Balkan coğrafyası, Avrupa ve Rusya arasında da önemli bir tampondur. Rusya’nın, sıcak denizlere inmesindeki en emin yol güzergâhlarındandır. Avrupa ve Amerika içinse atlama taşı ve önemli bir ileri üs konumundadır. Bu yüzden, Avrupalının çıkar çatışmalarının önemli bir bölümü Balkanlarda cereyan etmekte. Bunda da en büyük etken Balkan devletçikleri arasında birlik ve beraberliğin tesis edilememesidir. Bu devletçikler yabancı güçlere karşı ortak savunma sistemlerini kuramadıkları gibi temel konularda da muhalefet içerisindedirler. 1. ve 2. Dünya Savaşları, sebepleri itibariyle yine bu bölgede neşv-ü nema buldu. Biri bitti diğeri başladı. Bu nokta da üzerinde düşünülmesi gereken husus; “nihai barış” adı altında yapılan onca savaşların sonuçlarının yeni bir “barış için savaşa” sebep olmasıdır. Ortada bir tezat var. Küresel gücü tekellerinde tutanların bu işteki parmağı ve oluşturdukları suni med-cezirler göz ardı edilmemelidir. Her iki Balkan Savaşı da bunun kanıtıdır. 30 Mayıs 1913 tarihinde Londra Konferansı ile sona eren 1. Balkan savaşı ve hemen ardından patlak veren 2. Balkan savaşları Brüksel, Atina ve İstanbul antlaşmaları ile son bulmuştu. Her iki savaşta da ülkelerin sayı ve sınırları değişti. Kaybeden Osmanlı oldu. Hoşgörü, barış, kardeşlik ve huzur oldu. İstikrar ve güven oldu. Âlem-i beşer oldu. İnsanlık nüfusu bu savaşlarla eriyip gitti. 37,5 milyon insan 1.Dünya savaşında,72,7 milyon insan 2. Dünya savaşında, 500 bin civarında insan ise Balkan savaşlarında saf dışı olmuştur. Toplamda 110 milyon civarında insan eder bu. Değişen asıl budur. “Bu nüfus dünyaya fazladır” diyenlerin düşünceleri burada da yine değişmeyenler arasındadır. Yeraltı ve üstü kaynakların sahibi uluslar arası dev konsorsiyumların isimleri de değişmeyenler arasındadır. Tüm bu savaşlar, sonuç itibariyle beşeriyete istediğini veremedi. Bugünkü kargaşalar bunun en önemli göstergesi değil mi? Bir zamanlar yörede hükümran olanlar bu gün azınlık bile değildirler. Üsküp’te, Selanik’te, Sofya’da, Novipazar’da, Prizren’de, Mamuşa’da, Dragaş’ta durum bu. Faturası en ağır şekilde ödenen savaşların 100.Yıl dönümünü bu haleti ruhiye içerinde idrak ediyoruz. Balkanlar, dün olduğu gibi bugünde birlik ve dirliğini sağlayamayan, stratejik önemi gün geçtikçe artan bir bölge olmaya devam etmekte. Bu yüzdende iri kıyım devletler ve ileri gelen sermayedarlarının ağızlarının suyu Balkan insanının üzerine akmaya devam ediyor. Yalnız sermaye sahiplerinin savaşı değil bu. Haçlı zihniyetini kullananlarında olaylarda etkin rolü vardır. Savaşlar, tüm semavi dinlerin özüne ters düşse de, mütedeyyinler dışında hal böyle. Sözüm ona Balkanlara hâkim olanlar, batıda Avrupa’yı ve doğuda Rusya’yı tehdit etme, “daha çok insan öldürme gücüne” sahip olacaktır. Birçok stratejik ve ekonomik gücü tekeline alacaktır. Öyle ya “önemli olan güçtür.” Ancak sevginin ve hoşgörünün daha da önemli güç olduğu unutulmuş durumda.
SAVAŞLAR ÇARE DEĞİL
Şöyle bir geriye dönüp baktığımızda, savaşların çare olmadığı ortada. Bölge, hala kaynayan kazan ise savaşlar, insanların beklentisini karşılamaya giden yol değildir. Sorunların halli için geçer akçe değildir. Değişmeyenler arasında bunları da zikir etmek sanırım doğru olur. Bunca değişenine rağmen, tüm zamanların değişmeyen tek unsuru, kazanan tarafın hep aynı olması oldu. Yani kazananlar yine “Savaş Tüccarları” oldu. Yine “İnsanlık Düşmanları” oldu. Asırlar boyu bölgede yaşananlar bunun en büyük kanıtı. Kaybeden aslında ne Osmanlı, ne Bulgar, ne de Yunanlılar olmuştur. “Asıl kaybeden top yekûn insanlık olmuştur.” Bölge insanının hamisi Osmanlı artık coğrafyada yoktur. Onları koruyup kollayacak, can güvenliklerini teminatı altına alacak Devlet-i Aliye’yi Osmaniye yoktur artık. Osmanlının yokluğunu fırsat bilenlerin eseri kan ve gözyaşı bölgede var olmaya devam etmektedir. Sonuç olarak; Balkan savaşları ile göç ve mübadelenin yüzüncü yıldönümünde bölgede akılcı, barışçıl ve kalıcı dönüşümler isteniyorsa, sevgi, barış, kardeşlik ve hoşgörü diyen aklıselim, zikri ve fikri selim ile vicdanı selimlerin sesine kulak verilmeli. Silahlar susmalı. “Savaş tüccarlarına, ölüm tüccarlarına, insanlık düşmanlarına” geçit verilmemeli. Oyunlara alet olunmamalı. Etnik ve dini her türlü ayrıştırmacılığın önüne geçilmeli. Aşırı milliyetçiliği körükleyen faşizan akımlar engellenmeli. Demokrasi ve sosyal adalet tesis edilmeli. İnsanların yaşam standardı yükseltilmeli. İnsan hakları ve eşitlik prensibine riayet edilmeli. Hakça paylaşım becerilebilmeli. Her işin başında” gönülleri fetih etmek” olmalı. Farklılıklardan ziyade, benzerliklerden yola çıkılmalı. Hepimizin, aynı Allah (c.c.) tarafından yaratılmış kullar olduğumuz unutulmamalı. Birlikte yaşamak bir sanatsa, mana yaşamın her anında ve alanında maddenin önünde yer almalı. İnsanlar olduğu gibi kabul görmeli. İnançlara saygılı, geniş hoşgörü perspektifinden olaylara ve insanlara yaklaşılmalı. Bölgeye ve bölge insanına yakışan savaş değil barıştır, kardeşliktir. Ayrılık-gayrilik değil, birlik ve beraberliktir. Yazı dizime “Yar ol, bar olma, gül ol, hâr olma” bab-ı kelamıyla son veriyorum sağlıcakla kalın..
BİTTİ
ARAŞTIRMA-İNCELEME
4 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
6 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
6 gün önceHABERLER
8 gün önceHABERLER
13 gün önce