Tarihe kısaca bir göz atarsanız Avrupa’nın yaşadığı Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı gibi felaketlerin başat sebepleri arasında sınırların dışında yaşayan soydaş toplulukların ulus devletlerin genişlemeye yönelik amaçları için önemli bir araç olduğunu görürsünüz. Özellikle Balkanlarda, Osmanlı’nın bıraktığı Türk azınlıkları ve diğer ülkelerin komşu ülkedeki soydaş azınlıkları her zaman çözümsüz bir sorun olarak karşımızda durur. Aslında bu çözümsüzlük siyasi anlamda soydaş azınlığın anavatanı olan ülke ile azınlığın vatandaşı olduğu ülke arasındaki siyasi rekabetin bir gereğidir. Çözümsüzlük ortadan kalktığı zaman siyasi rekabet araçlarından biri yok olur. Bu da, devletlerin pek yanaşmadığı bir durumdur. Çünkü, uluslararası siyaset sorunlar üzerine kuruludur ve sorunların ortadan kalkması ulus devletlerin var olma meşruiyetine zarar verir.
Bu durumu örnekleyelim. Türkiye ve Yunanistan arasındaki en önemli sorunlardan biri Batı Trakya’daki Türk Azınlığın durumudur. Batı Trakya sorununun çözümü Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlardan birinin yok olması anlamını taşır. Her iki devletin de en son isteyeceği şey bu olsa gerektir. Çünkü bölgedeki siyasi rekabeti sağlam tutan en önemli üç unsurdan biri, Kıbrıs ve Ege’den sonra Batı Trakya’dır, ya da daha geniş tabiriyle azınlıklar sorunudur. Bu sebeple Batı Trakya sorununun biteceğini düşünmek aslında biraz hayalcilik gibidir. Türk ve Yunan ulus devletleri var olduğu sürece, Batı Trakya’daki Türklerin çocukları, torunları, torunlarının çocukları ve torunları vs. bu sorunu tartışmaya ve “sözde” çözüm aramaya devam edeceklerdir. Bu durum, diğer Balkan ülkelerindeki Türk azınlıklar ile Türkiye arasındaki ilişkiler, Türkiye ile Türk azınlıkların yaşadığı Balkan ülkeleri arasındaki ilişkiler için de aynen geçerlidir.
Halbuki Balkanlardaki Türk azınlıkların siyasi hayatında yer alan herkes bu durumun gayet iyi farkındadır. Türk Azınlıkların içinde siyaset yürütenler, azınlık sorununun kendilerinin çok ötesinde bir uluslararası ilişkiler sorunu olduğunu anlamaktadırlar. Ve yine gayet iyi bilmektedirler ki, eğer bir çözüm olacaksa da, bu sorunu çözecek olan Türkiye’nin ve Balkan ülkelerinin devlet yapılarıdır. Bu durumda elbette ki bir soru ortaya çıkıyor: Türk azınlık siyasetinin liderleri, azınlık siyasetinin içindeki insanlar neden bu “gönüllü mücadele”nin aktörleri oluyorlar? Bu sorunun birincil tarafı olmadıklarını bildikleri halde neden sürekli ailelerine, eşlerine, dostlarına ayırdıkları kıymetli vakitlerinden feragat ederek bir dava uğruna koşuşturuyorlar?
Sorunun cevabı zor gibi gözükse de aslında çok basit. Balkanlardaki Türk azınlıkların siyasetinin içinde yer alan şahıslar aslında kendilerine biçilmiş rolü oynuyorlar. Bu noktada da, ahlaki bir sorun ortaya çıkıyor: Azınlık sorunlarının bir çözüme ulaşamayacağını bile bile bu siyasetin içinde yer almak bireysel hayattan feragati gerektirecek kadar ne sunuyor bu şahıslara?
Kısaca değindiğimiz gerçeklerden yola çıkarsak, kendilerine biçilmiş rolü oynayan Balkanlardaki Türk azınlık politikacıları siyasi bir hedefe sahip olmadıklarına göre bu rolde sürekli yer almanın karşılığını alıyor olmalılar. Devletlerin kendilerine yüklediği bu aktörlük misyonu için verilen kavgalar da tezimizi kanıtlıyor sanki. Küçük bir toplumdaki (kastedilen Türk azınlıklardır) siyasi önderlerin uzun süre aynı sahnede yer almaları alışılageldik bir durum olabilir. Ancak, alışılageldik olmayan bir durum var. Küçük bir toplumun içinde siyasi önder olabilmek için kavga verenlerin sayısının fazla olması bu toplumun nüfusuna oranladığınızda hiç de normal değil.
Diyeceksiniz ki, ne kadar çok insan, o kadar çok çözüm önerisi, o kadar çok plan, proje. Buna katılıyoruz. Ama, Balkanlar örneğinde bu düşünceyi de yalanlayan bir durum söz konusu. Türk azınlıkların içinde siyasi önderlik için kavga veren insanların çokluğuna rağmen öneri, plan, proje sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Temel sorunlarla ilgili neredeyse herkesin savunduğu tezler aynı. Azınlık siyasetinin içinde yer almak için kavga verenlerin nüfusa oranla çok fazla olduğu bir ortamda çözüm önerilerinin azlığı dikkat çekiyor.
Şimdi, eski tabirle, vaziyet-i umumiyi görmeye çalışalım Balkanlardaki Türk azınlıklar ile ilgili olarak. Azınlık siyasetinde kavga veren çok, öneri getiren yok. Tezler Türkiye’nin ve azınlığın yaşadığı, vatandaşı olduğu devletin yazıp çizdiği tezler (bunun yanlışlığını ya da doğruluğunu tartışmıyorum, bu başka bir konu). Ortada, siyasi olmayan bir pasta var. Nüfusu az olan Türk azınlık toplumlarında bu pastadan pay kapmak için kavga veren siyasetçi adaylarının sayısı oldukça fazla. Bunun nedenini sorgulamanın vakti yavaş yavaş geliyor kanımca. Herkesin şapkasını önüne koyması durumları ortaya çıkar umuyoruz.
Siyasi kavganın sonuçları ise, 1923’ü baz alırsak, 86 yıl öncesinden farksız. 1923 sonrası tartışılan sorunlarla bugün tartışılan sorunların birebir aynı olması bir çözüm üretilemediğini gösterir ki, demek ki Türk azınlık davalarının aktörleri çözüme yönelik çalışmıyorlar. Bunu apaçık anlıyoruz. Devletlerin diplomasi masasındaki azınlık sorunları aynen duruyor ve durmaya devam edecek gibi.
Peki! Yine eskilerin deyimiyle, sadede gelelim. Balkanlardaki Türk azınlık politikalarının bir sonuca ulaşmadığını ve bu şekilde kuvvetle muhtemel ulaş(a)mayacağını görüyorsak ne yapmalıyız? Önümüzde örnekler var: azınlıkların mücadelesinde devrimci değişiklikler her zaman önemli etkiler meydana getirmiştir. Başka Avrupa ülkelerindeki veya Balkanlardaki Hıristiyan azınlıkların mücadelelerine bakın. Bulgaristan’da, Romanya’da, Makedonya’da vs. akademik anlamda eğitimini iyi bir şekilde tamamlamış, uzmanlaşmış kadrolar gerektiği zaman sokağa da inerek mücadele veriyorlar ve haklarını alıyorlar. Sokağa indiklerinde savundukları şeylerin haklılığını çok iyi biliyorlar. Çünkü, kadrolara bakıyorsunuz biri uluslararası hukuk uzmanı, biri siyaset bilimci, biri dil bilimci, edebiyatçı, sosyolog vs… Entelektüel birikimleri fazla ve sokaktaki kavgalarını boşuna vermediklerini herkes biliyor. Bakalım bizim Türk azınlıklara: çocuğunu okutan bir aileye çocuğun ne okuduğunu sorun alacağınız cevaplar belli: işletme, mühendislik, tıp veya meslek okulu (istisnaları hariç tutuyorum). Başka azınlıklar toplumsal mücadeleye adam yetiştirirken, bizim Türk azınlıklar piyasaya adam yetiştiriyor. Uzatmayalım. Balkanlardaki Türk azınlıkların mücadelelerinin sonuca ulaşabilmesi, tezleri belirleyen devletlere etki edebilecek güce kavuşması için kısa yoldan iş hayatına atılacak nesillerden çok toplumsallığı anlayacak ve özümseyecek devrimci nesillere ihtiyaç var. Bu şu anda olacak bir iş değil elbet. Ancak, mevcutlar yaşlandıkça, yeni yetmelerin de umutları artacaktır elbet.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
22 saat önceBALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce