İnsan türünün bir birikimi olan sanat, insan olmanın da birikimidir… Sanatın tarihi, aslında insanca yücelişin tarihidir. Sanatın hangi alanına bakarsak bakalım merkezinde ‘insan’ı görüyoruz.
AŞKIN MESUT
Sanat daha iyi yaşama tutkusunun da kurgulandığı bir alandır. Bu yüzden “barış” düşüncesi çağdaş sanatın ve sanatçının kafa yorması gereken bir olgu olarak gündemden hiç düşmüyor… İnsanların savaştan, yokluktan, açlıktan kırıldığı bir dünyaya herhangi bir “insan”ın kayıtsız kalması düşünülemez zaten… Sanat-edebiyat adamının ‘kötü’ye karşı tavrını, bu açıklığıyla kavramsallaştırılmış olarak ilk Homeros’un kaleminden okumuş olsak da, bu tavır çok daha eskilere uzanıyor olmalı… [1]
SAVAŞ VE BARIŞ
Bilindiği üzere dünya döndükçe barış ve bizlerin barışı algılayışı farklılıklar göstermişse de; artık günümüzde insanlığın savaşa karşı geliştirdiği bilinç küçümsenemez bir boyut kazanmıştır. Savaş ve kargaşanın kol gezdiği coğrafyalarda bile bu böyledir. Çünkü savaşı da barışıda inşaa eden insanlardır. İşte bizlerin de kafa yorması gereken tarafı da budur. Bunu kimimiz kalemi (Nuri Tutgut Adalı), kimimiz fırçası (Aynur Açıkgöz), kimimiz de notalarıyla (Fahri Nur) dile getirir. Değişen sadece icra eden eller ve zihinlerdir. Öyleyse bizler kötü diye tanımladığımız savaşın karşısında sanatla durulabilir miyiz? Evet belki sanat tek başına yeterli olmaz barış için ama şairin dediği gibi “Dünyayı tek şey değiştiremez. Ne politika, ne ekonomi, ne sanat, ne de spor.” Parçalar birleşir, bir bütünü oluşturur. O bütün yaratır bu koca dünyayı, o bütün değiştirir bu gidişatı. O bütünü oluşturan öğeler birbirlerini tamamlar, birbirlerinden etkilenirler. Yepyeni bir uyum yaratılır. O uyumun sağlanmasında minicik bir vidanın bile önemi çok büyüktür. Savaşla ilgili birçok roman ve birçok kitap yazılmıştır. Ama beni bu alanda en çok etkileyen Tolstoy ve Hemingway olmuştur. Okuyanlarınız varsa Tolstoy, “Savaş ve Barış” adlı romanında savaşı ve onun getirdiği yıkımı eşsiz bir ustalıkla dile getirmiştir sanırım. Bunu da en sevdiği şeyi dillendirerek yapmıştır. Sanatını!
SANATÇININ AYDIN KİMLİĞİ
Sanat, söylenecek sözü, çizilecek resimleri, çalınacak notaları olanların işi olduğuna göre, barış kavramı da bu duyarlılıkta insanlarla paylaşma sürecinin ayrılmaz bir parçası olmak durumundadır. Bu anlamıyla barıştan yana olmak sanatçının aydın kimliğinden gelen sorumluluğunu da ortaya koyar. Bu sorumluluk insan bilincinin, barış idealinin gerçekleşmesine engel olabilecek her türlü önyargı ve koşullandırmanın karşısında bir kalkan görevi üslenmesiyle gerçek olur. Sanatçı, insanı ‘insan’ yapan duyguları yüreğinde duyduğu, insanoğluna olan ilgi ve sevgisini duygusal olmaktan çıkarıp, düşünsel düzeyde belleğinde var ettiği sürece insanoğlunun onuruna, kişiliğine, özgürlüğüne, temel hak ve hukukuna ve varoluşuna yönelik her eylemin karşısında yer alır. Böyle bir duruş sanatın da varoluş nedenlerindendir. Sanatçı, savaşın topuna-tüfeğine, bombasına karşı kalemini, fırçasını, notasını koymasının bir zorunluluk olduğu anlamına gelir. İşte o zaman insanın özüne ilişkin o gizli güç Eluard’ın deyişiyle “Asıl adalet”e dönüşür;
“İnsanlarda en sıcak kanun
Suyu ışık yapmaları,
Düşü gerçek yapmaları,
Düşmanı kardeş yapmaları”dır…
Savaşın kahredici ortamına, dayanılmaz bencilliğine ve durdurulamaz gibi görünen yok ediciliğine dayanamayarak yenik düşen sanatçılar da olmuştur. Virginia Woolf, II. Dünya Savaşı’nın devam ettiği günlerde eşine yazdığı kısa mektupta; “Çıldıracağım, bu tüyler ürpertici günlerde yaşamımı sürdüremeyeceğim gibi bir duygu var içimde. Bu duyguyu yenmeye çalıştım ama olmuyor” diyordu. Bilindiği kadarıyla da bu Woolf’un son mektubu olmuştur. Sanatçı da her insan gibi kendisini ilgilendirmeyen işler olduğu gerekçesiyle vicdanını yatıştırmaya çalışmamalıdır. Ne diyordu H. Cibran: “zalim zulmünü işletirken, ak ellilerin elleri temiz olamaz”. Sesini, en iyi yaptığı neyse o alanda duyurmalı ve evrene mesajlarını her daim göndermelidir. Göndrmelidir ki insanoğlu var oluş sebebine daha da yaklaşsın.
STK’LARIN OYNADIĞI ROL
Barış içinde bir yaşamı hazırlamada sanatçısından mühendisine, öğretmeninden doktoruna, çiftçisinden işçisine kadar kısacası kendine insanım diyen herkese barışı inşa etmede görev düşüyor. Düşünce ve amaçları ne olursa olsun her kesimin ve onları temsil eden sivil toplum örgütlerinin bu konuda en önde ve aktif rol oynamaları gerekir. Ancak bu sayede savaşı kışkırtan politikaların önüne geçilebilir ve savaşan tarafları aydınlatabilir. Sanata kimin gücü yetebilir ki?”[2] sorusunu da unutmadan; büyük bir dönüşüm ve değişimlerin eşiğindeki coğrafyamızda ve yerküremizde; Taksim’den Suruç’a, Trablus’tan Bogota’ya, Balkanlardan Orta Asya’ya uzanan halk hareketleri bir kez daha dünyayı değiştirmeye taraf olmaktadır; böyle giderse daha da olacaktır. Zihinleri de, geleceği de, dünyayı da biçimlendirecek olan güçlerden biri de sanattır…
Aşkın MESUT
[1] A. Hicri İZGÖREN Sınır Dergisi / Sayı 3 / Mayıs – Haziran 2010
[2] Esra Açıkgöz, “Sanata Kimin Gücü Yetebilir ki?”, Cumhuriyet Pazar, No:1430, 18 Ağustos 2013, s.3.
Nuri Turgut ADALI_Bulgaristan / Şair
Aynur AÇIKGÖZ_Bulgaristan / Ressam
Fahri NUR_Bulgaristan / Müzisyen
ARAŞTIRMA-İNCELEME
24 saat önceBALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce