değer vermiyor, bizler önce nefislerimizi hesaba çekmeliyiz, eğer makamından kalkıp milletin içersine çıkmıyorsan ve bir bardak çay içmiyorsan milletle beraber, kusura bakma senin bu partide yerin yokdur” Doğru diyor demesine lakin durumun vehameti dahada içler acısı. Yani, kibrin, bencilliğin, vurdum duymazlığın, mal, makam, şöhret sevgisinin hat safhaya ulaştığı ve siyasetin sadece popularizmin gölgesinde yapıldığı böyle bir zamanda coğrafyamızda insanlarımızın türlü çileler altında cefa ve eziyet çekmesi ve hemen hemen tüm kötü olayların , hadiselerin halkının müslüman olanlardan olması sizce tesadüfmü? Halbuki, Allahın verdiği tüm imkanlara bakarak, mesajının doğruluğu ölçüsünde ve verdiği sözler üzere bizlerin çok mutlu ve coğrafyamızın cennet diyarı olması gerekmezmiydi? Peki o halde Allah yalan söylemediğine göre bizler yalan söylüyor ve samimiyetsizliğimizi ortaya koyuyoruz.
Her bir vahşi cinayet sonrası meydanlara çıkıp idamda idam diye bağırıp susuyoruz. Evet, eğer inanmışsanız Allah kısası helal kılmışdır ve gerekli şartlarda gereken şahışlara idam tatbik edilir ve hatta kısasda inananlar için hayat vardır. Peki, toplumu mutlu edecek, hak ve adalet üzere tutacak, sevgi, şefkat, merhamet, dürüstlük, saygı, cömertlik, ilim, irfan, sanat, ümmet olma, birbirimize kardeş gibi davranıp düşmana karşı azimli, cesaretli ve güçlü olma duygularını sadece idammı getirecek? Şaka gibi değilmi, Allahın tek bir emrini arada bir koro halinde istiyor sonrada hiçbirşey olmamış gibi kovuklarımıza çekiliyoruz. Ne oldu Allahın geri kalan TÜM emir ve yasaklarına? Allaha yemin olsunki, bizler kendimizi değiştirmedikçe Allah bizleri değiştirmez ve nasıl hak ediyorsak bizleri o şekilde yönettirir bazılarına.
Kanada gibi ülkelere bakıyor ve toplumda sosyal bilimler çerçevesinde araştırmalar yapıyorum ve insanlarla müzakere, toplantı ve istişare içersinde oluyorumki aramızdaki farkı bilimsel olarak ortaya çıkartabileyim, yanlış nerede onu bulayım çünkü İslam dinini kabul etmeyen bir topluluğun çoğunlukda olduğu böyle yerlerde nasıl oluyorda sosyal ilişkiler, insan davranışları, aile içi ilişkiler, iş ahlakı, toplum ahlakı bu derece farklı olabiliyor. Kanadanın çoğunluğu Hristiyan dinine mensup olduğu haldeki bizlere göre onlar yanlış yolda ve sapkındır, nasıl oluyorda Allahın gazabına uğramıyorlar, insanlar birbirlerine kötü davranmıyor (istisnalar herdaim heryerde vardır), teraziyi tam tutuyor, toplum içi ilişkileri bu denli gelişmiş, saygılı, aile fertlerine saygı ve sevgiyle yaklaşıp eğitimde, işyerinde birbirlerine Ahlakı öğütlüyorlar? Sokakda yürürken yirmi sene içersinde kimse bana ne yan gözle baktı ve nede niçin bana bakıyorsun diyerek kavga çıkartmaya çalışdı. Bu davranışlar bizlerde olmalı değilmiydi?
Sağlık ilmine göre insanın davranışları ve ilişkileri yediği besinlerle doğru orantılıdır ve tam olmasada ben buna katılıyorum, fakat bu yaklaşım içersinde olduğumuz bataklığı kurutacak cinsden bir cevapda değildir. O halde bizler besin zehirlenmesindende daha vahim, kötü, iliklerimize kadar işlemiş bir hastalığa yakalanmışız. Hasta olduğumuzu azda olsa anlayabiliyoruz lakin, sebeblerini ve şifasını bulamıyoruz çünkü komadayız hemde toplum olarakdan. Toplum derken burada Türkiyemizi değil tüm müslüman toplulukları kasdediyorum. Suçu başkalarına atmak herdaim bizlere kolay geldi, hiçbir zaman bilimsel ve ilimsel manâda ne bir araştırma yaptık nede toplumun nabzını tutabildik. Bu işlerle uğraşacak bilim adamlarımız dahi yokdur. Bu çok korkunç ve acı bir gerçekdir. Eski ile yeni arasıdaki fark sadece görünüşden ibaret olmamaliydı, çok aksine, bu değişim zahirdede yerini almalı ve kökden değişmeliydik toplum, olarak. İlimde, sanatta, fende, astronomide, ve özellikle insan bilimlerinde ve toplum biliminde ilerlemeliydik.
Aslında elimizde çok değerli bir kaynak var, bizleri ışığa göturen, yolumuzu aydılatan, araştırmaya teşvik eden, mutluluğun, hem bu dünyada hemde ahirette mutlu olmanın yolunu gösteren bir rehber var elimizde ama onu bile Allahın ilk ayetininde emir ve tavsiye ettiği biçimde okumuyoruz ve bu sebedende bu hallerle halleniyoruz. Kaderimizi kendimiz çiziyoruz. Gelin okuyalım ama gerektiği gibi okuyalım, anlayalım, anlatalım, araştıralım, istişare edelim, düşünelim ve aydınlık yarılara beraber yürüyelim.
Yüreği ve davranışları güzel tüm insanlara buradan sevgi ve saygılarimı gönderiyorum.
Evvela tüm okuyucularımın Ramazan ayını buradan tebrik ederim.
Huzur ve Rahmet ayı Ramazanın girmesinden az bir süre evvel zulm devleti olan israil tekrar Filistinde hayatlarını idame ettiren kardeşlerimizi soykırıma ve kalleşçe katle başladılar hemde tüm dünyanın gözleri önünde. Burada medya aracılığı ile öğrendiğim üzere altmışın üzerinde şehit ve binlerce yaralı olduğu yönündeydi. Gerçi tek bir şehit dahi vermiş olmamız hem çok üzücü hemde vahim bir gelişmedir bizler için çünkü bir tek kardeşimize zarar gelsin istemeyiz.
Daha evvel yazdığım üzere şeytan ve avaneleri boş durmuyor ve hızlı bir şekilde mesailerine devam ediyorlar lakin esasında sual edilmesi gereken bizlerin yani her defasında müslümanlığıyla övündüğü biz inananların neler ile meşgul olduğudur. Bizler yani tüm sözde İslam dünyası nerelerde hatalar yapıyoruzki bu gibi üzücü ve dehşet verici hadiselere maruz kalıyoruz diye hiçbir kimseden, ne bizim vatanımız Türkiyeden nede diğer halkı müslüman olan ülkelerden sual edilmiyor! Bu çok dehşet verici ve aşağîlayıcı olmakla beraber şeytan ve avanesini dahada cesaretlendirmekde ve üzerimize daha güçlü bir şekilde saldırmalarına fırsat vermektedir. Gelişen hâdiseler gerektiği şekilde tetkik edilirse yaşanan son vâkâların sonun bir başlangıcında olduğumuzu bizlere gösterir zira bu katliamlar 1948 senesinden beri devâm etmekde olup son zamanlarda hızını ve şiddetini iyice arttırmışdır. Vedahi zulm sadece zulm devleti israil tarafından değil diğer batılı devletler tarafındanda eşine rastlanmamış bir hızda yayılmacı bir anlayış ile devâm etmektedir.
Daha evvel defalarca belirttiğim üzere burada suçlanması gereken asıl sorumlular biz inananlar olmalıyken bizler hala suçu şeytan ve tahifesi üzerine atmakla aynı hatayı tekrar ve tekrar işliyoruz. Bakınız, sözlerimi iyi anlayınız, şeytan ve tahifesi yani sözde israil devleti ve diğer batılı devletler suçsuzdur demiyorum aksine onların işledikleri bu zulmde biz inananlarında katkısı olduğunu sizlere belirtmek istiyorum. Bizler hep kolaycılığa kaçdık bu zaman kadar ve elimizi hiçbir zaman taşın altına koyup kendi benliğimizi sual etmedik hakkıyla. Bu geçen zaman süresincede bu bösluğu iyi kullanan şeytan ve tahifesi bizi dahada güçsüz kılarak hedeflerine tam hız devam ettiler. Zulm devleti israilin 1948 senesinden bu yana topraklarını Filistinli kardeşlerimizin kanlarıyla üçe dörde beşe katlaması ve emperyalist devletlerin dibimize gelmeleri ve terörist kuruluşlara açikca silah yardımı yapmaları en basit misaller olarak gösterilerbilir. Bizler tarihde olmadğı kadar zayıf bir halde olmasaydık bunların hiçbiri olmazdı çünkü bunları yapacak cesareti bulamazlardı.
Bizler tarih ilmini bilmediğimiz için tarihi iyi okuyamıyor ve bu sebeble tarih yazmak yerine kendimiz tarih sayfalarına konu başlığı oluyoruz. Hemen hemen hergün gazetelerde hunharca katledilen, evinden yurdundan çıkartılmış, aç, susuz perişan halde bir o yana bir bu yana giden müslümanların haberlerini okumakta ve sadece iç çekip lanet ve kınama göndermekteyiz ki aynı hata dönem başkanlığını yaptığımız İslam İşbirliği Teşkilatı ve birey bazında bizler tarafından yapılmaktadır. Son iki yüzyıldır ah vah ettik, meydanlara indik lanetler yağdırdık lakin ne değişdi? Evet birşeyler değişdi lakin aleyhimize! düşman dahada kuvvetlendi ve bizleri nefes dâhi alamayacak hale getirdiler. Büyük bir korku imparatorluğu kurdular üzerimizde, isimlerimiz terörle yâd edilir oldu, ben müslümanım demek ve dinimi gereği gibi yaşamak hakkım demek suç oldu. Hele hele sözde insan haklarının bu kadar revaçda olduğu, batılıların üzerine toz kondurtmadıkları insan haklarının hunharca yine batılılar tarafından çiğnendiği bir zamanda biz müslümanların, hem birey hemde devlet bazında batıya ve onun değerlerine eskisinden çok daha sıkı sıkıya bağlanmış olmamız durumun nekadar vâhim olduğunu gözler önüne sermektedir.
15 Temmuz hâdisesi, Suriyedeki katliamlar, Irak’ın bölünmesi, ABD ve diğer emperyalist batılı ülkelerin dibimize girip üs kurmaları ve zulm devleti israilin müslüman soykırımı gibi tecrübe edilen korkunç hâdiselere rağmen bizler liderlerimizin eşliğinde daha gür bir sesle demokrasi, milliyetçilik ve sözde insan hakları savunucuları olduk. Allahın tertemiz adâlet kokan ve dünyaya huzur getirecek ayetlerini, mesajını değilde emperyalist hain katil batının sistemini düzenini savunmaya kalkdık. Peki ya netice? Anlatmama hiç lüzum görmüyorum zira hepimiz bizlerin başına neler geldiğini çok iyi biliyor. Kendimizi hiç kandırmayalım. Bizler gereği gibi müslüman olup Allahın dinine yardım etmedik, aksine Allahın dinini engelledik, Allahın ayetleri yerine batının sistemini yani demokrasiyi, milliyetçiliği, ülkücülüğü savunduk ve hâla bunda devam ediyoruz. Sözlerimi yanlış anlamayın zira ben milletini devletini sevmeyi değil körü körüne Fransız ihtilâli ile başlayan milliyetçilik akımina kapılıp Allahın yegâne sistemini terk etmeyi kast etmekteyim ki bu vâhim bir hatâdır biz inananlar için.
Biz gücümüzü ümmet olup hep birlikde Allahın ipine sarılmakda bulmalıydık esasında. Tarihi iyi analiz edemeyişimiz bizlerin hata üzerine hata yapmasına sebebiyet vermişdir çünkü eğer cihan Devleti Osmanlının esasında batılılar tarafından değilde sözde müslümanlar tarafından yerle yeksan edildiğini anlar ve aynı hatayı yapmazdık. Osmanlı Devletinin son üç yüz yılını analiz edersek, İslam tarihin, fennin, ilmin, gelişimin durduğunu ve tamamen emperyalist batının düzeninin kopya edilerek esas alındığını görürüz zira müslümanlar Fransız devriminin milliyetçilik akımına kapılıp ümmetçiliği değilde bölünüp küçük parçalar haline gelmeyi ve salt milliyetçiliği kendilerine referans seçtiler ve bu sebeble yenilgiyi başdan kabul etmiş oldular.
İmdi elimizde son bir fırsat varken eğer İslam ülkelerini birleştiremezsek bu gidişat dahada kötüleşecek ve içersinden çıkılmaz bir hâl alacakdır. Liderlere, Türkiye Devletinin Cumhurbaşkanına ricam hemen Birleşmiş İslam Milletleri Cemiyeti ve Ordusu kurulup şeytan ve avanelerine dur! denmeli. Bizim artık sözde bir leşmiş milletler (the UN), ile gidilecek yolumuz olmadığı gibi kendi Birleşmiş İslam Milletleri Cemiyetini kurmamız lâzım geldiğine tüm kalbimle inanmaktayım. Bunun yanı sıra NATO ve AB gibi sadece emperyalist güçlerin çıkarlarını korumak için var olan sözde kuruluşlarında peşinden gitmek artık kabul edilemez vedahi dayanılmaz bir hâl almışdır. Ya ümmet olarak istiklalimizi tekrar beraber kazanacağız veyahutta tarih için yeni bir malzeme olacağız.
Unutmayalım, bizler bu cihana demokrasiyi ve milliyetçiliği savunucular olarak gelmedik, bizler, eğer müslüman olduğumuzu iddia ediyorsak o halde Allahın biricik dininin savunucuları olmalıyız. Allah dinini korumasını bilir fakat bizler aracılığı ile şeytan ve avanesine diz çöktürtmek ister aynı güzel insan sevgili Peygamber Muhammed, Selahaddin Eyyubi ve Fatih Sultan Mehmet dönemlerinde olduğu gibi. Onlarki güçlerini demokrasiden ve milliyetçilikden değil aksine Allahın mesajından aldılar. Haydi dirilişe, haydi bedr’e, haydi Istanbul’un ve Kudüs’ün tekrar fethine!
Türkiyemizde ve coğrafyamızda neler oluyor? Çok şeyler oluyor. Sizlere birkaç hafta önce yazdığım bir yazımda dünya genelinde Müslümanların’ki buna çoğunluğu Müslüman olan toplumların devlet yapıları da dahil siyâsi ve hayâti felsefelerinin bulunmadığından ve bu sebebten dolayı son iki yüzyildır Müslümanların bulunduğu coğrafyaların ve Müslümanların adeta dünyada cehennemi yaşadığından ve çoğunun kendi evlerinden ve vatanlarından edildiklerinden bahsetmiştim. Bizlere ait, Kuran’dan çıkma siyasi ve hayati ışığımız olmadığı sürece, bizler kefere tarafından sürekli taciz edilmeye ve karanlıkta kalmaya devâm edeceğiz. Daha evvel bahsettiğim üzere, bizler mezhep ayrılıkları içerisinde oldukça ve birbirimizle savaştıkça, düşman daha da cesaretlenmekte ve akla hayale gelmeyecek işleri başımıza açmaktadır. Darbeler tarihinin sonuncusu, 15 Temmuz kalkışması, NATO tatbikatında hedef tahtasına Türkiye Devleti’nin Reis-i Cumhurunun konulması, Rıza Sarraf hâdısesi, Suudiler ile İran arasındaki soğuk savaşın bir neticesi olarak Yemen’de başlayan sıcak gelişmeler ki Yemen’de iki yıldır devâm eden savaş sebebiyle bugün yirmi milyon civarında insanın evsiz kalmış ve açlıkla pençeleşiyor olması ve Suriye’de baas rejimi tarafindan yaşama hakkı ellerinden alinan zavallı ve çaresiz insanların vahim durumu… Tablo ortada ve Müslüanlar olarakdan vâhim bir durum ile karşı karşıyayiz. Kudüs’ü bu hâdiselerin dışında okumak sadece bir cahillikdir çünkü birbiri ardına gelen tüm bu can yakıcı hâdiseler aynı tesbih’e bağlı birer tesbih taneleri gibi birbiriyle bağlantılıdır.
TRUMP’UN DUYURDUĞU
Esâsında Donald Trump’ın canlı yayında dünyaya duyurduğu Kudüs’ün Amerika Devleti tarafından İsrail’in başşehri yapılması yaklaşık yirmi senedir ABD başkanları tarafından seçim malzemesi yapılmış ve her altı ay’da bir ertelenmiş bir karardı. Bugün Kanada saati ile öğlen bir’de canlı yayında yapılan bu açıklama kalbimin tâ derinden yaralanmasina vesile olmuşdur ve o’an kendi kendime “neredesin ya Selahaddin Eyyubi” dediğimi hala hatırlıyorum. Bugün akşam haberlerinde Kanada hükümetinin Trump’ın kararını tanımadığı ve Kanada konsolosluğunun Kudüs’e taşınmayacağı bildirildi ve şu vakte kadar İsrail Devleti ve Çek’ler haricinde hiç bir devlet açıkça bu bildiriyi desteklemedi. İmdi, Kudüs niçin bizler için bu kadar önemli? Önemli sebeblerin başında Yüce Allah’ın kitabın’da bildirdiği uzere, Abdullah oğlu Muhammed Peygamber’in Allah tarafından Mescid-i Haram’dan alınıp Kudüs’de bulunan Mescid-i Aksa’ya götürülmesidir ve Allah bu hâdiseyi İsra suresi birinci ayetinde bizlere şöyle bildiriyor “Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Harâm’dan, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren (Allah, her türlü noksanlıktan)münezzehtir.” Yani Allah’ın tâbiri ile Kudüs mukaddes bir belde ve peygamberler sehridir ve aynı zamanda Müslümanların’da ilk kıblesi olarak tarihe geçmişdir. Bizler için itibâri bu kadar yüksek olan bir şehrin aynı zamanda hem Yahudiler vedahi Hıristiyanlar içinde önemi büyüktür. Musa ve kardeşi Harun Peygamberler ve sonrasında gelen Meryem oğlu Isa Peygamber’de bu topraklar’da Israil oğullarına elçi olarak vâzifelendirilmiş ve hakka yürümüslerdi.Bu sebeden dolayı bu topraklarda yahudiler, hıristiyanlar ve Müslümanlar hak ölçüsü dahilinde eşit haklara sahip olmalıdırlar. Fakat geçen bunca sene gosteriyorki Israil devleti Filistinli kardeşlerimizin hak ve hukukunu çigneyerek zulüm ve haksızliga devam edecekdir. İsrail Devleti kendi imzası bulunan hali hazırdaki uluslararasi kanunları tanımadıgını hem sozlü olarak hemde yaptıgğı zulümler ile tüm dünyaya açıkça beyan etmişdir.
HAÇLILAR VE MÜSLÜMANLAR
Yüzyıllardır haçlılar ve Müslümanlar arasındaki rekâbetin sebebi bu toprakların sembolikleşmiş kutsallığındandır. Bilindiği gibi Israil devleti, Cihan Devlet’i Osmanlının yıkılışından sonra 1948 senesi’nin Mayıs ayında kurulmuşdur. Hattızâtında, yukarıda bâhsettiğimiz tesbih tanelerinden biriside Israil devletinin kurulmasıdır. Görüldüğü gibi Müslümanlar Kuran’dan aldıkları hayat ve siyasi felsefelerini kaybedince Batı ile Doğu arasındaki güç dengesi yavaş yavaş değismeye ve Müslümanlar güçlerini kaybetmeye başladılar. Bunun en bâriz ve onemli misallerin’den bir tanesi olan Osmanli Devleti’nin yıkıışı Batııl devletlere rahat bir nefes aldırmış ve Theodor Herzl’in onderliğinde siyonistlere israil devletinin kapılarını açmışdır. Ortodoks yahudilerinin karşı çıkmalarına ve direnmelerine rağmen siyonistler İsrail devletini 1948 yilinda Ingilizlerin yardımı ile kurmayı başarmış ve İngilizler ve Amerikalilarin desteği ile gün geçdikçe Osmanlı tebâsı olan Filistin halkı yani Müslümanlar üzerinde baskılarını arttırmışlardır. İlk kurulduğu seneden yani 1948’den buyana Israil uyguladiğı hak ihlalleri ve işlediği insanlık suçlarından dolayı sınırlarını yaklasık uç katı genişletmiş olup neredeyse korumasız ve mazlum durumdaki Müslüman Filistin halkına hayatı cehenneme çevirmişdir. Tabiki tüm bunları Batılı devletlerin en çok’da Ingiltere ve ABD’nin desteği ile başarabilmişdir, yani Israil tek başına bir hiç’dir aslında. Daha evvel belirttiğim üzere Müslümanlar olarak’dan yakalandığımız hastalıkların en başında suçu kolayca başkalarının üzerine atmak gelmektedir’ki bizlerde sorumluluk kalmasın. Televizyonlar’da izlediğim kadarıyla bir çok akadamisyen, gazeteci ve siyasetçi bu hastalığın gerektirdiği şekilde kendimizden başka herkezi yani ABD’yi, Ingiltereyi, Almanya’yı Israili ve hatta din’de kardeş olduğumuz Iran devletini dahi suçlayarak ne kadar aciz durumda olduğumuzu adeta haykırıyorlar. Bizler nerede hata yaptık diyerek’den niçin sual etmiyoruz? Bizler ne zamandan beri kefereyi yani asıl dusmani bırakıp birbirimizle savaşır olduk? Ne zamandır keferenin dostu birbirimizin düşmanı olduk? Bunlar gokdeki yıldızlar kadar gerçek’dir. Misal olarak’dan yıllardır Iran ile sen şii’sin biz sunniyiz diyerekdenk Rusya ile Amerika arasındaki soğuk savaş yıllarını aratmayacak şekilde çok kıymetli enerjimizi birbirimiz üzerinde boşu boşuna harcadık ve bunu yaparken’de mezhebimiz ile övundük. Muhammed peygamberin yüzüne o dehşetli kıyâm gününde nasıl bakacak ve Allaha nasıl hesap vereceğiz diyerek’den hiç düşünmedik. Mezhepler kurduk, halbuki Yüce Allahin “Allah katinda tek din Islamdır” dediğini unuttuk ve haşa, hayır Allahim bize sadece Islam yetmiyor, bize çeşitli tarikatler ve mezhepler lazımdır diyerek adeta Allaha savaş açdık. Sonuç? Sonuç ortada, bizler yenildik! Bizler kendi doğru bildiğimiz yanlışlarımıza mağlup olduk! Suphesiz Allah’ın sünneti hiç değişmez, Nisa 79’da Allah şöyle bildiriyor bizlere “Size gelen her iyilik Allah’tandir. Başiniza gelen her kötülükte kendinizdendir.” O halde başimiza kendi ellerimizle yaptiklarimiz’dan başkasi gelmiyor! Bizler Kuran’daki felsefeyi terk ettik ve kendi kendimizi kefere karşisinda güçsüz duruma düşürdük. Bizler Batıya yani ABD’ye ve onların kurduğu tezgahın bir parçası olan NATO ve BM’e haddinden fazla güven duyduk, oysa güvene lâyık olanın Allah olduğunu sanırim unuttuk veya unutturulduk. Halbuki Allah Bakara Suresi 120. Ayetinde soyle ogut veriyor bizlere “Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: “Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoldur.” Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.” Bizim niçin kendi öz NATO’muz yok? Pekialâ olabilir ve misal olarak’dan ismide ODGO yani Ortadoğu Güvenlik Organizasyonu olabilir. Kısacası Müslümanin gerçekde dostu ancak müslümanlar olmalıdır çünkü Batılı devletler kağıt üzerinde dost görünsede gerçekde herhalukarda eğer çıkarlarına uygun düşüyorsa bizi arkamızdan vurmaya hiç çekinmeyeceklerdir ve son yaşanan hâdiseler’de bunu aynen teyit eder nitelikdedir. Bizler, yani Müslümanlar aklımızı başımıza alıp birbirimizle didişmeyi bırakıp ittifak etmeli, birlik olmalı, kardeş olmalı ve keferenin yaptığı gibi onlar hakkında bizlerde planlar yapmalıyız, yapmalıyiz ki cesaretleri kırılsın ve akılları başlarina gelsin. Hep onlar bizler için plan program yapacak değiller, bizimde istihbaratimiz var ve bizde onlarin geleceği hakkında kararlar alip onlara dünyayi dar edebiliriz. Kabuğumuzu kıralım, Kuran’dan aldiğimiz feyz ve felsefe ile dünyaya bizde varız diyelim artik!
Üzülme Kudüs, kederlenme!, her karanlık gecenin bir aydınlık sabahı mutlaka vardir ve Allah herdaim mazlumun yanındadır! Dualarımız seninledir ve dünyanın her neresinde olursa olsun yakarışlarımız her daim mazlumlar içindir. Bizler ökçeleri üzerinde geri dönenler olmadığımız müddetçe, Allah bizimle beraber olacaktır ve unutmayalım Allah her daim sabr edenler ve zâlim karşısında tek yürek olup Allah yolunda mücadele edenlerle beraberdir.
EMPERYALİZM BİZLERİN ELİYLE BİZLERİ VURUYOR
Geçtigimiz hafta içersinde birçok yeni hadise vukû buldu ve bunların hemen hemen hepsinin emperyalizmin 2018 senesi için yaptığı yeni planların bir neticesi olduğu aşikâr. Allahın “ol” enerjisi hiç durmadan yeni ufuklar arıyor kendisine ve bu arayış içersinde bizlerede göz kırpıyor fakat bizler içimize kapanmışlığımızdan dolayı bu gibi işaretleri henüz göremiyoruz.Esasında bakıyoruz lakin göremiyoruz, işitiyoruz lakin anlayamıyoruz. Emperyalizmde bu esnada tabiki boş durmuyor ve tam sûrat hedefine doğru ilerliyor çünkü ortada doldurulması icâb eden büyük bir boşluk mevcut. Bizler, yani inananlar, son iki yüzyıl bir türlü uyanamadığımız uykumuzdan uyanmamak için direttiğimizden dolayı emperyalizm bizlerden yüz adım önde görünüyor şuan. Niçin uyanamıyoruz diyerekden soracak olursak eğer, cevâbı basit çünkü demokrasi, insan hakları ve neoliberalizm ilaçlarını şifa niyetine yutuyoruz ardı ardına hemde liderlerimiz aracılığı ile. Diğer taraftada bizleri din ile uyutanlar ve bu uyutmayı Allah adına yaptıklarını yemin ile iddia edenler bulunmakta. Bunu muhafazakarlık iddiası ve Allah adına nizâm koyma ile hummalı bir şekilde yerine getirmeye çalışıyorlar.
ELON MUSK
Bir kaç gün evvel okuduğum Kanada menşeli bir gazetede, Amerika Başkanı Trump’ın Spacex yani uzayx’in başına ceo olarak atadığı, eskiden ismini Tesla marka elektrikli araba yapımı ile duyduğumuz Elon Musk’ın Donald Trump’ı yeni projesi olan Mars’a insan taşıma hakkında ikna etmeyi başardığını okuduğumda hiç şaşırmadım zira emperyalizmin 2118 planının tıkır tıkır işlediğinin bir işaretiydi bu haber. Haberde şöyle diyordu “Elon Musk insan öldüren robotların yapımına karşı olmak yerine şimdide Mars’a insan taşımacılığı plan ve projesi ile çok meşgul bir vaziyette. 2024 senesinde, Elon Musk, Amerikanın Kalifornia eyaletinden yaklaşık otuz dakika gibi kısa bir sürede insanları New York eyaletine taşiyabilecek ve Marsda kargo taşımacılığı ile yeni bir koloni elde etmeye yarayacak bir sistemin ve aracın üzerinde çalışıyor” Haber şahsıma çok enteresan geldi çünkü bu doğruysa eğer emperyalizmin aç gözlülüğünün hangi safhaya ulaştığı burada çok aşikar bir biçimde görülmekde. Emperyalizmin neredeyse dünya üzerinde hem askeri hemde ekonomik ve sosyal olarakdan koloni haline getirmediği coğrafya, ülke hemen hemen kalmadı ve şimdide gözlerini şanı yüce Allahın sahip oldüğu Mars gibi diğer gezegenlere diktiler ve bunuda tüm insanlığı kurtarma amacı ile yaptıklarını söylemeleride işin diğer ilginç kısmı bana göre. İmdi, bu arada bizler, inananlar neler yapıyoruz? inanmayanlar topluluğunun ne yaptığı bariz bir biçimde ortadayken bizler neler ile meşgulüz? Son iki yüzyıldır bizlerin başına gelenlerin bizlerin nelerle meşgul olduğunu açıkca ortaya koymaya yeteceğine inanıyorum çünkü bizler son iki asırdır büyük felaketlerle boğuşuyoruz ve bu felaketlerin sebeblerininde hep Batı ve emperyalizm olduğunu iddia ediyoruz. Dünyanın, buna dünyamızın içersinde yaşayan tüm canlılarında dahil sorunlarına Batınının emperyalizmine ile getirdigi çözümler yerine alternatif çözümler üretemedik müslümanlar olarakdan. Bizler son gerçekleşen Fransız ihtilalinden bu yana çözümün liberalizm ve demokraside olduğuna ikna edildik.15 Temmuz emperyalist hain darbe girişimi sebebiyle hayatlarını kaybeden güzel insanlarımıza dahi hiç düşünmeden “demokrasi” şehidi dedik çünkü öylesine uyutulmuşuzki artık ölümlerimiz dahi Allah için olacağına demokrasi ve liberalism için olmaktadır. Alternatif üretememenin cezasını tüm ümmet çekmektedir bugün. 15 Temmuz saldırılarıdan beri fetönün her taşın altından çıktığını, ve hatta daha dün bir televizyon kanalındaki canlı yayında açık tartışma yapan gazeteci ve akademisyenlerin arasından bir tanesi şöyle dedi “kırk yıllık bir yapılanmadan söz ediyoruz. Cumhuriyetin kuruluşundan beri cumhuriyet iki gruptan çok çekdi. Bunlardan birisi teror örgütü pkk ve diğeri ise bunlar”. Bu gazeteci ve akademisyenler şuana kadar hiç bir şekilde başımıza gelen bu korkunç hadiselerin niçin geldiğini ve gelmeye devam ettiği hakkında sualler sormadılar ve liderlerini öyle tanıttılarki sanki bu kişiler birer insan üstü varlıklar ve herşeyi ama herşeyi onlar yapıp yaptırıyorlar. Evet, onlar cani, katil, Allahın nizam ve kanunlarını Allah adına yemin ederek değiştirmeye çalışan günahkarlar fakat bunların peşinden gidenler niçin gidiyor, nasıl tuzağa düşürülüyorlar diyerekden hiç sual etmedik çünkü biz Allahın kitabında çizdiği inanan mümin şablonuna uymadan ve hemde Allah adına yemin ederekden Allah adına yeni dinler uydurarakdan hayatımızı idame ettiğimizin dahi farkında olmadan yaşiyoruz. Dinsiz bir din ile meşgulüz, meşgul olduğumuz bu din cevap ve çözüm yerine sorun ve çözümsüzlük üretiyor. Bizler emperyalizme bu halimizle malzeme verdiğimizin ve kendi ellerimizle kendimizi vurdurduğumuzun dahi farkında olamayacak kadar derin bir uykudayız. Eğer ümmet olarakdan doğru yol üzere olsaydık zaten bugün ortada olan, dinden, demokrasiden, liberalizimden ve sosyalizimden beslenen tüm bu terör örgütleri barınacak ortam ve kendilerine üye yapacak insan bulamazlardı. Neredeyse bir asırdır sekularizimle yönetiliyoruz ve her fırsatta demokrasi ve liberalisimin muhteşemliğinden bahsediyor ve tüm devlet kanunlarımızı, eğitim sistemimizi ve devlet politikamızı batının bizlere dayattığı temeli ve aslı olmayan bu sözde değerler üzerine kuruyoruz. Kısacası emperyalizim bizi kendi silahı ve bizim ona verdiğimiz malzemeler sayesinde vuruyor.