DOLAR 34,3136 0.06%
EURO 37,5548 0.09%
ALTIN 3.022,07-0,01
BITCOIN 23900692.60753%
İzmir
16°

AÇIK

06:07

SABAHA KALAN SÜRE

230 okunma

Balkan Müslümanları

ABONE OL
04/04/2013 21:42
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bosna-Hersek-mslmanlar1Balkan Yarımadası, Avrupa ve Asya arasında uzanan bir sınır bölgesi olup denizlerde de Afrika ile sınır oluşmaktadır. Bu bölgeyi şu ülkeler oluşturmaktadır: Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Makedonya, Kosova, Karadağ, Sırbistan, Bosna Hersek, Hırvatistan ve Slovenya. Son 7 ülke 90’lı yıllarda yıkılan Federatif Yugoslavya Cumhuriyetini oluşturmaktaydı. Doğu’da komünizmin çöküşüyle ve Yugoslavya’nın dağılmasıyla Balkan Müslümanları yeni sorunlarla karşı karşıya geldi. Hepimizin malumudur ki Bosna’da yaklaşık 200 bin, Kosova’da on binlerce

 

 

 

Müslüman ciddi bir kıyıma uğradı. Özellikle 1995 yılında Srebrenitsa’da sâdece birkaç gün içinde 6 bin Müslüman’ın katledilmesi, Balkan Müslümanlarına karşı yapılacak zülüm ve katliamın bir nevi mührü oldu. Dünyada medeniyet ve kültür anlayışının üst seviyede olduğu bir dönemde yaşanan bu korkunç gerçeklere rağmen, Balkanlarda Müslümanlar var olmaya devam etti. Bugün, Müslümanlar fedaral yapıda olan Bosna Hersek’te hâlâ çoğunlukta olmaya devam etmektedir. Hırvatistan ve Slovenya’da tartışmasız azınlıktadır. Sırbistan (Sancak ve Preşova Vâdisi) ve Karadağ’da zayıf derecede azınlık durumundadır. Kosova’da kesin çoğunluktadır. Makedonya’da nüfusun hemen hemen yarısı Müslümanlardan oluşmaktadır. Arnavutluk’ta istatistiklere göre her ne kadar çoğunlukta olarak gösterilse de bu gerçek, başdöndürücü bir şekilde değişmektedir. Doğal olarak Bulgaristan ve Yunanistan’da Batı Trakya olarak bilinen bölgede Müslümanlar azınlıktadır. Dolayısıyla, yapılan tüm araştırmalara ve istatistiklere göre Balkanlarda 17 milyon Müslüman’ın yaşadığı belirtilmektedir (Türkiye dışında Balkanların nüfusu toplam 50 milyon civarındadır). Bu şekilde Balkanlarda Hıristiyanlıktan sonra İslâm’ın ikinci din olduğu rahatça söylenebilir.

 

GÜNÜMÜZDE BALKANLAR: DURUM VE SORUNLAR

 

Savaşlar ve tranzisyon döneminden sonra Balkanlar, bugün artık düzelmeye başladı. En azından siyasî olarak diyebiliriz. Romanya, Bulgaristan, Slovenya ve Yunanistan gibi bazı Balkan ülkeleri AB üyesi ülkelerdir. Hırvatistan AB üyeliği için son adımlarını atmaktadır. Sırbistan, Karadağ ve Arnavutluk’un üyelik müzâkereleri yakında başlayacaktır. Bosna Hersek’teki iç siyasî istikrarsızlık, Kosova’daki siyasî tanınma sorunları ve Makedonya’nın

Yunanistan’la isim sorunları yüzünden bu ülkelerin AB üyeliği ilgili problemler devam etmektedir. Bilindiği üzere Türkiye’nin üyelik müzâkere süreci başlamış olsa da mâlum nedenlerden dolayı bu doğrultuda pekte olumlu gelişmeler beklenmemektedir. Sırbistan, Bosna Hersek, Makedonya ve Kosova dışında tüm Balkan ülkeleri NATO üyesidir. Bu siyasî başarılara rağmen Balkanlar’da sosyal hayattaki durum pek de iç açıcı değildir. Son olarak İtalya’yı da etkisine alan ve Avrupa’yı şok eden Yunanistan’daki ekonomik kriz, çok kolay bir şekilde bölgeyi etkileyebilir. Çünkü İtalya ve Yunanistan’ın Arnavutlukta başta bankacılık sektöründe olmak üzere çok büyük yatırımları bulunmaktadır. 91’den beri artarak devam eden bu yatırımlar Arnavutluk’u ekonomik olarak İtalya ve Yunanistan’a çok sıkı bir şekilde bağlamıştır. Ayrıca Yunanistan ve İtalya’da yaklaşık 500 bin Arnavutluk göçmeni işçi olarak çalışmaktadır. Çağdaş medeniyet değerlerinin entegre edilmesi ve geliştirilmesi için önemli adımlar atılmış olmasına rağmen hâlâ Balkanların gelişmesinde bazı engeller mevcuttur.

 

BOSNA HERSEK

 

Bosna-Hersek-mslmanlar2Balkanların târihten ders almadığının en güzel örneği Bosna Hersek’tir. Burası 90’lı yıllardaki savaşlardan en çok zarar gören ülke oldu. Bugün siyasî istikrarsızlığa sâhip bir ülkedir. Bir taraftan Sırp Cumhuriyeti diğer taraftan Boşnak ve Hırvatların oluşturduğu bir federal yapıya sâhiptir. Siyasî sistemin Sırbistan ve Hırvatistan’a bağlı olması ve zayıf ekonomik gelişmelerden dolayı Bosna’yı Balkanların kör bağırsağı hâline getirmiştir. Euro–Atlantik entegrasyonlar, ekonomik yatırımlar çok ağır yürümekte olup savaş acılarının hâlâ taze olması hasebiyle bu cumhuriyetin parçalanma fikri canlı tutulmaktadır. Bosna’nın Sırp bölümü Sırbistan’la birleşme isteklerini hâlâ gündeme getirmektedir. Bunun gerçekleşmiş olmamasının yegâne sebebi uluslararası güçlerin varlığıdır. Fakat uzun vâdede Çin ve Rusya’nın güçlenmesi hâlinde uluslararası dengelerin bozulma durumu olursa Bosna’nın parçalanması kaçınılmazdır. Bundan dolayı Bosna’nın güçlenmesi için ABD müttefiki ve NATO üyesi Türkiye’nin etkisi çok önemlidir. Bosna’nın NATO ve AB’ye üyeliği için her hâlükârda yardımcı olunması gerekir ki ancak bu şekilde devletin bütünlüğü korunabilir. Bosna’yı pozitif yönde ayıran özellik ise dinî durumdur, çünkü bu bölge yerli Müslümanların Avrupa ile sınırını teşkil etmektedir. Bosna tarihsel anlamda güçlü bir İslâm ilâhiyat kökenine sâhiptir. Çünkü Gazi Hüsrev Bey Medresesi ve Saraybosna İslâmî Bilimler Fakültesi, bu topraklarda gerçek İslâm geleneğinin oluşmasında büyük rol oynamıştır. Doğal olarak savaş ve savaş sonrası sorunlar, yeni sorunları getirdi ve Bosna’daki bazı dinî gruplardan dolayı Bosna’ya radikal dinci imajı verilmeye çalışılmıştır. Fakat gerçek şu ki Bosna, Avrupa’daki İslâm bayrağını taşıyacak Balkan Müslümanların entellektüel kapasitesi olan en önemli merkezlerinden biridir. Sâdece ekonomi, kültür, bilim alanında yeni yatırımlara ihtiyaç vardır.

 

KOSOVA

 

Bosna ile aynı kaderi paylaşan Kosova da savaş yaralarını hâlâ saramamıştır. Ancak 2008 yılında bağımsızlığını îlan eden Kosova, dünyanın 80 ülkesi tarafından tanınmıştır. Fakat hâlâ hiçbir uluslararası kuruluşa üye olamamıştır. Özellikle Kosova’nın kuzeyinde yaşayan Sırpların, Kosova’nın kuzeyini ayırma isteği önemli bir sorun teşkil etmektedir. Burada da bu kırılgan siyasî istikrarı, başta Amerikalılar olmak üzere, uluslararası güçler dengede tutmaya çalışmaktadır. Fakat bu bölgenin parçalanma sesleri günden güne artmaktadır. Kosova’nın kültürel, dinî ve ilmî durumu çok ilginçtir. 70’li yıllardan beri faaliyette olan Priştine Üniversitesi, yüksek öğrenim sunmuştur. Her ne kadar bu alanda başarılı olunsa da dönemin sisteminden dolayı Osmanlı devletinden ve geleneksel kültürel İslâm’dan uzak, komünist ve ateist bir nesil yetiştirmiştir. Son dönemde Türk Eğitim Bakanı’nın târih kitaplarındaki Osmanlı karşıtı kavramların kaldırılması talebini hepimiz biliyoruz. Bu talep ciddi tepkilere yol açmış ve yabancı düşmanlığa (xenofobiye) kadar varmıştır. Bu durum ve okullarda dinî eğitimin dâhil edilme mücâdelesi, Kosova’da entellektüel alanda daha çok çalışmaların yapılması gereğini göz önüne sermektedir. Eğitim alanında yapılması gereken çalışmalar, kültürel projeler ve özellikle Priştine ve diğer şehirlerdeki medreselerin ve İslâmî İlimler Fakültesi’nin güçlendirilmesi Kosova’daki İslâm potansiyelini daha güçlü hâle getirecektir. Başta Kosova Diyânet İşlerine, medyaya ve sosyal hayatın diğer alanlarına yeni yatırımlar

kaçınılmazdır. 1999 savaşından sonra Hıristiyan veya liberal soluklu onlarca Batı sivil toplum kuruluşları kuruldu. Bunların çalışmalarının İslâm dışı bir geleneğe sâhip olmasından dolayı toplumda olumsuz etkileri mevcuttur.

 

SIRBİSTAN

 

Bosna-Hersek-mslmanlar3Yugoslavya’dan kalan bütün alanlardaki miras Sırbistan’a âittir. Tüm savaşlara ve geçiş sorunlarına rağmen, bugün Balkanların en önemli ülkesi hâline gelmektedir. AB, Sırbistan’ı Rusya ve Doğu Bloku’na bırakmamak için her

şartta AB’ye entegre etmeye çalışmaktadır. Fakat bu, bu ülkede yaşayan Müslüman, Boşnak ve Arnavut azınlığına zarar vermektedir. Sancak ve Preşova Vâdisi Müslümanları ikili görüşmelere dâhil edilmemektedir. Bundan dolayı özellikle Preşova bölgesi günden güne Müslümanlar tarafından terk edilmektedir. Sadece son 20 yılda 11 köy tamamen boşalmıştır. Sırbistan’daki kültürel ve dinî durumdan bahsederken Sancak’taki sorunları vurgulamak gerekir. Her ne kadar Sırbistan bu bölgede uluslararası terörizmden bahsetse de gerçek sorun bambaşkadır. Burada paralel olarak iki Diyânet İşleri mevcuttur.

Biri Bosna’ya ruhanî olarak bağlı Muamer Ef. Zukorliç önderliğinde, diğeri ise Sırbistan devletinin muhâtab kabul ettiği Adem Zilkiç önderliğindeki Diyânet İşleri Başkanlığı’dır. Bu parçalanma Preşova Vâdisi’nde de mevcuttur. Burada da biri Priştine’ye, biri Belgrad’a bağlı olan iki Diyânet İşleri Başkanlığı faaliyet göstermektedir. Bilindiği üzere Sırbistan’ın eğitim sisteminde dinî eğitim mevcuttur, fakat burada ancak Sırbistan’ın muhatap kabul ettiği Diyânet İşleri Başkanlığı’na bağlı kişiler din eğitimi verebilmektedir. Bu bakış açısıyla Sırbistan Müslümanları’nın birliğini sağlamak için Türkiye’ye önemli görev düşmektedir. Gerçek şu ki Sancağı birkaç defa ziyâret eden Türk yetkililer Preşova’yı bir defa dahi ziyâret etmedi. Bu durum oradaki Arnavutların tepkisine sebep oldu. İşte bütün buradaki durumlardan ötürü bütünlüğü sağlayabilmek adına devletlerüstü bir birlik sağlanması gerekir. Özellikle Balkan Müslüman Birliği’nin kurulması bütün bu ayrı gayrılıkları bir kenara atacak ve Balkan Müslümanları’na daha büyük fırsatlar sunacağına inanmaktayız. Özellikle bölgede azınlıkta olan Müslümanlar için bu birlik, büyük önem taşımaktadır. Şu anda bu alanda küçük çaptaki kültürel, eğitim, bilimsel, yayıncılık, medya projelerine yardımcı olunabilir.

 

 

 

KARADAĞ

 

Coğrafî durumunu göz önünde bulundurarak, denize çıkışı ve Yugoslavya’dan ayrılma sürecinin savaşsız geçmesi avantajı, Sırbistan’dan ayrılan yeni devlet Karadağ’ı önemli bir ülke konumuna getirmiş ve gelişmesi için önemli adımlar atmaya başlamıştır. NATO üyesi olan ülke AB üyeliği yolunda önemli mesâfeler katetmiştir. Nüfusu 1 milyon bile olmayan ve ciddi siyasî sorunları olmayan bu ülke büyük ihtimalle Arnavutluk ve Sırbistan’dan önce AB üyesi olacaktır. Dini ve kültürel alanda ise Karadağ nüfusunun yüzde 70’i Slav Ortodokslardan oluşmaktadır. Çoğunluğu Boşnak ve bir bölümü Arnavutlardan

oluşan Müslümanların oranı yüzde 25’tir. Dolayısıyla Karadağ Müslümanları’nın dinî haklarını uygulamada ciddi bir sıkıntıları yoktur. Ancak azınlıkta olmaları hasebiyle onlara da diğer kardeşlerin yardım elini uzatması gerekmektedir. Yani bir Balkan Müslüman Birliği onlara çok şey kazandıracaktır ancak bu şekilde çalışmaları güçlenecektir. Bu alanda TİKA’nın yardımıyla inşa edilen medrese önemli bir adımı teşkil edip, daha çok çalışmaların yapılması gerekir.

 

YUNANİSTAN

 

AB ve NATO üyesi ve eski bir kültüre sâhip olan Yunanistan, birkaç alanda sıkıntı çekmektedir. Siyasî planda ise Yunanistan bu dönemde Balkanlar’da pozitif bir güç oluşturmamaktadır. Yunanistan’ın inkâr ettiği Çamriya’daki Arnavutlara ve Batı Trakya’daki Türklere işledikleri insanlık suçları, tüm dünya tarafından bilinmektedir. Ekonomi alanında iflasın eşiğinde bir ülke olan Yunanistan, AB ve Euro Bölgesi’ni tehlikeye atmış durumdadır. Bu iflas Arnavutluk ve daha geniş bölgeyi de etkileyebilir. Sokrat’ın torunları maalesef Sokrat’a yakışmayan hareketlerde ısrarla devam etmekteler. Onlar hâlâ Batı

Trakya’daki Türklere ve Arnavutluk’taki Ortodokslarla dinî sorunlar çıkarmaya devam etmekteler. Onlar Yunanistan’ın Çamriya bölgesinde yaşayan 700 bin Arnavut Müslüman tamamen asimile edilmiş, ayrıca göçmen Arnavutların asimile edilmesinde önemli rol oynamakta ve bu asimilasyon politikasını da Arnavutluk’un güney kısmına da genişletmektedirler. Bu durumlar Türk devletine büyük vazifeler ve sorumluluklar yüklemektedir. Balkan Müslümanları’nın koruyucusu olarak Yunanistan’daki Müslüman azınlığa yardım etmesi, sivil toplum kuruluşlarının dinî, eğitim ve kültürel projelerine destek sunma gereğini göz önüne sermektedir.

 

BULGARİSTAN

 

AB ve NATO üyesi olan Bulgaristan, Müslümanlara karşı zülüm geleneği olan ve komünist tarihîni miras edinmiştir. Orada azınlıkta olan Müslüman Türklerinin ve Pomakların haklarını hiç saymamaktadır. Orası için de Türk dünyasının ve Diyânet’in yardımı çok önemlidir, çünkü AB değerleri oradaki halkın AB’ye entegrasyonu için fırsatlar sunmuş olsa da, onları İslâm kültüründen uzaklaştırma hedefindeler.

 

MAKEDONYA

 

Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra kurulan Makedonya hâlâ devlet olma sorununu yaşamaktadır. Güneyindeki bölgeden dolayı Yunanistan, isim konusunda sorun yaşamaktadır. Bu sorun Makedonya’nın AB ve NATO üyeliği yolunda engel teşkil etmektedir. Bu ülkenin kilisesini tanımayan Sırbistan’la, dilini ve tarihîni tanımayan Bulgaristan’la da sorunları vardır. Diğer taraftan Makedonya devleti antik Makedon kimliği oluşturması için 200 milyon Euro’luk anıt ve heykel projeleriyle bu kimliği oluşturma gayretindedir. Bunun da sadece Hıristiyan ve Makedon unsurlara yönelik olduğunu vurgulamak gerekir. Bu sorunlar Makedonya’ya bir durgunluk getirmiş durumdadır. Bundan dolayı yabancı yatırımlar eksik, kültür ve etnik unsurlararası hoşgörü de olması gereken seviyeden uzaktadır. Bu yıl, Makedonya nüfusunun dinî durumunu tespit edecek nüfus sayımı başarısız oldu. Dolayısıyla yapılan analizlere göre Makedonya’da yüzde 40’ın üzerinde Müslüman nüfus yaşamaktadır. Müslümanların çoğunluğunu Arnavutlar, daha sonra Türk, Boşnak ve Rumlar teşkil etmektedir. Ancak saat kulelerine haçların dikilmesi, câmilerin yakılması ve inşaatına izin verilmemesi, Makedonya Diyânet İşleri Başkanlığı’na vakıf mallarının iade edilmemesi, Makedonya Müslümanları’nın kimliklerinin korunması ve güçlenmesi için de dışarıdan bir enjekteye ihtiyaç duyulduğu âşikardır. Bu, başta Makedonya Diyânet İşleri Başkanlığı olmak üzere Medrese,

İslâmî Bilimler Fakültesi ve bilimsel, kültürel, yayıncılık ve medya üzerinden gerçekleşecek projelerle mümkündür.

 

ARNAVUTLUK

 

En ağır komünist diktatörlük rejiminden geçmiş olan Arnavutluk, günümüzde kendi ayakları üzerinde durabilmekte, fakat siyasî birleşme eksiği, ekonomik güçsüzlük, ve kültürel, ahlâkî ve dinî dağınıklık, Kosova, Makedonya ve Çamriya (Yunanistan)’da yaşayan Arnavutlar için bu bölgeyi daha önemli hale getirmiştir. Bugün Arnavutluk, NATO üyesi ülke olmakla birlikte, Balkanların jeopolitik konumunda çok da önemli bir yer teşkil etmemektedir. Bilindiği üzere, ekonomik yatırımlar ve Yunanistan ile İtalya’ya yapılan göçler sebebiyle, adı geçen ülkeler Arnavutluktaki gelişmeleri etkileme yönünde güçlü bir potansiyele sâhiptirler. Ve bu etki, doğal olarak proyunan ve proitalyan siyasî güçlerine açık destek verme olarak sâdece ekonomik ve siyasî alanda hissedilmekle kalmayıp eğitim, kültür ve dinî konulara da etkisi çok ciddi görülmektedir. Bugün Müslüman beyleri tarafından kurulmuş bir şehir olan Tirana’yı ziyâret etme fırsatını bulan herkes, orada bulunan büyük bir Katolik katedralini ve büyük bir Ortodoks kilisesini fark edecektir. Fakat komünist rejimin elinden kurtulan Ethem Bey Câmii ve diğer bazı daha küçük câmiler,

sâdece bu topraklarda Müslümanların varlığına şâhidlik etmekte, Tirana’nın daha geç dönemlere kadar neredeyse yüzde 100 Müslüman şehri olduğu gerçeğini ise yansıtmamaktadırlar. Müslümanların yeni bir câmi inşa etme isteği ve Osmanlı vakfiyesinin geri verilmesi isteği ise Tirana yetkilileri tarafından umursamaz bir tavırla reddedilmiştir. Vakıf mallarının iadesi konusuna gelince, bu konuda Türkiye merkezli hukuki boyutunu ele alacak ve süreci takip edecek bir merkezin kurulmasının çok uygun olacağı kanaatindeyim. Bu yardım gerek Balkanlardaki ve özellikle Arnavutluktaki lobi icra araçları üzerinden baskı yapmak, gerekse sadece Osmanlı vakfiyeleri işleri ile uğraşacak bir merkez kurup bu vakfiyelerin kaydı, onların geri verilmesi için baskı yapılması ve yerel ve uluslararası mahkemelerdeki adlî süreçleri desteklemek şeklinde olabilir. Kimi kesimler 90‘lı yıllarda önemli bir kısmı özelleştirilen Osmanlı vakfiyesinin geri verilmesi konusunu az da olsa dile getirmekteler ve bu durum Arnavutluk’ta önemli bir vazife olarak mevcudiyetini korumaktadır. Aslında Arnavut devletinin kendi Müslüman halkına yapmış olduğu bu yolsuzluk, günümüzde Arnavutluktaki dinî dengeleri ciddi bir biçimde tehlikeye atmıştır. Yapılan tüm analizler, ülkede yeni tamamlanan nüfus sayımının neticesi olarak Müslüman Arnavutluk imajının yıkıldığı sonucunu göz önüne sermektedirler. Artık herkes ülkedeki Müslüman ahalinin sayısının, ayrı bir din olarak kabul ettikleri Bektaşilik’ten dolayı, Ortodoks ile Katoliklerden daha fazla olmayacağı gerçeğinden emindir. Öyle ki yüzyıl sonra ya da son 20 yıllık demokratik bir süreçte Arnavutluğun demografik dağılımı akıl almaz bir şekilde değişmektedir. Varsayımlar üzerinden düşünürsek, eğer Türkiye veya diğer Müslüman ülkeler Arnavutluk’un geçiş döneminde daha dikkatli olsaydı, eğitim, medya ve kültürel projeler alanında daha aktif olsalardı, bugün farklı bir gerçekle karşı karşıya olacaktık. (Örneğin, Arnavutluk günümüze kadar yüzde 70 Müslüman bir ülke olarak kabul edilmiştir). Fakat Yunanistan’ın Arnavut Ortodoks Kilisesi Başrahibi Yanulatos vasıtasıyla yaptığı faaliyetler sonucu güneyde (Korça, Girokastra – burada bir medrese kapatılmış, Sarand vb.) yaşayan bazı Arnavutların sâdece Ortodoks olarak değil de Yunan olarak da deklare edilmelerini sağlamıştır. Bu duruma, Arnavutluk’un bu kısmında mümkün olduğunca fazla sayıda Ortodoks ve Yunan olarak deklare edilen ahalinin sayısını arttırma amacıyla güneyde açılan kabarık sayıdaki Yunan okullarının ve yapılan Yunan yatırımlarının da etkisi büyüktür. Bu duruma neredeyse görünmez olan bir Arnavut Müslüman Topluluğunun eksiği de eklenince, durum daha da acınası bir hâl alıyor. Bu topluluk henüz câmilerde İslâmî yaşam tarzını pekiştirememiş, kimi müftüler sâdece belli cemaatin çıkarlarını koruyup genel Arnavut İslâm bilincinden uzaktırlar. Tüm bunlar bu topluluğu Arnavutluk’taki sosyal hayatın önemsiz bir parçası olmasını sağlamaktadır. Daha önce de yukarıda ismi zikredilen tüm ülkelerin Müslüman kardeşlerinin, doğrusu Türkiye Cumhuriyeti’nin yardımına ihtiyacı vardır, fakat kanımca özellikle Arnavutluk, yapacağımız çalışmaların hedefi olarak kalmalıdır. İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB)’nin bir sonraki toplantısını Arnavutluk’ta yapmayı teklif ediyorum. Bu fırsatla orada, Arnavutluk Müslümanların kimliği konusunu ele alacağımız bir bilimsel konferans da tertip edebiliriz. Özellikle önümüzdeki yılın Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlardan

çekilmesinin 100. yılına denk gelmesi, Arnavutluktaki toplumsal ve bilimsel hayatın çok farklı yönleri hakkında fikir alış verişinde bulunmamızı teşvik edecektir. Doğal olarak Arnavutluk’un günümüzde her alanda yatırımlara ihtiyacı vardır. Ekonomik anlamda, en kısa zamanda fazla atakta olmayan Yunan ve İtalyan sermayesiyle dengeleme yapılmalıdır. Eğitim alanında ise Türkiye desteğini sadece kolejlerle sınırlandırmamalıdır. Bu kolejler iyi bir imaj ve başarılı bir çalışma gösterse de, tüm Arnavut Müslüman ahalisinin sorumluluğunu taşıma konusunda yetersiz kalmaktadırlar. Türk devletinin dinî konularda güçlü bir katkısı olmadan ve birçok şehirlerde bu görevi üstlenebilecek medreseler olmaksızın, bu konularda yardım ve desteğin yapılması sâdece kolejlerin kurumlarına bırakılması yetersizdir. Arnavutluk, Türk kolejlerinin eğitim faaliyeti içinde olup dinî konularda da faaliyet gösterdikleri belki de yegâne ülkedir ve Müslüman Arnavut Topluluğu’nun rolü de göz ardı edilmiştir ki eğer bu topluluk Türk Diyâneti ile işbirliği içinde olsaydı Arnavutluk’ta İslâm’ın durumu da çok daha olumlu olacaktı. Bu durum da Arnavutluk’ta birçok şehirde nitelikli okulların, özellikle medreselerin açılması için desteğin âciliyetini göz önüne sermektedir. Diyânetin ise İslâm Üniversitesi’nin güçlenmesi ve bu üniversitenin Balkanlardaki Arnavutların

ilâhiyat bilimi yuvası hâline gelmesi için destek vermesi gerekmektedir. Burada Tirana Medresesi’ni ve Durs ila İşkodra medreselerini de (ki bu ikisi “Hüdai Vakfı” tarafından desteklenmektedir), unutmamak gerekir. Bunlar da önemli rol oynamış, fakat bu da yeterli değildir. Eğitim açısından ise Türk devleti, Arnavut gençlerin Türkiye’deki okullarda eğitilmesi için özel eğitim projeleri hazırlamalıdır. 5 yıllık paket program şeklinde, imam-hatip liselerine yılda 100 – 200 öğrenci ile ilâhiyat fakültelerine yılda 100 öğrenci alınması, ancak belirli bir dereceye getirilebilir. Balkanlardaki diğer Arnavutların yüzü Arnavutluk’a dönüktür. Eğer Arnavutluk başaramazsa, diğer Arnavutlar için de bir umut kalmayacaktır. Arnavutluk’ta güçlü entellektüel potansiyelin olması, eğitim, kültür ve medya kuruluşları kurmak için önemli bir avantajdır. Doğal olarak Türkiye’nin farklı kurum ve kuruluşlarının ki bu kuruluşlar kendilerini bu topraklarda az kabul görmüş olarak hissediyorlar, proje destekleri ve yardımları da çok önemlidir,. Burada özellikle belirtmeliyiz ki Hıristiyan soluklu sivil toplum kuruluşları, ister Katolik ister Ortodoks olsun, yaptıkları kültürel projeler ve yayınladıkları yayımlarla, en önemli Arnavut yazarların Müslüman olmalarına, Arnavut devletinin kurucusunun Müslüman olmasına ve Prizren Birliği’nin bir câmide kurulup bir âlim tarafından yönetilmesine rağmen tüm Arnavut kültürünün ve Arnavut milletinin önemli simalarının Hıristiyan oldukları imajını oluşturmakta başarılı olmuşlardır. Fakat bu gerçekler birileri tarafından derlenmeli, kitap hâline getirilmeli, yayınlanmalı, bu konularla ilgili seminerler, bilimsel konferanslar düzenlenmeli ve kamuoyunu bilgilendirmelidir. Bu sebeptendir ki Türkiye kurum ve kuruluşları bu tarz ciddi projeleri ve hatta bilimsel konferans ve diğer aktiviteleri gerçekleştirebilecek kapasiteye sâhip olan başta Arnavutluk Diyânet İşleri Başkanlığı olmak üzere, “Alsar” ve “Ardhmëria” gibi sivil toplum kuruluşlarının projelerini destekleme fikrini gözden geçirmelidir. TİKA’ya gelince, TİKA Arnavutluk için tüm özellikleriyle bir Türk USAİD’i olmuştur. TİKA tüm yatırım alanlarında faal olmuştur. Dolayısıyla TİKA başlatmış olduğu bu atılımı ve girişimleri daha geniş sahalara ve alanlara hızla yayması elzemdir. Bunu sadece Türk devletinin dışa karşı imajı için değil; ki bu imaj Arnavutluk’ta yeniden düzeltilmesi ve güçlenmesi gerekir, gerçekten de burada en önemli sorumlulukları almak için yapmıştır. Pek tabiî ki Türk yetkililerin Bosna ve Sancak’ı birkaç kez ziyâret edişi, ancak Arnavutluk’u bölgedeki diğer tüm ülkelerden daha ender ziyâret etmelerinin bilinçli bir şekilde yapıldığı söylenemez. Arnavutluk’taki bir diğer önemli faaliyet aracı da medyadır. Burada SOROS gibi proHıristiyan ve

proyahudi liberal vakıflar tarafından kurulan ve finanse edilen medya ve medya kuruluşları bulunmaktadır ve bunlar Avrupa’nın en güçlü medya kuruluşları ile rekabet içinde olup Yunan ve İtalyan lobilerinin hizmetindeler. Ya da başka bir deyişle Arnavutluk’taki Osmanlı imajına ve Osmanlı – İslâm kültürüne karşı savaşmaktadırlar. Bu yüzdendir ki bir medya kuruluşunun, özellikle de bir

televizyon kanalının kurulması ve güçlenmesi yukarıda bahsedilen dâvâmızın hizmetinde olacaktır ve bu Arnavutluk’ta atılması gereken birincil ve en önemli adımdır. Özellikle Arnavutluk’taki televizyon kanallarının Kosova, Makedonya ve bölgedeki diğer tüm Arnavutlar (7 milyonluk yerli Müslüman Arnavut nüfus) tarafından ilgiyle ve dikkatle izlendiğini göz önünde bulundurursak bunun

Arnavutluk’taki durumun düzelmesi yönünde atılması gereken en önemli adım olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Arnavutluk’ta özellikle bilimsel projeler, sanatsal projeler de ona kezâ, yayıncılık projeleri olmazsa olmazdır. Dini açıdan ise bir diğer önemli nokta Sünnî ve Bektaşî Müslümanların birleşmesidir, çünkü Sünnî ve Bektaşî Müslümanlar, yıllardır, ayrılmaları ve farklı dine mensup olarak deklare edilmeleri için kışkırtılmış, bunun neticesi olarak da Arnavutluk’taki Müslümanların sayısı yarıya inmiştir. Genel olarak bakıldığında, kanımca Balkanlardaki tüm ülkelerde bu konu ile ilgili belli bir şey yapılmış ve bunu hepimiz biliyoruz, şimdi hedefimiz ve ilgi odağımız Arnavutluk olmalıdır, çünkü burada söz konusu olan Müslümanların kimliğini kurtarmak ve daha parlak bir geleceğin temellerini atmaktır.

 

SONUÇ

 

Yukarıda zikrettiğimiz bilgiler ışığında bölge Müslüman kimliğinin muhafazası ve güçlendirilmesi için yatırımlara ihtiyaç olduğu sonucuna varabiliriz. Balkanlar’da hangi alanlarda yatırım yapılmasına gelince Balkan ülkeleri, her yıl Türkiye’deki imam-hatiplere en az 100 yüz talebe ile ilahiyat fakültelerine en az 50 talebe göndermesi, yerli medrese ve İslâmî İlimler Fakülteleri ile Diyânetlerin güçlendirilmesi gerekir. Bununla birlikte ekonomik yatırım, siyasî destek, medya ve kültürel yatırımlar kaçınılmazdır. Sözlerimi tamamlarken, şunu ifâde etmek isterim ki Müslümanlar İspanya’da tam 8 asır hüküm

sürdü. Hıristiyanlar Endülüs’e saldırınca, dönemin halifelerinden yardım talep ettiler. Târihte, İslâm dünyasından yardım talebinde bulunmak üzere Endülüslü Müslümanlarca gönderilen onlarca mektupları herkes tarafından bilinmektedir. Ancak dönemin Müslümanları kendi dertleriyle uğraştıkları ve parçalandıkları için Endülüs’ün İspanya’dan kovulmasına, katledilmesine ve asimile edilmesine gözyumdular. Diğer taraftan Afrika Müslümanları’nın Pirin yarımadasındaki 8 asırlık hükmetmesinden sonra, bugün burada hiçbir Müslüman ülkesinin olmaması acı bir gerçektir. Son olarak, bu tebliğim, inşallah yerli Müslümanların Avrupa ile sınır olduğu bu bölgedeki vahim durumu anlatan bir uyarı niteliğinde olur.

 

idsb.org.tr’den alınmıştır…

    En az 10 karakter gerekli
    Tüm Yorumlar (1)
    • mehmet deniz

      balkanlarda yasayan türk ve müslüman kardeslerimiz anavatanimizin bu günlerde sizlere ihtiyacivar türk ürünlerini kullanalim

      Yanıtla
      +0
      -0


    HIZLI YORUM YAP