Balkanlar, kabaca Tuna Nehri’nin güneyindeki sahadan Akdeniz ve Karadeniz kıyılarına ve boğazlara dek uzanan sahayı teşkil eden tarihi ve kültürel bağlarımızın olduğu bir saha. Ne var ki bu topraklardan 1912 yılından itibaren ayrı kaldık ve giderek hafızamızda birer yabancı ülke gibi görmeye başladık.
YÜKSEL HOŞ
1945 sonrasında bu topraklarda hüküm süren sosyalizm ve komünizm dönemlerinde ise bu kez oradaki insanımızın bizimle iletişimi zorlaştı. Nitekim 1990’lar başında başlayan Bosna Savaşı ve 90’ların sonunda 2000’e ramak kala patlayan Kosova Savaşı’nda bu bölge ile tekrardan bağlar kurduk. Ya da diğer bir deyişle, kopan bacağın bıraktığı yerdeki kaşıntısını hissettik. 2000’lerin ilk yıllarından itibaren başlayan Ak Parti ve Erdoğan iktidarında ise Balkan yarımadası ile ayrılmaz ve sağlam köprüler tesis edildi.
ORTODOKS ÜLKELER DE DESTEKLENDİ
Bu bağlamda, Eximbank kredileri artırıldı, TİKA işlevselleştirildi. Yunus Emre Kültür Merkezleri ve enstitüleri Balkanların dört bir yanında kuruldu. Bosna Hersek’te koskoca bir Türk üniversitesi olan International University of Sarajevo kuruldu. Karşılıklı vizeler kaldırıldı. THY seferleri artırıldı. Arnavutluk, Bosna Hersek ve Kosova’da Türk işadamları yatırımlara teşvik edildi. Bu ülkelere hibeler ve çok çeşitli yollarla yardımlar yapıldı, bütçeleri ve ekonomileri desteklendi. Sadece bu üç ülke değil, dindaş olmadığımız halde Makedonya, Karadağ gibi küçük Ortodoks ülkeler de desteklendi. Makedonya, Yunanistan karşısında uluslararası alanda yaşadığı isim problemi ile Türkiye’den destek bulurken Karadağ da çeşitli şekillerde Türk yatırımları ve direkt diplomatik destekler ile Türkiye’yi yanında buldu. Bunun dışında Makedonya, Sırbistan, Bulgaristan gibi Balkan ülkelerine Türkiye’nin geleneksel yardım eli, gerek TİKA gerekse Eximbank kredi ve hibeleri ile her daim gönderildi. Eskiden Yunanistan’ın ekonomik tekeli altında bulunan Arnavutluk ve Makedonya’da Türk şirketleri büyük yatırımlar ve ihaleleri devralmakla yetinmediler bu devletlerden de ciddi özelleştirmeler alarak karlarına kar kattılar ve bu ülkelerde Türkiye, daha da bir güçlü algı zeminine oturdu. Kendilerini bir asırdır yetim hisseden Balkan Müslümanları ise bulundukları ülkelerde devlet kademelerinden kendilerine yüz yıldır kapanan kapılar ile fakirleşmiş makûs talihlerini bu şirketlerde iş bularak değiştirdiler.
TÜRKİYE ALEYHİNE YAZILANLAR KİTAPLARDAN ÇIKARILDI
Balkan ülkelerinin tarih kitaplarında Türkler aleyhinde yazılmış ve eski rejimlerin ve hamasi anlayışların kalıntısı onca ibare ortak komisyonlar düzenlenerek genç beyinlerin zihinlerine tesir edecek bu kitaplardan çıkarıldı ve çıkarılıyor. Sırbistan’da ve Makedonya’da Yunus Emre Kültür Merkezi’nin kurslarına giderek Türkçe öğrenenlerin sayısı hiç de azımsanacak boyutta değil. Yunanistan ile ortak bir anlayış ve yeni bir dönem tesis edilmekte. Her alanda iyileşen ilişkiler, Batı Trakya’ya ve oradaki soydaşlarımızın günlük yaşantılarına da yansımakta. Artık İskeçe’nin dağ köyleri yasak bölge falan değil. İskeçe’den Mustafçova’ya ve Şahin’e giderken sizleri izleyen Yunan istihbaratı da yok. Ya da en azından belli etmiyorlar ve usulünce bunu yapıyorlar. Zira Yunanistan’da istediğiniz yere gitmek hiçbir zaman bu kadar kolay olmamıştı. Bütün bunlar olurken, pek tabii ki bu ülkelerdeki Türkiye algısı ise her zamankinden de güçlü bir şekilde kendini belli ediyor. Henüz geçen ağustos ayında İpsala sınır kapısında konuştuğum Yunan gümrük görevlisine “Ekonomi nasıl?” diye soruyorum. Eh işte dercesine elini terazi hareketine benzer bir şekilde sallıyor ama dudağı bükük… “Yani eh işte ama kötü….” Dercesine. Çare? Diyorum. “İşte o bizde yok ama sizdekini gönderin o düzeltir” diyor. Bizdeki? diye soru iması ile ona bakarken ise, az yüksek bir sesle “Erdogan, Erdogan!!!” diyor. Yumuşak g harfini telaffuz edemeyen bir aksan ile söylüyor. Kısa bir gülüşmenin ardından el sıkışıp ayrılıyoruz.
SELANİK’TEKİ ORTODOKS TÜRKLER
Yunanistan’da birkaç gün kalıyoruz. Selanik’te ara sokaklarda parklarda oturan, Gürcistan’ın Tsalkha bölgesinden Yunanistan’a getirilmiş olan Ortodoks Türklere rastlıyoruz. Despina teyze ile tanışıyoruz. Kendisi sadece Türkçe konuşuyor. Bizi buraya “grekpontik” (Karadeniz Rumu) diye getirdiler başta ikram ettiler maaş bağladılar ama şimdi kestiler hepsini. “Govalamazlar emme istemezler de şinci burada galdıh bele neydek” şeklinde Erzurum aksaanına benzer bir aksaanla derdinden bahsediyor. Kendisi hiç ama hiç Yunanca bilmiyor. Yanındakiler de bilmiyor. Bu insanlar vaktiyle Ruslarla bir anlaşma sonucu Erzurum ve Kars Ardahan çevresinden Gürcistan’a sürülen “Urum” denilen Hıristiyan dininden Kıpçak Türkleri. Ancak dinlerinin “Rum Ortodoks” şeklinde adlandırılması, zamanla onların da Rum Ortodoks veya Grek şeklinde adlandırılmalarına sebep olmuş. Yunan liderleri de Sovyetlerin dağılması ile birlikte Gürcistan’a kalabalık heyetlerle gelip bu insanları Yunanistan’a çağırmışlar. “Hepiniz gelin, Yunanistan geniştir ve zengindir” denmiş. Nitekim Gürcistan’da yaşayan 100 bine yakın “Urum” geride kalan 5–10 bin kişilik istisna dışında olduğu gibi Yunanistan’a getirilmiş. Buna Ukrayna’nın Mariupol şehrinden gelen Urumlar da eklenince kuzey Yunanistan’a ciddi bir Türkçe konuşan Hıristiyan kitlesi taşınmış. İşte Urumlar bunlar. Kendilerini başlı başına bir millet sanmak bir yana Yunan sanıyor ancak tek kelime dahi Yunanca bilmiyorlar. Yunancayı hiç bilmemelerine rağmen orada ikinci sınıf vatandaş olarak görülüyorlar ve konuştukları dilin Türkçe olduğunu söylediğimizde ise bize “Yohh bu Urumca, biz Urumca gonişirik Türkler Müselman biz onnar kimi Müselman değilik” şeklinde cevap veriyorlar. Hatta aralarında en yaşlısı olan bir teyze ise, “Uşahlar hep işsiz dolanir, sizin Erdoğan Prezidente bir ses edin de bizi toplasın Türkiye’ye alsın yetti bura canımıza” şeklinde de teyze elimi tutup dert yandı. Erdoğan’ı Prezident şeklinde anması ise enteresandı. Zira Prezident dillerine Rusça’dan geçmiş olan ve devlet başkanı manasındaki bir kelimedir. Erdoğan’ı nereden biliyorsun? Dediğimizde ise; “Bilecem ya neye bilmeyecem? Tam gospodar işte bize o lazım” dedi. Gospodar, Rusça’dan onların diline geçmiş bir kelime ve devlet başkanı, otoriter kimse manasına geliyor. 90 yaşındaki teyze Gospodar derken eliyle ağır bir taşı avuçlar gibi tutarak ağzını doldura doldura konuşarak gözüme bakıyordu. Düşününüz… Bu insanların bile ümitleri ve gözleri buralara bakıyor. Selanik’te yarı yıkık ve ibadete kapalı Alaca İmaret Camii’nin önünde her gün birkaç tahta banka oturarak vakit geçiren bu teyzelerin hiç birisinin de Yunanlılık ile uzaktan yakından bir ilgisi yok ve seslerinin duyulmasını istiyorlar. Erdoğan ise ümitleri.
GARSON KIZLA MUHABBET
Selanik’in aşağısında Faralya denilen deniz kıyısındaki kafeteryalardan birisinde frappe denilen soğuk ve köpüklü kahveyi içmek için mola verdiğimizde ise Garson kız bize Türk müsünüz? Diyor. Evet dediğimde ise bir muhabbet başlıyor ayaküstü. Niğde’den gelmiş dedesi ve ninesi. Anne ve babasının ise evde arada bir Türkçe konuştuklarını belirtiyor ve az da olsa Türkçe konuşabildiğini bize göstermek istiyor ve birkaç sefer Türkiye’ye geldiğinden bahsediyor. Nasıl buldun? Dediğimde ise, “Gelişmiş bir ülke. Hızla güçleniyor. Sizinkiler bizimkiler gibi soyguncu değiller o ülke gerçekten yönetiliyor. Ben krizden önce 1500–2000 Euro kazanıyordum ama şimdi mesaiye kalsam bile bahşiş dâhil elime geçecek olan para 750–800 ya var ya yok” diyor. Başbakanı sorduğumuzda ise gözleri parıldayarak “Çok karizmatik birisi” diyor ve “Selamımı söyleyin” diyor. Enteresandır ki Başbakan’ın Yunanistan’daki algısıdır bu. Tabi bu diyalogların tamamını İngilizce götürmek zorunda olduğumuz için Urum teyzeler ve Türkiye kökenli yaşlı mübadil Rumlar dışında hiç kimse ile Türkçe konuşmadık diyebiliriz.
TÜRKİYE SEVGİSİNİN RAKİBİ AVRUPALILIK KİMLİĞİ
Yunan sınırından çıkarken Yunanistan-Makedonya sınır kapısı olan Meçitliya sınır kapısında karşılaştığımız Makedon sınır görevlisi Türkçe “Merhaba kardeş” şeklinde hitap ettiğinde bir de kendisi konuştuk. Bize Türk kahvesi var mı? Diye sormuştu ve biz de aracımızdaki tek içimlik kahvelerden birkaç tane verdik. Kısa bir muhabbetin ardından ise Türk dizilerini izlediğini ve beğendiğini ifade etti ve sıcak bir şekilde uğurladı bizleri. Makedonya’da Bitola şehrinde konuştuğumuz Ortodoks kökenli Makedon yaşlılarda ise güçlü bir Türkiye algısı mevcut ve ağırlıklı olarak “Keşke Türkiye olsaydı burada” serzenişlerini dile getiriyorlar. Hatta bazıları ise; “Türkiye yeniden gelsin, alsın da çeki düzen versin buralara” dediğinde ise duygu ile karışık bir şaşkınlık kapladı yüzümüzü. Ne var ki aynı şey genç kuşak için söz konusu değil. Onların gözü AB’den başkasını görmüyor ve mevcut yönetimin “Makedon Ulusu” fikrini benimsemiş gibiler. Onlarda dahi Türkiye ve Erdoğan’a yönelik güçlü bir devlet ve devlet adamı algısı mevcut. Ancak Makedon Ulusu fikrini benimsemeyen Arnavut, Türk, Boşnak, Torbeş ve Gorani gibi diğer milletler de ülkede kalabalık sayılar ile mevcut ve onlardaki Türkiye sevgisi apayrı. Bizler, Avrupa’nın refahına eriştikçe anlaşılıyor ki Türkiye sevgisi ve muhabbeti yanında Türklük de marka değerini insanların algısında aynı oranda artırmakta.
ROALD HYSA’NIN TÜRKİYE SEVGİSİ
Makedonya’dan Arnavutluğa geçtiğimizde ise bu ülkedeki genç mütefekkirlerden Roald Hysa’nın benden rica ettiği ve özel olarak istediği büyük boy Türk bayrağını buluşup vermek için sabırsızlanıyordum. Roald ya da arkadaşlarının deyişi ile “Aldo”, Tiran’da Müslüman olduğunu gururla ve bilinçle söyleyebilen az sayıdaki bilinçli ve entelektüel Arnavut’tan birisi. Aynı zamanda bir STK olan Arnavutluk Müslüman Forumu yetkililerinden. Daha bir önceki kuşağa ana ve babalarının söylediği “Ne jemi Turk, ne jemi Mysliman” (Bizler Türküz, Müslümanız) ifadesindeki Türklüğü reddetmeyen ve bunu ırk olarak değil millet ve din olarak algılayan böyle temiz Arnavutlara bu ülkelerde rastlamak gerçekten sevindirici. Kendisi aynı zamanda son olaylarda Erdoğan hükümetine karşı yürütülen yıpratma kampanyalarını da zar zor da olsa takip etmeye çalışıyor ve hükümetin yükselişini durdurmak isteyen iç ve dış güçlerin de bilincinde. Facebook sayfasında kendisi ve dostlarının sıklıkla Erdoğan’a destek mesajları içeren resimleri koyması da bunun bir yansıması aslında. Kendisine istediği bayrağı verdiğimde yüzündeki gülümseme görülmeye değerdi. Bosna Hersek’teki Güçlü Türkiye ve Erdoğan sevgisinden ise bahsetmeyeceğim. Burada ister SDA (Aliya’nın partisi) destekçisi veya muhalifi olsun her Boşnak için Erdoğan, başlı başına bir sembol kişilik. Ülkede Erdoğan’ı bilmeyen ve sempatisi olmayan yok gibi. Aslında bu konu belki birkaç yazı dizisine de yetecek kadar mümbit ve bolca örneklerle dolu bir konu olduğu için burada bırakmak, en doğru olanı.
Peki ya Balkanlar dışında algımız ne durumda?
Aldo’nun ardından henüz birkaç gün önce ziyaret ettiğim Hindistan’a geçiyoruz. Hindistan’da 12.Uluslararası Asya Şehircilik Sempozyumu için Varanasi şehrindeydim. Burada uluslararası camiadan çok sayıda coğrafyacı da vardı ve konferans bitimi Ganj nehrindeki tekne turunda yanımda oturan ve konferans için gelmiş olan bir Pakistanlı akademisyen bana, Erdoğan’ın Pakistan’a geldiğinden ve tarihte ilk kez bir başbakan için böylesi büyük bir karşılama yapıldığından bahsetti. Erdoğan’ı nasıl biliyorsunuz? Dediğimde ise; “Büyük, çok büyük bir lider. Sizin için başlı başına bir değer. Bizde de ona yakın İmran Khan var ancak daha iktidara gelmesi için zaman lazım. Fakat sizin Erdoğan bizim ülkemizde çok meşhur ve seviliyor. Daha önce Suudi Arabistan kralı için benzer bir karşılama yapmıştı bizim devletimiz ancak halk sokaklara dökülmemiş, 10 milyon insan caddeleri doldurmamıştı. İşte Erdoğan için bu oldu ve bence bu çok şaşırtıcı.” Dedi.
Son örnek ise Varanasi dönüşünde Agra şehrinde bizi gezdiren Müslüman rehberimiz ShahidKhan idi. Kendisi Erdoğan’ı tanımadığını ancak sadece Davos zirvesinde İsrail’e verdiği cevaptan dolayı en sevdiği lider olduğunu belirtiyor ve “fazlasını da bilmeme gerek yok zaten…” diye de ekliyor.
Belki de olaylara ShahidKhan gibi bakmak en kolayıdır. Zira bir insanı sevmek için bazen bir tek sebep yeteceği gibi soğumak için de bir tek sebep yetebilir. Günümüzde STK’lar, cemaatler ve ideolojik akımların tesirindeki insanlarımız, ideallerindeki kişileri ve kanaat önderlerini bir tek yönüne bakarak severken belki diğer birçok yönünü de görmeden sevmekteler. Sevmek, sempati beslemekte asla zarar yok. Ancak bu sempati, bir diğerini “hain” ya da “hırsız” ilan etme noktasına geliyor ise işte sevilen ve seven ilişkisinde hayırlı şeyler olmuyor demektir.
Ne olursa olsun, kabul edelim ki, gelişen, ilerleyen güçlü ve bir o kadar da adından söz ettiren bir Türkiye ve onu karizması ile gayet iyi taşıyan ve markalaştıran bir lider ile dünyada bilinmeye başladık. Bizleri hiç tanımayan ülkeler dahi artık Türk Hava Yolları ile uçmak istiyorlar. Sivil Toplum Kuruluşlarımız dünyanın dört bir yanında ücretsiz sağlık ve sosyal hizmetler ve yardımlar ile adını duyurmakta. Devlet, tüm kurumları ve diplomatik, yarı diplomatik organları ile kendini yurt dışında azami ölçüde göstermekte. Gelişen bir ekonomi, gelişen bir sanayi ve ticaret hasılası ile Türkiye, İslam dünyasının göz bebeği. Bu ülke söz konusu ise sanıyoruz ki geri kalan her şey teferruattır.
Uzaktan sevenlerin sevgilerini taşımak ve buradan duyurmak istedim. Çünkü uzaktan sevenlerin hiçbir çıkarı yoktur. Onlar dolunaya bakar gibi severler. Ulaşamadıkları halde, parlaklığın ve şuanın tesiri ile severler. Sevdikleri kişinin yakınında rant ve çıkar için dolananların kalabalığı arasına girmeye cesaret dahi edemeden sevenler adına bizler de vazife bilip, bu satırları “Sevgimizi ve selamımızı iletin” diyenlerin emanetini bir muhabbet görevi sayaraktan yazdık.
Selam ve Sevgilerle.
Dr. Yüksel HOŞ
BALKAN YEMEKLERİ
1 gün önceHABERLER
10 gün önceKÖŞE YAZARLARI
19 gün önceHABERLER
05 Kasım 2024