Sözde, “demokratik toplumların” oluşturulması adına karıştırılmıştı Balkan coğrafyası. Bölgeyi kontrolüne almak, ellerindeki silahları satmak ve geçmişten beri sürdürdükleri, İslam’ı Avrupa’dan kazımak adına, onca acı yaşatılmıştı, Balkan Müslümanlarına. Unutulması imkânsız şeylerdi yaşatılanlar. Reva görülenlerin hepsi birer utanç abidesi oldu. Yokluk ve kıtlık, istikrarsızlığı bölgede hâkim kıldı. Hasretin yeni kaynağı oydu artık. Her ne kadar etnik sorunlar sürse de; silahların susması, kan, gözyaşı ve feryadın dinmesi, gelinen nokta itibariyle umut verici. Böylelikle problemlerin top ve tüfekle çözülemeyeceği devletler muvazenesinde sanırım bir kez daha anlaşıldı. Olayları başlatanlar, ellerindeki silahları kan ve gözyaşına rağmen, sorunların silahlanarak sona ermeyeceğini bilmelerine rağmen, sattılar. El altından satılan silahlar kar hanelerine işlenmişti. Şimdi zaman, hile ve desise ile bozulan istikrarının yeniden tesisi zamanıdır. Bu süreç nelere gebe onu da Allah (c.c.) bilir. Süreçte; uluslararası toplumun izleyeceği politikalar “hoşgörü ve hakkaniyete” dayandırılmalıdır. Bu politikaların sürdürülebilir olması Balkanların geleceği açısından fevkalade önemli. Bu durum ülkemiz açısından da önemli. Türkiye’nin bugün gördüğü hürmete, Osmanlı’ya duyulan hürmet de eklendiğinde, Balkan insanının ülkemize duyduğu güven bir kez daha gözler önüne serilmiş olur. Bu güvene layık olabilmek için de geçmişten gelen sorumluluğumuz gereği istikrar politikalarının icrasında ülkemiz daha fazla söz sahibi olmalıdır.
BÖLGE İNSANININ ÜLKEMİZE DUYDUĞU TEVECCÜH
Hatta bu politikaları, coğrafyanın doku ve dengesini bilen büyük devlet olarak bölge ülkeleri ile birlikte tayin etmelidir. Bölge insanının ülkemize duyduğu teveccüh de yatsı namaz. Geçtiğimiz günlerde Sn. Başbakanımızın Kosova’ya yaptığı ziyarette yaşananlar bunun yansımalarıdır. Yapılan üst düzey ziyaretlerle Balkanlara verilen destek hepimizi mutlu etmiştir. İş bunlarla bitmeli mi? Bir iki açılış vesaire. Elbette bitmemeli. İstikrar için yapılacak çok iş var. Bunların başında, Balkan devletlerindeki yönetim boşluğundan kaynaklanan ve istikrarın tesisini zora sokan işsizlik, yoksulluk ve rüşvetle mücadele gelmekte. Sadece Kosova ve Bosna’daki işsizlik oranı hâlihazırda yüzde 50’ leri aşmış durumda. Yani iki kişiden biri işsiz. Böylesi bir durumda istikrardan söz etmek havanda su dövmekten farksızdır. Kosova ve Bosna halkının yüzde 25’inin açlık sınırında yaşadığı unutulmamalı. İş adamı ve yatırımcılarımız bölgeye daha çok yatırım yapmalılar. Yine her iki ülke baz alındığında, 2 milyondan fazla insanın günlük yaşamını sürdüremediği görülecektir. Düşük yaşam standardı, ağır aksak sürdürülen barış ve istikrar çabalarına doğal olarak olumsuz etki yapmakta. Şimdilerde de Bosna nüfus sayımında akıllara ziyan hilelere başvurulmakta. Müslüman ahali sayısı olabildiğince az gösterilmek suretiyle etnik ve milli üstünlük sağlanmak isteniyor. Aklıselim bir davranış tarzı değil bu. On binlerce Bosnalıyı soykırıma uğrattıktan sonra bile muratlarına eremeyenler bu yolla hiç eremezler. Bunu da akılarının bir köşesine yazsınlar.
SİLAH SATABİLMEK ADINA
Bölge devletlerinin silahlanmasına kısıtlama getirilmesi istikrarın bir diğer unsurudur. ABD buna yanaşmayacaktır. Çünkü silah ve filmden başka satacak bir şeyi yoktur. Silah satabilmek adına etnik unsurları önce kışkırtırlar, ardından da çaktırmadan silah satarlar. Bunu yapanlar, Balkanların hamisi rolünü oynar ve oyun bitimi alkışlanan taraf yine onlar olur. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” demeyin. Emperyalizm ve kapitalizmin varlık sebebi budur. Önemli olan Balkan insanının değil, kendi “İnsanının” hak ve menfaatlerdir. Ayrıca; bölge yöneticilerinin tahrik edici etnik söylemlerini bir kenara bırakmaları bir diğer istikrar unsuru. Bu söylemler toplumdaki cepheleşmeyi körükleyip ayrışmayı daha da derinleştirerek, yeni çatışma zeminleri oluşturmakta. Son zamanlarda Balkan devletleri arasında yaşan olaylar bu türdendir. Balkan halkları bu oyunda “ ne tazı olmalı, ne de tavşan.” Bunun aksi, Balkanlarda yaşayan herkesin ve herkesimin aleyhine olacaktır. Sonuç itibariyle; her türlü ayrımcılığı ve şiddeti ret eden İslam, bu yüzden Balkanlardan ve dolayısıyla Avrupa’dan temizlenmeliydi. Temizlenmeli ki, bu şer güçler istikrarsızlıkla emellerine ulaşabilsin. Ancak; cümle âlem görmüştür ki; İslam’ın, Avrupa’daki izleri ile Osmanlı’nın, dünya tarihindeki izleri silinememiştir. Türkiye var olduğu müddetçe de silinemeyecektir. İstikrara hasret olanlar, istikrarı yakınlarında aramalıdırlar. Sağlıcakla kalın.
HABERLER
1 gün önceHABERLER
1 gün önceKÖŞE YAZARLARI
4 gün önceKÖŞE YAZARLARI
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
15 gün önce