ARNAVUT İNADI
Ömründe iki rekât bayram namazından başka namaz kılmayan bir Arnavut bir gece şehre inmiş. Minarelerin, camilerin, kandillerle süslenip ışıl ışıl yanmakta olduğunu görünce, merak edip sormuş: “Teravih namazı kılınıyor.” demişler. Oğluna: “More Bayram sen şuracıkta bekle, ben camiye girip iki rekât kılayım.” Meğer o camide de hatim ile teravih kıldırılıyormuş. İmama uymuş, rekâtların adedi yedi, sekiz, on beşe çıkınca bakmış ki namazın biteceği yok, uzadıkça uzuyor. İstirahat fasılasından bilistifade kapıda bekleyen oğluna seslenmiş: “More Bayram! Sen bekleme, merkebi al köye git. Annene söyle merak etmesin. İş burada inada bindi, ben sonuna kadar dayanacağim.”
SALATALIK
Pomak pazara inmiş. Tezgâhın birine bakmış, daha önce görmediği bir sebze türü salatalığı görünce sormuş: “Bu nedir be yav?” Pazarcı: “Salatalık” demiş. “O zaman bana veresin bir kilo be yav.” Pazarcı karşısındakinin saf Pomak köylüsü olduğunu anlayınca, önce içinden onu kazıklamak geçmiş. Başlamış salatalıklardan bayat ve sarı olanları torbaya doldurmaya. Sonra vicdanı elvermemiş. Bu sefer onları döküp taze ve yeşil olanlarından doldurmaya başlamış. Bu sefer de Pomak atılmış: “Op opp.. Yeşıl ulanlari turbadan çıkar, ergin ulanlardan duldur turbaya. Biz Pomak isek ahmak deiliz be yav.”
CENNET YEMEĞİ
Arnavut ve Oflu lokantada karşılıklı oturmuşlar. Arnavut pırasa, Oflu ise kabak yemeği yiyordu. Arnavut tabii pırasayı methederek, cennet yemeği deyince, Oflu: “Asıl cennet yemeği kabaktır.” dedi.
Kabaktır, pırasadır diye bu minval üzere atışırlarken çekmişler tabancayı. Lokantacıyı da çağırıp ona sormuşlar:
“Doğru söyle bakalım, önce cennetten kabak mı çıktı, pırasa mı?”
Zavallı Lokantacı bakmış ki durum fena. İşi şöylece tatlıya bağlamış:
“Âdem babamız cennetten çıkarken kabağı eline almış pırasayı da kılıç gibi beline kuşanmış da öyle çıkmış.”
HASBİYE’NİN GELİNİ
Kalk gelin kalk, bilimisin ki bütün gelinler kalkti. Süpürdilar avliyi, kurdilar kahvaltiyi, demledilar çayi. Ama sen hala uyiysın!
Gelin gözlerini oğuşturarak kalkar ve der ki:
“Aman hanımanne o gelinlerin kaynanalari üldi. Ama sen alen duriysın.”
BABASI TÜRKMÜŞ!
Bir Arnavut, berbere girer:
“Bre berber sakalımı kaça traş edeysın?”
On lira olduğunu öğrenince biraz pahalı bulur. Berber durumu kavrar:
“Sabun pahalı da ondan.” demiş ve devam etmiş. “Ama sen Arnavutsun, cesur olursun. İstersen sakalını sabunsuz kuru traş edeyim ver beş lira.” der.
Arnavut cesaretini ispat, cimriliğini örtmek için kabul eder. Oturur berberin koltuğuna. Gık demeden sakalının yarısı bittiği sırada gözünün yaşını silerek:
“Bre berber dur. Bak şimdi aklıma geldi. Benim anam Arnavut ama babam Türk. Sen sakalımın öbür yarısını sabunla da öyle traş et.”
PARA ONUN HAKKI
Bizim Arnavut daha yeni muhacirdir ve bir yakınlarının yanına yerleşir. Bir süre sonra ev sahibi hemşerisini iş, güç ve dil öğrenmesi için Türk komşuları ile tanıştırır. Bir gün üç kafadar Türk ve bizimki, hasat zamanı buğday biçmeye giderler. Tarla oldukça büyüktür. Mal sahibi ile parada anlaşırlar. Fakat mal sahibinin bir şartı vardır. Aceleye getirilip yerlere buğday dökülmemesidir. Dört kafadar işe koyulurlar. Çalış çalış fakat ilerleyemiyorlar. Acele etseler buğday dökülecek. Biri başlıyor hızlı hızlı biçmeye, diğeri müdahele ediyor: “Adama söz verdik yavaş.” diyor. O da ben kolayını buldum deyince diğer ikisi merakla: “Neymiş o ?” diye sorarlar. O da: “Ağa gelip dökülen yerleri sorarsa Arnavut biçti deriz. Nasıl olsa o Türkçe bilmiyor.” deyip bir haftalık işi bir günde bitirirler. Ağa gelir ve tarlayı gezmeye başlar. İki adım atar, yerler buğday doludur.
“Burayı kim biçti?” diye sorar.
Üçü bir ağızdan:
“Arnavut biçti ağam” derler.
Mal sahibi gezinir, neresini sorsa cevap aynı. Sonunda ağanın gezmesi biter. İş paraları almaya gelir. Ağa tüm parayı bizim Arnavut’a verir. Diğerleri sorar: “Ağa bizim hakkımız olan paraları niye Arnavut’a verirsin?”
Ağa cevaplar.
“Ben size nereyi sordumsa ‘Arnavut biçti’ diyen siz değil miydiniz? O yüzden bütün paralar da onun hakkı!”
KOMPOSTA-SONPOSTA
Arnavut’un biri lokantaya gider ve etli yemekle birlikte pilav söyler. Bu arada yanındaki masada bulunan diğer müşteri, garsona: “Bana bir komposto getir.” der. Garson da alıp getirir. Bizim Arnavut da komposto isteyecek ama adını bir türlü söyleyemez.
“Hey garson efendi hele bir baksana.” der.
Garson çıkıp gelir: “Ne emredersiniz efendim?”
Bizim Arnavut böbürlenerek: “Bana bir son posta getir.” der.
Garson şaşırır. Bu son posta nedir diye? Bir daha döner ve yine sorar: “Efendim anlayamadım ne istemiştiniz?”
Arnavut kompostonun adını tam telaffuz edemediğinden yine “son posta” der. Garson şaşırır ve şefini çağırır. Şef garson yaklaşır: “Efendim arkadaşımız siparişinizi anlayamamış ne istemiştiniz?” diye sorar. Bizim Arnavut yine “son posta” der. Şef “komposto” demiştiniz galiba der. Bizim Arnavut başını sallayarak, şefi tasdikler. Garson kompostoyu alır, getirir, önüne koyar. Bizim Arnavut, bir de ne görsün! Her zaman yediği ayva hoşafı olduğunu görünce: “Bizim ayva hoşafı burada ne zaman komposto olmuş bre?” der.
KÖŞE YAZARLARI
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
14 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
22 gün önceKÖŞE YAZARLARI
23 gün önce