Balkanlarda Köprülerle yaşamak -3

8 Mayıs 2024 - 23:56

1977 İzmir doğumlu çok yönlü sanatçı, Ege Ünv. Ziraat Fak. Toprak Mühendisliği ve A.Ü.Halkla İlişkiler Uzmanlığı , Ege Ünv Eğitim Fakültesi Pedagojik Formasyon Bölümlerinden mezun oldu. İçerisinde Ege Ünv Bilgisayar programcılığı ,Siyaset Okulu dâhil birçok eğitim programını bitirdi . Resmi ve özel kurumlarda resim ve bilgisayar öğretmenliği yaptı. Temel resim eğitimini çok küçük yaşlarda annesi ressam Nüket Bağra’dan aldı . Küçük yaşlarda başlayan resim ve edebiyat çalışmalarında o dönemlere ait ödülleri de bulunmakta olan sanatçı daha sonra Kosova ‘ya giderek sayın Dr.Ethem Baymak atöyesinde Sanat Tarihi , Desen ve Resim Teknikleri üzerine eğitimini geliştirmiştir. Sanatta köklerimizden beslenerek yol alırken özgün olmanın gerekliliğine inanan sanatçı aldığı Toprak Mühendisliği ve Resim eğitimlerinin bir getirisi olarak kendi geliştirdiği kum dokulu karışımı ile kendine has bir teknik yaratmıştır ve KUMSAL YANSIMALARI dizisi ile ‘Kumların Ressamı’ olarak tanınmaktadır. Ayrıca akrilik, yağlıboya, suluboya serilerinden oluşan eserleri bulunmakta ve çocuk kitapları için çizimlerde yapmaktadır. Bugüne dek çoğunluğu yurt dışında olmak üzere on sekiz kişisel,yüz ‘e yakın karma sergi açan sanatçı , yurt içi ve yurt dışında çok sayıda sergi, çalıştay ve uluslararası organizasyonlara katılmıştır .Kendisi de sanat küratörlüğü yapmakta ve kendi tekniği ile ilgili olarak bir çok bienal ve önemli sanat fuarlarından özel davet almaktadır.. Uzmansal çalışmalarını Türkiye, ,Balkan ülkeleri , İtalya, Mısır ,Bahreyn ,Karadağ gibi ülkelerde zaman zaman sürdüren sanatçı; “İtalya Regolad de Arte Vakfı” tarafından 2011 yılında düzenlenen yarışmada dünya üçüncülüğü ödülüne değer görülmüştür. Toplum sorunlarına kayıtsız kalmayan sanatçının birçok Sivil Toplum Kuruluşu’nda kurucu üye ve aktif yönetim kurulu üyeliği bulunmaktadır. Eserleri bir çok resmi ve özel koleksiyonlarda bulunan çok yönlü sanatçının; resim çalışmalarıyla birlikte yürüttüğü edebiyat çalışmaları da bulunmaktadır.Dergi editörlüğü , köşe yazarlığı , eleştiri,deneme,araştırma ve şiir kitapları yazmakta ve bu konularda ki araştırmaları ile bir çok bilimsel toplantılara katılmakta olan sanatçı Sanat çalışmalarını İzmir Karşıyaka’da bulunan atölyesinde sürdürmektedir..

Fatma Elvin Öztürk

Balkanlarda Köprülerle yaşamak -3

Balkanlarda Köprülerle yaşamak -3
Son Güncelleme :

27 Kasım 2012 - 8:41

283 okuma
(Last Updated On: )

Mostar_by_el_sinanovicGün geçmiyor ki bir yerlerde gazetelerde, dergilerde adını görmeyeyim. Gün geçmiyor ki fısıltılarda adına rastlamayayım. Anıların kucağından alıp çıkartmayayım. Ah yürek sevdası gibi dolanıyor satırlara. Bir heybet ki baktıkça bakası geliyor da bir soluk kesikliğinde yarını buluyorsun. Yaşanası bir gezi bu, hatıralara kendini mıh gibi işliyor. İyi ki gitmişim. İyi ki eteğinde seni karalamışım diyebiliyorum hafızamın sayfalarını bir bir çevirirken. Öyle çok eserler konu oluyor, Öyle çok yürekleri aşkları bağlıyor ki. Bir şair tanıyorum aşkını, hayal kırıklığını şiirinde güzel anılardan yadigâr bir tabloda sana baka baka haykırıyor. Kimi özlemini kimi yüreğini adıyor sana. Yeşil mavi sularına tablolar bezeniyor şiirler yazılıyor. Sanatın köprüsünden özlemin yüreğine oturuyor gizlice… Yıkılıyorsun ama yıkılmanda bir olay oluyor kalkmanda. Heybetin direngen sen olamasan da. Yüzyılın kuyruğunu sanki buraya bağlamışlar. Alaycı bir ifade içinde ben neler gördüm deyişini seziyorum şu rüzgârın yanağımı okşayarak geçişinde.  Ne mesafelere sığınak oldum deyişini. Ne savaşlara heba edildim deyişini. Ne istediler benden diyorsun haklısında… Ama bazı cisimlerin vardır görevleri. Tarihte isimleri geçer. Hatta bulundukları bölge bile onların isimleri ile anılır. İşte sende böylesin. Yürekli, mağrur. Cesaret timsali. Gençler senin ekseninde sevdalılarına cesaretlerini aşklarını anlatıyorlar. İşte sen bu düzlemde birçok olayın heybetindesin. Biz sanatçılara da seni çizmek, seni resmetmek görevi kalıyor. Nesillere senin o dik duruşunu, sadece bir köprü olmadığını, birçok olayın başrolünde olduğunu ve insanların yüreğine köprü olduğunu anlatmamız gerekiyor. Mostar diyince çünkü bütün Balkanlar geliyor dimağıma. Ve sen geliyorsun aklıma Mostar. Neyse baksana yazma zamanım gelmiş, kalem beni özlemiş, dil yüreğe gebe. Lakin nerden anlatacağım nasıl başlayacağım bilmiyorum derken debi derya bir konu o kadar aldı elimden götürdü ki beni satırlarda. Anlatacak kelam söylenecek sözler bir bir sıralanıverdi. Sanki ben değil de kendi yazdırıyor kendini. Ünü herkesin diline pelesenk olmuş bir köprü. Köprüden öte bağ, bir sembol, insanlığın sembolü yaşlı bir ağaç gibi yıllara meydan okuyamasa da kimliği ile yazdırmış adını tarihe, yaptırmış kendini tekrar tekrar. Bosna’yı da Türkiye’ye bağladığını düşünürüm aslında ben hep. Sadece iki kıyı değil yani ta oradan ta buraya. Ve belki de bu yüzden olsa gerek bombaladılar belki de köprüyü. Lakin bilemediler o köprü taştan ibaret değil ki yürekten ibaret yürekten. Bir sembol bir bağdaşım, Ataların yavrularına uzanan kolları, türküleri, nidaları… Ne bomba yıkar ne söz. Lakin tam dört yüz kusur senedir mıhlandığı yerde .Beşir Ayvazoğlu‘nun bir yazısında okumuştum, bir gezgin bu köprü için “taşlaşmış hilal” demiş. Ne doğru demiş. Mostar’ın Katolik, Ortodoks, Yahudi ve Müslümanları birleştiren bir köprü olduğu kabul edilir. Bu yüzden sanırım manevi değeri oldukça yüksektir. Savaş yıllarında yerli halk tarafından korunduğuna şahit olunmuş diye anlatıyor oralardan bir dede usulca yanıma yanaşıp. Ben fırçamı suyun içinde yüzdürürken. Her boyada yakışıyor sana Mostar diye geçiriyorum içimden. Suluboya, yağlıboya nasıl istersen öyle güzel çıkıyor. Maharet sende altından gürül gürül geçen suda anladım. Yanımdaki amca hafif bir hırıltı ile boğazını temizliyor. Buyur amca diyorum anlatacakları var belli. Başlıyor başından sonunu tamamlayamadığı hikâyelere diyor ki eşinin annesi Boşnak olan bir Hırvat komutan tarafından yıkıldı biliyor musun ne yazık. Oysaki hepimiz korumak için çırpınıyorduk. Biraz daha eğilerek gizli gizli fısıldıyor kulağıma, biliyor musun Adolf Hitler burada nöbet tutmuş gençken aha ta şu köprünün başında diyor. Bir heyecan basıyor beni hemen fırçamı bırakıp. Merak içinde dönüyorum dönüyorum da biçare. Bu kadar biliyorum bende diyor gerisini unuttum. Oradan soruyorum buradan soruyorum amcaya bu kadar ile yetinip fırçamı yine mavimtırak olmuş suyumda yılıyor ve çayımdan alıyorum bir yudum. Amca dokunuyor omzuma Türk çayımı Rize’den mi getirdin diyor. Yok diyorum Kosova çayı çok sevdiğim birinden hatıra. Demledikçe onu hatırlıyor onun öğrettiklerini sindiriyorum diyorum. Güzel hikâye imiş diyor. Anlaşıldı bugün amca ile günü kapatacağız. Oradan hikâyeler buradan demlenmeler derken.

–      Bende atladım buradan diyor.  Gözleri saçlarının sarısı ile daha bir mavi olurdu. İstedim vermediler derken gözünde bir damla bana göz mü kırpıyor ne? Atlamış atlamasına da alamamış kızı. Sonrası daha üzücü en yakın arkadaşına vermişler. Her gün görmüş her gün erimiş.

–      Bilemedi kimse fark edemedi kızım diyor. Şu Mostar’ın suya aşkı var ya te benimki de öyleydi. Göçmüş sevdiği kız ta Türkiye’ye şimdi anladım niye saatlerdir benim dizimin dibinde. Soruyor tanıyor musun? Yok diyince biraz daha oyalanıp pılısını pırtısını bir hışımla toparlanıp ayrılırken üç beş adım sonra duruyor. Bulabilir misin diyor. Amcacım diyorum araştırayım ama ya… Dilim varmıyor.

–      Biliyorum diyor olabilir sen yinede araştır be kızım araştır. Bu yaşta bile atlamaya razıyım Mostar’ımın yüreğinden onun yüreğine…

 

Çok değil… Hemen Bosna-Hersek sınırından girdiğiniz anda garip bir his kaplıyor içinizi… Amca bunu daha bir perçinlemiş yüreğimde bunu şimdi düşündükçe anlıyorum. Yol başladığı ana geri dönüyor hafızam. Az önce Hırvatistan’ın yemyeşil ve sık ormanlarının arasından masmavi Adriyatik görünürken bir anda sınırın hemen ardında daha yoğun bir hava karşıladığını anımsıyorum… Artık o noktadan sonra Bosna-Hersek’in neler yaşadığını daha iyi anlayabiliyorum. Mostar’ı ve Mostar köprüsünü bilmeyen yok. Ama gelin birde kısaca Elvin’in kaleminden özetleyelim…

 

MİMAR SİNAN’IN ÖĞRENCİSİ HAYRUDDİN EFENDİ

 

mostar1Mostar Köprüsü, bölgenin yerlilerinin Neretva Nehri’ni geçerken oluşan sorunlarını dönemin Padişah’ı Kanuni Sultan Süleyman’a yazdıkları dilek mektubu ile bir kısım anlatırlar. Kanuni Sultan Süleyman baş mimarı Sinan’ ı huzuruna çağırarak şöyle söylediği anlatılmaktadır: “Ey koca mimar! Batı’ da gittiğimiz en uç ilimiz Mostar’ da öyle bir köprü yaptırasın ki, bu güne kadar eşi benzeri görülmeye; bakan gözü gönlü fethede; Türk’ ün adını hatırlata, yaşata!”
Bu fermanın üzerine Mimar Sinan ‘ın öğrencisi Mimar Hayreddin’e görev ihsan eder. Mimar Hay reddin tarafından tasarlanan köprü, 9 yılda inşa edilmiş ve 1566 ‘da tamamlanmıştır. 4 metre genişliğinde, 30 metre uzunluğunda ve Neretva nehrinden 24 metre yükseklikteki köprü, dönemi için oldukça gelişmiş bir teknoloji ile inşa edilmiş olup günümüzde UNESCO tarafından dünya kültür mirasının bir parçası olarak kabul edilmiştir. Köprü, çevresindeki kente de adını vererek Mostar, Hersek bölgesinin ana kenti olmuş ve tarihe daha bir kökle tutunmuştur diyebiliriz. Bir rivayete göre de Osmanlı Sultanı’nın Mimar Hayreddin ‘e “tahta destekler kaldırıldığında köprü yıkılırsa onu idam edeceğini söylediği” ve mimarın o gün kendi mezarını kazmaya başladığı anlatılır. Köprü sağlamlığını kanıtlarcasına ‘429 yıl ‘ ayakta kalmayı başarmıştır. Kentin erkeklerinin, nişanlılarına cesaretlerini kanıtlamak için düğün öncesinde ya da evlenme teklifi öncesi aynı bizim dedeninki gibi,  köprüden Neretva deresine atlamaları da Mostar’ın ününe ün, taşına yürek katmıştır. Ve bunlardan gayrı köprü olmaktan öte birçok önemli özelliği mevcuttur. Bunlardan ilki Kanuni’ye gönderilen mektubun farklı etnik gruplar tarafından kaleme alınması o dönemin toplu hareket etmesi adına önemli bir gösterge olmuştur. Taşların kuvvetli olması için yaklaşık 14 kilometre ötede yer alan başka bir toprak türü kullanılmış hatta bunun için taş ocağı açılmıştır. Taş ocağının açılması bölgeye artı bir hareket getirmiştir. Başka bir dikkat çeken özelliği ise köprü üzerinde 99 adet merdiven bulunmasıdır ki bu da Allah’ın 99 adını temsil etmektedir.

Tüm bunların yanı sıra Mostar Köprüsü Osmanlı’nın barışçıl elleriyle yaptırdığı dönemi temsil etse de yıllar bir birini bir atlı edasında kovalar ve gün gelir devran döner yıllar akar tarih 1993 yılının Kasım ayını gösterir… İşte çanlar çalmaktadır. Yöre halkı korku dolu bakışlarla izlerler kenardan yapabilecekleri ne kalmıştır ki direnmişler canlarını vermişlerdir topraklarına. Bağlarına. Lakin Mostar ah Mostar çırpınsan da nafile…

 

MOSTAR ÇIRPINSA DA NAFİLE

 

Aslında internette Youtube’de görüntülerde yer alanlar için söylenecek çok fazla bir şey yok. 1992 yılında Sırplar tarafından yıkılmaya çalışılan köprünün taşları maalesef ki 1993 yılında Hırvatlar tarafından sulara gömülmüş. Yüreklerde sımsıcak bir acı bırakmıştır. Haberleri seyrederken her bir evde aman sesleri duyulmuştur. Ancak görüntülerde ki taşları unutmamak lazımdır. Gün gelecek tekrar su yüzüne çıkacaklardır. Bu yıkımın ardından ise yerliler eskisi kadar şaşalı olmasa da geçici olarak bir köprü inşa ediyorlar ve bu köprüye “İnat” adını veriyorlar. Küçük te olsa bir direniş sergiliyorlar aslında. Güçlerince gösterilen, geçmek için bir köprü. Ya yürekte büyük bir inat, bir haykırış bir çığlık. Duymasını bilene tabii ki…

MİMAR SİNAN’IN TORUNLARI, EVLAD-I FATİHAN’IN ÇOCUKLARI DİRSEK VERİYOR

 

İç savaşın bitmesinin hemen ardından dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı’nın araya girmesi ve Dünya Bankası’nın desteği ile 1997 yılında Mostar’ın tekrardan yapılması için bütün getirim sağlanıyor. Ve bir Türk şirketi olan ER-BU yeni Mostar’ın yapımı için sorumluluğu üstlenip kollarını sıvıyor. Köprüyü orijinaline uygun yapmak onların en büyük amaçları. Ve nehrin içinde yer alan taşlarından tekrar yapılması için dalgıçlarla aramalar yapıyor ER-BU ama nafile. Taşlar ne yazık ki niteliğini yitirmiş. Su aşındırmış, eritmiş. Ne yapacağız derken, orijinaline sadık kalma şartıyla çıkılan bu yolda ER-BU tam 5 asır önce açılmış olan 14 kilometre uzaklıkta ilk taş ocağını tekrardan aktif hale getiriyor ve taşların aynısını yine orada üretmeye başlıyor. Günler geceler devridaim ederken bir bakıyorsunuz çanlar 2003 yılının Ağustos ayını vurduğunda, 1993 yılında tüm değerleriyle birlikte yıkılan Mostar Köprüsü birçok ulusun devlet başkanının katılımıyla ve büyük bir şölen ve gösteriş içinde kilit taşına kavuşuyor. Adına yakışır mağrurluğu gözler önüne seriliyor.

 

YAVAŞ YAVAŞ HUZUR, TURİZM VE CESARET

 

mostar2Bugün Mostar eski huzuruna kavuşma yolunda emin adımlarla ilerlemiş ama yinede korku ve tedirginlik durumunu koklayabiliyorsunuz havada. Şu günlerde akın akın birçok Türk ziyaretçiye ev sahipliği yapan Mostar’da Türklere özgü çok güzel motifler mevcut. Her zaman dillerde tadı destan olan Boşnak Böreği, Türk Kahvesi, Baklava gibi bize ait daha birçok şey burada var. Zaten bu bana hiç şaşırtıcı gelmiyor onlar biziz, bizde onlar. Benim sokağımda yaz akşamları boyunca her gece bir göçmen düğünü var. Ve ben her gece damat alayı  dinlemezsem kendimi mutlu hissetmiyorum fark ettim. Halen Mostar erkekleri kadınları için köprüden atlamayı sürdürüyorlarmış vay be . Bir daha asla yaşanmasını istemediğimiz bu olaylar zamanda kalmıştır diye iç geçirip hocamın yaptığı Mostar tablosuna gözüm kayıyor. Mostar mı daha canlı hocamın tablosu mu karar veremiyorum. Avrupa’nın ışığı en iyi kullanan ressamlarından olan hocam coşturmuş yine fırçasını. Diğer Osmanlı eserleri gibi Mostar yüzlerce kez tuvaline yansımış yansımasına da. Bu kadar canlı mı çizilir yahu. Üç boyutu da öyle bir sindiriyor ki yağlı boyasına. Sanki buradan girersem Mostar’ın üzerinde hakikaten soluklanacağım gibi duruyor. Az şekerli Türk kahvemi içerken daldığım tablodan biraz Mostar’a kaydırıyorum gözlerimi. O derin sularda bir yüzerdim ki ah ah  hava serin olmasa ,suda soğuk diye geçiriyorum içimden. Biraz sesli söylemiş olacağım ki ,Hocam gülümsüyor denizkızı su çağırdı yine galiba… Doğru denizkızıyım ben. Hem suya girmeden duramam, hem de babacığımın adı Deniz, bundandır herkes beni Denizkızı diye çağırır. Yada İzmir’e özdeş Symrna diye… Mostar Köprüsünün iki ayağından birine Tara diğerine Halebîye adı verilir. Evliya Çelebi’nin de Tara adlı ayağının kulesinde (bu günkü devlet konukevi) üç ay kalarak seyahatnamesini yazdığı ve seyahatnamesinde nehrin bir yakasından diğerine uzanan, gökkuşağına benzettiği Mostar’ın gezdiği 16 imparatorluk içerisinde benzersiz bir yapı olduğunu belirtmiştir.

EVLİYA ÇELEBİ’NİN BETİMLEMELERİYLE TUVALİME YANSIYANLAR

Sözümüze devam edelim derken yine Ethem Baymak doktorasında duraklıyoruz. Yukarıda tablosundan bahsetmiştim. Yine bir Mostar tablosu çalışması esnasında Evliya çelebi ve Mostar’ dan dan şu şekilde bahsetmiş kaleme aldığı satırlarında alıntı yapamadan geçemeyeceğim. “Taştan dondurulmuş bir hilal,  Kudret Kemeri gibi ifadelerle güzelliği ve görkemi yüzyıllardan beri anlatılan, övülen Mostar Köprüsü; 16. yüzyıl mimarlığımızın klasik döneminde yapılmış olup, köprü mimarlığımızın en seçkin örneğidir. Görkemiyle karşımda duruyor. Meydan okur gibi, “beni bakalım nasıl çiz ecen “der misali ışıklarla cilvesini hiç eksik etmiyor. Bir yandan Mostar köprüsünü tuvale aktarırken, öbür yandan da Evliya Çelebiyle de derin sohbete dalmış bulunuyorum. Evliya Çelebi’den Mostar’a has bilgilerin bir kısmını aldıktan sonra… Resmi yağlı boya tekniğiyle çalışırken en çok zorlandığım nokta neydi biliyor musunuz? Su. Akan su. O akıyor mu yoksa durur bir hal demiydi. Neretva nehri yeşil miydi mavimiydi. Öyle bir yeşildi ki anlat desen anlatamam. Çiz desen çizemem. Ben derim ki Evliya Celebi yeşili. Tablo bitti bitecek derken bu köprüyle ilgili yine Çelebi’nin Seyahatname’sinde Mostar Köprüsü şöyle anlatılır; ‘Şehrin birçok cüretli çocukları köprüden aşağı sıçrayıp nehre düşer ve güya bir kuş gibi uçar, her biri bir çeşit perende atarak suya düşer. Kimi baş aşağı, kimi bağdaş kurar, kimisi ikişer, üçer birbirini kucaklayarak suya atlarlar ve derhal kenara çıkıp kayalardan yukarı tırmanarak köprübaşına gelirler. Köprü üzerindeki vezirler ve ayanlardan ihsanlar alırlar. Birçok delikanlılar evlerinden ustalarının dükkânlarına yemek götürürken köprü üzerinde gitmeyip başında yemek tablası ve iki elinde sefertası varken ince korkuluk üzerinden seyredip seyredenlerin yüreklerine heyecanlar salarlar idi.’ 1664-1665 yılları arasında Mostar’da bulunan Evliya Çelebi o dönemde Mostar’ın 53 mahalleden meydana geldiğini, 3 bin kırk ev, 350 dükkân 45 cami ve mescit olduğunu kayıtlarında bulundurur.’’ Sözler burada noktalanıyor.

mostar3Başka söze ne hacet diyesi geliyor insanın. Üstatlar, ustalar, tarih, yaşam hep onu anlatıyor. Taa şöyle ileriye doğru bakınca üzerinde fotoğraf çektirmek için itiş kakış olan nerede ise yüz insan var. Yıllar yılları kovalasa da abideler ilk günde son günde abide olarak kalır. Her özenilerek hakkını vererek yapılan iş tarihe mal olma hakkını saklı bulundurur. Eğer bir de o yapıya ruhunuzu katıyorsanız. Yada o yapı sahibine ruhunu veriyorsa işte böyle nesillerce ayakta kalır. Yapı eğer yıkılsa idi kellesi gidecekti mimarın. Bu korkusunu, ruhunu her bir taşa öyle bir sindirmiş ki hala dimdik ayakta. Yıkılsa bile aslına uygun tekrar yapılması da bunun en büyük örneği değil mi? Daha nice seferler daha nice aşklar görecek. Değil mi dede? Haftaya Kosova köprülerinde buluşmaya ne dersiniz ben taş köprünün hemen dibinde Arasta Cafe de kahve içiyor olacağım beklerim efendim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Elvin Öztürk

 

 

 

 

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.