DOLAR 34,5467 0.18%
EURO 36,0147 -0.62%
ALTIN 3.005,411,48
BITCOIN 3414550-0.37177%
İzmir
20°

HAFİF YAĞMUR

12:55

ÖĞLEYE KALAN SÜRE

275 okunma

Balkan Ruhu

ABONE OL
03/09/2020 00:55
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Muhacirler kaybedilmiş ülkelerimizin milli hatıralarıdır.

M. Kemal ATATÜRK

 

Osmanlı’nın çokuluslu bünyesinde önemli bir yere sahip olan Balkanlar ve Rumeli, asıl olarak Avrupa’nın güneydoğusunda yer alır ve güneyde Akdeniz, güneybatıda Adriyatik ile İyon Denizi; güneydoğuda Ege, Marmara ve Karadeniz ile çevrili bir yarımada şeklindedir. Coğrafi konumu nedeniyle tarih sahnesinde sürekli olarak istilaya uğrayan, savaşlara şahit olan Balkan toprakları, zaman ilerledikçe Müslüman grupların yerleşmesiyle beraber çok kültürlü bir saha haline gelmiştir. Dönemlerin büyük güçleri tarafından boyunduruk altına alınan Balkan ulusları, Fransız İhtilali’nin ardından yayılan milliyetçilik dalgalarıyla bu boyunduruktan kurtulmaya çalışmışlardır. Osmanlı egemenliğinden sıyrılmak isteyen ilk ulus Sırplar olmuş, ardından diğer uluslar birer birer ayaklanmaya başlamışlardır. Balkan Savaşları’nda Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa ayağını bütünüyle yitirmiş ve çöküş devresine girmiştir. Balkanlar’ın özgürlükçü, ilerici ortamında yetişen ve ilk etapta Osmanlı’yı bu çöküşten kurtarma idealiyle yola çıkan, ama kaçınılmaz sonun da farkında olan eğitimli subaylar kurulacak yeni ülkenin temellerini atacak olan grubun içinde önemli konumlarda yer almışlardır. Balkan topraklarında da adı geçen ve Anadolu havzasında yaşayan ulusların, kurulacak olan yeni devlete bıraktığı bir arada yaşama kültürü, ilericilik ve hoşgörü mirası; yine bir Balkan çocuğu olan Mustafa Kemal Atatürk’e geçmiş ve Türkiye’nin kurucusu, kendi halkına aşılamaya çalıştığı bu değerler ile bütünleşmiştir. Geldiği toprakları ve yaşadığı insanları unutmayan Gazi Mustafa Kemal’in 1935 ve 1936 yıllarında İstanbul Beylerbeyi Sarayı’nda başlatmış olduğu, ancak o günlerin ardından yenisi gerçekleştirilemeyen Balkan Festivali sayesinde hemşerilerini yeniden görme ve onlarla vakit geçirme olanağı bulmuştur. 2 Eylül 1936’da Beylerbeyi Sarayı’nda düzenlenen Balkan Festivali’nde bizzat General Kâzım Dirik’e yazdırıp okuttuğu yazı Balkan ulusları hakkındaki duygularını betimleyecek şekildedir:

 

“Bayanlar,Baylar!

Bu gece çok güzel, yerinde bir tesadüfle bütün Balkanlıların kalplerini, birbirine muhabbet ve aşkla bağlayan sembollerin karşısında, yüksek bir âlem içinde buluyorum. Gördüklerimi benim gibi birçok görenler, gayet kolaylıkla yazabilir, söyleyebilir, tasvir edebilir. Belki bunu tasvirde bazı tehalüfler olsa da en nihayet bir manzaranın gözlerde tecellisinin ifadesi olmak itibarıyla aşağı yukarı ifade ve tasvirler birbirinden uzak kalmazlar. Ben gördüklerimin yalnız bu noktadan değil, bir de kafam içinde, şuurumda husule getirdiği intihalardan bahsetmek istiyorum. Bunun izah ve ifadesi belki biraz, müşküldür. Çünkü anlamak ve duymak, anlatabilmek ayrı ayrı maharetler, sanatlardır. Benim anlamak istediklerim, sizin çok sezişli huzurunuzda hiçbir edebî sanata lüzum ve ihtiyaç bırakmayacak sanırım. Onun için sözlerim, sizin sıcaklık, dostluk saçan havanız içindeki duygularımın ateşi kadar, parlaklığı kadar, heyecanı kadar olmasa da anladığınızı duyduğum derecede benim kalbimin ifadesidir.

Huzurunuzda konuştuğum Balkanlılar!

 

Bulgarlar, Helenler, Romanyalılar, Türkler, Yugoslavyalılar;  siz hepiniz ne kadar birbirinizden ayırt edilmez insanlar olduğunuzu, bu gece, birbirine girmiş, candan arkadaşlık ve samimiyet yaşayışınızla bir defa daha göstermiş, ispat etmiş bulunuyorsunuz. Biz Türklerin, bu temiz insanlık camiasıyla beraber oluşu, beraber olduğunu göstermeye yarayan her vaziyetten ne kadar büyük saadet duyduğumuzu söylemeye hacet yoktur. Beşeriyette saadet, işte böyle insanoğullarının birbirine yaklaşması, insanların birbirini sevmesi, hepsinin temiz his ve düşüncelerini birleştirmesiyle olacaktır. Bu geceki birleşik vaziyetimiz, bu ümen idealin yüksek beşaretidir. İşte bunun için ev sahibi olarak bütün kıymetli misafirlerimize derin sevinçlerimi beyan ederim.”

 

 

Balkanlılar Halk Festivali, Balkan Festivali, Balkanlar Halk Dansları Festivali gibi festivallerle Balkan Ruhu yaşatılmaya devam ediyor. Festivallerle beraber göçmenlerin yeniden anımsanması, şivelerin hatırlarda yeniden canlanması ve insanı kimi zaman hüzünlendiren, kimi zaman neşelendiren Balkan ezgilerinin yeniden kulaklarda çınlaması, Anadolu halkının, Balkan halklarına olan yakınlığını tekrar gündeme getirmektedir. Balkan halklarına ve Balkanlara büyük önem veren Atatürk, bir Balkan Birliği kurulması konusundaki görüşlerini de şu şekilde ortaya koyar:

 

“Bir Balkan Birliği’ne lüzum vardır. Beni bırakınız, partinin lideri olarak Balkanlar’da bir geziye çıkayım. Balkan devlet adamları ile bir konuşayım ve efkârı umumiyeyi –kamuoyunu- hazırlayayım. Bir Balkan Birliği kurmalıyız. Dünyanın ufuklarında kara bulutlar görüyorum. Balkan Birliği kurulabilirse, bir Avrupa Birliğine yol açılır. Batı devletlerinin de er geç birleşmesine zorunluluk doğar. Balkan Birliği ekonomik, kültürel, politik ve askeri bir birlik olmalıdır. Hudut olmayacaktır. Her millet, demokrasi esaslarına göre kendi milli varlığını muhafaza edecektir. Bir tek devlet, bir tek ordu. Her milletin mebuslarından kurulu bir Millet Meclisi. Sıra ile iki veya dört senede bir milletten bir Cumhurbaşkanı seçilir.”

Şubat 1934 tarihinde Yugoslavya, Romanya, Türkiye ve Yunanistan tarafından imzalanmış olan 1.Balkan Paktı, bir güvenlik sağlanması için oluşturulmuş, 1954 yılında imzalanan 2. Balkan Paktı ise Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan siyasî işbirliği ve karşılıklı yardım antlaşması niteliğinde olmuştur. Ancak, Yugoslavya’nın blok değiştirmesi ve Türkiye-Yunanistan arasında baş gösteren Kıbrıs sorunu yüzünden, anlaşma Haziran 1960’ta resmen sona erdi.

 

 

TÜRK AZINLIĞIN YAŞADIĞI SORUNLAR

 

Dağlık anlamına gelen Balkan yarımadası coğrafi özelliklerinden ötürü farklı ulusların ve bu uluslardaki grupların birbirinden uzak ve dağınık biçimde yerleşmesine neden olmuş; bu da Balkanlarda farklı dil, din ve kültürün oluşmasına katkı sağlamıştır. Din hegemonyasında İslam ve Hıristiyan egemenliğinin uzun yıllar kendini hissettirdiği bu yarımada, milliyetçiliğin vurduğu darbeyle ulus kavramını ve birlik olmayı da beraberinde getirmiş ve Müslüman-Hıristiyan ayrımı ortadan kalkmaya başlamıştır. Günümüzde Balkanlar’da bulunan ülkelerde Türk azınlık farklı şekillerde muamele görse de ‘Müslüman’ sözcüğü pek çok ülkede ortadan kalkmıştır. Azınlığın, kendi dilini özgürce kullanma, kendi okullarında okuma, iş bulma gibi konularda sıkıntısı olsa da Balkan ülkelerinin çoğu ‘Türk’ olarak nitelendirdikleri vatandaşlarına mecliste bile yer verebilmektedir. Örneğin Yunanistan’da geride bıraktığımız seçimlerde Karamanlis iktidarını deviren PASOK’tan aday olan iki Türk milletvekili parlamentoya girmiştir, ancak ülkede Türkler, Türk olarak değil ‘Müslüman Helen’ olarak nitelendirilmektedir.

 

TÜRKİYE’DE BALKANLILAR

 

Muhacir kelimesi göçmen anlamına gelir ve karşılaştığımız muhacirlerin pek çoğu kendi istekleriyle değil, vatanlarından, topraklarından çıkmaya ve başka ülkeye göçe zorlanan insan topluluklarıdır. Devletlerin karşılıklı olarak aldıkları mübadele kararıyla veya devlet politikası, baskı süreci ile yaşanan diaspora, göçmenler için türlü sıkıntılarla ve çoğu kez yaşadıkları vahşet, çatışma, zorlama süreçleriyle var olmuştur. Savaşların acımasız ortamında Balkan Türklerinin kitleler halinde Anadolu’ya göçü kaçınılmaz hale gelmiştir. Göç, yalnızca 1. ve 2. Dünya Savaşlarıyla sınırlı kalmamış, komünist-sosyalist idareyle yönetilen ülkelerde faşizme varan aşırı milliyetçiliğin etkisiyle de Balkanlar’dan özellikle Anadolu’ya uzun soluklu, kitleler halinde göçler yaşanmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası Bulgaristan’dan zorunlu göç ve yakın geçmişimizde insanlığın kanını donduran Bosna Savaşı (1992-1995) ile Türkiye’ye milyonlarca göçmen gelmiştir. Balkan ülkeleri arasında Anadolu’ya veya Anadolu’dan Balkanlar’a göç etmek zorunda kalan milyonlarca muhacir, bir insanın göğüs gerebileceğinden fazla sıkıntıyı yüklenmiş, ancak istemeden gittiği topraklarda bir yandan yaşama kaldığı yerden ayak uydurmaya çalışmış, diğer yandan kendi kültürünü yeniden var olduğu topraklara ekmeye başlamıştır. Muhacirler, asimilasyon ve uyum sağlama sürecini her ülkede sıkıntılı bir şekilde yaşamışlardır. Ailelerinin yerleştikleri ülkelerde doğup büyüyen sonraki kuşaklar ise göç edilen ülkenin vatandaşı haline gelmiş, ailesinden aldığı kültürü yaşatmaya çalışmışlardır. Örneğin bugün, Bulgaristan başta olmak üzere Balkan ülkelerinden Türkiye’ye gelip yerleşen Müslüman tebaada buradaki halkın gözlemlediği dürüstlük, çalışkanlık, kanaatkârlık gibi erdemler; Balkanlar’ın yeniden anlaşılmasına vesile olmuştur. Balkanlar’ın önemi ve bizim için olan ayrıcalığı konusundaki ayrıntıları çok önceden görmüş olan Atatürk, bu konuda birleştirici adımlar atmıştı. Günümüz Türkiye’sinde şu an yapılanların çok daha ötesinde ilerici, hoşgörülü, uzlaştıran bir yaklaşımla Balkan halklarını tekrar kucaklamamız gerektiği hepimizce malum olması gereken milli bir dava olmalıdır.

 

 

 

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP