Herkesin sevdası farklıdır ya, ama adı sevdadır. Her köprüde farklı olsa da birbirinden onlar Osmanlı köprüleri idi Balkanlarda… O köprüler bağlardı bizi taşla toprakla, sonraları samanla, teknoloji ile…
Güneş taş eşikleri yalıyor usulca, yabancı bir kedi ürkekçe tırmalıyor kapıyı aç edasında, bakıyorum renkler soluklaşıyor dışarıda. Doğru ya dün de erken kararmıştı diye geçiriyorum içimden kış geliyor. Zorlaşıyor hayaller kışın soğuğunda. Üşüyesin mi hayal mi kurasın belirsizliğinde kalıyor, saklanıyorsun yün battaniyelerin altına, tembellik uykuya kardeş sarıyor bedenini, yalnızlığın bütünselliğinde buluşturuyor kış geceleri. Oysa şimdi öylemi hazan mevsimi kokuyor burnuma, hayaller daha bir canlanıyor sonbaharın soluk güneşinde. Planlar yapmalıyım sonbaharın bu vericiliğinde, satırlarımda çıkmalıyım seyahatlerime, tablolarımda devam etmeliyim yolculuklarıma… Hipotezler canlanıyor beynimde bir bir sıralanıyor. Oraya gideyim, şunu yapayım. Suluboya çalışayım, ama kum da yaparım yarın, şiirim dur bir dakika ama sana da yer var. Dürtükleme… Yazacağım merak etme, ya yazılarım onlara da sıra gelecek sanırım, tamam tamam derken aklım allak bullak hala başlayamadım birinden derken. İşte satırlarımda buluşuyorum sizlerle… Ah bu planlar beynimi kemiriyorlar, o kadar çok düşünce dönüyor ki kafamda ve işte bu beni tembelliğe aktaran… İşte bu melisa kokusu inletiyor beni her eylül çağrısında. Büyüsünde kaldırıp kendimi telefon, mail sarılıyorum haberleşme araçlarıma… Sanatçı dostlarıma ulaşıyorum, balkanlardan dostlarımla uzun soluklu sohbetler yapıyorum. Gelecek sezon planları sergiler, çalıştaylar konuşulduktan sıcacık kavuşmalar sonlandıktan sonra telefonu kapatıp dayandığımda koltuğuma bir gülümseme alıyor beni… Ne kadar değişti iletişim. Artık köprülerimiz teknoloji oldu. Saman kâğıtlardı bir dönemler aylarca mektup beklediğimiz olurdu büyüklerimizden, sevdiklerimizden. Haber getiren postacılar köprülerimiz olurdu topraklarımıza. Ya daha önce sadece taş köprüler vardı bizi birbirimize ulaştıran, şehirleri insanları bağlayan, bağdaştıran. Binlercesi kuruldu taş köprülerin, kimi zaman şehrin sembolü oldu kimi zaman aşkların, kimi zaman savaş şehvetinin… Aslında milletlerin ananeleri idi köprüler. Onların etnik kültürlerine göre dokunurdu yapılırdı. Stilleri vardı. Herkesin sevdası farklıdır ya, ama adı sevdadır. Her köprüde farklı olsa da birbirinden onlar Osmanlı köprüleri idi Balkanlarda… O köprüler bağlardı bizi taşla toprakla, sonraları samanla, teknoloji ile…
RUMELİ RESSAMLARININ CANLI ÇİZİMLERİ
Ne enteresan bir kelime diye gülümsedim işte. KÖPRÜ istediğin gibi şekillendirebiliyorsun satırlarında ister edebi, ister mimari, istersen bir ressamın elinden resmani. Bazı Rumeli ressamları canlı gibi çizerler taş köprüleri, eski mimariyi. Yıkılmış eserler onların tablolarında yaşar. Adım atsanız karşıya geçecek gibi olur. Biraz yaklaşsanız efsanelerinin akşam ateş başı sohbetinde buluverecek olursunuz kendinizi. Fısıltılarda içlerine alır bu tablolar sizi. Bir merak sarıyor beni köprülere dair hemen fotoğraf albümüme bakıyorum. Dijital değil bildiğiniz has albüm. Seviyorum ben fotoğraflarıma dokunmayı. Garanticiyim sanırım biraz da fotoğraflarımın silinmesinden ürküyorum besbelli. Ve seviyorum fotoğrafların elinden tutup albüm köprüsünün üzerinde bir o şehirde bir bu şehirde dolanmayı. Balkanlar önümde hemen köprü resimlerini açıyor inceliyorum. Köprüler kendi başına bir imgedir. Bir simgedir… Köprüler bir geçiştir gönülden gönle. Yürekten yüreğe… Köprüler bir dost kapısıdır. Köprüler bir yar diyarıdır… Diyerek arıyorum belki eskiye dair özlemlerimizi Edirne Köprüsü’nden sıçrıyorum Mostar’a, ayıp oldu Drama Köprüsü’ne Kavala’dan atlamayalım diyerek dönüp oradan da nice köprülere bakış atıyorum. Ne hayaller yaşandı, ne aşklara ne şiirler yazıldı bu köprülerin başında. Kim bilir kaç yar buluştu, kim bilir kaç er öldü savaşlarda taş köprülerin yalın ayaklarında. Köprüler bazen barışın sözcüsü oldu. Bazen de nutukları tutuldu yara ala ala, içleri kanaya kanaya seyrettiler savaşı. Yıkıldılar yeniden yapıldılar. Destanlar can verdi onlara. Ayaklarının diplerinde yeşeren sevdalar destan oldu gün geldi can oldu harap olan taşlarına. Simge oldular yeniden yapıldılar. Görkemli ve gururlu dikildiler ayağa, bir yüz yıl daha durup seyredecekler geleni geçeni ölüyü diriyi ve bebeleri.
ÜSKÜP’ÜN TAŞ KÖPRÜSÜ
İnsanoğlunun bebelerini, sevdaların filizini. Aşkların hırçınlığını, fakirliği zenginliği, teknolojiyi görecekler. Aynı destanlar aktarılacak lakin bazen değişecek satırlar. Güne uyarlanacak belki de. Ama bir gerçek kalacak ki oda adları ve mağrurlukları. Mesela yıllardır gündemden düşmeyen Üsküp’ün taş köprüsü, gündemini hala koruyor. Çünkü bazen bu köprüye yapılan haksızlıklar, savaşlardakileri aratmıyor maalesef. Bu topraklarda köprü dedin mi peşinden Osmanlıyı da sürüklüyor heceler. Çünkü birçok edebi eserde bahsedildiği gibi ‘’Osmanlı mimarlarının köprü inşaatında ve sanatsal yaratıcılıkta görülmemiş kabiliyetleri vardı. Mimar Sinan Drina üzerinde büyük bir anıtsal köprü inşa ederken, Vardar üzerinde, Üsküp ve Tetova ‘daki köprüler ve Sarayova’da kiler sanatsal tarzları iyice yansıtmaktadır. Türküler çalındı kulağıma taa ötelerden Urumeli’den. Köprülere yazılmış köprülerle harmanlanmış türküler. Balkan düğünü de başladı bizim mahallede kulağıma çalınması normalmiş diye patlattım bir kahkaha… Koltuğum salınım da, elimde kitaplarım önümde dizüstü bilgisayarım. Bir orayı karıştırıyorum bir burayı, Konu beni bir harmanladı ki sormayın araştırdıkça içine doğru akıyorum. Aktıkça daha çok buluyorum bir şeyler. Bir kitap geçti elime ve bir cümle tıkadı nefesimi. İnsan, mecazdır; Allah ise, hakikattir. “El-mecâzu kantaratü’l-hakîkah” (Mecaz, hakikatin köprüsüdür) ifadesi, Bizler Allah’ın köprüsüyüz. Ve biz ne köprüler kurduk birbirimize iletmek için… Hakikati, sevgiyi, dostluğu, kardeşliği… Pencereme bir türkü takıldı dedim ya gitmiyor inatla. İlle ki duyulayım istiyor dinleteyim istiyor kendini, yukarıdaki satırlarıma ita fen anlatacak sanırım dostluğu kardeşliği, Kavala yakınlarından Drama ‘dan yayılıyor melodinin kokusu atölyeme
‘’ Drama köprüsü Hasan dardır geçilmez
Soğuktur suları Hasan bir tas içilmez
At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin ‘’
Hani dedik ya ne destanlar yazılmış, ne efsaneler işte birisi kendinden bahsettirdi bile. Demek kısmet Debreli Hasan’dan başlamakmış söze. Ve Urumeli diyarında köprüler bir başka anlam taşır. Bir başka yazılır çizilir. Bu ender mimari ve edebi ve ruhani özelliğimizden söz etmek benim için ayrı bir özellik ve de ayrı bir güzellik olacak diye düşünüyorum… Ecdadımızın hayratından bahsetmek gururdan öte bir şey. Gerçi bu zaman dilimi içerisinde biz çok köprüler yaptık onlar yıktılar. Ama biz yine de köprüler yapacağız… Köprüler kuracağız. Köprüler insanlığı buluşturan araçlardır… Hakikati birbirimize taşıyan araçlardır. Uygarlık bunun neresinde kalırsa kalsın zaman bunu gösterecek. Biz daha nice köprüler yapa duralım…
HASAN’IN HİKÂYESİ
Hasan’ın hikâyesine gelince: “Debreli Hasan, askerlik yılları içerisinde haksızlığa dayanamayarak kendisine hakaret eden komutanını vurur ve dağlara kaçar eşkıya olur. Kendiside pişman olur ama asaleti ona kötü eşkıyalık yerine Robin Hood gibi eşkıyalık yaptırır. Gayri Müslimleri soyar. Fakir Türklere dağıtır. Bekârları evlendirir. Yaptıklarına çok pişman olmuştur. Ama çare yoktur. Geri dönülmez yola girilmiştir. Drama Köprüsü’nü, o devrin haksızlıkla para kazanan halkı ezen zenginlerinden aldığı haraçla yaptırmıştır. Halka onu sevdiren eşkıya kişiliğinin en üstün tarafı ise fakirlere yardım etmesi, bilhassa birbirini seven yoksul gençleri evlendirmesidir. Bu konuda şöyle bir menkıbe de vardır. “Evlenmek niyetinde olan dağlı bir genç, tek danasını almış, İskeçe pazarına inmektedir. Yolu, Debreli Hasan tarafından kesilir. Delikanlının evlenmek için parası olmadığını anlayınca Debreli kendisine düğün için yetecek parayı verir ve ayrıca danasını satmamasını salık verip uğurlar. ” Makedon dağlarının Debreli’si sonunda padişah affına uğrar veya söylentiye göre mübadelede güvenlik güçlerinin elinden kaçmayı başarır ve Türkiye’ye göç eder.
Ah Bre Debreli Hasan, Drama Köprüsü Hasan dardır geçilmez, At martinini Debreli Hasan dağlar inlesin. Kendi iyi niyetini Drama Köprüsü’ne yaftalayıp ta bu yıllara taşımış. İşte bu hakikati taşımak, iyiliği taşımak değilse nedir. Yıldan yıla, kulaktan kulağa…
Şimdi ise bu ender ve anlam dolu mimari konusu nedense beni daha bir çekmeye başladı kendine Daha öncelerde de vardı merakım hep köprübaşında oturup resim yapardım. Şiir yazmaya zorlardı ne zaman yamacında oturup ayaklarımı uzatma molasına kapılsam… Prizren’de taş köprüde oturup dinlenirken sıralamamış mıydım dizelerimi mısralarımı pak deresine eş.
Evliya Çelebi’nin satırlarında dolanmamış mıydım yıllarca. Değerli okurlarım bu defa tuvalimi, çantamı alıp çıkacağım Balkanlar’daki köprülerimizin huzuruna, Elimden geldiğince, dilim döndüğünce, bilgim yettiğince, resmim devam ettiğince köprülerimizden bahsedeceğim. Yerinde. Yanında. Yakınında oturup tuvalime aktaracağım. Defterime dizeler karalayacağım… Belki bakarsınız kendileri dile gelir de neler anlatırlar. Kim bilir?
Drina Köprüsü. Mostar Köprüsü. Prizren Taş Köprüsü. Üsküp Vardar üzerindeki Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Vıçıtırın Taş Köprüsü ve İshak Paşa Köprüsü, Mustafa Paşa Köprüsü ve daha niceleri ve daha nicelerinin efsaneleri kucaklayacak bizi renklerin satırlara müsaadesinde…
HABERLER
3 gün önceHABERLER
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
6 gün önceKÖŞE YAZARLARI
11 gün önceKÖŞE YAZARLARI
17 gün önce