Osmanlı’dan kalan miras içerisinde Balkanlarda kurulan devletlerde, Osmanlı’yı işgalci gören ulus devletler var. Bu devletler geçmişte Osmanlılık ve günümüzde de Türk olma bağını kesmek için garip yöntemler kullanıyorlar. Kullanılan yöntemler içinde insanlara zulüm etmek bunların en tehlikeli olanı. Bunu başaramayan devletler de, sinsice ama etkin yıldırma politikası uygulayanlar var. Bu türlü uygulamalar ve insanlık dışı tavırlar sorunları çözme yerine çıkmaza sürüklüyorlar. Örneğin; yıllarca süren ama sonuç alınamayan Bulgaristan’ın isim değiştirme zorbalığı bunlardan sadece biri. Yapılmak istenen aslında sadece bir kimlik silme gayreti olmadan öte soykırım nitelikli hareket olarak vücut buluyor. Yine, garabetlerine garabet ekleyen Yunanistan’ın, Arnavutluğun güneyinde yaşayan Arnavutları para karşılığı Yunan yapma özlemi tüm dünyanın gözü önünde sessizce yerine getirilmeye çalışması ayrı bir skandal. Osmanlı mirası ile sahnede yerini alan bu ve benzeri topluluklar bölgede sorunları çözüme götürme yerine, çözüme götürmeyen, sorunları içinden çıkılmaz bir hal almasına sebep olan davranışları ile yeni nesillere geride unutamayacakları bir miras bırakıyorlar. Nesillerin ötekilere karşı duyduğu nefret hissini daha da körüklüyorlar. Zihinlerinde çözümsüzlüğe inandırılmış insanlar üretiyorlar. Osmanlı döneminde yaşanmamış, ama bugün bazı Balkan dünyası devletlerinin emperyalist yaklaşımları gelecek nesillerin hafızalarında bir müddet daha silinmez izler bırakıyorlar. İhtiraslar, makam kaygıları ve gözünü kan bürümüş yobazlar, toplumları kardeş ilan etmek yerine birbirlerine düşman ediyorlar.
Her şeye rağmen, barışa inanan ve insana saygı duyan bir birey olarak aramızdaki sorunları, temel hak ve hürriyetler açısından çözebileceğimize inancım tamdır. Bu nedenle arayışı içerisinde olduğum çözüm önerilerinin temelinde geçmişte olanları kabul edip, gerekirse karşılıklı özür dileyip, Sezar’ın hakkını Sezar’a verdikten sonra da gelecek adına bu ve benzeri davranışlardan kaçınmak ilkesinin sorunların çözümü için temel ilke olarak öne çıkması gerektiğine inanıyorum, herkesin buna inanmasını da arzu ediyorum.
İMPARATORLUKLARIN SİLİNMEZ İZLERİ
Osmanlı, Roma, Bizans gibi uzun ömürlü devletler, hâkimiyetleri altındaki topraklarda yaşayan toplulukların tarihleri, kültürleri ve düşünce yapıları üzerinde, izleri bugüne kadar uzanan derin ve silinmez izler bırakmışlar. Bu, kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Aksini söylemek mümkün değildir. Roma ve Bizans’ın Akdeniz havzası ve Avrupa’da bıraktığı ve etkileri günümüze kadar uzanan tarihi miras bu gerçeği destekliyor. Benzer biçimde İngiliz İmparatorluğu’nun Hint dünyasında bıraktığı izler için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Tüm bu izleri görebilmek için dikkatli bir gözlemci olmak yeterlidir. Yazılı belgelere bile ihtiyaç yok denilebilir. Çünkü mevcut olaylar, siyasi düşünce tarzları, edebiyatta ve sanatta yansıyan kültürel etkileşimler geçmişten günümüze uzanan uzun ömürlü devlet izlerinin ve mirasının canlı birer şahididir. Osmanlı Devleti de, Roma ve Bizans İmparatorlukları gibi alabildiğine geniş bir coğrafyada farklı dinler ve milletlere mensup toplulukları asırlar boyunca yönetme başarısını göstermiştir. Birçoğun da orijinal yöntemler geliştirerek kendine has kültürler oluşturmuştur. Avrupa’da ilk defa devlet yönetiminde laik yönetim biçimini Osmanlı uygulamıştır. Balkan Dünyası, Türk ve Müslüman topluklar bu etkilenmelerden nasibine düşeni almıştır. Bu izleri silmek imkânsızdır. Bu nedenle İslam inancının bu topraklardan silinmeye çalışılması sorunların en büyük çözümsüzlüğünü oluşturmaktadır.
DİNİ ETNİSİTE
Bu bağlamda Batı Dünyası’nın ve Balkan ülkelerinin yöneticilerinin dini etnisiteyi, bölgedeki Müslümanlık anlayışını kabul edip, Osmanlı ruhunun temeli olan bu değerleri görmezden gelmeden çözüm üretmeleri gerektiği en önemli önerimizdir. İslam tarihi açısından bakıldığında ise Osmanlı Devleti’nin Emevi, Abbasi, Fatımi ve Memluklar döneminden devraldığı mirası siyasi kurumsallaşma bakımından en üst düzeye ulaştırma başarısına imza attığı söyleniyor. Siyasi kurumsallaşma, ekonomik organizasyon ve uluslararası politikayı etkileme itibariyle de, Osmanlı Devleti’nin, İslam dünyasının son altı yüz yıllık tarihindeki en yaygın ve en etkili devlet sistemini kurduğunu da söylemek abartılı bir yaklaşım değildir. Bölgedeki siyasi ve yönetimsel kurumsallaşmada Osmanlı etkisi kendisini son derece hissettirmektedir. Amerikalı araştırmacı L.Carl Brown ‘un daha realist bir yaklaşımla meseleye yaklaşımıyla;” Peki, dünya siyasetine yön verecek kadar etkili ve uzun ömürlü bir devlet sistemi kuran Osmanlı Devleti’nin kontrolü altında kalmış bölgelerde bıraktığı izler bihakkın biliniyor mu? “ sorusunun cevabı “hayır” dır. Brown’a göre Osmanlılar dönemi siyasal sistemi, sürekli olarak görmezden gelinmiş ve Osmanlıların bıraktığı miras hem Batılılar hem de Osmanlılarla aynı geçmişi paylaşanlar tarafından yanlış değerlendirilmiştir. Batı dünyasının genel anlamda, Osmanlı Devleti’nin çok kültürlü, çok dinli, çok dilli ve çok uluslu yapısını bilinçli olarak görmezden geldiğini biliyoruz. Osmanlı torunlarını ilgilendiren yönü itibariyle de budurum kısmen böyle değerlendirilmiştir. Yıllarca bu mirasa sahip çıkamadığımızdan olsa gerek L.Carl Brown’a göre; “ Bu uzun ömürlü devletin mirasını hafife alan ve bıraktığı izleri yok sayan sadece Batılılar değil. Osmanlı yönetimi altında uzun yıllar kalan ve ancak 20.yy’ın ilk dönemleri sömürge altında geçirilen modern anlamda ulus-devlet kurabilme imkânı bulan toplumlar da, kendileriyle iç içe yaşamış ve bir anlamda günlük yaşantılarına sinmiş bu mirası reddediyorlar. Balkanlardaki Hıristiyan toplumlar ve güneybatı Asya’daki Ermeniler, ayrı bir dil ve dine dayalı milliyetçilik rüzgârına kapılarak Osmanlı mirasını, yabancı bir gücün hegemonyası olarak görüp temelden reddediyorlar. Aynı dini değerleri paylaşmalarına rağmen Araplar da Osmanlı idaresinin bıraktığı mirası genelde tanımıyorlar ve Osmanlı dönemini, Hıristiyanlar ve Ermeniler gibi yabancı bir yönetim olarak değerlendiriyorlar.”. L.Carl Brown bütün bunlara ilave olarak; Türkiye Cumhuriyeti’nin de Osmanlı’dan devralınan mirasa karşı çelişkili ve belirsiz bir tutum içerisinde olduğunu sözlerine ekliyor. Brown’a göre Türkiye zaman zaman Osmanlı mirasına sahiplenmekle birlikte bu mirasın varisi sadece Türkiye Cumhuriyeti değil. Osmanlı yönetimi altında yüzyıllarca kalan diğer ülke ve toplumlar da bu büyük ve zengin mirasın izlerini taşıyor. Tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık; ‘Mirasın Anlamı: Osmanlı Örneği’ başlıklı makalesinde, Osmanlı mirasının günümüze şekil vermede ve siyasi yapıları etkilemede çok önemli bir miras bıraktığını dile getiriyor. İnalcık, Osmanlı mirasının günümüze uzanan boyutlarını incelerken Osmanlı devletinin siyasi ve sosyal sisteminin etkisini, iki kısımda inceliyor. Devletin yönetimi altındaki gayr-i müslim toplulukları laik bir anlayışla idare etmesini laikliğin ilk uygulamaları arasında gösteriyor. Böylece tüm Avrupa’nın ve özellikle Fransa devlet yönetiminin, laik devlet yönetim sistemini Osmanlılar’dan öğrendiklerini ortaya koymuş oluyor. Günümüz Balkan devletlerinin yönetim yapısında var olan dini etkileşimler bu devletlerin laik olmadıklarını ortaya koyuyor. Sistemlerinin laiklik üzerine kurgulanmadığını açıkça belirliyor. Balkan sorunlarının çözümsüzlüğünde, özellikle Balkan ülkelerinin yönetiminin belirgin din faktörünün sorun oluşturduğunu görüyoruz. Gerçekten kalıcı bir barış ve çözümün ortaya çıkabilmesi için Balkan Dünyası’ndaki devletlerin yönetim biçimlerine etki eden din faktöründen arındırılmalarını ve seküler yapılara kavuşturulmalarının gerekliliğini öneriyor ve zorunlu görüyoruz. Gelecek hafta yazımın devamında buluşmak ümidiyle…
BALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
18 gün önceHABERLER
27 gün önce